Alman ekonomisi “ruh”unu mu kaybediyor?

İstihdam Piyasası ve Meslek Araştırmaları Enstitüsü'nün araştırmasına göre, pandemi nedeniyle 500 bin iş kaybı olurken 300 bin de yeni iş fırsatı doğmuş durumda. Ancak çok büyük riskler taşıyan Alman ekonomisinde arz sıkıntısı yaşanıyor. Buzdağının görünen kısmını ise “ruhsuz şirketler” oluşturuyor. Peki, çare yeni iş modelleri ve teknolojik yenilik mi? Buradan bir çıkış var mı?

2020 yılında dünyayı kasıp kavuran COVID-19 salgını, sağlıktan sonra en büyük hasarı ülke ekonomilerine vermiş gibi görünüyor. Dünya Bankası ve IMF’nin verileri baz alındığında dünya ekonomisinin yüzde 4 oranında küçüldüğü açık… Öyle ki dünya genelinde sadece 4 ülkenin büyümesi bekleniyor. Bunlardan ilki Çin ise biri de Türkiye…

Satın Alma Gücü bazında Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’da (GSYH) küçülmesi beklenen başlıca ülkeler şunlar: İspanya, İtalya, Fransa, Hindistan, Kanada, Meksika, Britanya, Brezilya ve Rusya… Ancak listede bir de beklenmeyen bir ülke var: Almanya.

Ekonomi politikası konularına odaklanan Novo dergisinin genel müdürü ve Zombi Ekonomisi (Die Zombiewirtschaft) adlı kitabın yazarı Alexander Horn, IPG Journal’da yayımlanan yazısında tam da buna değiniyor: “Almanya, 2008 ve 2012’deki mali krizi yüz milyarlarca avroluk kurtarma eylemleri, ekonomik teşvikler ve Merkez Bankası’nın temel ürünlere yönelik sübvansiyonu sayesinde atlatmış, düzlüğe çıkmıştı. Görünüşe göre doğru olan yapılmıştı, zira ülke ekonomi istikrara kavuşmuştu. Devlet bütçesi yeniden yapılandırılmıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en uzun ekonomik yükselişlerden biri yaşanıyordu artık.

Üstelik işgücü piyasalarındaki gelişmeler, refahtaki yükselişe belirli bir katkıda da bulunmuştu. Ancak gelinen noktada, her ekonomik döngünün işsizlik için yeni olumsuz kayıtlar getirdiği ortaya çıktı. 1970’lerin başından itibaren her kriz döneminde artan işsizliği, ekonomik canlanma döneminde tamamen azaltmak pek mümkün olmamıştı gerçi. Yine temel işsizlik oranları döngüler halinde yükselmeye devam etmişti. Hatta 2005 yılında ilk kez beş milyondan fazla işsiz kayıt altına alınmıştı. Ve sonrasında ise asıl dönüm noktası gelmişti işte. Almanya, mali krizden itibaren gerçek anlamda bir ‘iş mucizesi’ yaşamıştı. 2006’dan 2019 yılına kadar, sosyal sigorta kapsamında olması gereken yedi milyon kişiye yeni iş olanağı yaratılmıştı. Oysa şimdi 2,5 milyon kişi işsizlikten etkilenmekte ve maalesef söz konusu değeri 1980’lerin ortalarından bu yana düşürmek hiç mümkün olmadı.”

500 bin iş kaybı – 300 bin iş fırsatı

Almanya’da İstihdam Piyasası ve Meslek Araştırmaları Enstitüsü’nün (IAB) gerçekleştirdiği bir çalışma bize gösteriyor ki, Alman ekonomisi 2025 yılına kadar pandeminin etkilerini kemiklerinde hissedecek ve hatta bu etkinin ömrü beklenenden de uzun sürecek gibi.

Araştırma raporunu yazan uzmanlardan Enzo Weber, önümüzdeki beş yılda korona krizi nedeniyle ekonominin yüzde 0,6 daralmasının beklendiğini söylüyor. Weber, istihdam piyasasında 2025 yılına kadar 200 bin kişi civarında azalma olacağı öngörüsünde bulunuyor. Bir başka gerçek de şu ki, İstihdam Piyasası ve Meslek Araştırmaları Enstitüsü’nün araştırmasına göre, pandemi nedeniyle 500 bin iş kaybı olurken 300 bin de yeni iş fırsatı doğmuş durumda.

Novo dergisinin genel müdürü Alexander Horn, tüm bu arka planda olup bitenlere rağmen, federal hükümetin geçen yıl baş gösteren ekonomik durgunluğu büyük bir özgüvenle karşıladığı düşüncesinde: “O dönemin Federal Maliye Bakanı olan Olaf Scholz, olası bir krize hazır olduklarını, hatta buna karşı koyabilecek güçleri bulunduğunu söylemişti. Scholz, böyle bir durumda, ekonomideki dengesizliği ortadan kaldırmak amacıyla ekonomiye devlet müdahalesinin gerekli olduğunu, gerekli tepkiyi vereceklerini de sözlerine eklemişti. Korona pandemisi nedeniyle durgunluk ivme kazanınca, Federal Ekonomi Bakanı Peter Altmaier, bu nedenle hiçbir işin kaybedilmeyeceğini ve devletin bunu önleyecek rezervlere sahip olduğunu bile iddia etmişti. O zamandan bu yana kararlaştırılan ekonomik canlandırma programı o kadar kapsamlı hale gelmişti ki, Scholz’un açıkladığı gibi, bizi krizden ‘güçlü’ bir şekilde çıkaracak konuma ulaştığımızı düşündük.

Üstelik, pandeminin tetiklediği yüz milyarlarca avroyu bulan ekonomik ve finansal krizin büyük ölçüde bastırılabileceği, hızlı bir ekonomik toparlanmanın başlatılabileceği değerlendirmesi ekonomistler tarafından da desteklenmişti. Alman Ekonomik Araştırma Enstitüsü (DIW) Başkanı Marcel Fratzscher, hem korona salgınının hem de 2008’deki finansal sistemdeki krizin ‘aslında sağlıklı’ bir ‘gerçek ekonomi’yi tepetaklak edebileceği görüşünde…”

İş mucizesi, şirketlerin teknolojik durgunluğuna dayanmakta

Nürnberg merkezli Piyasası ve Meslek Araştırmaları Enstitüsü, pandeminin uzun vadeli etkilerinin özellikle perakende, ticari hizmet, konaklama, ulaşım ve havacılık sektörlerinde görüleceğini vurguluyor. Buna karşın bilişim, kamu hizmetleri ve tıbbi ürün sektörlerinde olumlu etkiler beklendiğini söylüyor. Araştırma raporunu yazan uzmanlardan Enzo Weber, pandeminin “dönüştürücü resesyona” sebep olduğunu belirterek, krizden çıkış yolu olarak meslek eğitimi ve yeni pozisyonlar yaratılmasına odaklanılması için çağrıda bulunuyor.
Novo dergisinin genel müdürü Alexander Horn da benzer noktalara bakıyor. Ancak o, olayın bu yüzünde bile ciddi bir çatlak bulunduğu düşüncesinde: “Paradoksal olarak, Alman ekonomisinin yüzeysel iyi iş performansı, şirketlerin neredeyse hiç teknolojik ilerleme kaydetmediği gerçeğine dayanmakta. Bu durum, bunun için kullanılan emek verimliliğindeki büyüme oranı göstergelerinde de çok net biçimde görülebilmekte. Almanya 1950’den 1973’e kadar yıllık ortalama yüzde 5,9’luk bir büyüme oranı sergilemiş, ancak o zamandan bu yana süreli olarak düşüş yaşamaya devam ediyor. 2007 yılından 2019 yılına kadar ise bu büyüme oranında yıllık sadece 0,6’lık bir artış gözlemlenmekte. Hatta yaşanılan son bir yıl içerisinde ise büyük bir durgunluk yaşanmış vaziyette. Firmaların verimlilik kazanımları öylesine düşüş göstermiş ki, her yıl yaklaşık yüzde bir oranında artan katma değeri, ancak ek personel gelirleri ile elde edilebilmişler. Yani mali krizden bu yana bahsi geçen bu iş mucizesi, şirketlerin teknolojik durgunluğuna dayanmakta.”

Horn’a göre Almanya’daki durgun emek üretkenliği, şirketlerin artık çalışan kitlelere fayda sağlayan refah artışları sağlayamayacağı anlamına geliyor: “Pazar ekonomisinin kitlesel refahı artırma konusundaki tarihsel olarak benzersiz yeteneği, iş bölümü ve sermayenin makineler ve sistemler biçiminde kullanılması yoluyla giderek daha üretken iş süreçleri oluşturmayı başarmış olması gerçeğine dayanmakta. Mal veya hizmet üretimi için harcanması gereken insan gücü ile çalışma süresi bu nedenle büyük ölçüde azalmış durumda.

19. yüzyılın başında Almanya’da başlayan sanayileşmeden bu yana, yeni teknolojilerin devreye girmesiyle birlikte, çalışan başına kullanılan sermaye ve emek verimliliği, dikkate değer bir oranla on iki kat artmış. 1850’de olduğu gibi aynı alışveriş sepeti için, Almanlar artık çalışma saatlerinin yalnızca on ikide birini harcamak zorunda kaldıklarından dolayı, sosyal refah da buna bağlı olarak artmış. Sonuç, daha fazla ve daha iyi mal ve hizmetlerin yanı sıra daha fazla boş zaman olmuş. Şu anda, federal hükümetin korona krizinin ekonomik politikasına yanıtı, esasen ‘aslında sağlıklı’ bir ekonominin güzel cephesini korumak olmuş.”

En büyük sorun, düşük ücretle çalışan kesimde

Horn, bu dönemde işçilerin, üretkenlikte devam eden zayıflık nedeniyle zaten çok yüksek bedeller ödemek zorunda kaldığı görüşünde: “Almanya’da yeni teknolojiler bağlamında ek ve iyi ücretli işler nadiren yaratılabilmekte. Alman iş harikasının cazibesi, yaratılan işlerin çoğunun yarı zamanlı pozisyonlar olması gerçeğiyle de ortaya çıkmıştır. Yeni işler, özellikle ortalamanın altında ödenen ve geçmişte yalnızca ortalamanın altında verimlilik artışı sağlayan konaklama, sağlık, sosyal hizmet alanları ile profesyonel ve diğer hizmet sektörlerinde yaratılmıştır. Reel ücretler de 1990’ların ortalarından bu yana yıllık ortalama yalnızca yüzde yarım artmıştır. En düşük ücretle çalışan üçte birlik kesimin gelişiminde özellikle büyük sorunlara yaşanmıştır. 2015 yılında, bu alt üçte birlik kesimdeki gerçek saatlik ücretler, 20 yıl öncesine göre daha düşük seviyede olduğu gözlemlenmiştir.

Şu anda, federal hükümetin korona krizinin ekonomik politikasına yanıtı, esasen ‘aslında sağlıklı’ bir ekonominin güzel cephesini korumak olmuş. Bu nedenle milyarlarca avroluk yardım programları düzenlenmiş, düzenleyici müdahalelerde bulunulmuş ve şirketleri kurtaran ve ekonomiyi canlandıran ucuz para ile ekonomik krizi olabildiğince bastırmak için ulusal ve AB düzeyinde girişimlerde bulunulmuştur. Böylece, onlarca yıldır bastırılan düşük verimlilik artışı sorunlarının ortadan kaldırılması önlenmiştir.”

1970’li yıllarda uygulamaya konulan ve o günden bu yana sürekli sıkılaştırılan istikrar politikası ekonomiyi felç etmiş belli ki… Devlet ve uluslar üstü AB kurumları gerektiğinde yeni rakipler oluşmasını göze almak pahasına, yerleşik şirketleri destekleyen çerçeve koşulları yarattığı için, giderek artan sayıda şirket kalıcı olarak ilerlemeyi başarabilmiş. Devlet, şirketleri ekonomik düzenlemeler, sübvansiyonlar veya düşük faiz oranları yoluyla korumuş daima… Ancak bu elverişli koşullar altında bile çok kârlı ve kural olarak teknolojik yenilikler için gerekli olacak yatırımları yapmayı başaramamışlar. Bu arada, yalnızca birkaç öncü şirket, teknolojik yeniliklerin gerektirdiği maliyet ve riskleri üstlenecek kadar kârlı girişimlerde bulunabilmiş.

Ruhsuz şirketler vitrinde

Horn, buzdağının görünen bu kısmını oluşturan kesime “ruhsuz şirketler” adını veriyor: “Bunlar kesinlikle teknolojik olarak durgun, emek üretkenliğinde neredeyse hiç artış sağlayamayan ve bu nedenle artan sosyal refaha hiçbir katkıda bulunamayan ölümsüzler… Ancak yine de ölmemeleri gerekiyor, çünkü bu, bastırılmış sorunlardan dolayı daha da büyük bir ekonomik krizi tetikleyecektir.

Bir OECD araştırmasına göre, Almanya’daki sermayenin yüzde on ikisinden fazlasının 2013 yılında bu ruhsuz şirketlere bağlı oldukları gözlemlenmiş. Kredi kuruluşu Creditreform, şirketlerin kârlılığının korona krizinden önce zaten büyük ölçüde zayıfladığını ve ekonomik çerçevedeki hafif bir bozulmayla birlikte bu şirketlerin yaklaşık yüzde 20’sinin kırmızı seviyelere itileceğini bildirmiş. Ancak yaşanılan bu ekonomik felç durumu, ruhsuz işletmelerin durumuyla da sınırlı değil. Bu arada, yalnızca birkaç öncü şirket, teknolojik yeniliklerin gerektirdiği maliyet ve riskleri üstlenmek için yeterince kâr sağlayabilmiş. Şirketlerin büyük çoğunluğu ise bu öncüleri takip edecek kadar kâr elde edememiş. Bilimde bu fenomen, teknoloji yayılımının eksikliği olarak tanımlanmaktadır.”

Korona pandemisi veya politikası tarafından tetiklenen ekonomik kriz, bu ruhsuz ekonomi koşulları altında, işgücünün büyük bir kısmı için refahı tehdit etme potansiyeline sahip. Horn, kriz sırasında kaybedilen birçok iş nedeniyle halk refahının giderek azalacağını düşünüyor: “Bununla birlikte, ortaya çıkan bu ruhsuz ekonomi sayesinde iş kayıpları telafi edilebilecek gibi. Hatta ek işler yaratılabilecek, yeni iş modelleri ve teknolojik yenilikler kaydedilecek sanki. Ayrıca, reel ücretler, ancak uzun vadede emek üretkenliği artarsa yükselebilecek konuma gelmiş vaziyette. Daha gelişmiş Japon ruhsuz ekonomi yönetimi örneği, bugün bu gelişmenin öncülük ettiği yerde de görülebilmekte. Oradaki reel ücretler 1990’ların ortasından beri yüzde on düşüş sergilemiş mesela.

İşte sırf yukarıda bahsi geçen nedenlerden dolayı, gittikçe ruhunu kaybeden ve zayıflamış bir ekonominin absürt kurtarma eylemlerine yol açtığı ve tam da bu nedenle kitlelerin refahını düşürdüğü kısır döngüyü kırmak zorundayız. Emek verimliliği kesinlikle siyasi gündemde olmak zorundadır.”

Bu yazı ilk kez 4 Haziran 2021’de yayımlanmıştır.

 

Ekonomi politikası konularına odaklanan Novo dergisinin genel müdürü ve editörü Aleşander Horn’un, IPG Journal’da yayımlanan “Zombiewirtschaft” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Meral Harzem tarafından çevrilmiş ve editoryal katkıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.ipg-journal.de/rubriken/wirtschaft-und-oekologie/artikel/zombiewirtschaft-4530/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Alman ekonomisi “ruh”unu mu kaybediyor?

İstihdam Piyasası ve Meslek Araştırmaları Enstitüsü'nün araştırmasına göre, pandemi nedeniyle 500 bin iş kaybı olurken 300 bin de yeni iş fırsatı doğmuş durumda. Ancak çok büyük riskler taşıyan Alman ekonomisinde arz sıkıntısı yaşanıyor. Buzdağının görünen kısmını ise “ruhsuz şirketler” oluşturuyor. Peki, çare yeni iş modelleri ve teknolojik yenilik mi? Buradan bir çıkış var mı?

2020 yılında dünyayı kasıp kavuran COVID-19 salgını, sağlıktan sonra en büyük hasarı ülke ekonomilerine vermiş gibi görünüyor. Dünya Bankası ve IMF’nin verileri baz alındığında dünya ekonomisinin yüzde 4 oranında küçüldüğü açık… Öyle ki dünya genelinde sadece 4 ülkenin büyümesi bekleniyor. Bunlardan ilki Çin ise biri de Türkiye…

Satın Alma Gücü bazında Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’da (GSYH) küçülmesi beklenen başlıca ülkeler şunlar: İspanya, İtalya, Fransa, Hindistan, Kanada, Meksika, Britanya, Brezilya ve Rusya… Ancak listede bir de beklenmeyen bir ülke var: Almanya.

Ekonomi politikası konularına odaklanan Novo dergisinin genel müdürü ve Zombi Ekonomisi (Die Zombiewirtschaft) adlı kitabın yazarı Alexander Horn, IPG Journal’da yayımlanan yazısında tam da buna değiniyor: “Almanya, 2008 ve 2012’deki mali krizi yüz milyarlarca avroluk kurtarma eylemleri, ekonomik teşvikler ve Merkez Bankası’nın temel ürünlere yönelik sübvansiyonu sayesinde atlatmış, düzlüğe çıkmıştı. Görünüşe göre doğru olan yapılmıştı, zira ülke ekonomi istikrara kavuşmuştu. Devlet bütçesi yeniden yapılandırılmıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en uzun ekonomik yükselişlerden biri yaşanıyordu artık.

Üstelik işgücü piyasalarındaki gelişmeler, refahtaki yükselişe belirli bir katkıda da bulunmuştu. Ancak gelinen noktada, her ekonomik döngünün işsizlik için yeni olumsuz kayıtlar getirdiği ortaya çıktı. 1970’lerin başından itibaren her kriz döneminde artan işsizliği, ekonomik canlanma döneminde tamamen azaltmak pek mümkün olmamıştı gerçi. Yine temel işsizlik oranları döngüler halinde yükselmeye devam etmişti. Hatta 2005 yılında ilk kez beş milyondan fazla işsiz kayıt altına alınmıştı. Ve sonrasında ise asıl dönüm noktası gelmişti işte. Almanya, mali krizden itibaren gerçek anlamda bir ‘iş mucizesi’ yaşamıştı. 2006’dan 2019 yılına kadar, sosyal sigorta kapsamında olması gereken yedi milyon kişiye yeni iş olanağı yaratılmıştı. Oysa şimdi 2,5 milyon kişi işsizlikten etkilenmekte ve maalesef söz konusu değeri 1980’lerin ortalarından bu yana düşürmek hiç mümkün olmadı.”

500 bin iş kaybı – 300 bin iş fırsatı

Almanya’da İstihdam Piyasası ve Meslek Araştırmaları Enstitüsü’nün (IAB) gerçekleştirdiği bir çalışma bize gösteriyor ki, Alman ekonomisi 2025 yılına kadar pandeminin etkilerini kemiklerinde hissedecek ve hatta bu etkinin ömrü beklenenden de uzun sürecek gibi.

Araştırma raporunu yazan uzmanlardan Enzo Weber, önümüzdeki beş yılda korona krizi nedeniyle ekonominin yüzde 0,6 daralmasının beklendiğini söylüyor. Weber, istihdam piyasasında 2025 yılına kadar 200 bin kişi civarında azalma olacağı öngörüsünde bulunuyor. Bir başka gerçek de şu ki, İstihdam Piyasası ve Meslek Araştırmaları Enstitüsü’nün araştırmasına göre, pandemi nedeniyle 500 bin iş kaybı olurken 300 bin de yeni iş fırsatı doğmuş durumda.

Novo dergisinin genel müdürü Alexander Horn, tüm bu arka planda olup bitenlere rağmen, federal hükümetin geçen yıl baş gösteren ekonomik durgunluğu büyük bir özgüvenle karşıladığı düşüncesinde: “O dönemin Federal Maliye Bakanı olan Olaf Scholz, olası bir krize hazır olduklarını, hatta buna karşı koyabilecek güçleri bulunduğunu söylemişti. Scholz, böyle bir durumda, ekonomideki dengesizliği ortadan kaldırmak amacıyla ekonomiye devlet müdahalesinin gerekli olduğunu, gerekli tepkiyi vereceklerini de sözlerine eklemişti. Korona pandemisi nedeniyle durgunluk ivme kazanınca, Federal Ekonomi Bakanı Peter Altmaier, bu nedenle hiçbir işin kaybedilmeyeceğini ve devletin bunu önleyecek rezervlere sahip olduğunu bile iddia etmişti. O zamandan bu yana kararlaştırılan ekonomik canlandırma programı o kadar kapsamlı hale gelmişti ki, Scholz’un açıkladığı gibi, bizi krizden ‘güçlü’ bir şekilde çıkaracak konuma ulaştığımızı düşündük.

Üstelik, pandeminin tetiklediği yüz milyarlarca avroyu bulan ekonomik ve finansal krizin büyük ölçüde bastırılabileceği, hızlı bir ekonomik toparlanmanın başlatılabileceği değerlendirmesi ekonomistler tarafından da desteklenmişti. Alman Ekonomik Araştırma Enstitüsü (DIW) Başkanı Marcel Fratzscher, hem korona salgınının hem de 2008’deki finansal sistemdeki krizin ‘aslında sağlıklı’ bir ‘gerçek ekonomi’yi tepetaklak edebileceği görüşünde…”

İş mucizesi, şirketlerin teknolojik durgunluğuna dayanmakta

Nürnberg merkezli Piyasası ve Meslek Araştırmaları Enstitüsü, pandeminin uzun vadeli etkilerinin özellikle perakende, ticari hizmet, konaklama, ulaşım ve havacılık sektörlerinde görüleceğini vurguluyor. Buna karşın bilişim, kamu hizmetleri ve tıbbi ürün sektörlerinde olumlu etkiler beklendiğini söylüyor. Araştırma raporunu yazan uzmanlardan Enzo Weber, pandeminin “dönüştürücü resesyona” sebep olduğunu belirterek, krizden çıkış yolu olarak meslek eğitimi ve yeni pozisyonlar yaratılmasına odaklanılması için çağrıda bulunuyor.
Novo dergisinin genel müdürü Alexander Horn da benzer noktalara bakıyor. Ancak o, olayın bu yüzünde bile ciddi bir çatlak bulunduğu düşüncesinde: “Paradoksal olarak, Alman ekonomisinin yüzeysel iyi iş performansı, şirketlerin neredeyse hiç teknolojik ilerleme kaydetmediği gerçeğine dayanmakta. Bu durum, bunun için kullanılan emek verimliliğindeki büyüme oranı göstergelerinde de çok net biçimde görülebilmekte. Almanya 1950’den 1973’e kadar yıllık ortalama yüzde 5,9’luk bir büyüme oranı sergilemiş, ancak o zamandan bu yana süreli olarak düşüş yaşamaya devam ediyor. 2007 yılından 2019 yılına kadar ise bu büyüme oranında yıllık sadece 0,6’lık bir artış gözlemlenmekte. Hatta yaşanılan son bir yıl içerisinde ise büyük bir durgunluk yaşanmış vaziyette. Firmaların verimlilik kazanımları öylesine düşüş göstermiş ki, her yıl yaklaşık yüzde bir oranında artan katma değeri, ancak ek personel gelirleri ile elde edilebilmişler. Yani mali krizden bu yana bahsi geçen bu iş mucizesi, şirketlerin teknolojik durgunluğuna dayanmakta.”

Horn’a göre Almanya’daki durgun emek üretkenliği, şirketlerin artık çalışan kitlelere fayda sağlayan refah artışları sağlayamayacağı anlamına geliyor: “Pazar ekonomisinin kitlesel refahı artırma konusundaki tarihsel olarak benzersiz yeteneği, iş bölümü ve sermayenin makineler ve sistemler biçiminde kullanılması yoluyla giderek daha üretken iş süreçleri oluşturmayı başarmış olması gerçeğine dayanmakta. Mal veya hizmet üretimi için harcanması gereken insan gücü ile çalışma süresi bu nedenle büyük ölçüde azalmış durumda.

19. yüzyılın başında Almanya’da başlayan sanayileşmeden bu yana, yeni teknolojilerin devreye girmesiyle birlikte, çalışan başına kullanılan sermaye ve emek verimliliği, dikkate değer bir oranla on iki kat artmış. 1850’de olduğu gibi aynı alışveriş sepeti için, Almanlar artık çalışma saatlerinin yalnızca on ikide birini harcamak zorunda kaldıklarından dolayı, sosyal refah da buna bağlı olarak artmış. Sonuç, daha fazla ve daha iyi mal ve hizmetlerin yanı sıra daha fazla boş zaman olmuş. Şu anda, federal hükümetin korona krizinin ekonomik politikasına yanıtı, esasen ‘aslında sağlıklı’ bir ekonominin güzel cephesini korumak olmuş.”

En büyük sorun, düşük ücretle çalışan kesimde

Horn, bu dönemde işçilerin, üretkenlikte devam eden zayıflık nedeniyle zaten çok yüksek bedeller ödemek zorunda kaldığı görüşünde: “Almanya’da yeni teknolojiler bağlamında ek ve iyi ücretli işler nadiren yaratılabilmekte. Alman iş harikasının cazibesi, yaratılan işlerin çoğunun yarı zamanlı pozisyonlar olması gerçeğiyle de ortaya çıkmıştır. Yeni işler, özellikle ortalamanın altında ödenen ve geçmişte yalnızca ortalamanın altında verimlilik artışı sağlayan konaklama, sağlık, sosyal hizmet alanları ile profesyonel ve diğer hizmet sektörlerinde yaratılmıştır. Reel ücretler de 1990’ların ortalarından bu yana yıllık ortalama yalnızca yüzde yarım artmıştır. En düşük ücretle çalışan üçte birlik kesimin gelişiminde özellikle büyük sorunlara yaşanmıştır. 2015 yılında, bu alt üçte birlik kesimdeki gerçek saatlik ücretler, 20 yıl öncesine göre daha düşük seviyede olduğu gözlemlenmiştir.

Şu anda, federal hükümetin korona krizinin ekonomik politikasına yanıtı, esasen ‘aslında sağlıklı’ bir ekonominin güzel cephesini korumak olmuş. Bu nedenle milyarlarca avroluk yardım programları düzenlenmiş, düzenleyici müdahalelerde bulunulmuş ve şirketleri kurtaran ve ekonomiyi canlandıran ucuz para ile ekonomik krizi olabildiğince bastırmak için ulusal ve AB düzeyinde girişimlerde bulunulmuştur. Böylece, onlarca yıldır bastırılan düşük verimlilik artışı sorunlarının ortadan kaldırılması önlenmiştir.”

1970’li yıllarda uygulamaya konulan ve o günden bu yana sürekli sıkılaştırılan istikrar politikası ekonomiyi felç etmiş belli ki… Devlet ve uluslar üstü AB kurumları gerektiğinde yeni rakipler oluşmasını göze almak pahasına, yerleşik şirketleri destekleyen çerçeve koşulları yarattığı için, giderek artan sayıda şirket kalıcı olarak ilerlemeyi başarabilmiş. Devlet, şirketleri ekonomik düzenlemeler, sübvansiyonlar veya düşük faiz oranları yoluyla korumuş daima… Ancak bu elverişli koşullar altında bile çok kârlı ve kural olarak teknolojik yenilikler için gerekli olacak yatırımları yapmayı başaramamışlar. Bu arada, yalnızca birkaç öncü şirket, teknolojik yeniliklerin gerektirdiği maliyet ve riskleri üstlenecek kadar kârlı girişimlerde bulunabilmiş.

Ruhsuz şirketler vitrinde

Horn, buzdağının görünen bu kısmını oluşturan kesime “ruhsuz şirketler” adını veriyor: “Bunlar kesinlikle teknolojik olarak durgun, emek üretkenliğinde neredeyse hiç artış sağlayamayan ve bu nedenle artan sosyal refaha hiçbir katkıda bulunamayan ölümsüzler… Ancak yine de ölmemeleri gerekiyor, çünkü bu, bastırılmış sorunlardan dolayı daha da büyük bir ekonomik krizi tetikleyecektir.

Bir OECD araştırmasına göre, Almanya’daki sermayenin yüzde on ikisinden fazlasının 2013 yılında bu ruhsuz şirketlere bağlı oldukları gözlemlenmiş. Kredi kuruluşu Creditreform, şirketlerin kârlılığının korona krizinden önce zaten büyük ölçüde zayıfladığını ve ekonomik çerçevedeki hafif bir bozulmayla birlikte bu şirketlerin yaklaşık yüzde 20’sinin kırmızı seviyelere itileceğini bildirmiş. Ancak yaşanılan bu ekonomik felç durumu, ruhsuz işletmelerin durumuyla da sınırlı değil. Bu arada, yalnızca birkaç öncü şirket, teknolojik yeniliklerin gerektirdiği maliyet ve riskleri üstlenmek için yeterince kâr sağlayabilmiş. Şirketlerin büyük çoğunluğu ise bu öncüleri takip edecek kadar kâr elde edememiş. Bilimde bu fenomen, teknoloji yayılımının eksikliği olarak tanımlanmaktadır.”

Korona pandemisi veya politikası tarafından tetiklenen ekonomik kriz, bu ruhsuz ekonomi koşulları altında, işgücünün büyük bir kısmı için refahı tehdit etme potansiyeline sahip. Horn, kriz sırasında kaybedilen birçok iş nedeniyle halk refahının giderek azalacağını düşünüyor: “Bununla birlikte, ortaya çıkan bu ruhsuz ekonomi sayesinde iş kayıpları telafi edilebilecek gibi. Hatta ek işler yaratılabilecek, yeni iş modelleri ve teknolojik yenilikler kaydedilecek sanki. Ayrıca, reel ücretler, ancak uzun vadede emek üretkenliği artarsa yükselebilecek konuma gelmiş vaziyette. Daha gelişmiş Japon ruhsuz ekonomi yönetimi örneği, bugün bu gelişmenin öncülük ettiği yerde de görülebilmekte. Oradaki reel ücretler 1990’ların ortasından beri yüzde on düşüş sergilemiş mesela.

İşte sırf yukarıda bahsi geçen nedenlerden dolayı, gittikçe ruhunu kaybeden ve zayıflamış bir ekonominin absürt kurtarma eylemlerine yol açtığı ve tam da bu nedenle kitlelerin refahını düşürdüğü kısır döngüyü kırmak zorundayız. Emek verimliliği kesinlikle siyasi gündemde olmak zorundadır.”

Bu yazı ilk kez 4 Haziran 2021’de yayımlanmıştır.

 

Ekonomi politikası konularına odaklanan Novo dergisinin genel müdürü ve editörü Aleşander Horn’un, IPG Journal’da yayımlanan “Zombiewirtschaft” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Meral Harzem tarafından çevrilmiş ve editoryal katkıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.ipg-journal.de/rubriken/wirtschaft-und-oekologie/artikel/zombiewirtschaft-4530/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x