Aşı karşıtlığı uzun süre marjinal bir hareket olarak görülmüş, komplo teorileriyle anılan küçük grupların ilgi alanı sanılmıştı. Ancak son yıllarda, özellikle Covid-19 pandemisinin ardından, hareketin etki alanı giderek genişledi. Aşı şüpheciliği artık yalnızca bireysel bir sağlık tercihi olmaktan çıkıp düzen karşıtı bir siyasi duruşun ve kurulu otoritelere meydan okumanın bir aracı haline geldi.
Geleneksel partilerin güç kaybettiği, toplumsal kutuplaşmanın arttığı bir dönemde, aşı karşıtı söylemler siyasi sahnede daha fazla karşılık buluyor. Sosyal medya çağında bilgi kirliliği hızla yayılırken, bilimsel gerçekler ile komplo teorileri arasındaki sınırlar giderek bulanıklaşıyor. Küresel krizler karşısında halkın tıp otoritelerine ve hükümetlere olan güveni sarsıldıkça, bu güvensizliği siyasi avantaja çevirmek isteyen yeni aktörler ortaya çıkıyor.
Aşı karşıtlığının yükselişi, sağ popülist hareketlerin yükselişiyle de paralel bir şekilde ilerliyor. Almanya’da AfD’nin, ABD’de Robert F. Kennedy Jr.’ın ve diğer birçok ülkede aşırı sağın bu söylemi sahiplenmesi, meselenin yalnızca bir sağlık tartışması olmaktan çıkıp politik bir araca dönüştüğünü gösteriyor.
Financial Times’ın eski Almanya büro şefi Guy Chazan, aşı karşıtı hareketin siyasette nasıl giderek daha büyük bir güç haline geldiğini ve bu sürecin Avrupa ile ABD’deki siyasi dengeleri nasıl değiştirdiğini ele alıyor.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Aşı karşıtlığı uzun süre marjinal bir konu olarak görülüyordu; hareketin önde gelen isimleri ciddiye alınmayan uç figürler olarak değerlendiriliyordu. Ancak son yıllarda, bu isimler siyasetin merkezine yerleşmeye başladı. Geleneksel partiler etkisini kaybederken, aşı karşıtı hareket düzen karşıtı yeni güçlerden biri haline geldi.
Örneğin, Robert F. Kennedy Jr., başarılı bir çevre avukatı ve aktivist olarak tanınırken, son yıllarda sıra dışı komplo teorileriyle anılmaya başladı. Bir ara Covid-19’un “etnik olarak hedeflenerek” Aşkenaz Yahudilerini ve Çinlileri koruyacak şekilde tasarlandığını öne sürmüş, Covid aşısını ise “şimdiye kadar üretilmiş en ölümcül aşı” olarak nitelendirmişti. Kendini “aşı karşıtı” değil, “güvenlik yanlısı” olarak tanımlayan Kennedy, bugün ABD Sağlık Bakanlığı’nın başında ve trilyon dolarlık bir bütçeyi yönetiyor.
Sağlık uzmanları, Kennedy’nin yönetimde üst düzey bir sağlık yetkilisi olmasının aşı oranlarını ciddi şekilde düşürebileceğinden endişeli. Joe Biden döneminde ABD’nin Covid politikalarını koordine eden ve şu anda Brown Üniversitesi Halk Sağlığı Fakültesi’nin dekanı olan Ashish Jha, Kennedy için “Ülkenin aşı sistemini tamamen çökertmese bile, insanların aşıya güvenini daha da zedeleyebilir,” diyor.
‘Şüpheci gruplar birbirlerini besleyerek büyüyor’
Bu hareket sadece ABD ile sınırlı değil. Dünya genelinde aşı karşıtları, özellikle Covid pandemisinden sonra tıp otoritelerine duyulan güvensizliğin artmasından faydalanarak daha geniş kitlelere ulaşıyorlar. Üstelik bu şüphecilik, siyasi çizgiler arasında da sınır tanımıyor; hem sağ hem de sol çevrelerde karşılık bulabiliyor. Aşı karşıtlığı, zamanla sadece sağlık politikalarına değil, diğer kurumlara duyulan güveni de sarsan bir harekete dönüşüyor.
Kamu sağlığına duyulan güvensizlikle başlıyorsunuz, ama bir noktada bu, istihbarat teşkilatlarına ya da demokratik liderlere duyulan güvensizliğe evriliyor. Şüpheci gruplar birbirlerini besleyerek büyüyor. Aşı karşıtlarının siyasette ne kadar etkili hale geldiği, Almanya’daki son seçimlerde de açıkça görüldü. Aşırı sağcı, etno-milliyetçi Almanya için Alternatif (AfD) Partisi, Bundestag seçimlerinde yüzde 20,8 oy alarak ikinci sıraya yerleşti. Seçimi kazanan merkez sağ partinin ise yalnızca 8 puan gerisinde kaldı.
Göçmen karşıtı görüşleriyle bilinen AfD, Almanya’daki büyük partiler arasında aşı zorunluluğuna açıkça karşı çıkan tek parti. Bu duruşu, geleneksel tıbba şüpheyle yaklaşan on binlerce Alman’ı kendine çekti. AfD’nin sağlık politikaları sözcüsü Martin Sichert, “Aşılar insanların bedenleri üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor ve herkesin kendi kararını özgürce verebilmesi gerektiğine inanıyoruz,” diyor.
ABD’de ise halk sağlığı uzmanları, Kennedy’nin yönetimde üst düzey bir sağlık yetkilisi olmasının aşı oranlarını ciddi şekilde düşürebileceğinden endişeli. Joe Biden döneminde ABD’nin Covid politikalarını koordine eden ve şu anda Brown Üniversitesi Halk Sağlığı Fakültesi’nin dekanı olan Ashish Jha, Kennedy için “Elinde büyük bir güç var. Ülkenin aşı sistemini tamamen çökertmese bile, ki bunu yapabilir, aşıyı teşvik eden biri olmayacağı açık. Hatta tam tersine, insanların aşıya güvenini daha da zedeleyebilir,” diyor.
Aşı karşıtlığı ve aşırı sağın kesişimi
Aşı karşıtlığının yükselişi, Almanya’da da siyasi dengeleri değiştirdi. AfD artık ciddi bir siyasi güç haline geldi. Başlangıçta euro kurtarma paketlerine karşı çıkan bir parti olarak kurulan AfD, 2015’te sağa keskin bir şekilde kayarak Almanya’ya gelen bir milyondan fazla sığınmacıya duyulan toplumsal öfkeyi kendi lehine çevirdi. Pandemi sürecinde de hükümetin getirdiği sokağa çıkma yasakları, karantina uygulamaları ve aşı zorunluluğu girişimlerine karşı çıkarak kendini ana muhalefet konumuna taşıdı. Bu söylem, daha önce aşırı sağcı ve yabancı karşıtı tutumlarına mesafeli duran kesimlerden bile destek almasını sağladı.
Partinin Thüringen’deki lideri ve en radikal figürlerinden biri olan Björn Höcke, bu yaklaşımı en uç noktaya taşıyan isimlerden biri. Covid aşılarını Nazi dönemindeki insan deneylerine benzeterek “tarihi bir tabu yıkılıyor” demişti. 2022’de Thüringen Eyalet Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada, “mRNA aşılarıyla binlerce insanın ötenazi edildiğini varsaymak zorundayız” ifadesini kullanmıştı. AfD’nin bu aşırı söylemleri, siyasetin merkezinde yer alan birçok Alman seçmeni rahatsız etse de, parti içinde bu duruşun destek kazandırdığı düşünülüyor.
Partinin sağlık politikaları sözcüsü Martin Sichert’e göre, AfD’nin pandemi sürecinde sert halk sağlığı önlemlerine, özellikle de aşı zorunluluğuna karşı çıkması, partiyi yeni seçmenlerle buluşturdu. “Hâlâ yanıma gelip, ‘Son üç yılda özgürlüğümüzü savunanın siz olduğunu biliyoruz’ diyen insanlar var. Bu, onlar için hâlâ çok önemli bir konu,” diyor Sichert.
AfD’nin aşı şüpheciliği yalnızca Almanya ile sınırlı değil. Nigel Farage’ın liderliğini yaptığı sağcı Reform UK partisi de geçen yılki seçim kampanyasında “aşırı ölümler ve aşı zararları” konusunda kamu soruşturması açılmasını vaat etti. Partinin önde gelen isimlerinden Richard Tice, Şubat 2024’te yaptığı açıklamada, son yıllarda beklenenden çok daha fazla insanın öldüğünü ve bunun Covid aşılarının yan etkilerinden kaynaklanabileceğini öne sürmüştü. Ancak bazı bilim insanları, Tice’ın iddialarının bilimsel dayanağını sorguluyor.
Avrupa’da aşı karşıtlığını en açık şekilde savunan siyasetçilerden biri ise Romanya’da Kasım 2024’te yapılan başkanlık seçimlerinin ilk turunu kazanan milliyetçi Călin Georgescu. Ancak seçim, Rusya’nın müdahalesi iddiasıyla ülkenin anayasa mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Georgescu, 2020’de kendisini soğuk suya girerken gösteren bir video paylaşarak bunun Covid’e karşı “en iyi aşı” olduğunu savunmuştu. 2024’te katıldığı bir podcastte ise virüsün aslında hiç var olmadığını iddia edip ve “hakiki bilim yalnızca İsa Mesih’tir” demişti. Georgescu, aşıları küreselcilerin nüfus kontrolü için kullandığını iddia ediyor ve bu söylemini sık sık çokkültürlülük ve LGBT hareketine karşıt görüşlerle birleştiriyor. Ona göre Romanya’nın Hristiyan kimliği “seküler güçler” tarafından tehdit ediliyor ve bu saldırının en önemli araçlarından biri de aşılar.
Aşı karşıtlığının yükselişinde sosyal medyanın etkisi
20. yüzyılda ABD’de aşı karşıtlığı genellikle sol görüşle ilişkilendiriliyordu. Ancak bu algı, 2014-15’te Disneyland’da patlak veren kızamık salgınıyla değişti. Bu olayın ardından Kaliforniya, çocuklar için tıbbi gerekçeler dışındaki aşı muafiyetlerini sınırlandırdı. Kampanya sürecinde aşı karşıtlarının “özgürlük, hükümetin aşırı müdahalesi, ebeveyn hakları” gibi sağ kesime hitap eden söylemleri benimsediği ve hareketin giderek sağa kaydığı söyleniyor.
Sosyal medya, farklı ve alışılmadık görüşlere sahip insanların bir araya gelmesini kolaylaştırdı. Bu süreçte, halk sağlığı uzmanlarının tavsiyelerine duyulan şüphe de giderek arttı. Sosyal medya, tıbbi otoritelere olan güvensizliği yaymak isteyenler için etkili bir araç haline geldi. Bu da uzmanlara yönelik şüphenin açık düşmanlığa dönüşmesine neden olabiliyor.
Bazı uzmanlara göre, aşılarla ilgili yaşanan sorunlardan biri, aşıların kendi başarılarının kurbanı olması. Araştırmalar, aşıların güvenli ve etkili olduğunu ve dünya genelinde milyonlarca ölümü engellediğini gösteriyor. Ancak George Mason Üniversitesi Halk Sağlığı Fakültesi’nden Doç. Dr. Rupali Limaye, artık toplumda “Bu aşılara gerçekten ihtiyacımız var mı?” sorusunun daha sık sorulduğunu belirtiyor. “Çünkü kabakulak görmedik, kızamıkçık görmedik,” diyor. “İnsanlar, ‘Benden hepatit aşısı olmam isteniyor ama hayatım boyunca hiç hepatit vakasıyla karşılaşmadım’ diyor.” Limaye, bu algının yalnızca hastalıkların ortadan kalkmış gibi görünmesiyle açıklanamayacağını, internette yayılan yanlış bilgilerin de bunda büyük payı olduğunu düşünüyor. “Eskiden insanlar aşılar hakkında bilgi almak için doktorlarına danışırdı. Şimdi ise sosyal medyada araştırma yapıyorlar,” diyor. Devlete duyulan güvensizliğin artması ve “hükümet bana ne yapacağımı söyleyemez” anlayışının yayılması da işin içine girince, aşı tereddüdünün giderek büyümesi kaçınılmaz hale geliyor.
Enfeksiyon hastalıkları uzmanı Ratner, kızamığın yayılmasını önlemek için toplumun en az %95’inin KKK (kızamık, kabakulak, kızamıkçık) aşısı olması gerektiğini söylüyor. Covid-19 öncesinde bu oran sağlanıyordu. Ancak şimdi ABD’de birçok eyalette anaokulu çağındaki çocukların KKK aşılama oranı %90’ın altına düşmüş durumda. Örneğin Teksas, son 30 yılın en büyük kızamık salgınını yaşıyor.
Aşı karşıtlığından en çok en savunmasız olanlar, yani çocuklar etkileniyor
İşte tam da bu yüzden Kennedy’nin bakan olarak atanmasının onaylanması, halk sağlığı yetkililerini endişelendiriyor. Kennedy, onay oturumunda tüm çocuklarının aşılı olduğunu özellikle vurguladı ve kızamık ile çocuk felci aşılarını desteklediğini belirtti. “Aşıların sağlık sisteminde kritik bir rol oynadığına inanıyorum,” dedi. Geçen haftalarda sağlık departmanı çalışanlarıyla yaptığı toplantıda ise uzlaşmacı bir tavır sergileyerek, “Bu konuları siyasetin dışına çıkaralım, ortak bir zeminde buluşalım ve herhangi bir siyasi engel ya da önyargı olmadan gerçeği aramaya devam edelim,” dedi. Ardından, “Yanılmaya açık olacağıma söz veriyorum,” diyerek eleştirmenlerine zeytin dalı uzattı.
Ancak Jha, bu sözlere pek ikna olmuş değil. “Ebeveynlerin, çocuklarını neden aşılatmaları gerektiğini açıklayan güvenilir ve sağlam bilgilere ihtiyacı var,” diyor. “Eğer bu bilgi devletten gelmezse, ortaya büyük bir boşluk çıkar ve bu boşluğu başkaları doldurur.” Ratner ise son yüzyılda kızamık, boğmaca ve difteri gibi hastalıklarla mücadelede sağlanan bilimsel ilerlemenin ne kadar hassas olduğuna dikkat çekiyor. “Bu ilerleme kendiliğinden devam edecek bir şey değil ve alınacak her aşı kararı en savunmasız grubu, yani çocukları etkileyecek” diyor.”
Bu yazı ilk kez 12 Mart 2025’te yayımlanmıştır.
