Altı ay sonra her şey unutulur mu?

Unutarak yaralarımızı sarmaya/iyileşmeye çalışıyoruz. Neden böyle olmamalı? Büyük afetler sonrasında nasıl toplumsal, siyasal dönüşümler yaşanabilir? Deprem sonrası yaşanan dayanışma ruhu bizi nereye götürebilir? Afet sosyolojisi neden önemli, neye yarar? Prof. Dr. Veysel Bozkurt yazdı.

Depremler bu coğrafyanın bir gerçeği. Büyük depremlerin er veya geç olacağını bilsek de, çoğu zaman beklenmedik bir anda geliyorlar. Toplumsal yapıyı derinden sarsıyor, insanların bildiği kuralları işlemez hale getiriyor ve sistemleri krize sokuyorlar. Risk ve belirsizlik artıyor. Korku, kaygı, çaresizlik hayatın bir parçası haline geliyor.

Depremler, çok sayıda bilim disiplinini ilgilendiriyor. Bunların arasında deprem bilimciler, mühendisler, fen bilimciler ve sosyal bilimciler var. Afetin hemen sonrasında deprembilimcileri ve inşaat mühendisleri en dikkatli takip ettiğimiz bilim insanları olurlar. Sonrasında psikologlar, psikiyatrlar, tarihçiler depremi kendi disiplini perspektifinden inceler. Bu liste afetin türüne göre daha da uzayabilir. Ancak istisnasız afetlerin/depremlerin hepsi sosyolojinin temel inceleme nesnesi olan toplumsal yapıdaki sarsıntı ile yakından ilişkilidir.

Afet sosyolojisi

Afet sosyolojisi, afetlerin/depremlerin toplumlar üzerindeki sosyal, ekonomik ve psikolojik etkilerini inceler. Genelde afet sosyolojisi alanındaki araştırmalar yaşanan eşitsizliklere, kırılgan grupların yaşadığı sorunlara, kadınlara, gençlere, aile-içi şiddet, sosyal ağlar gibi konulara odaklanırlar.

Afet sosyolojisi alanında yapılan çalışmalar, politika yapıcılara, toplumsal süreçleri anlamada yol gösterici olabilir. Toplumların afetlere karşı daha dirençli olmalarına katkı sağlayabilir. Kuralların işlememesinin (anominin) yaratacağı sorunları, afet/deprem durumundaki olası çatışmaları, kırılgan grupların ne tür sorunlarla karşı karşıya kalacağını sosyolojik araştırmaların ortaya koyması, olası sorunların çözümünde daha etkin bir mücadeleyi destekleyecektir.

Yaşadıklarımızı çabuk unutuyoruz

Afet sonrasında ise temel sorun, afet sürecinde yaşadıklarımızı çabuk unutmamız. Bir anlamda unutarak yaralarımızı sarmaya/iyileşmeye çalışıyoruz. Ancak bu uzun vadede bize katkı sağlamıyor. Tam aksine bir sonraki afete hazırlıksız yakalanmamıza yol açıyor. Afetlerin yarattığı yıkımın azaltılması için bir şekilde toplumsal hafızayı canlı tutmamız ve politika yapıcıları gerekli önlemleri almaya teşvik etmemiz gerekir. Burada sosyologlar dâhil, farklı disiplinlerden bilim insanlarının araştırmaları farkındalığa katkı sağlayabilir.

Büyük boyutlu depremler/afetler sadece kamu yöneticilerinin müdahalesi ile etkin olarak çözülebilecek sorunlar değildir. Elbette kamu olmazsa olmazdır. Ancak adından da anlaşılacağı şekilde afet, toplumsal yapıyı sarsacak ve kurumları işlemez hale getirecek düzeyde çok büyük boyutludur. Hızlı tepki vermek gerekir. Oysa doğası gereği hiyerarşik bir yapıya sahip bürokratik örgütlenmelerin hemen eyleme geçmesi zordur. Bu sebeple hızlı hareket edebilen esnek/çevik örgütlenme hasarı azaltmak bakımından önemlidir.

Yine görevlilerle koordineli biçimde sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri ve diğer gönüllülerin birlikte sürece katkı sağlaması gerekiyor.

Diğer taraftan sivil toplum geleneği zayıf ülkelerde bu süreç çok büyük ölçüde kamu görevlilerine kalıyor. Örneğin Marmara depremi sonrasında çok sayıda arama-kurtarma derneği kuruldu. Bunlar toplumda ilk yardım dâhil birçok konuda eğitim verdiler ve farkındalık çalışmalarına katıldılar. Ancak ömürleri uzun olmadı. Büyük bir bölümü kapandı.

Marmara depreminin hemen sonrasında (1999’da) yaptığım nicel bir araştırmada deprem sonrasında ne gibi değişiklikler bekliyorsunuz, diye sormuştum. Anketi cevaplayanların yüzde 70’den fazlası altı ay içinde unuturuz diyordu. Hakikaten dedikleri gibi oldu. Deprem riski devam etmekle birlikte, biz depremi unuttuk.

Diğer taraftan ekonomik imkânları kısıtlı insanların sürekli içinde yaşadıkları evin altında kalacağı korkusuyla da yaşamak kolay değil. Burada kamu görevlilerinin sorumluluklarını yerine getirmeleri hayati bir önem taşımakla birlikte, bütün aktörlerin hem afet öncesi hem de sonrasında birlikte çalışması afetlere hazırlanmada ve yaraların sarılmasında son derece etkili olacaktır. Ancak kamu ve sivil toplumun birlikte çalışması farklı bir demokrasi anlayışını gerektiriyor ve biz bunun uzağındayız.

Toplumsal yapının işleyişini nasıl etkiliyor?

Tarihte veba salgını dâhil büyük afetler sonrasında büyük toplumsal dönüşümler yaşandığını görüyoruz. Depremlerden sonra bir taraftan insanlar sorumlu olarak gördükleri müteahhitlere, mühendislere, denetim görevlilerini yerine getirmeyen kamu görevlerine öfkeli hale geliyorlar. Sorumluların bulunup cezalandırılmasını istiyorlar. Depremin boyutları büyüdükçe kayıpların hacmi de büyür. Vatandaş devletin koruyucu şefkat eline en çok bu dönemde ihtiyaç duyar. Yetkililerden temel ihtiyaçlarının karşılanmasını, yıkılan binaların altında kalanların hızla kurtarılmasını ister. Halk devletten adeta depremin geri alınmasını, hayatını kaybedenlerin geri getirilmesini ister. Çoğu zaman artan hoşnutsuzluğun siyasal sonuçları olur.

Depremler, toplumsal dayanışmayı ve işbirliğini de teşvik edebilir. Sivil toplum hareketlerinde geçici de olsa bir canlanma ortaya çıkar. Ülkeler arasındaki gerilim azalır. İnsani yardımlar artar ve sürece katkı sağlamak isteyen kişiler bu çalışmaların içinde yer alır. Diğer taraftan afetlerin bitmesinden hemen sonra da afet sürecinde yaşadıklarımızı hızla unutur ve hiç bir şey olmamış gibi yolumuza devam ederiz.

Hazırlıklı mıyız?

Hazırlıklı olmadığımızı uzun yıllardır deprem bilimleri alanında çalışanlar yüksek sesle defalarca söylediler. Küçük depremlere nispeten hazırlıklı olsak da 17 Ağustos ve 6 Şubat gibi büyük depremlere karşı yapı stoku, organizasyon ve toplum olarak yeterince hazırlıklı olmadığımız ortaya çıktı.

Büyük afetlerden (depremlerden) sonra artan risk ve belirsizlik ve yaşananlara anlam verme ihtiyacı, insanları akıldışı senaryolara/komplo teorilerine daha açık hale getirir. Bu dönemde HAARP gibi komplo teorileri, çoğu zaman öfkeli kitleler için yeni günah keçisi işlevi görür ve kusurlu binaları yapanların sorumluluklarını perdeler.  Eleştirel/analitik düşünme becerileri gelişmemiş toplumlarda halkın en azından bir bölümü için komplo teorileri, hoşnutsuzluğu hayali karanlık güçlere transfer eder. Afet sonrasında toplumsal paranoyanın artma olasılığı beklenebilir.

Oysa afet yönetiminin olmazsa olmazı güven duygusudur. Bu sebeple yöneticilerin güvenilir bilgileri düzenli/açık olarak toplumla paylaşması büyük önem taşır. Bu arada insanların doğrulanmamış haberlerden uzak durmaları ya da okuduklarını birden fazla kaynaktan teyit etmeleri kirli haberlerden korunmalarına katkı sağlayabilir.

Elbette medyanın sorumlu yayıncılık yapması, sosyal medya kullanıcılarının yalan haberleri yaymamaları toplumda güven duygusunu ve dayanışmayı güçlendirirken, aksi çatışmalara ve paniğe zemin hazırlayabilir.  Bu dönemde bilim insanlarının sorumlu konuşmaları ve toplumu bilgilendirmeleri önemlidir.

Böyle dönemlerde yöneticilerin sabırlı olmaları, evlerini ve ailelerini kaybetmiş acılı insanlarla empati yapmaları, politik rekabeti en azından afet sonrasına bırakmaları, toplumun moralini yükseltecek pozitif mesajlar vermeleri, görevli/gönüllü, yerli/yabancı ayrımı yapmadan toplumun ihtiyaçlarını karşılamaları öncelik olmalıdır. Yani insanların gıda, barınma, ulaşım ve mali destek gibi ihtiyaçlarını karşılamak yanında, yaşadıkları travmanın hasarını azaltacak destek mekanizmalarını da sunması gerekir. Çok muhtemeldir ki, depremzedelerin önemli bir bölümü yaşadıkları travmanın ruhlarında açtıkları hasarın etkisini uzun süre taşıyacaklardır.

Depremde yıkılan binalarının ve can kaybının birinci derecede sorumluları müteahhitler, mühendisler, denetim görevini doğru yapmayan kamu görevlileridir. Sorumluların ortaya çıkartılması, cezalandırılması ve teşhir edilmesi, halkın öfkesini kısmen hafifletebilir. Ayrıca bundan sonraki olası istismarcılar için de kısmen uyarı olabilir.

Diğer taraftan toplumda bir deprem bilincinin yerleştirilmesi, şehirlerin depreme karşı dayanıklı hale getirilmesi gelecek depremlerin yaratacağı can ve mal hasarını büyük ölçüde azaltacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 11 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

Veysel Bozkurt
Veysel Bozkurt
Prof. Veysel Bozkurt - İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi. Çalışma ve Endüstri Sosyolojisi, Tutum ve Değerler, Sosyal Medya, Küreselleşme ve Araştırma Yöntemleri üzerine çalışmalarını yürütüyor. “Endüstriyel ve Post-Endüstriyel Dönüşüm”, “Değişen Dünyada Sosyoloji”, “Avrupa Birliği ve Türkiye” kitaplarının yazarı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Altı ay sonra her şey unutulur mu?

Unutarak yaralarımızı sarmaya/iyileşmeye çalışıyoruz. Neden böyle olmamalı? Büyük afetler sonrasında nasıl toplumsal, siyasal dönüşümler yaşanabilir? Deprem sonrası yaşanan dayanışma ruhu bizi nereye götürebilir? Afet sosyolojisi neden önemli, neye yarar? Prof. Dr. Veysel Bozkurt yazdı.

Depremler bu coğrafyanın bir gerçeği. Büyük depremlerin er veya geç olacağını bilsek de, çoğu zaman beklenmedik bir anda geliyorlar. Toplumsal yapıyı derinden sarsıyor, insanların bildiği kuralları işlemez hale getiriyor ve sistemleri krize sokuyorlar. Risk ve belirsizlik artıyor. Korku, kaygı, çaresizlik hayatın bir parçası haline geliyor.

Depremler, çok sayıda bilim disiplinini ilgilendiriyor. Bunların arasında deprem bilimciler, mühendisler, fen bilimciler ve sosyal bilimciler var. Afetin hemen sonrasında deprembilimcileri ve inşaat mühendisleri en dikkatli takip ettiğimiz bilim insanları olurlar. Sonrasında psikologlar, psikiyatrlar, tarihçiler depremi kendi disiplini perspektifinden inceler. Bu liste afetin türüne göre daha da uzayabilir. Ancak istisnasız afetlerin/depremlerin hepsi sosyolojinin temel inceleme nesnesi olan toplumsal yapıdaki sarsıntı ile yakından ilişkilidir.

Afet sosyolojisi

Afet sosyolojisi, afetlerin/depremlerin toplumlar üzerindeki sosyal, ekonomik ve psikolojik etkilerini inceler. Genelde afet sosyolojisi alanındaki araştırmalar yaşanan eşitsizliklere, kırılgan grupların yaşadığı sorunlara, kadınlara, gençlere, aile-içi şiddet, sosyal ağlar gibi konulara odaklanırlar.

Afet sosyolojisi alanında yapılan çalışmalar, politika yapıcılara, toplumsal süreçleri anlamada yol gösterici olabilir. Toplumların afetlere karşı daha dirençli olmalarına katkı sağlayabilir. Kuralların işlememesinin (anominin) yaratacağı sorunları, afet/deprem durumundaki olası çatışmaları, kırılgan grupların ne tür sorunlarla karşı karşıya kalacağını sosyolojik araştırmaların ortaya koyması, olası sorunların çözümünde daha etkin bir mücadeleyi destekleyecektir.

Yaşadıklarımızı çabuk unutuyoruz

Afet sonrasında ise temel sorun, afet sürecinde yaşadıklarımızı çabuk unutmamız. Bir anlamda unutarak yaralarımızı sarmaya/iyileşmeye çalışıyoruz. Ancak bu uzun vadede bize katkı sağlamıyor. Tam aksine bir sonraki afete hazırlıksız yakalanmamıza yol açıyor. Afetlerin yarattığı yıkımın azaltılması için bir şekilde toplumsal hafızayı canlı tutmamız ve politika yapıcıları gerekli önlemleri almaya teşvik etmemiz gerekir. Burada sosyologlar dâhil, farklı disiplinlerden bilim insanlarının araştırmaları farkındalığa katkı sağlayabilir.

Büyük boyutlu depremler/afetler sadece kamu yöneticilerinin müdahalesi ile etkin olarak çözülebilecek sorunlar değildir. Elbette kamu olmazsa olmazdır. Ancak adından da anlaşılacağı şekilde afet, toplumsal yapıyı sarsacak ve kurumları işlemez hale getirecek düzeyde çok büyük boyutludur. Hızlı tepki vermek gerekir. Oysa doğası gereği hiyerarşik bir yapıya sahip bürokratik örgütlenmelerin hemen eyleme geçmesi zordur. Bu sebeple hızlı hareket edebilen esnek/çevik örgütlenme hasarı azaltmak bakımından önemlidir.

Yine görevlilerle koordineli biçimde sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri ve diğer gönüllülerin birlikte sürece katkı sağlaması gerekiyor.

Diğer taraftan sivil toplum geleneği zayıf ülkelerde bu süreç çok büyük ölçüde kamu görevlilerine kalıyor. Örneğin Marmara depremi sonrasında çok sayıda arama-kurtarma derneği kuruldu. Bunlar toplumda ilk yardım dâhil birçok konuda eğitim verdiler ve farkındalık çalışmalarına katıldılar. Ancak ömürleri uzun olmadı. Büyük bir bölümü kapandı.

Marmara depreminin hemen sonrasında (1999’da) yaptığım nicel bir araştırmada deprem sonrasında ne gibi değişiklikler bekliyorsunuz, diye sormuştum. Anketi cevaplayanların yüzde 70’den fazlası altı ay içinde unuturuz diyordu. Hakikaten dedikleri gibi oldu. Deprem riski devam etmekle birlikte, biz depremi unuttuk.

Diğer taraftan ekonomik imkânları kısıtlı insanların sürekli içinde yaşadıkları evin altında kalacağı korkusuyla da yaşamak kolay değil. Burada kamu görevlilerinin sorumluluklarını yerine getirmeleri hayati bir önem taşımakla birlikte, bütün aktörlerin hem afet öncesi hem de sonrasında birlikte çalışması afetlere hazırlanmada ve yaraların sarılmasında son derece etkili olacaktır. Ancak kamu ve sivil toplumun birlikte çalışması farklı bir demokrasi anlayışını gerektiriyor ve biz bunun uzağındayız.

Toplumsal yapının işleyişini nasıl etkiliyor?

Tarihte veba salgını dâhil büyük afetler sonrasında büyük toplumsal dönüşümler yaşandığını görüyoruz. Depremlerden sonra bir taraftan insanlar sorumlu olarak gördükleri müteahhitlere, mühendislere, denetim görevlilerini yerine getirmeyen kamu görevlerine öfkeli hale geliyorlar. Sorumluların bulunup cezalandırılmasını istiyorlar. Depremin boyutları büyüdükçe kayıpların hacmi de büyür. Vatandaş devletin koruyucu şefkat eline en çok bu dönemde ihtiyaç duyar. Yetkililerden temel ihtiyaçlarının karşılanmasını, yıkılan binaların altında kalanların hızla kurtarılmasını ister. Halk devletten adeta depremin geri alınmasını, hayatını kaybedenlerin geri getirilmesini ister. Çoğu zaman artan hoşnutsuzluğun siyasal sonuçları olur.

Depremler, toplumsal dayanışmayı ve işbirliğini de teşvik edebilir. Sivil toplum hareketlerinde geçici de olsa bir canlanma ortaya çıkar. Ülkeler arasındaki gerilim azalır. İnsani yardımlar artar ve sürece katkı sağlamak isteyen kişiler bu çalışmaların içinde yer alır. Diğer taraftan afetlerin bitmesinden hemen sonra da afet sürecinde yaşadıklarımızı hızla unutur ve hiç bir şey olmamış gibi yolumuza devam ederiz.

Hazırlıklı mıyız?

Hazırlıklı olmadığımızı uzun yıllardır deprem bilimleri alanında çalışanlar yüksek sesle defalarca söylediler. Küçük depremlere nispeten hazırlıklı olsak da 17 Ağustos ve 6 Şubat gibi büyük depremlere karşı yapı stoku, organizasyon ve toplum olarak yeterince hazırlıklı olmadığımız ortaya çıktı.

Büyük afetlerden (depremlerden) sonra artan risk ve belirsizlik ve yaşananlara anlam verme ihtiyacı, insanları akıldışı senaryolara/komplo teorilerine daha açık hale getirir. Bu dönemde HAARP gibi komplo teorileri, çoğu zaman öfkeli kitleler için yeni günah keçisi işlevi görür ve kusurlu binaları yapanların sorumluluklarını perdeler.  Eleştirel/analitik düşünme becerileri gelişmemiş toplumlarda halkın en azından bir bölümü için komplo teorileri, hoşnutsuzluğu hayali karanlık güçlere transfer eder. Afet sonrasında toplumsal paranoyanın artma olasılığı beklenebilir.

Oysa afet yönetiminin olmazsa olmazı güven duygusudur. Bu sebeple yöneticilerin güvenilir bilgileri düzenli/açık olarak toplumla paylaşması büyük önem taşır. Bu arada insanların doğrulanmamış haberlerden uzak durmaları ya da okuduklarını birden fazla kaynaktan teyit etmeleri kirli haberlerden korunmalarına katkı sağlayabilir.

Elbette medyanın sorumlu yayıncılık yapması, sosyal medya kullanıcılarının yalan haberleri yaymamaları toplumda güven duygusunu ve dayanışmayı güçlendirirken, aksi çatışmalara ve paniğe zemin hazırlayabilir.  Bu dönemde bilim insanlarının sorumlu konuşmaları ve toplumu bilgilendirmeleri önemlidir.

Böyle dönemlerde yöneticilerin sabırlı olmaları, evlerini ve ailelerini kaybetmiş acılı insanlarla empati yapmaları, politik rekabeti en azından afet sonrasına bırakmaları, toplumun moralini yükseltecek pozitif mesajlar vermeleri, görevli/gönüllü, yerli/yabancı ayrımı yapmadan toplumun ihtiyaçlarını karşılamaları öncelik olmalıdır. Yani insanların gıda, barınma, ulaşım ve mali destek gibi ihtiyaçlarını karşılamak yanında, yaşadıkları travmanın hasarını azaltacak destek mekanizmalarını da sunması gerekir. Çok muhtemeldir ki, depremzedelerin önemli bir bölümü yaşadıkları travmanın ruhlarında açtıkları hasarın etkisini uzun süre taşıyacaklardır.

Depremde yıkılan binalarının ve can kaybının birinci derecede sorumluları müteahhitler, mühendisler, denetim görevini doğru yapmayan kamu görevlileridir. Sorumluların ortaya çıkartılması, cezalandırılması ve teşhir edilmesi, halkın öfkesini kısmen hafifletebilir. Ayrıca bundan sonraki olası istismarcılar için de kısmen uyarı olabilir.

Diğer taraftan toplumda bir deprem bilincinin yerleştirilmesi, şehirlerin depreme karşı dayanıklı hale getirilmesi gelecek depremlerin yaratacağı can ve mal hasarını büyük ölçüde azaltacaktır.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 11 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

Veysel Bozkurt
Veysel Bozkurt
Prof. Veysel Bozkurt - İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi. Çalışma ve Endüstri Sosyolojisi, Tutum ve Değerler, Sosyal Medya, Küreselleşme ve Araştırma Yöntemleri üzerine çalışmalarını yürütüyor. “Endüstriyel ve Post-Endüstriyel Dönüşüm”, “Değişen Dünyada Sosyoloji”, “Avrupa Birliği ve Türkiye” kitaplarının yazarı.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x