Neredeyse özdeyiş kadar kalıplaşmış bir ifade: “Ne olacak bu Fenerbahçe’nin hali?” Spor camiasının belki de yanıtı en karamsar sorusu. İlk ne zaman ortaya atıldığı kesin olarak bilinemese de zaman içinde evrildiği ve hafızamıza kazındığı, sosyal ilişkilerimize yansıdığı, zorda kalındığında her daim açılacak bir hazır konu…
Ali Koç, 2018’de Fenerbahçe Spor Kulübü’nün tarihteki 33’üncü başkanı olduğunda taraftarlar umutluydu. Zira Ali Koç, “sırf seçim kazanmak için vaat edilmiş projeler beklemeyin benden” demişti. Varlık sebepleri Fenerbahçe’yi şahlandırmaktı. Daha önce yapılan yanlışlar tekrarlanmayacak, köklü kulübün tarihine yakışır bir vizyonu, sağlam bir duruşu, keyif veren bir oyunu olacaktı.
Acaba söylediklerinin ne kadarını hayata geçirebildi?
Ali Koç, Aziz Yıldırım ve tek adamlık
Ali Koç ve yönetimi, 2018 yılından bu yana taraftara verdiği sözleri yerine getiremedi. Gerek futbol gerekse basketbol şubelerinde istikrarı yakalayamadı. Mesela basketbolda 3,5 sene içerisinde 3 başantrenör değiştirildi. Ezeli rakibi Anadolu Efes’e hem lig şampiyonluğunu kaptırdı hem de Euroleague’de beklentilerin çok çok uzağında kaldı. Futbolda ise takımın başına, geçici olarak görev yapan antrenörlerle birlikte toplam 9 teknik direktör getirildi. Bu teknik adamların hiçbiri sezonu tamamlayamadı. Fenerbahçe bu dönemde lig sıralamasında ikinci dahi olamadı.
Ali Koç, göreve başladığı günden bu yana yönetim kurulunda birçok isimle fikir ayrılığına düştü, birçok isimle yol ayrılığına gitti. Her anlamda istikrarlı olunacağının vaadi ile başkan seçilen Ali Koç, Aziz Yıldırım’ı eleştirdiği tüm konularda Aziz Yıldırım’ın izinden yürüdü. Tüm spor branşlarının profesyonel yöneticileri ile anlaşamayıp kararları tek başına alan bir başkan profili oluşturdu. Taraftarlık olgusunu önde tutan Ali Koç, teknik adam tercihlerini taraftarın isteğine göre yapan, transfer hamlelerini menajerlerin ve taraftarların isteklerine göre şekillendiren bir yönetici haline geldi.
Transfer politikası
Avrupa’da büyük bütçelerle yönetime gelen başkanlar yahut takım sahipleri, bir plana bağlı hareket ederler. Mevcut düzende küçük oynamalar yaparak işe başlarlar. Avrupa’da el değiştiren, başkan değiştiren takımlarda yapılan ilk hamle teknik direktör değişikliği değildir.
İsterseniz, bugün Avrupa’yı domine eden Manchester City FC’nin eski sportif müdürü Mike Rigg’in sözlerine kulak verelim. Rigg, bir röportajında diyor ki:
“Yönetime geldiğimizde gördük ki, Manchester City futbolcular için albenisi olan bir kulüp değil. Şampiyonluk veya başarılar garantisi verebilecek bir durumu yoktu. Futbolculara ne Şampiyonlar Ligi ne de Avrupa deneyimi sunabildik. Bir hikâyeye ve bir plana inandırarak transferler yaptık. İlk adımda teknik adam değiştirmedik. Bizi Şampiyonlar Ligi potasına sokacak oyuncularla anlaştık. Ofis ekibinde köklü değişiklik de yapmadık. Önce imajımızı düzelttik, sonra yıldız transferleri gerçekleştirdik ve bu oyunumuza yansıdı.”
Büyük isimler… Gelecek inşası…
Mike Rigg, aynı röportajda hoş bir ayrıntı veriyor. “Bizim…” diyor, “o dönemde yaptığımız en pahalı transfer Robinho oldu. Pazarda paramızın olduğu biliniyordu, fakat oyuncuların ilgisini çekecek başarımız yoktu. Biz de önce şehrin cazibesinden bahsettik. Sonrasında potansiyelleri yüksek olan Zabaleta’yı Espanyol’dan 6,5 milyon sterline, Kompany’yi ise Hamburg’dan sadece 6 milyon sterline transfer ettik. Oyunumuzun arka plandaki temelini kurduk. Pablo, Espanyol’dan geldiğinde ve Vincent bize Hamburg’dan katıldığında harika oyunculardı, ama Şampiyonlar Ligi’nin en iyi oyuncuları değillerdi. Gidip büyük isimler almak yerine, yetenekleri ve gelecekteki potansiyelleri etrafında inşa edildi takım.”
Manchester City’nin transferdeki politikasını böyle anlatıyor Rigg. Sizce Fenerbahçe buna benzer bir politika izledi mi?
Genç oyuncu havuzu
Bundan beş altı sene önce gerçekleştirilen bir spor ekonomisi forumunda Borussia Mönchengladbach sportif direktörü Max Eberl, takımın politikasını ve ekonomik yönetilişini şöyle anlatmıştı:
“Bundesliga’da kurallar net. Bu sebepten ötürü harcamalarımıza çok dikkat ediyoruz. Takımın planlamasını yaparken 5 senelik bir projeksiyonla ilerliyoruz. Satılma ihtimali olan oyuncularımız kim, onlardan gelecek tahmini gelir ne, kimleri transfer edebiliriz, bütçe ortalamamız neye müsaade ediyor, hepsi belirlenmiş durumda. Mali tabloyu bozmadan düzenli bir şekilde Şampiyonlar Ligi’nde olmak ve her yıl gelirlerimizde %15 artış sağlamak öncelikli hedefimiz. Genç oyuncu havuzundan 2 senede bir ilk 11 oyuncusu çıkarmak da buna dahil.”
Peki, Fenerbahçe’nin Ali Koç yönetiminde böyle bir hedefi oldu mu?
En olumlu transferler: Altay ve Vedat
Ali Koç ve o dönem göreve getirilen sportif direktör Damien Comolli’nin böyle bir analiz yaptığını düşünmüyorum. Neden mi? Comolli’nin transferden sorumlu tek yetkili olduğu yaklaşık 4 transfer penceresinde (2 yıl) 31 transfer yapıldı. Bu transferlerin 6’sı stoper pozisyonuna yapıldı. Gelinen noktada sadece Serdar Aziz hâlâ Fenerbahçe kadrosunda.
Transfer edilen diğer oyuncuların tamamı gönderildi. Fransa Milli Takım kadrosunda yer alan Adil Rami gibi bir isim neredeyse süre bile bulamadan takımdan ayrıldı.
Yine bu dönem içerisinde yapılan onca merkez orta saha transferinden ise sadece Miha Zajc ve Luiz Gustavo kadroda. Zajc geçtiğimiz yılı kiralık olarak Genoa’da geçirdi. Gustavo ise geçen sezon, sürekli değişen saha dizilimi ve buna bağlı form düşüklüğü nedeniyle bekleneni vermekte zorlandı. Şimdi bazen ilk 11’de, bazen yedek kulübesinde bekliyor.
Altay Bayındır ve Vedat Muriqi transferleri bu dönem içerisinde yapılan en olumlu hamleler. Muriqi bonservis bedelini neredeyse 4’e katlayarak Lazio’ya gitti. Altay Bayındır ise takımın birinci kalecisi oldu ve formayı sakatlıklar dışında kimseye bırakmadı.
Ersun Yanal dönemi
Bu iki sene içerisinde bonservis bedellerine harcanan paralar, satışlardan elde edilen gelirler hesaplandığında Fenerbahçe’nin kasası sadece 3 milyon Euro açık verse de, maaş tablosunda çok ciddi bir şişkinlik vardı.
Özellikle taraftarın isteği üzerine takımın başına getirilen Ersun Yanal döneminde yapılan yabancı transferlerinde ciddi bir başarısızlık söz konusu. Ersun Yanal hem oynattığı oyunla hem de tercih ettiği oyuncularla çok eleştirildi. Taraftar istedi geldi, taraftar istedi gönderildi, durumu yaşandı.
Kısacası taraftar, takımın yönetiminde Comolli ve Başkan Ali Koç’tan daha fazla söz sahibi oldu. Bundan sonraki dönemde Tahir Karapınar takımın başında görev almasına rağmen aslında takımın taktiğini menajer sıfatı olmadan Emre Belözoğlu üstlendi. Ve proje adamı olarak Türkiye’ye gelen Comolli ile yollar ayrıldı.
Bu arada istikrar sevdalılarına hatırlatmak isterim: Manchester City’nin eski sportif müdürü Mike Rigg, 2008-2013 yılları arasında görev yaptı. Borussia Mönchengladbach sportif direktörü Max Eberl ise 2008 yılından beri görevinin başında…
Abilik müessesesi!
Comolli’nin görevine son verilmesinin ardından Emre Belözoğlu sportif direktör unvanıyla göreve geldi. Bu, görece iyi bir hamleydi. Ancak Emre Belözoğlu, teknik direktör olmak ve kariyerini bu yönde ilerletmek istediğini açıkça ifade etmişti. Yani bulunduğu konum, hedefi değildi.
Ali Koç ve yönetimi, Emre Belözoğlu hamlesinden sonra yola Fenerbahçe’yi bilen, kulüp kültürüne vakıf kişilerle yola devam kararı aldı.
Emre Belözoğlu’nun ardından teknik direktör olarak takımın başına Erol Bulut’u getirdi. Bu dönemde kendi ekibiyle takımın başına gelmek isteyen Erol Bulut’a ekibinde tercihler yapması gerektiği söylendi. Çünkü Ali Koç ve yönetimi, takımın kontrolünü ve ekonomisini Erol Bulut’a bırakmak istemedi. Eski Fenerbahçeli oyunculardan kurulu bir yardımcı antrenör ekibi kurdu. Volkan Demirel, Mehmet Aurelio yönetim tarafından Erol Bulut’un antrenör ekibine yardımcı olarak atandı. Emre Belözoğlu’nun altında bir göreve de Selçuk Şahin getirildi. Ve Türk futbolunun en kangrenli, takımlara çok zarar veren oluşumu kuruldu: Abilik müessesesi!
Zincirleme hata
Bu hamlelerden sonra Semih Özsoy, Emre Belözoğlu, Mirsad Türkcan ve Ali Koç, 4 farklı koldan transfer çalışması yürüttü. Teknik adamın da istekleri doğrultusunda bazı transferler yapıldı. Ancak çok başlılıkla yürütülen bu operasyon, kadro ve yönetim istikrarsızlığını doğurdu. Geride kalan 2 yılın üzerine daha da şişmiş bir maaş yükü getirdi ve takım içerisinde kutuplaşmalar başladı.
Günün sonunda tribündeki sportif direktörden direktif alan oyuncular görmeye başladık. Teknik adamın yok sayıldığı ve yönetim kurulunun günden güne etkisini kaybettiği bir dönem gördük. Ali Koç’un zincirleme hata halkasının devam perdesi…
Bakınız Mesut Özil
Üç buçuk sene içerisinde gelen-giden oyuncu grafiğinde Fenerbahçe 100’den fazla hamle yaptı. Avrupa’nın hiçbir takımı, 3,5 senede bu kadar transfer yapmaz.
İşin kötüsü: Henüz gönderilemeyen oyuncular var! Bunlar maaşlarını almaya devam ediyorlar. Bakınız Sinan Gümüş.
Avrupa’nın öncü liglerinde yer bulamamış oyuncular alındı. Bazen de ikinci tercih konumuna düşmüş oyunculara yönelindi. Markası ve reklam pazarı büyük diye transfer yapıldı. Bakınız Mesut Özil.
Bu transferlerin çoğu, sezon öncesi kampına yetiştirilemedi. Teknik adam tercihlerinde öne çıkan isimlerden çok daha farklı isimlerle anlaşıldı. Hatta, “Aziz Yıldırım’ın çalıştığı kimseyle çalışmayacağım.” deyip, Ersun Yanal ve Vitor Pereira bir kez daha takımın başına getirildi.
Tünelin ucu karanlık
Ali Koç ve yönetimi, hatayı hata ile telafi etmeye çalışırken, düzeltmek istediği tabloyu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Yönetimsel istikrarsızlık başarısızlığı tetikledi. Yüksek maliyetli ve kariyerli oyuncuların formsuzluğu ise taraftarın tepkisini çekti.
Ali Koç’un bireysellikten uzak bir yönetim anlayışına geçmemesi durumunda Fenerbahçe açısından tünelin ucu çok karanlık.
Pereira da gitti. Artık durulmalı. Yeni gelecek teknik adama sabredilmeli. Saha sonuçlarından bağımsız 2 tam sezon takımın başında kalması sağlanmalı. Teknik adamın raporlamalarına göre transfer havuzu oluşturulmalı. Gözlemci ekibi ile organize çalışma politikası edinilmeli. Başkan sadece imza töreninde fotoğraf vermeli. Havalimanlarında megafonla açıklama yapmamalı. Tribünde taraftarla tartışmamalı. Taraftarlık duygularına yenik düşmemeli. Eğer bunlar sağlanabilirse Fenerbahçe için başarı çok uzak bir kavram değil.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 24 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.