Annelik içgüdüsü bir mit mi?

Bebeğinizin ağlaması ne anlama geliyor? Aç mı? Bezi mi değişmeli? Cevabı bilemiyorsanız “annelik içgüdüm yok” diye üzülmeyin. Bilimsel araştırmalar bambaşka bir gerçeği ortaya koyuyor.

Bir bebeğin ağlaması kadar aciliyet ve endişe uyandıran bir ses yoktur. Nesiller boyunca ebeveynlere, bu ilkel sinyali çözmenin ‘annelik içgüdüsü’yle ilgili olduğu, yani çocuğun neye ihtiyacı olduğunu doğuştan bilmekle açıklandığı söylenmiştir. Ancak güncel çalışmalar, bu uzun süredir var olan inancı sorgulayarak, ağlamaların gizli mesajlardan çok bağlam, öğrenme ve işbirliği ile ilgili olduğunu ortaya koyuyor.

Saint-Etienne Üniversitesi’nde eğitim veren nörobilim ve biyoakustik profesörü Nicolas Mathevon, The Conversation için kaleme aldığı yazısında, bebek ağlamaları ile ilgili çalışmalar ışığında ağlamaların gerçekte neyi ifade ettiğini, annelik içgüdüsünün neden bir mit olduğunu ve bilimin, hepimizin bir bebeğin ihtiyaçlarını karşılamak üzere nasıl uyum sağladığını gösteren olağanüstü mekanizmaları nasıl ortaya koyduğunu anlatıyor.

Yazının öne çıkan bazı kısımlarını paylaşıyoruz:

“Gecenin sessizliğini yarıp geçen bir ses: Boğuk bir ağlama, ardından gelen hıçkırıklar, kısa sürede tiz ve çılgın bir feryada dönüşüyor. Her ebeveyn veya bakıcı için bu, tanıdık ve acil bir harekete geçme çağrısıdır. Peki, bu çağrı ne içindir? Bebek aç mı? Acı mı çekiyor? Yalnız mı? Yoksa sadece rahatsız mı? Nesiller boyunca, bu ilkel dili anlamanın sezgi meselesi olduğu, bir annenin çocuğunun ihtiyaçlarını tahmin etmesini sağlayan “annelik içgüdüsü” olduğu söylendi. Toplum genellikle bu fikri pekiştirerek, her şeyi bilen gibi görünen, yarı psişik süper ebeveynlerden oluşan bir elit sınıf yarattı ve mesajı hemen çözemeyen birçok kişiyi yetersiz ve suçlu hissettirdi.

Bir biyoakustik araştırmacısı olarak, yıllarımı timsah yavrularının yumurtadan çıkma zamanlarını senkronize etmek ve ebeveynlerini yuvayı kazmaya zorlamak için çıkardıkları yumuşak seslerden zebra ispinozlarının eşlerini tanımalarını sağlayan seslere kadar hayvanların iletişimini inceleyerek geçirdim. Dikkatimi kendi türümüze çevirdiğimde ve insan bebeklerinin ağlamalarının en az onun kadar gizemli olduğunu keşfettiğimde çok şaşırdım. Meslektaşlarım ve ben, on yılı aşkın bir süredir akustik analiz, psikoakustik deneyler ve nöro-görüntüleme araçlarını bu mahrem dünyada kullanıyoruz. Kitabım Bebeklerin Ağlamalarının Mahrem Dünyası (The intimate world of babies’ cries) ayrıntılı olarak anlattığım bulgularımız, en değerli inançlarımızın çoğunu sorguluyor ve insan iletişiminin bu temel biçimini anlamak için yeni, kanıta dayalı bir çerçeve sunuyor.

Bilmeniz gereken ilk ve belki de en önemli şey ise şu: Sadece ağlama sesinden bebeğinizin neden ağladığını anlayamazsınız.

“Ağlama dili” mitini çürütmek

Birçok ebeveyn, “ağlama uzmanı” olmak için büyük baskı hissediyor ve bu endişeden yararlanmak için bütün bir endüstri ortaya çıktı. Ağlamaları “acıktım”, “bezimi değiştir“, ”yorgunum” gibi belirli ihtiyaçlara çevirmeyi vaat eden uygulamalar, cihazlar ve pahalı eğitim programları var. Ancak araştırmamız, bu iddiaların dayanaksız olduğunu gösteriyor.

Bunu bilimsel olarak test etmek için büyük ölçekli bir çalışma yaptık. 24 bebeğin odasına otomatik kayıt cihazları yerleştirdik ve ilk dört aylık yaşamlarının çeşitli dönemlerinde iki gün boyunca sürekli kayıt yaptık. Bu, yaklaşık 40.000 ağlama “hecesini” içeren 3.600 saatlik devasa bir kayıt veri seti ile sonuçlandı. Özenli ebeveynler, bebeği sakinleştiren eylemleri dikkatlice kaydettiler ve bize her ağlamanın “nedenini” verdiler: açlık (biberonla sakinleştirildi), rahatsızlık (bezini değiştirerek sakinleştirildi) veya yalnızlık (kucağa alınarak sakinleştirildi). Daha sonra makine öğrenimi algoritmaları kullanarak, bu binlerce ağlamanın akustik özellikleri üzerine bir yapay zeka eğitimi verdik ve nedenini belirlemeyi öğrenip öğrenemeyeceğini gördük. Belirgin bir “açlık ağlaması” veya “rahatsızlık ağlaması” varsa yapay zeka bunu tespit edebilmeliydi.

Sonuç tam bir fiyaskoydu. Yapay zekanın başarı oranı sadece %36 idi ve bu oran, tamamen şans eseri elde edilecek %33’lük oranın biraz üzerindeydi. Bunun sadece teknolojinin sınırlılığından kaynaklanmadığından emin olmak için, deneyi insan dinleyicilerle tekrarladık. Önce ebeveynlere ve ebeveyn olmayanlara, tıpkı gerçek hayatta bir ebeveynin yapacağı gibi, belirli bir bebeğin ağlamalarını “öğrettik” ve ardından aynı bebeğin yeni ağlamalarının nedenini belirlemelerini istedik. Onlar da daha iyi bir sonuç elde edemediler ve sadece %35 puan aldılar. Yemek için ağlamanın akustik sinyalinin, rahatsızlık için ağlamadan ayırt edilebilir bir farkının olmadığı ortaya çıktı.

Bu, ebeveynlerin bebeklerinin neye ihtiyacı olduğunu anlayamadıkları anlamına gelmez. Bu sadece ağlamanın kendisinin bir sözlük girdisi olmadığı anlamına gelir. Ağlama bir alarm zili gibidir. Onu çözmenizi sağlayan, arkasında yatan bağlam hakkındaki sahip olduğunuz bilgidir. “Son beslenmeden bu yana üç saat geçti, muhtemelen acıkmıştır” “Bezinin dolu olduğunu hissettim”, “Bir süredir beşikte yalnız kalmış” Siz bir dedektifsiniz; ağlama yalnızca sebebini ayırt edeceğiniz, ilk uyarıdır.

Ağlama bize aslında ne anlatıyor?

Ağlamalar nedenini belirtmiyorsa, hangi bilgileri güvenilir bir şekilde aktarıyorlar? Araştırmamız, ağlamaların iki önemli bilgiyi aktardığını gösteriyor.

İlki statik bilgi, yani bebeğin kendine özgü ses kimliği. Her yetişkinin kendine özgü bir sesi olduğu gibi, her bebeğin de kendine özgü bir ağlama sesi vardır ve bu ses esas olarak ağlamasının temel frekansı (perdesi) tarafından belirlenir. Bu, bireysel anatomilerinin; gırtlak ve ses telleri boyutlarının bir sonucudur. Bu nedenle, bebek odasında bebeğinizin ağlamasını tanıyabilirsiniz. İlginçtir ki, bebeklerin bireysel bir sesleri olsa da, bebeğin cinsiyeti bu sese etki etmez. Erkek ve kız bebeklerin gırtlakları aynı boyuttadır. Yine de, yetişkinler yüksek perdeli ağlamaları kızlara, düşük perdeli ağlamaları erkeklere atfederler ve yetişkin sesleri hakkındaki bilgilerini bebeklere yansıtırlar.

İkinci ve daha acil olan bilgi ise dinamiktir: bebeğin sıkıntı düzeyi. Bu, ağlamada kodlanan en önemli mesajdır ve sesin tizliği veya yüksekliği ile değil, “akustik pürüzlülük” olarak adlandırdığımız bir özellik ile aktarılır. Örneğin, banyodan sonra biraz üşümekten kaynaklanan basit bir rahatsızlığın ağlaması nispeten uyumlu ve melodik olur. Ses telleri düzenli ve sabit bir şekilde titreşir. Ancak rutin aşılar sırasında kaydettiğimiz gerçek acıdan kaynaklanan ağlama, dramatik bir şekilde farklıdır. Kaotik, pürüzlü ve tiz hale gelir. Bunun nedeni, ağrının yarattığı stresin bebeğin ses tellerinden geçen havayı artırması ve ses tellerinin düzensiz, doğrusal olmayan bir şekilde titreşmesidir. Flütün temiz bir notası ile çok sert üflediğinizde çıkardığı sert, kaotik ses arasındaki farkı düşünün. Bu sertlik, kaos ve ani frekans sıçramaları gibi akustik fenomenlerin bir araya gelmesiyle oluşur ve yüksek düzeyde sıkıntıya işaret eden evrensel ve açık bir işarettir.

Bu, içgüdüden ziyade öğrenilmiş bir şeydir

Peki, bu karmaşık sinyalleri en iyi kim çözebilir?

Yaygın olan “anne içgüdüsü” efsanesi, annelerin biyolojik olarak bu göreve uygun olarak yaratıldıklarını öne sürer. Çalışmamız bu efsaneyi tamamen çürütüyor. Kazların, yuvarlanmış yumurtayı yeniden yuvaya getirmesi gibi içgüdüler, doğuştan gelen ve otomatik olan davranışlardır. Ağlamayı anlamak ise bununla hiç alakalı değildir.

Yürüttüğümüz önemli çalışmalardan birinde, anne ve babaların kendi bebeklerinin ağlamasını diğer bebeklerin ağlamalarından ayırt etme becerilerini test ettik. İki grup arasında performans açısından hiçbir fark bulamadık. En önemli tek faktör, bebekle geçirilen zamanın miktarıydı. Bebekleriyle aynı oranda zaman geçiren babalar, bu konuda anneler kadar becerikliydi. Ağlamaları anlamlandırma becerisi doğuştan gelen bir beceri değildir; maruz kalma yoluyla öğrenilir. Bu bulguyu, ebeveyn olmayan kişilerle yaptığımız çalışmalarda da doğruladık.

Çocuk sahibi olmamış yetişkinlerin, 60 saniyeden az bir süre dinledikten sonra belirli bir bebeğin sesini tanıyabildiklerini gördük. Bebek bakıcılığı veya küçük kardeşleri büyütme gibi çocuk bakımı deneyimi olanlar, deneyimi olmayanlara göre bebeğin ağlamasını tanımada önemli ölçüde daha başarılı oldular.

Bu, evrimsel açıdan tamamen mantıklı. İnsanlar “işbirlikçi yetiştiricilerdir”. Annenin bebeğiyle neredeyse münhasır bir ilişki kurduğu birçok primattan farklı olarak, insan bebekleri tarihsel olarak babalar, büyükanne ve büyükbabalar, kardeşler ve topluluğun diğer üyeleri gibi bir dizi kişi tarafından bakılmıştır. Kung gibi bazı avcı-toplayıcı toplumlarda, bir bebeğin 14’e kadar farklı bakıcısı olabilir. Yalnızca anneye özgü, doğuştan gelen bir ‘içgüdü’, kolektif bakıma dayanan bir tür için büyük bir dezavantaj olurdu.

Ağlamanın beyin üzerindeki etkisi: Deneyim her şeyi yeniden şekillendirir

Nörobilimsel araştırmalarımız, bu öğrenme sürecinin nasıl işlediğini ortaya koyuyor. Bir bebeğin ağlamasını duyduğumuzda, “bebek ağlaması beyin konektomu” olarak adlandırılan bir dizi beyin bölgesi harekete geçer. MRI taramaları kullanarak, ağlamanın işitsel merkezleri, başkalarının duygularını hissetmemizi sağlayan empati ağını, başkalarının yerine kendimizi koymamızı sağlayan ayna nöron ağını ve duygu düzenleme ve karar vermeyle ilgili alanları harekete geçirdiğini gözlemledik.

Önemli bir nokta ise bu tepkinin herkes için aynı olmaması. Ebeveynlerin ve ebeveyn olmayanların beyin aktivitelerini karşılaştırdığımızda, herkesin beyni tepki verse de “ebeveyn beyni”nin farklı olduğunu gördük. Bebeklerle olan deneyimler bu sinir ağlarını güçlendirir. Örneğin, ebeveynlerin beyinleri tepki planlama ve uygulama ile ilişkili bölgelerde daha fazla aktivite gösterirken, ebeveyn olmayanlar daha ham, kontrolsüz duygusal ve empatik tepkiler gösterir. Ebeveynlerin tepkisi, yalnızca sıkıntıyı hissetmekten çıkıp aktif sorun çözmeye yönelir. Ayrıca, beynin “ebeveynlik uyanıklığı” ağının ne kadar yoğun aktive olacağının en güçlü belirleyicisinin cinsiyet değil, bireysel empati düzeyleri olduğunu bulduk. Ebeveynlik, pratikle geliştirilen bir beceridir ve erkek ya da kadın, kendini bu işe adamış her ebeveynin beynini fiziksel olarak yeniden şekillendirir.

Bunun önemi: Başa çıkmaktan işbirliğine

Ağlamanın bilimini anlamak sadece akademik bir çalışma değil; gerçek dünyada da derin etkileri var. Sürekli ağlama, özellikle bebeklerin dörtte birini etkileyen kolik nedeniyle, ebeveynlerin stres, uykusuzluk ve yorgunluğunun başlıca nedenidir. Bu yorgunluk beraberinde başarısızlık hissi getirebilir ve en kötü durumlarda, önlenebilir bir istismar türü olan sarsılmış bebek sendromunu tetikleyebilir.

Ağlamanın ne anlama geldiğini “sadece bilmek” zorunda olmadığınızı bilmek, inanılmaz derecede özgürleştirici olabilir. Bu, suçluluk duygusunun yükünü hafifletir ve asıl göreve, yani bağlamı kontrol etmeye, sıkıntının düzeyini değerlendirmeye (ağlama sert mi yoksa melodik mi?) ve çözümleri denemeye odaklanmanıza olanak tanır. En önemlisi, bilim, türümüzün en büyük gücü olan işbirliğine işaret eder. Her insanın deneyim yoluyla uzman bir ebeveyn olabileceği gerçeği, bunu tek başına yapmanız gerekmediğini gösterir. Dayanılmaz ağlamalar, çok ihtiyaç duyduğunuz bir mola için eşinize, büyükanne veya büyükbabanıza ya da bir arkadaşınıza devredilebildiğinde dayanılır hale gelir.

Bu nedenle, bir dahaki sefere gece yarısı o keskin ağlamayı duyduğunuzda, bunun gerçekte ne olduğunu hatırlayın: doğuştan gelen yeteneklerinizin bir sınaması veya ebeveynlik becerilerinizin bir değerlendirmesi değil, basit ve güçlü bir alarmdır. Bu, mistik bir içgüdüyle değil, şefkatli, dikkatli ve deneyimli bir insan beyniyle yanıtlanması gereken bir sinyaldir. Ve kendinizi bunalmış hissediyorsanız, bilimsel olarak en sağlam ve evrimsel olarak en uygun tepki yardım istemektir.”

Bu yazı ilk kez 10 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

Nicolas Mathevon, The Conversation web sitesinde yayınlanan “What babies’ cries really tell us – and why maternal instinct is a myth” başlıklı yazıdan öne çıkan bazı bölümler Caner Köseler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linklerden erişebilirsiniz: https://theconversation.com/what-babies-cries-really-tell-us-and-why-maternal-instinct-is-a-myth-264525

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Annelik içgüdüsü bir mit mi?

Bebeğinizin ağlaması ne anlama geliyor? Aç mı? Bezi mi değişmeli? Cevabı bilemiyorsanız “annelik içgüdüm yok” diye üzülmeyin. Bilimsel araştırmalar bambaşka bir gerçeği ortaya koyuyor.

Bir bebeğin ağlaması kadar aciliyet ve endişe uyandıran bir ses yoktur. Nesiller boyunca ebeveynlere, bu ilkel sinyali çözmenin ‘annelik içgüdüsü’yle ilgili olduğu, yani çocuğun neye ihtiyacı olduğunu doğuştan bilmekle açıklandığı söylenmiştir. Ancak güncel çalışmalar, bu uzun süredir var olan inancı sorgulayarak, ağlamaların gizli mesajlardan çok bağlam, öğrenme ve işbirliği ile ilgili olduğunu ortaya koyuyor.

Saint-Etienne Üniversitesi’nde eğitim veren nörobilim ve biyoakustik profesörü Nicolas Mathevon, The Conversation için kaleme aldığı yazısında, bebek ağlamaları ile ilgili çalışmalar ışığında ağlamaların gerçekte neyi ifade ettiğini, annelik içgüdüsünün neden bir mit olduğunu ve bilimin, hepimizin bir bebeğin ihtiyaçlarını karşılamak üzere nasıl uyum sağladığını gösteren olağanüstü mekanizmaları nasıl ortaya koyduğunu anlatıyor.

Yazının öne çıkan bazı kısımlarını paylaşıyoruz:

“Gecenin sessizliğini yarıp geçen bir ses: Boğuk bir ağlama, ardından gelen hıçkırıklar, kısa sürede tiz ve çılgın bir feryada dönüşüyor. Her ebeveyn veya bakıcı için bu, tanıdık ve acil bir harekete geçme çağrısıdır. Peki, bu çağrı ne içindir? Bebek aç mı? Acı mı çekiyor? Yalnız mı? Yoksa sadece rahatsız mı? Nesiller boyunca, bu ilkel dili anlamanın sezgi meselesi olduğu, bir annenin çocuğunun ihtiyaçlarını tahmin etmesini sağlayan “annelik içgüdüsü” olduğu söylendi. Toplum genellikle bu fikri pekiştirerek, her şeyi bilen gibi görünen, yarı psişik süper ebeveynlerden oluşan bir elit sınıf yarattı ve mesajı hemen çözemeyen birçok kişiyi yetersiz ve suçlu hissettirdi.

Bir biyoakustik araştırmacısı olarak, yıllarımı timsah yavrularının yumurtadan çıkma zamanlarını senkronize etmek ve ebeveynlerini yuvayı kazmaya zorlamak için çıkardıkları yumuşak seslerden zebra ispinozlarının eşlerini tanımalarını sağlayan seslere kadar hayvanların iletişimini inceleyerek geçirdim. Dikkatimi kendi türümüze çevirdiğimde ve insan bebeklerinin ağlamalarının en az onun kadar gizemli olduğunu keşfettiğimde çok şaşırdım. Meslektaşlarım ve ben, on yılı aşkın bir süredir akustik analiz, psikoakustik deneyler ve nöro-görüntüleme araçlarını bu mahrem dünyada kullanıyoruz. Kitabım Bebeklerin Ağlamalarının Mahrem Dünyası (The intimate world of babies’ cries) ayrıntılı olarak anlattığım bulgularımız, en değerli inançlarımızın çoğunu sorguluyor ve insan iletişiminin bu temel biçimini anlamak için yeni, kanıta dayalı bir çerçeve sunuyor.

Bilmeniz gereken ilk ve belki de en önemli şey ise şu: Sadece ağlama sesinden bebeğinizin neden ağladığını anlayamazsınız.

“Ağlama dili” mitini çürütmek

Birçok ebeveyn, “ağlama uzmanı” olmak için büyük baskı hissediyor ve bu endişeden yararlanmak için bütün bir endüstri ortaya çıktı. Ağlamaları “acıktım”, “bezimi değiştir“, ”yorgunum” gibi belirli ihtiyaçlara çevirmeyi vaat eden uygulamalar, cihazlar ve pahalı eğitim programları var. Ancak araştırmamız, bu iddiaların dayanaksız olduğunu gösteriyor.

Bunu bilimsel olarak test etmek için büyük ölçekli bir çalışma yaptık. 24 bebeğin odasına otomatik kayıt cihazları yerleştirdik ve ilk dört aylık yaşamlarının çeşitli dönemlerinde iki gün boyunca sürekli kayıt yaptık. Bu, yaklaşık 40.000 ağlama “hecesini” içeren 3.600 saatlik devasa bir kayıt veri seti ile sonuçlandı. Özenli ebeveynler, bebeği sakinleştiren eylemleri dikkatlice kaydettiler ve bize her ağlamanın “nedenini” verdiler: açlık (biberonla sakinleştirildi), rahatsızlık (bezini değiştirerek sakinleştirildi) veya yalnızlık (kucağa alınarak sakinleştirildi). Daha sonra makine öğrenimi algoritmaları kullanarak, bu binlerce ağlamanın akustik özellikleri üzerine bir yapay zeka eğitimi verdik ve nedenini belirlemeyi öğrenip öğrenemeyeceğini gördük. Belirgin bir “açlık ağlaması” veya “rahatsızlık ağlaması” varsa yapay zeka bunu tespit edebilmeliydi.

Sonuç tam bir fiyaskoydu. Yapay zekanın başarı oranı sadece %36 idi ve bu oran, tamamen şans eseri elde edilecek %33’lük oranın biraz üzerindeydi. Bunun sadece teknolojinin sınırlılığından kaynaklanmadığından emin olmak için, deneyi insan dinleyicilerle tekrarladık. Önce ebeveynlere ve ebeveyn olmayanlara, tıpkı gerçek hayatta bir ebeveynin yapacağı gibi, belirli bir bebeğin ağlamalarını “öğrettik” ve ardından aynı bebeğin yeni ağlamalarının nedenini belirlemelerini istedik. Onlar da daha iyi bir sonuç elde edemediler ve sadece %35 puan aldılar. Yemek için ağlamanın akustik sinyalinin, rahatsızlık için ağlamadan ayırt edilebilir bir farkının olmadığı ortaya çıktı.

Bu, ebeveynlerin bebeklerinin neye ihtiyacı olduğunu anlayamadıkları anlamına gelmez. Bu sadece ağlamanın kendisinin bir sözlük girdisi olmadığı anlamına gelir. Ağlama bir alarm zili gibidir. Onu çözmenizi sağlayan, arkasında yatan bağlam hakkındaki sahip olduğunuz bilgidir. “Son beslenmeden bu yana üç saat geçti, muhtemelen acıkmıştır” “Bezinin dolu olduğunu hissettim”, “Bir süredir beşikte yalnız kalmış” Siz bir dedektifsiniz; ağlama yalnızca sebebini ayırt edeceğiniz, ilk uyarıdır.

Ağlama bize aslında ne anlatıyor?

Ağlamalar nedenini belirtmiyorsa, hangi bilgileri güvenilir bir şekilde aktarıyorlar? Araştırmamız, ağlamaların iki önemli bilgiyi aktardığını gösteriyor.

İlki statik bilgi, yani bebeğin kendine özgü ses kimliği. Her yetişkinin kendine özgü bir sesi olduğu gibi, her bebeğin de kendine özgü bir ağlama sesi vardır ve bu ses esas olarak ağlamasının temel frekansı (perdesi) tarafından belirlenir. Bu, bireysel anatomilerinin; gırtlak ve ses telleri boyutlarının bir sonucudur. Bu nedenle, bebek odasında bebeğinizin ağlamasını tanıyabilirsiniz. İlginçtir ki, bebeklerin bireysel bir sesleri olsa da, bebeğin cinsiyeti bu sese etki etmez. Erkek ve kız bebeklerin gırtlakları aynı boyuttadır. Yine de, yetişkinler yüksek perdeli ağlamaları kızlara, düşük perdeli ağlamaları erkeklere atfederler ve yetişkin sesleri hakkındaki bilgilerini bebeklere yansıtırlar.

İkinci ve daha acil olan bilgi ise dinamiktir: bebeğin sıkıntı düzeyi. Bu, ağlamada kodlanan en önemli mesajdır ve sesin tizliği veya yüksekliği ile değil, “akustik pürüzlülük” olarak adlandırdığımız bir özellik ile aktarılır. Örneğin, banyodan sonra biraz üşümekten kaynaklanan basit bir rahatsızlığın ağlaması nispeten uyumlu ve melodik olur. Ses telleri düzenli ve sabit bir şekilde titreşir. Ancak rutin aşılar sırasında kaydettiğimiz gerçek acıdan kaynaklanan ağlama, dramatik bir şekilde farklıdır. Kaotik, pürüzlü ve tiz hale gelir. Bunun nedeni, ağrının yarattığı stresin bebeğin ses tellerinden geçen havayı artırması ve ses tellerinin düzensiz, doğrusal olmayan bir şekilde titreşmesidir. Flütün temiz bir notası ile çok sert üflediğinizde çıkardığı sert, kaotik ses arasındaki farkı düşünün. Bu sertlik, kaos ve ani frekans sıçramaları gibi akustik fenomenlerin bir araya gelmesiyle oluşur ve yüksek düzeyde sıkıntıya işaret eden evrensel ve açık bir işarettir.

Bu, içgüdüden ziyade öğrenilmiş bir şeydir

Peki, bu karmaşık sinyalleri en iyi kim çözebilir?

Yaygın olan “anne içgüdüsü” efsanesi, annelerin biyolojik olarak bu göreve uygun olarak yaratıldıklarını öne sürer. Çalışmamız bu efsaneyi tamamen çürütüyor. Kazların, yuvarlanmış yumurtayı yeniden yuvaya getirmesi gibi içgüdüler, doğuştan gelen ve otomatik olan davranışlardır. Ağlamayı anlamak ise bununla hiç alakalı değildir.

Yürüttüğümüz önemli çalışmalardan birinde, anne ve babaların kendi bebeklerinin ağlamasını diğer bebeklerin ağlamalarından ayırt etme becerilerini test ettik. İki grup arasında performans açısından hiçbir fark bulamadık. En önemli tek faktör, bebekle geçirilen zamanın miktarıydı. Bebekleriyle aynı oranda zaman geçiren babalar, bu konuda anneler kadar becerikliydi. Ağlamaları anlamlandırma becerisi doğuştan gelen bir beceri değildir; maruz kalma yoluyla öğrenilir. Bu bulguyu, ebeveyn olmayan kişilerle yaptığımız çalışmalarda da doğruladık.

Çocuk sahibi olmamış yetişkinlerin, 60 saniyeden az bir süre dinledikten sonra belirli bir bebeğin sesini tanıyabildiklerini gördük. Bebek bakıcılığı veya küçük kardeşleri büyütme gibi çocuk bakımı deneyimi olanlar, deneyimi olmayanlara göre bebeğin ağlamasını tanımada önemli ölçüde daha başarılı oldular.

Bu, evrimsel açıdan tamamen mantıklı. İnsanlar “işbirlikçi yetiştiricilerdir”. Annenin bebeğiyle neredeyse münhasır bir ilişki kurduğu birçok primattan farklı olarak, insan bebekleri tarihsel olarak babalar, büyükanne ve büyükbabalar, kardeşler ve topluluğun diğer üyeleri gibi bir dizi kişi tarafından bakılmıştır. Kung gibi bazı avcı-toplayıcı toplumlarda, bir bebeğin 14’e kadar farklı bakıcısı olabilir. Yalnızca anneye özgü, doğuştan gelen bir ‘içgüdü’, kolektif bakıma dayanan bir tür için büyük bir dezavantaj olurdu.

Ağlamanın beyin üzerindeki etkisi: Deneyim her şeyi yeniden şekillendirir

Nörobilimsel araştırmalarımız, bu öğrenme sürecinin nasıl işlediğini ortaya koyuyor. Bir bebeğin ağlamasını duyduğumuzda, “bebek ağlaması beyin konektomu” olarak adlandırılan bir dizi beyin bölgesi harekete geçer. MRI taramaları kullanarak, ağlamanın işitsel merkezleri, başkalarının duygularını hissetmemizi sağlayan empati ağını, başkalarının yerine kendimizi koymamızı sağlayan ayna nöron ağını ve duygu düzenleme ve karar vermeyle ilgili alanları harekete geçirdiğini gözlemledik.

Önemli bir nokta ise bu tepkinin herkes için aynı olmaması. Ebeveynlerin ve ebeveyn olmayanların beyin aktivitelerini karşılaştırdığımızda, herkesin beyni tepki verse de “ebeveyn beyni”nin farklı olduğunu gördük. Bebeklerle olan deneyimler bu sinir ağlarını güçlendirir. Örneğin, ebeveynlerin beyinleri tepki planlama ve uygulama ile ilişkili bölgelerde daha fazla aktivite gösterirken, ebeveyn olmayanlar daha ham, kontrolsüz duygusal ve empatik tepkiler gösterir. Ebeveynlerin tepkisi, yalnızca sıkıntıyı hissetmekten çıkıp aktif sorun çözmeye yönelir. Ayrıca, beynin “ebeveynlik uyanıklığı” ağının ne kadar yoğun aktive olacağının en güçlü belirleyicisinin cinsiyet değil, bireysel empati düzeyleri olduğunu bulduk. Ebeveynlik, pratikle geliştirilen bir beceridir ve erkek ya da kadın, kendini bu işe adamış her ebeveynin beynini fiziksel olarak yeniden şekillendirir.

Bunun önemi: Başa çıkmaktan işbirliğine

Ağlamanın bilimini anlamak sadece akademik bir çalışma değil; gerçek dünyada da derin etkileri var. Sürekli ağlama, özellikle bebeklerin dörtte birini etkileyen kolik nedeniyle, ebeveynlerin stres, uykusuzluk ve yorgunluğunun başlıca nedenidir. Bu yorgunluk beraberinde başarısızlık hissi getirebilir ve en kötü durumlarda, önlenebilir bir istismar türü olan sarsılmış bebek sendromunu tetikleyebilir.

Ağlamanın ne anlama geldiğini “sadece bilmek” zorunda olmadığınızı bilmek, inanılmaz derecede özgürleştirici olabilir. Bu, suçluluk duygusunun yükünü hafifletir ve asıl göreve, yani bağlamı kontrol etmeye, sıkıntının düzeyini değerlendirmeye (ağlama sert mi yoksa melodik mi?) ve çözümleri denemeye odaklanmanıza olanak tanır. En önemlisi, bilim, türümüzün en büyük gücü olan işbirliğine işaret eder. Her insanın deneyim yoluyla uzman bir ebeveyn olabileceği gerçeği, bunu tek başına yapmanız gerekmediğini gösterir. Dayanılmaz ağlamalar, çok ihtiyaç duyduğunuz bir mola için eşinize, büyükanne veya büyükbabanıza ya da bir arkadaşınıza devredilebildiğinde dayanılır hale gelir.

Bu nedenle, bir dahaki sefere gece yarısı o keskin ağlamayı duyduğunuzda, bunun gerçekte ne olduğunu hatırlayın: doğuştan gelen yeteneklerinizin bir sınaması veya ebeveynlik becerilerinizin bir değerlendirmesi değil, basit ve güçlü bir alarmdır. Bu, mistik bir içgüdüyle değil, şefkatli, dikkatli ve deneyimli bir insan beyniyle yanıtlanması gereken bir sinyaldir. Ve kendinizi bunalmış hissediyorsanız, bilimsel olarak en sağlam ve evrimsel olarak en uygun tepki yardım istemektir.”

Bu yazı ilk kez 10 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.

Nicolas Mathevon, The Conversation web sitesinde yayınlanan “What babies’ cries really tell us – and why maternal instinct is a myth” başlıklı yazıdan öne çıkan bazı bölümler Caner Köseler tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linklerden erişebilirsiniz: https://theconversation.com/what-babies-cries-really-tell-us-and-why-maternal-instinct-is-a-myth-264525

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x