2000’lerde çocuk yahut ebeveyn olmak

Mutlu çocuk yetiştirmek, mutlu aile kurmak zor mu? Günümüz koşulları buna uygun zemin yaratıyor mu? Bilimsel açıdan neyi yanlış yapıyoruz? Neden 2000’lerin çocukları 80’lerinkine benzemiyor? Dr. Bora Küçükyazıcı yazdı.

Sene 1979, aylardan Nisan, mis gibi bir akşamüzeri. İlkokul 1. sınıftayım, okuldan gelince çantayı kapıdan içeri atıp, hemen aşağıya inmiştim. Sokağın başında bizim tayfa çoktan toplanmıştı. Hava futbol oynamaya son derece müsait. Yolun ortasına iki tane taş koymuştuk – al sana kale. Bir yüzünü tükürükle ıslattığımız taşla seçilirdi kaleci. Hepimiz tek tek taraflara ayrılırdık. Bir tarafın öyle çok güçlü olup, diğer tarafı ezmesi böylece mümkün olmazdı. 5’te devre, 10’da biter oynardık.

Hatırladığım kadarıyla maç 8-8 devam ederken, orta sahada topu rakipten kapmış, karşı kaleye doğru sürmeye başlamıştım. Birkaç adım attıktan sonra, yaradana sığınıp tüm gücümle burun vurmayı planlıyordum. O sırada annem balkondan seslenmişti: “Bora, Boraaaa! Kime diyorum ben! Çabuk fırından 3 ekmek al. Taze olsun. Birazdan baban gelir. Acele et biraz! ”

Tam gole giderken olacak şey mi bu! Off, anne yaaaa!

Neyse 2 adım daha atıp, şutumu çekerim, diye geçirmiştim içimden. Fakat dikkatim öyle dağılmıştı ki, topu dağlara taşlara vurunca, herkesle birlikte ben de gülmüştüm kendime.

Sonra takımdakilere el sallayıp, fırına doğru yola koyulduğumda, herkes aksini yapamayacağımı biliyordu. Annemiz çağırdığında hangi oyunda olursak olalım, o ekmekleri almaya gitmemiz gerekliydi, zira annemiz ne derse, o! Aksi düşünülemezdi, birazdan babamız eve geldiğinde, biz çocuklar elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra, çoktan sofraya oturmuş olmalıydık.

Eğer bu anlattıklarım ve benzerleri size de tanıdık geldi ise, ne mutlu bizlere.

Çocukluk yıllarımızda sokakta top oynayıp, mahalledeki apartmanların arka bahçelerindeki meyve ağaçlarından erik, kiraz, şeftali, elma, dut toplayarak büyüdük.

Fiziksel ve zihinsel olarak gelişmek

Çocuk gelişiminde Erik Erikson’un psiko-sosyal kuramına göre bağımsızlık, girişkenlik, başarı ve kimlik kazanma aşamaları için sokaktaki oyunlar ve arkadaşlık ilişkilerindeki hiyerarşi, tüm adımları eksiksiz karşılıyordu. Kendi başına dışarı çıkmaya karar veren, bağımsız kimliğini arkadaşlarının gözünde oluşturan çocuk, ağaçlara tırmanıp, hoplayıp zıplayarak fiziksel ve zihinsel olarak gelişir.  (Kaynak 1)

Psikolog Albert Bandura ve Walter Mischel’in çocuklarda sosyal öğrenme kuramına göre, çocuk yeni davranışlar sosyal ortam içinde çok daha yüksek başarıyla öğrenir. Arkadaşlarıyla kurduğu sokak oyunlarında örgütlenen ve adapte olan çocuk, düşünce ile akıl yürütmeyi geliştirir. Piaget’in çocuk gelişim kuramına göre soyut ve somut kavramların algılanması ve yorumlanması, diğer insanların bakış açılarıyla mümkündür. Çocuk, diğerlerinin gözünde kendi varlığını keşfeder. (Kaynak 2)

Mutlu çocuk, seven ve sevildiğini hisseden çocuktur

Sokağa çıktığımızda en sevdiğimiz oyunlar lastik atlama, körebe, sek sek, beş taş, kuka, yakalamaç, hırsız-polis, yakan top oynamaktı. Misket oyunu ise favorimizdi. Herkes evden çıkarken cebine bir avuç misket doldurdu. Çukur, üçgen, baş, baş altı gibi birçok farklı misket oyunu vardı.

Misket oyunu, çocuklarda el göz koordinasyonu gelişimi ve el kaslarındaki mikro motor becerilerini geliştirir. Gene aynı oyunda kazanma ve kaybetme duygusunu deneyimleyen çocuklarda dürtü kontrolü gelişir.

Alfa Kuşağı olarak tanımlanan 2010 yılından sonra dünyaya gelmiş olan çocuklar, bu oyunların hangilerini biliyor? Günümüz dijital teknoloji çağında ebeveynlik hem çok kolay ve basit, lakin bir o kadar da zor ve zahmetli…

En sık yaptığımız yanlış ebeveynlik yaklaşımı, aslında yaşıtlarıyla sosyalleşemediği için evde kontrol edemediğimiz çocuğumuzun sakinleşmesi için ona tablet veya akıllı telefonu vermektir. Öyle ya, tüm bilgisayar oyunları ve sosyal medya aplikasyonları, orta ilkel beyin bölgesindeki 4 tane nükleus akumbens isimli nöron çekirdeğinden, dopamin isimli mutluluk hormonunu salgılatıyor! Yani elinde telefon, tablet ile saatlerce sesi çıkmadan ekrana kilitlenmiş şekilde tek başına zaman geçiren çocuğumuz, nöro-biyolojik açıdan son derece mutlu! Beyninin ilkel bölgesinden mutluluk hormonu olan dopamin salgılanıp duruyor. İşte bu nedenle günümüz alfa kuşağının çocukları saatlerce ekran başından kalkmadan, sanki transa geçmiş gibi ekrana kilitlenip kalıyorlar.

Mutlu çocuk kimdir? Mutlu beyin nedir?

Asıl soru şu: Mutlu çocuk yetiştirmek istiyor muyuz?

Bu bir tercih! Bu günümüz dijital çağ ebeveynlerinin tercihi!

Eğer çocuğumuzun gerçekten mutlu çocuk olmasını istiyorsak, ön beyin bölgesinden dopamin salgılayacağı aktiviteler içinde olmasını sağlamalıyız. Elindeki dijital ekrana odaklanıp saatler geçiren çocuğun orta ilkel beyin bölgesindeki nükleus akumbens mutluluk hormonu olan dopamin salgılayıp durur. Oysa bu dopamin, kalitesiz dopamindir.

İşin sıkıntılı bölümü ise şudur: Orta ilkel beyinden salgılanan dopamin artışını tetikleyen aktiviteler bir süre sonra yetersiz gelecektir. Eskiden 20 dakika ekranda bir şeyler izleyen çocuğumuz için bu süre artık yeterli gelmemeye başlar. Oyun oynamak için 1 saat izin verdiğiniz çocuğunuz, illa ki daha çok oynamak için tutturmalara başlar.

Tanıdık geldi mi?

Bu konuda yapılan araştırmalar gösteriyor ki, dijital dünyada daha fazla zaman geçirmek daha iyi hissetmeye yeterli gelmemeye başlıyor. Saatlerce ekranda zaman geçiren çocuğumuz, halen huysuz ve inatçı, öfke dolu olabiliyor. (Kaynak 3)

Oysa sevdikleriyle sosyalleşen ve keyifli zaman geçiren çocuk, yaşam varlığı ile pozitif uyumda olan ön beyinden dopamin salgılar. Babasıyla bisiklete binmeyi öğrenen, arkadaşlarıyla top peşinde koşan çocuk fiziksel, duygusal, zihinsel ve sosyal açılardan gelişim adımlarını başarıyla tamamlar. Kendi odasını ve yatağını toplamak görev alışkanlığı gelişen çocuk, okul ders ve ödevlerini de eksiksiz yapacaktır.

Evet, 80’lerin çocukları olarak daha basit eğlencelerimiz vardı. Televizyonda sadece bir kanal vardı ve ne yayınlanırsa onu izliyorduk. Evet, bilgiye ulaşmak bugünle kıyaslanacak olursa, çok ama çok zordu. Bir ortaokul ya da lise ödevini yapabilmemiz, evimizde ansiklopedi seti olup olmamasına bağlıydı. Sokak oyunları içinde düştüğümüzde, dizlerimiz yara bere içinde kalıyordu. Sokağın ortasındaki 2 taştan oluşan kaleye gol atmak kolay mıydı?

Bilişim çağının dijital insanları olarak istemediğimiz kadar çok bilgiye, anında ulaşıyoruz. Hep daha fazlasını, daha hızlısını talep ediyoruz. Modem ile kurduğumuz internet bağlantısı hızlarının yerini, fiber optik sınırsız bağlantılar aldı. Her geçen gün çocuğumuz odasında daha da yalnızlaşıyor. Sokak kültürü kaybolduğunda, yaşam ile gerçek bağımızı kaybettiğimizin farkında mıyız?

Çocuklarımızın sosyal gelişimi için onları spor ve müzik kurslarına götürüp duruyoruz. Arkadaşı olmadığı için sosyal becerileri gelişemeyen çocuklarımızı, oyun terapi programlarına yazdırıyoruz. Sınıfında yakın arkadaşlıklar kuramayan çocuklarımızı, hafta sonu kurslarında test çözmeye götürüyoruz. Bilimsel yaklaşan analitik düşünceye sahip, araştırmacı ve sorgulayıcı olmasını arzuladığımız çocuklarımızın ruhlarındaki yalnızlık her geçen gün büyüyor.

Annemizin bir seslenmesi ile fırına ekmek almaya koşan çocuklar olarak, yerinden kalkıp sofra kurmaya yardım bile etmeyen çocuklar yetiştiren anne babalara dönüştük. Zaten mahallede bakkal ya da fırın da kalmadı. Sokağımızda bakkal veya marketimiz varsa bile, acaba çocuğumuzu güvenle gönderir miyiz?

Biz onlara sosyal görevler vermedikçe, onların iletişim becerileri gelişme fırsatı bulamıyor.

Kendi çocukluk yıllarımızda yaz tatillerinde mahalledeki esnafın yanında çıraklık yaptığımız günleri hatırlarız. Hatta pazarda su sattığımız ya da evde gazete kâğıtlarından kese kâğıdı yaparak pazarcı amcalara satardık. Bizler gerçekten yaşamın içinde olarak, kültürel ve sosyal açıdan uyumlu gelişim gösteriyorduk. Zorluklar karşısında pes etmeden, arkadaşlık ilişkileri ile zor olanı kolaya çevirmeyi öğreniyorduk.

Bugünün çocukları, geçmiş dönem çocuklarına göre yapayalnızlar!

Günümüz çocukları, neredeyse ellerindeki dijital ekrandan başlarını kaldırmadan sofraya oturuyorlar. Çocuklar neredeyse tablet seyretmeden yemek yemiyorlar. Futbol topunu sürmeyi, elindeki oyun konsol kumandasındaki tuşu ileriye doğru ittirmek zanneden bir nesil yetiştiriyoruz, farkında mıyız? Arkadaşlarıyla sosyalleştiği oyunlardan uzak kalan çocuklar, kazanma ve kaybetme duygularını yönetmeyi geliştiremiyorlar. Üstüne üstlük, bir de akademik başarıyı sadece senede 1 kez girilen sınav sistemi ile ölçüyoruz.

Çocuklarımıza verdiğimiz mesajlardaki psiko-patolojik ruh halimizin farkında mıyız?

Paylaşmayı, dayanışmayı, birlik olmayı değil, bireyselliği ön plana çıkartıyoruz. Eee, ne yapalım, günümüz eğitim sistemi bizden bunu istiyor ve bekliyor, düşüncesinden uzaklaşmalıyız. Değişecek, emin olunuz tüm dünyada 300 yıldan beri devam eden eğitim sistemi değişecek. Nasıl ve neden mi, gelin anlatayım…

Rahmetli dedem Müştak Küçükyazıcı, Göl Köy Enstitüsü mezunuydu. Bilgiye ulaşmanın çok zor ve kısıtlı olduğu 1950 ve 60’lı yıllarda muallim olarak görev yapmış. Öğrencileri farklı köylerden her sabah okula 5 kilometre yürüyerek gelirmiş. Görev yaptığı ilkokulun sadece bir sınıfı olduğu için, tüm öğrenciler aynı sınıfta arka arkaya otururlarmış. 1. sınıf öğrencilerine ders anlatırken, arka sırada oturan diğer sınıfların öğrencilerine o sırada çözüp yazmaları için ödev verirmiş. Sırası gelen sınıf öğrencileri ön sıraya geçerek, yer değiştirirlermiş.

Bugün ise çocuklarımızın elinde en son model akıllı tablet ve telefonlar var. Her türlü bilgiye elindeki tabletten kolayca ulaşacağını çözen çocuklar, bilgi için okula gitmenin ne kadar gereksiz olduğunu keşfettiler. Dünyada 300 yıldır uygulanan eğitim sistemi modelinin, baştan yenilenmesi gerektiğini uygar dünya insanları keşfettiler. Silikon vadisi şirketlerinin yöneticileri, çocuklarını Waldorf İlkokulu’na gönderiyorlar. Waldorf ilkokul sınıflarında tebeşir ve tahta kullanılıyor. Bu okulların öğrenci ders müfredatında tarım, hayvancılık ve alet kullanımı söz konusu…

Çocuklarımız, toplumsal geleceğimize ilettiğimiz mesajlarımızdır

Günümüz dijital teknolojisi harika, eşsiz, süper! Peki, teknoloji bizleri esir mi alıyor, bize hizmet mi ediyor? Çocuklarımızın yaş guruplarına göre, ortalama günlük dijital ekran kullanım sürelerini araştıran çalışmanın sonuçları. ( Kaynak 4 )

Dijital ekranda bu kadar uzun süre geçiren çocukların anne babaları o sırada ne yapıyor? Aslında biz ne yapıyorsak, çocuğumuz onu kopyalıyor. Yaşam koşturması içinde, sabahtan akşama kadar bir yarış içinde olan bizler, eğer ilk fırsat bulduğumuzda ilgimizi ve varlığımızı dijital dünya ekranına gömüyorsak, yaşamın gerçeklerini ıskalıyoruz demektir. Hepimiz şu soruya vereceğimiz cevabı uzun uzun düşünmeliyiz:

Bizim sosyal medya hesabımız mı var, yoksa o sosyal medya hesapları bize mi sahip?

Sorunun cevabını bulmanız için hemen yardımcı olacağım. Eğer sosyal medya hesaplarınızın size sahip olmadığını düşünüyorsanız, tamam o zaman hemen test edelim. Sahip olduğunuz sosyal medya aplikasyonlarını 2 gün açmayın, kullanmayın! Bir dijital bağımlılık sorunu olmayanlar için 2 gün dijital detoks hiç de zorlayıcı olmayacaktır. Oysa günlük sosyal medya gezinti süresi ve alışkanlığı dünya ortalaması ile benzer şekilde 8 saat olan bir yetişkin için, dijital ekrandan uzaklaşmak zorlayıcı gelecektir. İşte biz eğer günde 7-8 saatimizi dijital ekranda geçiriyorsak, sevdiklerimizden ve hobilerimizden o zamanı alıyoruz demektir. (Kaynak 5 )

Elimizde kumanda ile yüzlerce televizyon kanalı arasında gezinirken, çocuğumuza dönüp, odasına geçip ders çalışmasını söylemek, acaba ne kadar tutarlı bir davranış? Ya da bizler kitap okumak için hiç zaman ayırmazken, çocuğumuzun kitap okumasını ondan beklememiz, ne kadar doğru? Çocuğumuz, bizden gördüğünü uygular. Saat 21:00 olduğunda, ailedeki herkesin mutlaka katılacağı 30 dakika kitap okuma saati düzenlenebilir. Benzer adımlar ile aile üyeleri birlikte zaman geçirmekten keyif almayı keşfeder, öğrenir ve içselleştirirler.

Sosyal medya platformları – onaylanma arzumuz ve reddedilme korkumuz

Evet, günümüz dijital çağında mutlu çocuk yetiştirmek işte bu kadar zor! Anne ve baba olarak yapayalnız ve çaresiz durumdayız. Çünkü bizlerin çocukluk dönemlerinde anne babamızdan gördüğümüz ebeveynlik yöntemleri bugün için anlamını kaybetmiş durumdadır.

Eskiden işten geç gelen babamız, çocukların dersleri ile ilgilenmese de, sınavlar ve akademik yaşam bir şekilde ilerliyordu. Anne ya da baba, çocuğun başında ve yanında yer almasa da, sokaktaki arkadaşlıklar ve oyun ortamları ile bizler gelişiyorduk, yaşamın doğrularını ve yanlışlarını öğreniyorduk. Sokağımızdaki abi ve ablalarımız bizlere göz kulak olurken, derslerin ve sınavların nasıl gittiğini onlar sorup takip ediyordu. Okuldan kaçmaya kalkacak olduğumuzda, mutlaka mahalledeki abilerimizin haberi olurdu.

İşte bu nedenlerle, biz büyürken yanımızda pek görmediğimiz anne ve babamızdan bize aktarılmamış olan yaklaşımı, bugün biz çocuğumuza göstermeliyiz!

Eeee, bu nasıl olacak?

O bilgi bize iletilmedi, nasıl etkili ebeveyn olunur, pek görüp deneyimlemedik. Buna gerek de yoktu. Anne ve babamızın eksik bıraktığı alanları, tamamlayan komşularımız, akrabalarımız ve sosyal yaşam üyelerimiz vardı.

Mutlu aile nedir, sorusunun cevabını ve ipucunu paylaşarak, sohbetimizi tamamlayalım. Mutlu aile, üyelerinin birlikte ortak faaliyetler paylaşmaktan keyif duymalarıdır. Çocuğumuzun günümüz dünyasında gelişimi açısından en çok ihtiyaç duyduğu şeyler bizimle birlikte sofrayı hazırlaması, birlikte pazara giderek ev alışverişini yapmamız veya aile gezintisi için parka çıkıp yürüyüş yapmaktır.

Bu gerçekleri keşfeden ve çözümleri arayan dijital çağ ebeveynleri, mutlu çocuk yetiştirme konusunda avantajlı durumdalar. Çocuğumuzun bedensel gelişimi için sağlıklı beslenme, korunma ve uyku düzenine ihtiyacı vardır.

Bununla birlikte çocukların mutlu yaşam için sosyal, psikolojik, akademik, duygusal, bilişsel gelişiminde anne ve babasına ihtiyacı var. Unutmayalım ki, mutlu çocuklar mutlu aile ortamında yetişirler.

Mutlu aileler, mutlu bir toplumun temelini oluştururlar. Mutlu bireylerden oluşan toplum, üreten ve gelişen dünyayı şekillendirir. Ülkemizi anne ve babalarımızdan devir alarak, bugüne bizler taşıdık. Çocuklarımıza gösterdiğimiz sevgi ve onlar için ayırdığımız değerli zamanlar ise gelecek Türkiye’mizi şekillendirecek.

Kaynak 1: Psychology Degree Guide – 5 Theories of Child Development

Kaynak 2: Theories of Child Development – MGH Clay Center

Kaynak 3: Current Topics in Behavioral Neurosciences

Kaynak 4: Centers for Disease Control and Prevention Report, 2023

Kaynak 5: Brain Center İstanbul – Sosyal Medyanın Zararları ve Toplumsal Riskler

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 23 Nisan 2024’te yayımlanmıştır.

Bora Küçükyazıcı
Bora Küçükyazıcı
Dr. Bora Küçükyazıcı – Klinik psikolog ve aile danışmanı. 1973 yılında İstanbul'da doğmuş. Cağaloğlu Anadolu Lisesi'nden mezun olmuş, tıp hekimliği eğitimini Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi tamamlamış. Anadolu’nun birçok yerinde çalıştıktan sonra Actavis’te medikal yönetici, biyo-teknoloji şirketi USA Genzyme’de ise Business Unit Manager (iş birikimi yöneticisi) olarak görev yapmış. Katıldığı uluslararası eğitim ve yönetim toplantılarında Türkiye`yi birçok defa temsil etmiş. “Farklılaştırma Stratejisi ve İletişim” konulu çalışması ile yurt dışında “En Başarılı Uygulama” ödülünü almış. St. Clement’s Üniversitesi Klinik Psikoloji alanında doktora programında tamamladığı çalışmalar şöyle: Çocuk ve Yetişkin Psikolojisi, Yaşlılık Psikolojisi, Sosyal Psikoloji, Günümüzde Psikoterapi, Aile Sosyolojisi, Çocuk Psikopatolojisi, İletişim Psikolojisi. Ayrıca Philadelphia University, Yale University, The State University of New York, Maltepe Üniversitesi’nde eğitim programlarına katılmış, sertifikalar almış. biyo-teknoloji, dijital ebeveynlik dönüşümü ve Z Kuşağı çocuk yetiştirme konularında çalışmaları var. Yayımlanan ilk kitabı: “Çocuk Büyütürken En Sık Sorulan 100 Soru ve Cevap”…

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

2000’lerde çocuk yahut ebeveyn olmak

Mutlu çocuk yetiştirmek, mutlu aile kurmak zor mu? Günümüz koşulları buna uygun zemin yaratıyor mu? Bilimsel açıdan neyi yanlış yapıyoruz? Neden 2000’lerin çocukları 80’lerinkine benzemiyor? Dr. Bora Küçükyazıcı yazdı.

Sene 1979, aylardan Nisan, mis gibi bir akşamüzeri. İlkokul 1. sınıftayım, okuldan gelince çantayı kapıdan içeri atıp, hemen aşağıya inmiştim. Sokağın başında bizim tayfa çoktan toplanmıştı. Hava futbol oynamaya son derece müsait. Yolun ortasına iki tane taş koymuştuk – al sana kale. Bir yüzünü tükürükle ıslattığımız taşla seçilirdi kaleci. Hepimiz tek tek taraflara ayrılırdık. Bir tarafın öyle çok güçlü olup, diğer tarafı ezmesi böylece mümkün olmazdı. 5’te devre, 10’da biter oynardık.

Hatırladığım kadarıyla maç 8-8 devam ederken, orta sahada topu rakipten kapmış, karşı kaleye doğru sürmeye başlamıştım. Birkaç adım attıktan sonra, yaradana sığınıp tüm gücümle burun vurmayı planlıyordum. O sırada annem balkondan seslenmişti: “Bora, Boraaaa! Kime diyorum ben! Çabuk fırından 3 ekmek al. Taze olsun. Birazdan baban gelir. Acele et biraz! ”

Tam gole giderken olacak şey mi bu! Off, anne yaaaa!

Neyse 2 adım daha atıp, şutumu çekerim, diye geçirmiştim içimden. Fakat dikkatim öyle dağılmıştı ki, topu dağlara taşlara vurunca, herkesle birlikte ben de gülmüştüm kendime.

Sonra takımdakilere el sallayıp, fırına doğru yola koyulduğumda, herkes aksini yapamayacağımı biliyordu. Annemiz çağırdığında hangi oyunda olursak olalım, o ekmekleri almaya gitmemiz gerekliydi, zira annemiz ne derse, o! Aksi düşünülemezdi, birazdan babamız eve geldiğinde, biz çocuklar elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra, çoktan sofraya oturmuş olmalıydık.

Eğer bu anlattıklarım ve benzerleri size de tanıdık geldi ise, ne mutlu bizlere.

Çocukluk yıllarımızda sokakta top oynayıp, mahalledeki apartmanların arka bahçelerindeki meyve ağaçlarından erik, kiraz, şeftali, elma, dut toplayarak büyüdük.

Fiziksel ve zihinsel olarak gelişmek

Çocuk gelişiminde Erik Erikson’un psiko-sosyal kuramına göre bağımsızlık, girişkenlik, başarı ve kimlik kazanma aşamaları için sokaktaki oyunlar ve arkadaşlık ilişkilerindeki hiyerarşi, tüm adımları eksiksiz karşılıyordu. Kendi başına dışarı çıkmaya karar veren, bağımsız kimliğini arkadaşlarının gözünde oluşturan çocuk, ağaçlara tırmanıp, hoplayıp zıplayarak fiziksel ve zihinsel olarak gelişir.  (Kaynak 1)

Psikolog Albert Bandura ve Walter Mischel’in çocuklarda sosyal öğrenme kuramına göre, çocuk yeni davranışlar sosyal ortam içinde çok daha yüksek başarıyla öğrenir. Arkadaşlarıyla kurduğu sokak oyunlarında örgütlenen ve adapte olan çocuk, düşünce ile akıl yürütmeyi geliştirir. Piaget’in çocuk gelişim kuramına göre soyut ve somut kavramların algılanması ve yorumlanması, diğer insanların bakış açılarıyla mümkündür. Çocuk, diğerlerinin gözünde kendi varlığını keşfeder. (Kaynak 2)

Mutlu çocuk, seven ve sevildiğini hisseden çocuktur

Sokağa çıktığımızda en sevdiğimiz oyunlar lastik atlama, körebe, sek sek, beş taş, kuka, yakalamaç, hırsız-polis, yakan top oynamaktı. Misket oyunu ise favorimizdi. Herkes evden çıkarken cebine bir avuç misket doldurdu. Çukur, üçgen, baş, baş altı gibi birçok farklı misket oyunu vardı.

Misket oyunu, çocuklarda el göz koordinasyonu gelişimi ve el kaslarındaki mikro motor becerilerini geliştirir. Gene aynı oyunda kazanma ve kaybetme duygusunu deneyimleyen çocuklarda dürtü kontrolü gelişir.

Alfa Kuşağı olarak tanımlanan 2010 yılından sonra dünyaya gelmiş olan çocuklar, bu oyunların hangilerini biliyor? Günümüz dijital teknoloji çağında ebeveynlik hem çok kolay ve basit, lakin bir o kadar da zor ve zahmetli…

En sık yaptığımız yanlış ebeveynlik yaklaşımı, aslında yaşıtlarıyla sosyalleşemediği için evde kontrol edemediğimiz çocuğumuzun sakinleşmesi için ona tablet veya akıllı telefonu vermektir. Öyle ya, tüm bilgisayar oyunları ve sosyal medya aplikasyonları, orta ilkel beyin bölgesindeki 4 tane nükleus akumbens isimli nöron çekirdeğinden, dopamin isimli mutluluk hormonunu salgılatıyor! Yani elinde telefon, tablet ile saatlerce sesi çıkmadan ekrana kilitlenmiş şekilde tek başına zaman geçiren çocuğumuz, nöro-biyolojik açıdan son derece mutlu! Beyninin ilkel bölgesinden mutluluk hormonu olan dopamin salgılanıp duruyor. İşte bu nedenle günümüz alfa kuşağının çocukları saatlerce ekran başından kalkmadan, sanki transa geçmiş gibi ekrana kilitlenip kalıyorlar.

Mutlu çocuk kimdir? Mutlu beyin nedir?

Asıl soru şu: Mutlu çocuk yetiştirmek istiyor muyuz?

Bu bir tercih! Bu günümüz dijital çağ ebeveynlerinin tercihi!

Eğer çocuğumuzun gerçekten mutlu çocuk olmasını istiyorsak, ön beyin bölgesinden dopamin salgılayacağı aktiviteler içinde olmasını sağlamalıyız. Elindeki dijital ekrana odaklanıp saatler geçiren çocuğun orta ilkel beyin bölgesindeki nükleus akumbens mutluluk hormonu olan dopamin salgılayıp durur. Oysa bu dopamin, kalitesiz dopamindir.

İşin sıkıntılı bölümü ise şudur: Orta ilkel beyinden salgılanan dopamin artışını tetikleyen aktiviteler bir süre sonra yetersiz gelecektir. Eskiden 20 dakika ekranda bir şeyler izleyen çocuğumuz için bu süre artık yeterli gelmemeye başlar. Oyun oynamak için 1 saat izin verdiğiniz çocuğunuz, illa ki daha çok oynamak için tutturmalara başlar.

Tanıdık geldi mi?

Bu konuda yapılan araştırmalar gösteriyor ki, dijital dünyada daha fazla zaman geçirmek daha iyi hissetmeye yeterli gelmemeye başlıyor. Saatlerce ekranda zaman geçiren çocuğumuz, halen huysuz ve inatçı, öfke dolu olabiliyor. (Kaynak 3)

Oysa sevdikleriyle sosyalleşen ve keyifli zaman geçiren çocuk, yaşam varlığı ile pozitif uyumda olan ön beyinden dopamin salgılar. Babasıyla bisiklete binmeyi öğrenen, arkadaşlarıyla top peşinde koşan çocuk fiziksel, duygusal, zihinsel ve sosyal açılardan gelişim adımlarını başarıyla tamamlar. Kendi odasını ve yatağını toplamak görev alışkanlığı gelişen çocuk, okul ders ve ödevlerini de eksiksiz yapacaktır.

Evet, 80’lerin çocukları olarak daha basit eğlencelerimiz vardı. Televizyonda sadece bir kanal vardı ve ne yayınlanırsa onu izliyorduk. Evet, bilgiye ulaşmak bugünle kıyaslanacak olursa, çok ama çok zordu. Bir ortaokul ya da lise ödevini yapabilmemiz, evimizde ansiklopedi seti olup olmamasına bağlıydı. Sokak oyunları içinde düştüğümüzde, dizlerimiz yara bere içinde kalıyordu. Sokağın ortasındaki 2 taştan oluşan kaleye gol atmak kolay mıydı?

Bilişim çağının dijital insanları olarak istemediğimiz kadar çok bilgiye, anında ulaşıyoruz. Hep daha fazlasını, daha hızlısını talep ediyoruz. Modem ile kurduğumuz internet bağlantısı hızlarının yerini, fiber optik sınırsız bağlantılar aldı. Her geçen gün çocuğumuz odasında daha da yalnızlaşıyor. Sokak kültürü kaybolduğunda, yaşam ile gerçek bağımızı kaybettiğimizin farkında mıyız?

Çocuklarımızın sosyal gelişimi için onları spor ve müzik kurslarına götürüp duruyoruz. Arkadaşı olmadığı için sosyal becerileri gelişemeyen çocuklarımızı, oyun terapi programlarına yazdırıyoruz. Sınıfında yakın arkadaşlıklar kuramayan çocuklarımızı, hafta sonu kurslarında test çözmeye götürüyoruz. Bilimsel yaklaşan analitik düşünceye sahip, araştırmacı ve sorgulayıcı olmasını arzuladığımız çocuklarımızın ruhlarındaki yalnızlık her geçen gün büyüyor.

Annemizin bir seslenmesi ile fırına ekmek almaya koşan çocuklar olarak, yerinden kalkıp sofra kurmaya yardım bile etmeyen çocuklar yetiştiren anne babalara dönüştük. Zaten mahallede bakkal ya da fırın da kalmadı. Sokağımızda bakkal veya marketimiz varsa bile, acaba çocuğumuzu güvenle gönderir miyiz?

Biz onlara sosyal görevler vermedikçe, onların iletişim becerileri gelişme fırsatı bulamıyor.

Kendi çocukluk yıllarımızda yaz tatillerinde mahalledeki esnafın yanında çıraklık yaptığımız günleri hatırlarız. Hatta pazarda su sattığımız ya da evde gazete kâğıtlarından kese kâğıdı yaparak pazarcı amcalara satardık. Bizler gerçekten yaşamın içinde olarak, kültürel ve sosyal açıdan uyumlu gelişim gösteriyorduk. Zorluklar karşısında pes etmeden, arkadaşlık ilişkileri ile zor olanı kolaya çevirmeyi öğreniyorduk.

Bugünün çocukları, geçmiş dönem çocuklarına göre yapayalnızlar!

Günümüz çocukları, neredeyse ellerindeki dijital ekrandan başlarını kaldırmadan sofraya oturuyorlar. Çocuklar neredeyse tablet seyretmeden yemek yemiyorlar. Futbol topunu sürmeyi, elindeki oyun konsol kumandasındaki tuşu ileriye doğru ittirmek zanneden bir nesil yetiştiriyoruz, farkında mıyız? Arkadaşlarıyla sosyalleştiği oyunlardan uzak kalan çocuklar, kazanma ve kaybetme duygularını yönetmeyi geliştiremiyorlar. Üstüne üstlük, bir de akademik başarıyı sadece senede 1 kez girilen sınav sistemi ile ölçüyoruz.

Çocuklarımıza verdiğimiz mesajlardaki psiko-patolojik ruh halimizin farkında mıyız?

Paylaşmayı, dayanışmayı, birlik olmayı değil, bireyselliği ön plana çıkartıyoruz. Eee, ne yapalım, günümüz eğitim sistemi bizden bunu istiyor ve bekliyor, düşüncesinden uzaklaşmalıyız. Değişecek, emin olunuz tüm dünyada 300 yıldan beri devam eden eğitim sistemi değişecek. Nasıl ve neden mi, gelin anlatayım…

Rahmetli dedem Müştak Küçükyazıcı, Göl Köy Enstitüsü mezunuydu. Bilgiye ulaşmanın çok zor ve kısıtlı olduğu 1950 ve 60’lı yıllarda muallim olarak görev yapmış. Öğrencileri farklı köylerden her sabah okula 5 kilometre yürüyerek gelirmiş. Görev yaptığı ilkokulun sadece bir sınıfı olduğu için, tüm öğrenciler aynı sınıfta arka arkaya otururlarmış. 1. sınıf öğrencilerine ders anlatırken, arka sırada oturan diğer sınıfların öğrencilerine o sırada çözüp yazmaları için ödev verirmiş. Sırası gelen sınıf öğrencileri ön sıraya geçerek, yer değiştirirlermiş.

Bugün ise çocuklarımızın elinde en son model akıllı tablet ve telefonlar var. Her türlü bilgiye elindeki tabletten kolayca ulaşacağını çözen çocuklar, bilgi için okula gitmenin ne kadar gereksiz olduğunu keşfettiler. Dünyada 300 yıldır uygulanan eğitim sistemi modelinin, baştan yenilenmesi gerektiğini uygar dünya insanları keşfettiler. Silikon vadisi şirketlerinin yöneticileri, çocuklarını Waldorf İlkokulu’na gönderiyorlar. Waldorf ilkokul sınıflarında tebeşir ve tahta kullanılıyor. Bu okulların öğrenci ders müfredatında tarım, hayvancılık ve alet kullanımı söz konusu…

Çocuklarımız, toplumsal geleceğimize ilettiğimiz mesajlarımızdır

Günümüz dijital teknolojisi harika, eşsiz, süper! Peki, teknoloji bizleri esir mi alıyor, bize hizmet mi ediyor? Çocuklarımızın yaş guruplarına göre, ortalama günlük dijital ekran kullanım sürelerini araştıran çalışmanın sonuçları. ( Kaynak 4 )

Dijital ekranda bu kadar uzun süre geçiren çocukların anne babaları o sırada ne yapıyor? Aslında biz ne yapıyorsak, çocuğumuz onu kopyalıyor. Yaşam koşturması içinde, sabahtan akşama kadar bir yarış içinde olan bizler, eğer ilk fırsat bulduğumuzda ilgimizi ve varlığımızı dijital dünya ekranına gömüyorsak, yaşamın gerçeklerini ıskalıyoruz demektir. Hepimiz şu soruya vereceğimiz cevabı uzun uzun düşünmeliyiz:

Bizim sosyal medya hesabımız mı var, yoksa o sosyal medya hesapları bize mi sahip?

Sorunun cevabını bulmanız için hemen yardımcı olacağım. Eğer sosyal medya hesaplarınızın size sahip olmadığını düşünüyorsanız, tamam o zaman hemen test edelim. Sahip olduğunuz sosyal medya aplikasyonlarını 2 gün açmayın, kullanmayın! Bir dijital bağımlılık sorunu olmayanlar için 2 gün dijital detoks hiç de zorlayıcı olmayacaktır. Oysa günlük sosyal medya gezinti süresi ve alışkanlığı dünya ortalaması ile benzer şekilde 8 saat olan bir yetişkin için, dijital ekrandan uzaklaşmak zorlayıcı gelecektir. İşte biz eğer günde 7-8 saatimizi dijital ekranda geçiriyorsak, sevdiklerimizden ve hobilerimizden o zamanı alıyoruz demektir. (Kaynak 5 )

Elimizde kumanda ile yüzlerce televizyon kanalı arasında gezinirken, çocuğumuza dönüp, odasına geçip ders çalışmasını söylemek, acaba ne kadar tutarlı bir davranış? Ya da bizler kitap okumak için hiç zaman ayırmazken, çocuğumuzun kitap okumasını ondan beklememiz, ne kadar doğru? Çocuğumuz, bizden gördüğünü uygular. Saat 21:00 olduğunda, ailedeki herkesin mutlaka katılacağı 30 dakika kitap okuma saati düzenlenebilir. Benzer adımlar ile aile üyeleri birlikte zaman geçirmekten keyif almayı keşfeder, öğrenir ve içselleştirirler.

Sosyal medya platformları – onaylanma arzumuz ve reddedilme korkumuz

Evet, günümüz dijital çağında mutlu çocuk yetiştirmek işte bu kadar zor! Anne ve baba olarak yapayalnız ve çaresiz durumdayız. Çünkü bizlerin çocukluk dönemlerinde anne babamızdan gördüğümüz ebeveynlik yöntemleri bugün için anlamını kaybetmiş durumdadır.

Eskiden işten geç gelen babamız, çocukların dersleri ile ilgilenmese de, sınavlar ve akademik yaşam bir şekilde ilerliyordu. Anne ya da baba, çocuğun başında ve yanında yer almasa da, sokaktaki arkadaşlıklar ve oyun ortamları ile bizler gelişiyorduk, yaşamın doğrularını ve yanlışlarını öğreniyorduk. Sokağımızdaki abi ve ablalarımız bizlere göz kulak olurken, derslerin ve sınavların nasıl gittiğini onlar sorup takip ediyordu. Okuldan kaçmaya kalkacak olduğumuzda, mutlaka mahalledeki abilerimizin haberi olurdu.

İşte bu nedenlerle, biz büyürken yanımızda pek görmediğimiz anne ve babamızdan bize aktarılmamış olan yaklaşımı, bugün biz çocuğumuza göstermeliyiz!

Eeee, bu nasıl olacak?

O bilgi bize iletilmedi, nasıl etkili ebeveyn olunur, pek görüp deneyimlemedik. Buna gerek de yoktu. Anne ve babamızın eksik bıraktığı alanları, tamamlayan komşularımız, akrabalarımız ve sosyal yaşam üyelerimiz vardı.

Mutlu aile nedir, sorusunun cevabını ve ipucunu paylaşarak, sohbetimizi tamamlayalım. Mutlu aile, üyelerinin birlikte ortak faaliyetler paylaşmaktan keyif duymalarıdır. Çocuğumuzun günümüz dünyasında gelişimi açısından en çok ihtiyaç duyduğu şeyler bizimle birlikte sofrayı hazırlaması, birlikte pazara giderek ev alışverişini yapmamız veya aile gezintisi için parka çıkıp yürüyüş yapmaktır.

Bu gerçekleri keşfeden ve çözümleri arayan dijital çağ ebeveynleri, mutlu çocuk yetiştirme konusunda avantajlı durumdalar. Çocuğumuzun bedensel gelişimi için sağlıklı beslenme, korunma ve uyku düzenine ihtiyacı vardır.

Bununla birlikte çocukların mutlu yaşam için sosyal, psikolojik, akademik, duygusal, bilişsel gelişiminde anne ve babasına ihtiyacı var. Unutmayalım ki, mutlu çocuklar mutlu aile ortamında yetişirler.

Mutlu aileler, mutlu bir toplumun temelini oluştururlar. Mutlu bireylerden oluşan toplum, üreten ve gelişen dünyayı şekillendirir. Ülkemizi anne ve babalarımızdan devir alarak, bugüne bizler taşıdık. Çocuklarımıza gösterdiğimiz sevgi ve onlar için ayırdığımız değerli zamanlar ise gelecek Türkiye’mizi şekillendirecek.

Kaynak 1: Psychology Degree Guide – 5 Theories of Child Development

Kaynak 2: Theories of Child Development – MGH Clay Center

Kaynak 3: Current Topics in Behavioral Neurosciences

Kaynak 4: Centers for Disease Control and Prevention Report, 2023

Kaynak 5: Brain Center İstanbul – Sosyal Medyanın Zararları ve Toplumsal Riskler

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 23 Nisan 2024’te yayımlanmıştır.

Bora Küçükyazıcı
Bora Küçükyazıcı
Dr. Bora Küçükyazıcı – Klinik psikolog ve aile danışmanı. 1973 yılında İstanbul'da doğmuş. Cağaloğlu Anadolu Lisesi'nden mezun olmuş, tıp hekimliği eğitimini Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi tamamlamış. Anadolu’nun birçok yerinde çalıştıktan sonra Actavis’te medikal yönetici, biyo-teknoloji şirketi USA Genzyme’de ise Business Unit Manager (iş birikimi yöneticisi) olarak görev yapmış. Katıldığı uluslararası eğitim ve yönetim toplantılarında Türkiye`yi birçok defa temsil etmiş. “Farklılaştırma Stratejisi ve İletişim” konulu çalışması ile yurt dışında “En Başarılı Uygulama” ödülünü almış. St. Clement’s Üniversitesi Klinik Psikoloji alanında doktora programında tamamladığı çalışmalar şöyle: Çocuk ve Yetişkin Psikolojisi, Yaşlılık Psikolojisi, Sosyal Psikoloji, Günümüzde Psikoterapi, Aile Sosyolojisi, Çocuk Psikopatolojisi, İletişim Psikolojisi. Ayrıca Philadelphia University, Yale University, The State University of New York, Maltepe Üniversitesi’nde eğitim programlarına katılmış, sertifikalar almış. biyo-teknoloji, dijital ebeveynlik dönüşümü ve Z Kuşağı çocuk yetiştirme konularında çalışmaları var. Yayımlanan ilk kitabı: “Çocuk Büyütürken En Sık Sorulan 100 Soru ve Cevap”…

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x