[et_pb_section admin_label=”section”]
[et_pb_row admin_label=”row”]
[et_pb_column type=”4_4″][et_pb_text admin_label=”Text”]
Milyonlarca insanımızı perişan eden deprem, kaçınılmaz olarak spor dünyamızı da etkiledi. O alanda dramatik kayıplar yaşandı, değişik sorun ve sıkıntılar ortaya çıktı. Hatta bu kapsamdaki etkinliklerin tümüyle durdurulması yolunda görüşler ileri sürüldü.
Terör, savaş, deprem gibi felaketlerin, toplumsal yaşamı tepeden tırnağa etkilediği bilinen bir durum. Sonuçta bir eğlence olarak görülen spor da bundan payını alıyor. İnsanların can derdinde olduğu bir ortamda spordan söz etmek bile sıkıntılı hale gelebiliyor.
Bununla ilgili farklı görüşler de söz konusu. Daha doğrusu, yaşanan sarsıcı sürecin geride bırakılması yönünde sportif etkinliklerin başlamasının yararlı olduğu yolunda düşünceler de ileri sürülüyor. Örneğin, spor karşılaşmalarının topluma moral verici ve normal yaşama dönmeyi olumlu etkileyici bir yanının bulunduğu vurgulanıyor. Etkisinden kolay kurtulamayacağımız açık olan asrın felaketi sürecinde oynanan Trabzonspor-Basel maçı gerçekten de bunu kanıtlayıcı bir örnek olarak gösterilebilir.
Felaketin acısını en şiddetli biçimde yaşadığımız dönemde bu maçta olanlar hepimizi derinden etkileyen, bir nebze de olsa soluk almamızı sağlayan bir etkinlik sayılırdı. Elbette ki enkaz altında kalmış olan annesinden babasından günlerdir haber alamayan, çadır bulamayan, ilaç alamayan ve başka bir yığın sıkıntı içinde olan, başta barınma olmak üzere bir yığın yaşamsal sorun yaşayan insanlar için bu maç ve başka bir sportif etkinlik en küçük önem taşımıyordu.
Ancak depremzedelere yardım konusunda omuz omuza çalışan kulüp taraftarları başta olmak üzere herkesin bir araya geldiği çalışmaların önemi ve değeri de yadsınamazdı. Yardım toplanmasıyla ilgili sloganda belirtildiği gibi ülkenin tek yürek olduğu bir ortamın yararı da açıktı.
Üç büyüklerin taraftarı gönül birliği içinde
Yıllardır kendi takımlarının maçları için Trabzon’a gidemeyen Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş taraftarları bu karşılaşmada orada Bordo-mavili takımın başarısı için gönül birliği içindeydi. O kadarla da kalmadı bu birliktelik, başka sevindirici durumlar yaşandı. Enkaz altından sağ çıkarılırken sol elinin bilekten kesilmesine razı olmak zorunda kalan gazeteci Akın Bodur için arkadaşlarından tribünde yardım toplanması da bunlar içinde sayılabilirdi.
Ayrıca pek çok sportif karşılaşmadan elde edilen gelirlerin depremzedelere yardım yönünde kullanılması da bir başka önemli durumdur. Daha ilk günden itibaren yurtiçindeki ve dışındaki sporcular ile spor kuruluşlarından gelen yardımlar da görmezden gelinemeyecek düzeyde olmuştur. Bunların süreklilik kazanmış olması da sanıldığından çok daha önemli ve değerlidir.
Depremzedelere yardım kampanyalarında da spor kulüplerinin son derece etkin biçimde yer aldıkları gözlendi. Enkazdan çıkarılan çocukların ve gençlerin büyük kulüplerin taraftarı olmaları, onların yıldızlarından imzalı forma istemeleri ve benzer yöndeki talepleri ilginçti. Kulüpler ve yıldız futbolcular da bunlara en iyi biçimde karşılık verdi.
Daha ilk dakikadan itibaren yurtdışındaki yardım çalışmalarının bayrağını taşıyan milli futbolcu Merih Demiral, dünya çapında ünlü futbol yıldızlarını harekete geçirmeyi başardı. Onların doğrudan ya da önemli maçlarda giydikleri formaları satıp parayı bağışlamaları yoluyla depremzedeler için elde edilecek gelirin toplamı mutlaka derde deva olacak noktalara ulaşacaktır.
Yaşanan büyük felaketle sporun ilişkisi ne yazık ki bunlarla sınırlı değil. Çok sayıda sporcu ve spor adamını depremde kaybederken özellikle KKTC’den Adıyaman’a maçlar için gelmiş olan öğrencilerimizin enkaz altında kalarak ölmelerinin yarattığı travma kolay atlatılabilecek gibi görünmüyor. Günlerdir KKTC onlar için ağlıyor, desek abartı olmaz.
Depremden play off çıkarmak
Bundan sonrası için de depremin çok ağır maliyeti olacaktır. Unutmayalım ki beklenen bir İstanbul depreminde uğranılacak maddi ve manevi kayıpların, ülkemizin bekasını tehdit edebilecek noktalara çıkabileceği hesaplanıyor. 11 ilde ortaya çıkmış bulunan yıkımın da bu doğrultuda bazı etkilerinin olacağı açık.
Böylesine ağır sonuçların ortaya çıkabileceği bir olayla ilgili olarak 11 ildeki spor kulüplerinin yarışmalardan çekilmeleriyle ortaya çıkan sorunlar gibi noktalar, konuşmaya bile değmeyecek durumlar olarak görülebilir.
Ne yapalım ki bizim ilgi alanımız da budur ve burada neler olabileceği yolunda öngörülerde bulunmak da yararlı olabilir.
Bu sezon liglerden çekilen takımların haklarının saklı kalarak gelecek yıl kaldıkları yerden devam edecek olmaları ve ilgili federasyonların bunlarla bağlantılı olarak aldıkları kararların elbette ki sıkıntılı yanları vardır. Gelgelelim alınan kararlar ve yapılan işlerle ilgili olarak ‘şu doğrudur, bu yanlıştır’ demenin de fazla bir anlamı yoktur. Kuşkusuz ki yetkili ve sorumlu kuruluşlar en doğru kararları vermek ve akılcı işleri yapmak gayretindedir. Bu çaba ne kadar büyük olursa olsun, kararların bütün tarafları mutlu etmeyeceği de ortadadır.
Bu arada ortaya atılan görüşlerden biri de futbolda Süper Ligin bir play off dönemiyle sonuçlandırılması olmuştur. Beşiktaş Kulübü Başkanı Ahmet Nur Çebi’ye maledilen, ama onun da sahiplenmediği, sonrasında Fenerbahçe’nin Portekizli teknik direktörü Jorge Jesus’un ilk 4 sıradaki takımın kendi aralarında bir şampiyonluk maçları oynamaları önerisi de henüz pek ilgi görmemiş gibi…
Açıkçası TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi böyle bir isteğin yersizliğini ve anlamsızlığını iyi kavramış gibi görünüyor. 70’inci dakikasına gelinmiş bir maçı durdurup kuralların değiştiğini ve karşılaşmanın baştan oynanması gerektiğini söylemeye kalkmanın saçmalığını hemen dile getirmesini bir kazanç olarak görmeliyiz. Çünkü geçmişte inanılması zor kararlar alınıp dehşet verici durumlar yaşandı.
Bu konuda dayanak olarak gösterilebilecek örnek, 2011-2012 sezonunda ortaya çıkmıştır. Galatasaray’ın ciddi bir puan farkıyla şampiyon olarak tamamladığı sezonda alınan karakuşi bir kararla play-off oynanmış ve sarı-kırmızılı takım son maçta deplasmanda Fenerbahçe ile golsüz berabere kalarak aynı şampiyonluğu ikinci kez kazanmak zorunda kalmıştır.
Açıkçası bugün hâlâ merak ederim, o sezon Galatasaray şampiyon olamasa neler yaşanırdı? Sarı-kırmızılı kulübün işi UEFA ve FIFA’ya götürmesi halinde nasıl durumlar ortaya çıkardı? Sezon başında belirlenmiş, yarışma devam ederken, hatta bitmişken geriye dönüp oyunun kurallarını değiştirmek hiçbir uygar ülkede ve hukuk devletinde kabul edilebilecek bir durum değildir. Çok şükür ki bizim böyle dertlerimiz yok. Uygarlık ve kuralların getirdiği zorunluluklarla işimize geldiği zaman ilgilenir, yoksa böyle şeyler için tatlı canımızı pek üzmeyiz. ‘Burası Türkiye kardeşim!’ dayılanması her türlü olmazı oldurabilir. Yani biz öyle sanırız.
Bu uygarlık dışı ve kural tanımaz davranışların ne gibi faturalarının olduğunu, ancak birkaç yıl sonra görebiliyoruz. Yaklaşık 500 milyon dolarlık Süper Lig naklen yayın geliri neredeyse bunun 1/5’ine düştüğünde, ‘efendim şundandır da bundandır’ gibi uydurma nedenler bulmaya çalışıyoruz. Zaten doğru dürüst oynamayı beceremediğimiz bir oyunla ilgili olarak bir de böyle hukuk ve kural dışı Hacivat-Karagöz oyunu tarzı düzenlemelere gitmeye kalktığınız zaman sonuç bu olur.
Herkesi memnun edecek formül yok
Deprem bölgesindeki iki takım çekilmesiyle Süper Lig’de sezon 19 takımın 17’siyle tamamlanacak. Bu durumda en doğru kararın ne olacağını söylemek kolay değil. Kalan maçların oynanması ve çekilen takımlarla yapılması gereken maçlar için rakiplerine hükmen galibiyetle 3 puan verilmesi uygulamasının sıkıntılı yanları elbette ki var. O takımlarla ilk yarı maçlarını deplasmanda oynamış ve puan kaybetmiş olanlar bu karardan zarar gördüklerini ya da rakiplerinin haksız avantaj sağladığını düşünebilir. Gelgelelim bu durumla ilgili öteki düşünce ve öneriler arasında ‘eh işte’ denilebilecek olanı da odur.
2011-12 sezonunda yaşanan durumla ilgili olarak sadece şampiyonluk için değil, orta sıralarda yer alan ve küme düşen takımların itiraz edebilecekleri pek çok nokta olabilirdi. Onların hak arayışına ülke içinde pek kulak asılmazdı belki, uluslararası alanda ise bunu beklemeniz pek gerçekçi sayılmazdı. Hatta dışardan gelecek kararlarla her şey bir anda içinden çıkılmaz hale gelebilir ve ülke olarak bazı cezalar almamız sonucu doğabilirdi.
İşin bir de transfer boyutu var ki, bununla ilgili kararın ‘insancıl’ nedenlerle alındığını kabullenmek gerekiyor sanırım. Ligden çekilen takımlardaki oyuncuların sezon sonuna kadar ne yapacakları belirsiz. İçlerinden bazılarının, yani başka kulüpler tarafından istenenlere kiralık olarak transfer olanağı sağlanmasının da elbette ki tartışılacak yanları var. Ancak burada en başa dönmek zorundayız: Böyle bir felaket durumunda, ilgili kurum ve kuruluşların her bakımdan doğru kararlar almalarını beklemek de pek mantıklı değil.
Daha iyi bir kararın ne olabileceği yolunda bir şey söyleyebilmek de zor. Nitekim futbolla ilgili her konuda çok geniş ve derin fikirlere sahipmiş gibi konuşan yorumcu arkadaşlarımızdan bu noktada tek cümle bile işitmedik. O kadar ki işin transfer boyutunda bile sessiz kalmayı yeğlediler, sadece Galatasaray’ın etkileyici transferleri konusunda fikir belirtmekle yetindiler. Bunun da ‘demek ki sessiz kalmayı becerebiliyorlarmış’ gerçeğinin ortaya çıkması dışında ilginç bir yanı yoktu.
Bu konularla ilgili olarak televizyonlarda konuşan ve gazetelerde yazan arkadaşlarımızın liglerin nasıl devam etmesi gerektiği yolunda çok can alıcı bazı noktalarda yeterince bilgili olmadıklarını ne yazık ki çok sık görüyoruz. Kaldı ki içlerinde kendini bir kulüp yöneticisi gibi görenler ve o doğrudan ‘üretim’ yapmaya çalışanlar da hiç az değil. Dolayısıyla yaşanan sıkıntıyla ilgili olarak ortaya sağlam bir görüş koymak yerine, yöneticilerin görevini üstlendikleri kulüplerin lehine bir karar çıkmasını sağlamaya çalışmak onlar için daha büyük önem taşıyor.
Mutlaka bilmeleri gereken bazı konularda bile epeyce zayıf kaldıkları gözlenen arkadaşlarımızın bu konuda görüş belirtirken biraz ders çalışmaları yararlı olur. Hemen her Avrupa maçımızda gündeme gelen ülke puanı konusunda bile hâlâ neyin ne olduğunu tam bilmeyen bir yığın arkadaşımız var. Buna karşın her şeyi biliyormuş gibi konuşmakta bir sakınca görmüyorlar.
Oysa mevzu pek öyle palavra kaldıracak gibi değil. O nedenle bu konuda atılacak adımlarda ve üzerindeki konuşmalarda her şeyin doğrusunu biliyormuş gibi görünmeye çalışmanın pek yeterli olmayacağı ortada. Konuşmak için sahiden bilmek gerekiyor, yoksa susmayı yeğlemek çok daha yerinde olur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 17 Mart 2023’te yayımlanmıştır.[/et_pb_text][/et_pb_column]
[/et_pb_row]
[/et_pb_section]