Modern toplumda teknolojik araçlar artık yalnızca iletişim ya da eğlence değil, aynı zamanda kimlik inşası, aidiyet duygusu ve toplumsal onay arayışının da temel mecraları hâline geldi. Gençler bu platformlarda hem kendilerini ifade ediyor hem de sosyal ilişkilerini yönetiyor.
Fakat son yıllarda, gençlerin ruh sağlığına dair veriler hem ebeveynleri hem uzmanları giderek daha fazla kaygılandırıyor. Depresyon, kaygı bozuklukları ve yalnızlık gibi sorunların artışı, artık sadece bireysel hikâyelerle değil, istatistiklerle de görünür durumda. Akıllı telefonlar, sosyal medya platformları ve şimdi de yapay zekâ destekli uygulamalar, gençlerin günlük yaşamının ayrılmaz bir parçası hâline gelirken, “Bu teknolojiler çocuklarımıza zarar mı veriyor?” sorusu gündemden düşmüyor.
Bilim gazetecisi Helen Pearson, Nature internet sitesinde yayımlanan yazısında teknolojinin gençlerin ruh sağlığı üzerindeki etkilerine dair güncel araştırmaları, uzman görüşlerini ve toplumsal yansımaları bir araya getiriyor. Pearson, akıllı telefon ve sosyal medya kullanımının gençler üzerindeki etkilerini yalnızca sayısal veriler üzerinden değil, aynı zamanda bu teknolojilerin gündelik yaşamla kurduğu ilişkiyi sorgulamakla birlikte, bireysel davranışların ardında yatan toplumsal ve yapısal dinamikleri de göz önünde bulundurarak, hem endişeleri hem de çözümleri tartışmaya açıyor.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“The New York Times’ın en çok satanlar listesinde, gençlerin bugün neden bu kadar kaygılı olduğuna dair bir kitap var. Psikolog Jonathan Haidt’in 2024’te yayımlanan The Anxious Generation (Kaygılı Nesil) adlı kitabı, çocukların ve gençlerin artık oyun oynamak yerine ekran başında geçirdiği sürenin beyin gelişimini değiştirdiğini ve ruhsal sorunları tetiklediğini öne sürüyor. Kitap piyasaya çıktığı anda zirveye yerleşti ve o günden beri de listenin başında kalmaya devam ediyor.
Bu kitap, özellikle Batılı ailelerde zaten var olan ‘çocuğum ekran başında çok fazla vakit geçiriyor’ endişesini daha da büyüttü. 2024 yılında yapılan bir ankette, ABD’li gençlerin yarısına yakını ‘neredeyse sürekli’ internette olduklarını söylediler. On yıl önce bu oran yalnızca %24’tü. Gençlerin üçte biri de YouTube gibi sosyal medya platformlarında neredeyse hiç ara vermeden zaman geçiriyor.
Araştırmacılar, gençlerin ruh sağlığıyla ilgili ciddi sıkıntılar yaşadığı konusunda hemfikirler. Ancak bu sorunlarda telefonların ve sosyal medyanın ne kadar payı olduğu konusunda görüşler ayrılıyor. Bazı bilim insanlarına göre, şu ana kadar yapılan onlarca araştırma, bu teknolojilerin gençlerin psikolojisi üzerinde büyük bir etkisi olduğunu göstermiyor. Kaliforniya Üniversitesi’nden psikolog Candice Odgers, Jonathan Haidt’in vardığı sonuçlara karşı çıkıyor ve şöyle diyor: ‘Elimizdeki bilimsel veriler, sosyal medya ve ruh sağlığı konusunda yaratılan bu büyük panik havasını desteklemiyor.’
Elbette sosyal medya bazı durumlarda zarar verebilir. Özellikle ekran başında geçirilen zaman, uyku gibi sağlıklı alışkanlıkların yerini alıyorsa ya da karşılaşılan içerikler kişinin kendine zarar verme eğilimini artırıyorsa, risk artıyor. Öte yandan sosyal medya; destek aramak, bilgi edinmek, arkadaşlarla iletişim kurmak gibi olumlu alanlarda da işe yarayabiliyor.
Pek çok uzman, Haidt’in çok satan kitabı ve medyanın yarattığı korku dolu hava yüzünden, bilimsel çalışmaların sunduğu daha dengeli ve çok boyutlu mesajların arka planda kaldığını düşünüyor. Bazı ülkeler ise çoktan harekete geçti; okullarda telefon yasakları getiriliyor, gençlerin sosyal medya kullanımına sınırlamalar geliyor. Wisconsin Üniversitesi’nden ergen sağlığı uzmanı Dr. Megan Moreno şöyle diyor: ‘Ebeveynler de çocuklar da bu tartışmaları yakından takip ediyorlar ve endişeliler.’ Bu da evde ekran başında geçirilen süreler yüzünden tartışmalara yol açıyor ve birçok aile, ne yapacağını bilemez hâlde.
Endişe verici gidişat
Gençlerin ruh sağlığı konusunda endişelenmek için herkesin haklı bir nedeni var. Son yirmi yılda, birçok ülkede ergenler arasında ruhsal sorunlar belirgin şekilde artmış durumda. Örneğin, ABD’de yapılan anketlerde, depresyon belirtileri gösteren gençlerin oranı 2010’da %16’yken, 2015’te bu oran %21’e çıkmış. Bu artışın büyük kısmı kız çocuklarında görülüyor. Aynı dönemde intihar oranı da 100.000 gençte 5,4’ten 7’ye yükselmiş. Bazı uzmanlar, bu artışın bir kısmının ruh sağlığına dair farkındalığın artmasına ve daha fazla kişinin yardım arayışına girmesine bağlı olabileceğini söylüyor.
New York Üniversitesi’nden Jonathan Haidt, kitabında, bu artışın gençlerin akıllı telefonlara yönelmeye başladığı dönemle çakıştığına dikkat çekiyor. (iPhone’un 2007’de piyasaya sürüldüğünü hatırlatıyor.) Haidt’e göre, telefonlar gerçek dünyada arkadaşlarla zaman geçirmeyi, oyun oynamayı ve uykuyu geri plana itti. Özellikle, sosyal medyayı yoğun kullanan ergenlik öncesi kız çocuklarında depresyon ve kaygı düzeylerinin çok daha yüksek olduğuna dair kanıtlar sunduğunu belirtiyor.
Bazı araştırmalarla ilgili kafa karıştıran bir diğer konuysa şu: Sosyal medya mı depresyona neden oluyor, yoksa zaten depresif hisseden gençler mi sosyal medyaya yöneliyor? Odgers ve bazı uzmanlar, tartışmanın sürekli telefon ve sosyal medya etrafında dönmesinden endişeliler.
Çünkü bu durum, gençlerin ruh sağlığını etkileyen ama teknoloji kadar göz önünde olmayan başka ciddi faktörlerin, örneğin yoksulluk, eşitsizlik, şiddet, ayrımcılık ya da yalnızlık gibi göz ardı edilmesine neden olabilir. İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi’nde dijital ruh sağlığı üzerine çalışan Amy Orben şöyle diyor: ‘Evet, gençler ciddi bir kriz yaşıyor ve bunda teknolojinin de payı olabilir. Ama ruh sağlığı üzerinde etkili olduğunu bildiğimiz başka alanlar da var ve bu etmenlere neredeyse hiç zaman ayırmıyoruz.’
“Teknoloji şirketleri, gençleri korumak için daha fazla sorumluluk almalı”
Pek çok bilim insanına göre, akıllı telefonların ve sosyal medyanın insanlar üzerindeki etkisi kişiden kişiye değişiyor. Aile yapısı, yaşam koşulları ve internette ne yapıldığı bu etkiyi belirleyen önemli faktörler arasında. Örneğin, 2021’de yaklaşık 400 ergenle yapılan bir araştırmada, katılımcıların %28’i WhatsApp, Snapchat ve Instagram başta olmak üzere sosyal medya kullandıktan sonra kendini daha kötü hissettiğini belirtmiş. %26’sı daha iyi hissettiğini söylerken, %45’i ise hiçbir fark olmadığını söylemiş.
Diğer yandan, bazı gençlerin akıllı telefonları ya da sosyal medyayı problemli bir şekilde kullandığı da görülüyor. Araştırmacılar ve doktorlar, bu kullanımın ne zaman ‘patolojik’ sayılması gerektiği konusunda hâlâ fikir birliğine varabilmiş değiller. Seattle’daki Çocuk Araştırmaları Enstitüsü’nden çocuk doktoru Dimitri Christakis bu konuda şöyle diyor: ‘Uyku dışında, bir insanın günde sekiz ya da dokuz saat boyunca yaptığı herhangi bir şey sağlıklı kabul edilemez.’
Ve elbette, bazı vakalarda sosyal medya kullanımı çok daha ağır sonuçlara yol açabiliyor. Örneğin, Eylül 2022’de Londra’da görülen bir ölüm soruşturmasında, 14 yaşındaki Molly Russell’ın ‘depresyon ve internette maruz kaldığı zararlı içeriklerin etkisi altındayken kendine zarar vererek hayatını kaybettiği’ sonucuna varıldı. Soruşturmada, Molly’nin 2017 yılında hayatına son vermeden önce Instagram ve Pinterest’te kendine zarar verme ve intiharla ilgili içerikleri sıkça izlediği ortaya çıkmıştı.
Meta (Instagram’ın sahibi) adına konuşan bir temsilci platformun kurallarını savunurken, Pinterest’ten bir yetkili o dönemde sitenin güvenli olmadığını kabul etmişti. Her iki şirket de soruşturmanın ardından bazı adımlar attıklarını belirtti. Geçen yıl Instagram, genç kullanıcıların görebileceği içerikleri sınırlayan ‘genç hesapları’ uygulamasını devreye soktu.
Araştırmacılar için en büyük zorluklardan biri, kimlerin daha çok risk altında olduğunu anlayabilmek. Michigan Üniversitesi’nden Jenny Radesky, ebeveynlik ve teknoloji üzerine çalışıyor ve şunu söylüyor: ‘Genellikle daha savunmasız çocuklar ve aileler, yani kaynakları sınırlı olan, daha çok stres yaşayan, duygu düzenlemede zorlananlar medya ile daha çok mücadele ediyor.’
Anne babalar ve gençler, online ortamda daha yaygın şekilde karşılaşılan zararlar konusunda da kaygılı. Pew Research Center’ın 2022’de yaptığı bir ankete göre, 13–17 yaş arası gençlerin %46’sı online tacizin en az bir türüne maruz kalmış; örneğin istenmeyen müstehcen görseller gönderilmiş. Geçtiğimiz Ekim ayında, ABD’deki 13 eyalet ve Washington, DC TikTok’a dava açmıştı. Şirketin gençlerin ruh sağlığına zarar veren bağımlılık yaratan özellikler taşıdığı iddia edilmişti. TikTok ise bu iddialara katılmadığını, genç kullanıcıları korumak için güçlü güvenlik önlemleri aldığını söyledi.
Odgers gibi araştırmacılar, teknoloji şirketlerinin özellikle gençleri korumak için daha fazla sorumluluk alması gerektiği konusunda büyük ölçüde hemfikirler. Örneğin, uygulamaların daha az bağımlılık yaratacak şekilde tasarlanması bu adımlardan biri olabilir. ABD’de birçok eyalet, sosyal medya ortamını çocuklar için daha güvenli hâle getirmeye yönelik yasalar çıkarıyor. Ancak Avustralya’nın bu yıl yapmayı planladığı gibi çocukların sosyal medyaya erişimini tamamen yasaklamanın gerçekten işe yarayıp yaramayacağı konusu hâlâ tartışmalı. Bu konuda hem yeterli araştırma yok hem de net bir görüş birliği oluşmuş değil.
Ebeveynler ne yapmalı?
Ekranlar ve dijital hayat üzerine süren tartışmalar, anne babaları zor bir soruyla baş başa bırakıyor: Çocuklar için en doğru sınırlar nasıl belirlenmeli? Artık önerilen yaklaşım daha kişisel: Aileler, çocuklarının ihtiyaçlarına, kendi değerlerine ve günlük rutinlerine göre birlikte karar vermeli. Amerikan Pediatri Akademisi (AAP) de bu süreci kolaylaştırmak için bazı araçlar sunuyor. Örneğin, ebeveynlerin kendi aile medya planlarını oluşturmasına yardımcı olan ve ‘yatak odaları ya da yemek saatleri ekranlardan uzak olsun’ gibi öneriler içeren bir rehber var.
Akademinin direktörü Jenny Radesky, ekran kullanımı ve ruh sağlığı konusunda en belirleyici şeyin ‘iyi iletişime dayalı güçlü bir ebeveyn-çocuk ilişkisi’ olduğunu söylüyor. Ebeveynler hâlâ süre sınırlamaları koyabilir, diyor, ama bunun yanında ergen çocuklarıyla şu tür konuşmalar da yapılabilir: ‘Instagram’da günde ne kadar zaman geçirmek istiyorsun? Üç saat mi? Bu sana gerçekten iyi geliyor mu?’
Odgers ise ekran süresine takılı kalmak yerine çocuğun genel yaşam dengesine bakmayı öneriyor: Yeterince uyuyor mu? Fiziksel olarak aktif mi? Başka etkinliklerle meşgul mü? Arkadaşlarıyla arası iyi mi? Eğer bunlar yolundaysa, ekran kullanımı büyük ihtimalle hayatın dengeli bir parçasıdır. ‘Ama çocuğunuz bu konularda zorlanıyorsa, o zaman ekran süresini yeniden gözden geçirmek gerekir,’ diyor.
Ama teknoloji çoktan bir sonraki aşamaya geçmiş durumda. Son anketler, ABD’li gençlerin yapay zekâ destekli araçları, örneğin sohbet botlarını daha sık kullanmaya başladıklarını gösteriyor. Bu yüzden Orben, bu teknolojilerin gençler tarafından nasıl kullanıldığını araştırmacıların bugünden itibaren izlemeye başlaması gerektiğini vurguluyor ve ‘Asıl ders şu: Geçmişte bu meseleyle karşılaştığımızda elimizde doğru zamanda doğru veriler yoktu. Şimdi bunu bir daha yaşamamalıyız. Bir sonraki teknolojiye daha hazırlıklı olmalıyız,’ diyor.”
Bu yazı ilk kez 22 Nisan 2025’te yayımlanmıştır.
