Dünyada sosyal mesafelendirme tedbirleri nedeniyle evlerine kapanmak zorunda kalan milyonlarca insanın umudu koronavirüse karşı etkin bir ilaç veya aşının bir an önce geliştirilmesi… Aynı anda yerkürenin dört bir yanında onlarca üniversite, kurum ve şirket bu alanda canını dişine takarak araştırma yapıyor ancak müjdeli haberin gelmesinin en az bir yılı bulacağı söyleniyor. Fakat aşı veya ilacın geliştirilmesinden sonra bunun çoğaltılması ve insanlara uygulanması da hayli vakit alacak.
Nobel ödüllü iktisatçı Joseph E. Stiglitz ile ekonomistler Arjun Jayadev ile Achal Prabhala ise hayat kurtaran aşı veya ilaç geliştirildiğinde ortaya çıkabilecek bir tehdide dikkat çekti. Üç iktisatçı Project Syndicate’te yayınlanan makalelerinde kamu müdahalesi olmazsa geliştirilen ilaç ve aşıların “Ticari kârı insan hayatından üstün tutan tekel eğilimli sistemlere bağımlı kalacağı” uyarısında bulundu.
Grip aşısı nasıl üretiliyor?
Üç iktisatçı yazılarına dünyanın grip aşısı için küresel bir bilimsel ağ oluşturduğunu ve bu ağın aşıları geliştirdiğini hatırlatarak başladı.
“Tıp uzmanlarından oluşan küresel bir ağın ortaya çıkan bulaşıcı virüs türünü izlediği, buna karşı aşılanmak için belirli bir formülü periyodik olarak güncellediği ve daha sonra bu bilgileri dünyadaki şirketler ve ülkeler için kullanılabilir hale getirdiği bir dünya hayal edin. Dahası, bu çalışmanın herhangi bir fikri mülkiyet hakkı göz önünde bulundurulmadan ve kârlarını en üst düzeye çıkarmak için umutsuz bir halkı sömüren ilaç tekelleri olmadan yapıldığını düşünün.
Bu ütopik bir fantezi gibi gelebilir ama aslında grip aşısı son 50 yıldır böyle üretiliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün Küresel İnfluenza Sürveyans ve Müdahale Sistemi (GISRS) aracılığıyla, dünyanın dört bir yanından uzmanlar, ortaya çıkan grip virüsü türleri hakkındaki en son verileri analiz etmek, tartışmak ve her sene aşıya hangi türlerin dâhil edilmesi gerektiğine karar vermek için yılda iki kez toplanıyor. GISRS, neredeyse tamamen hükümetler (ve kısmen vakıflar) tarafından finanse edilen 110 ülkeyi kapsayan bir laboratuvar ağı olarak, Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Amy Kapczynski’nin “açık bilim” dediği kavramın somut bir örneği.”
COVID-19 ‘açık bilim’ ile yenilebilir
Stiglitz, Jayadev ve Prabhala, grip için oluşturulan GISRS sisteminin COVID-19 için de gerekli olacağı görüşünü savunuyor.
“GISRS, kâr elde etmek yerine yalnızca insan hayatını korumaya odaklandığından, aşıların geliştirilmesi için eyleme geçirilebilir bilgi toplama, yorumlama ve dağıtma konusunda benzersiz bir yeteneğe sahip. Bu yaklaşımın kıymeti geçmişte pek bilinmedi. Şimdi ne kadar faydalı olduğu net biçimde anlaşıldı.
Küresel bilim topluluğu, pandemiyle mücadele ederken, potansiyel tedaviler hakkındaki bilgileri paylaşma, klinik araştırmaları koordine etme, şeffaf bir şekilde yeni modeller geliştirme ve bulguları hemen yayınlamada hayli istekli görünüyor. Bu yeni iş birliği ortamında bazı şeyleri kolayca unutmak mümkün. Bunların başında ilaç şirketlerinin yıllardır herhangi bir kanuni dayanağı olmadan saçma sapan ikincil patentlerle hayat kurtaran ilaçlar üzerindeki kontrolünü genişletmesi geliyor. İlaç şirketler lobi yaparak jenerik veya yeni ilaç geliştirilmesine engel olarak ortak bilgiyi özelleştiriyor.”
İnsan hayatı mı ticari kâr mı?
Üç iktisatçı COVID-19 ile mücadele sürerken bazı şirketlerin test kitleri ve koruyucu malzemeleri için patentlerini hatırlatarak bunların tedarikinde zorluk çıkardığını anımsattıktan sonra ilaç ve aşıda da benzeri bir durum yaşanabileceği uyarısında bulunuyor.
“COVID-19’un ortaya çıkışıyla, böyle bir tekelleşmenin insan hayatının pahasına olduğu acıdır ama gerçektir. (…) COVID-19 için en umut verici tedavilerden üçü (remdesivir, favipiravir ve lopinavir / ritonavir) için dünyanın büyük bölümünü kapsayan birden fazla patent yürürlükte… Bu patentler rekabeti önlediği gibi hem ilaçların uygun fiyatta olmasını hem de kolaylıkla tedarik edilmesini engelliyor.
Şimdi iki gelecek arasında bir seçimle karşı karşıyayız. İlk senaryoda, her zamanki gibi büyük ilaç şirketlerine güvenirken, COVID-19 için bazı potansiyel tedavilerin klinik denemeler yoluyla gerçekleştirileceğini ve tespit, test ve koruma için diğer teknolojilerin ortaya çıkacağını umut edeceğiz. Bu yol tercih edilirse patentler, tekelci tedarikçilere yeniliklerin çoğunluğu üzerinde denetim kurmasına imkan tanıyacaktır. Tedarikçiler, fiyatları yukarıda tutacak ve sağlık hizmetinin toplumların geneline yayılmasını engelleyeceklerdir. Kamu bu duruma güçlü biçimde müdahale etmezse, özellikle gelişmekte olan ülkelerde çok sayıda insan yaşamını yitirecektir.”
Patent havuzu kurulmalı
Üç ekonomist COVID-19 tedavisinde kullanılabilecek potansiyel aşılarda patent sorunu bulunduğunu da belirtiyor ve farklı bir çözüm geliştirilmesi gerektiği görüşünü savunuyor.
“Olası ikinci senaryoda ise, özel tekellerin büyük ölçüde kamu kurumları tarafından üretilen bilgiden yararlandığı mevcut sistemin amaca uygun olmadığını kabul edeceğiz. Halk sağlığı savunucuları ve akademisyenlerin uzun süredir ileri sürdükleri gibi tekeller, alternatif bir sistem altında bulunabilecek hayat kurtaran ilaçlara erişimi engelleyerek insanların ölümüne yol açmaktadır.
Farklı yaklaşımlar giderek daha fazla destek buluyor. Örneğin, Kosta Rika hükümeti kısa süre önce Dünya Sağlık Örgütü’nü COVID-19 tedavileri için gönüllü bir fikri mülkiyet hakları havuzu oluşturmaya çağırdı. Patent havuzu yeni bir fikir değil. Birleşmiş Milletler ve DSÖ, İlaç Patent Havuzu aracılığıyla yıllarca HIV / AIDS, hepatit C ve tüberküloz tedavisine erişimi artırmaya çalıştı. Şimdi bu program COVID-19’u kapsayacak şekilde genişletiliyor. Patent havuzları, ödül fonları ve diğer benzer fikirler, hayat kurtaran ilaçların nasıl geliştirildiğini ve kullanıma sunulduğunu düzeltmek için daha geniş bir programın parçasıdır. Amaç, tekel güdümlü bir sistemi, iş birliği ve paylaşılan bilgiye dayalı bir sistemle değiştirmektir.”
İlaçta patent gerekli mi?
Stiglitz, Jayadev ve Prabhala, yazılarında ilaç sektöründe fikri mülkiyet haklarının gerekli olup olmadığını da sorguluyor.
“Şüphesiz, bazıları COVID-19 krizinin kendine özgü olduğunu veya zorunlu ilaç onay sisteminin ilaç şirketlerinin tehdidinin ilaç şirketlerini uslu olmaya zorladığını ileri sürecektir. Ancak büyük ilaç şirketlerinin sorumluluklarını anladıkları kuşkuludur. (…) Modern fikri mülkiyet rejiminin gerekli olduğu efsanesi bize uzun zamandır yutturuluyor. GISRS’in ve “açık bilim” in diğer uygulamalarının başarısı gerçeğin böyle olmadığını kanıtlamıştır. COVID-19 ölümleri artarken, her yıl milyonlarca insanın acı ve ölümüne sessiz kalan bir sistemin mantık ve ahlakını sorgulamalıyız.
Yeni bir yaklaşımın zamanı gelmiştir. Akademisyenler ve siyasetçiler çoktandır kârlı olmaktan ziyade sosyal açıdan yararlı farmasötik yenilikler öneriyor. Bu fikirleri uygulamaya başlamak için daha iyi bir zaman olamazdı.”
Bu yazı ilk kez 29 Nisan 2020’de yayımlanmıştır.