Pandemiyle baş edebilmek için hızlıca aşılama yapılması gerekiyor, ama aşıların üretim hızı yavaş ve lisans sahiplerinden ötürü kısıtlı. Öte yandan, aşıya ulaşım konusunda ülkeler arasında büyük farklılıklar ve eşitsizlikler yaşanıyor. Bu şartlar altında aşıların formülünün paylaşılıp, üretebilen her ülkenin aşı üretmesine olanak tanınması gündemde. Ancak Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), aşı üretimini artırmayı desteklerken, fikri mülkiyet haklarının da korunması gerektiğini söylüyor.
Jan Schnellenbach’ın, kendisini uluslararası siyasi konularda tartışmaya kararlı bir platform olarak gören IPG Journal’da yayımlanan “Keine Kriegswirtschaft” adlı makalesi de bu tartışmalara yakından bakıp, yeni bir pencere açmayı amaçlıyor.
Schnellenbach, patentlerin serbest bırakılması ve zorunlu lisanslarla birlikte oluşturulan bir ‘savaş ekonomisi’ modelinin aslında bir çözüm olmayacağını söylüyor:
“Aşıların yetersiz kalması nedeniyle ortaya çıkan mevcut tartışmalarda, artık genellikle zorunlu olarak sunulan lisanlara güvenilmesi önerilmekte. Hatırlanacağı üzre, aşı üretimi hakkındaki bilgilerin ticari bağlamda korunması, hatta ve hatta tekelleştirilmesi, ilk bakışta makul bir öneri olarak kabul görmüştü. Şimdi ise bilginin kullanılmasından ziyade, üretilen aşı miktarının hızlı bir şekilde arttırılması düşünülüyor. Ancak bu, o kadar kolay değil. Ortaya atılan ilk karşıt görüş, temel teşvik yapısıyla ilgili… İnovasyon ekonomisinden, fikri mülkiyet haklarının, araştırma ve geliştirme kaynaklarına yatırım yapabilmek adına önemli teşviklerde bulunulduğunu biliyoruz. Bununla birlikte artık aşıların kullanım amacını da biliyoruz ve yaşanılan bu durumda sonuç olarak ortada bir teşvik sorunu olmasa bile, bunun son salgın olmayacağının da farkındayız. Gelecekte de ilaç şirketlerine ve onları yenilik yapma yeteneklerine güvenmek zorunda kalacağımız aşikâr… Zorunlu olarak alınan lisansların piyasaya dayalı yeniliğin teşvik yapısını tehlikeye atmaması için, çok yüksek tazminat ödemeleri gerekmekte. Şu anki siyasi süreçte böyle bir şeyin uygulanıp uygulanamayacağı belirsizliğini koruyor. Ve fikri mülkiyet haklarının kamulaştırılması durumu, zorunlu lisanslamayı savunanların genellikle tercih ettikleri şeye karşılık gelmiyor.”
Peki, zorunlu lisanslamanın bir faydası olur mu?
Yeni davranışsal ekonomik yaklaşımları üzerine odaklanan Schnellenbach, “Aslında…” diyor, “Bu durum pek olası değil. Her şeyden önce, bir aşı üretimini oluşturmanın zaman aldığı herkes tarafından biliniyor. Buna örnek olarak Biontech’in Marburg’da geliştirdiği tesis gösterilebilir. Şirket bu tesisi bir rakipten devir almış. Yani Biontech sıfırdan başlamak zorunda kalmamış. Yine de mevcut sistemler üzerinde bazı değişiklikler yapmış ister istemez. Biontech, değişim sürecini Eylül 2020’de başlatmış ve Ocak ayının sonlarından bu yana da seri üretime geçmiş. Yani onların genişlemesi bile dört ay sürmüş. Bununla birlikte Marburg’daki üretimin yine de düzenleyici otoriteler tarafından onaylanması gerekmiş. Sıfırdan bir üretim tesisi oluşturmak isteselerdi, bu durumun çok daha uzun süreceği ortada. Dolayısıyla, en iyi senaryoda bile, yeni kapasiteler için daha uzun bir zaman aralığını beklememiz bir zorunluluk…
İktisatçılar, patent sahiplerini bu tür kapasitelere sahip şirketlerle işbirliği yapmaya zorlayabilmek için ‘savaş ekonomisi’ dedikleri şeyi, yani serbest kapasitelerin nerede olacağını belirleme hakkını kullanmak istiyorlar. Elbette bu noktada bir güçlendirme ve sertifikasyon süreci gerekli olacak; bu nedenle de ek üretim hemen değil, birkaç ay içinde gerçekleşebilecek…
Böyle bir prosedüre bir dereceye kadar güvenilebilir. Tahmin edilebilir ve planlanabilir olduğundan güvenli göründüğü söylenebilir. Ama soru şu: Böylesine önemli bir süreci, gayet iyi bilgilendirilmiş ve yardımsever devlet uzmanlarından oluşan bir komisyondan daha iyi kim yönlendirebilir?”
Schnellenbach, bilginin beşeri merkeziyetçiliğini deneysel açıdan önemli bir fenomen olarak görüyor: “Çoğu iktisatçı burada şüpheci bir tutum sergilemekte. Elbette böyle bir durumda, sözde endüstri uzmanlarından da öneriler alınabilir, ancak şirketin bizzat bünyesinde olan, merkezi olmayan dağınık bilgi kaynaklarının, özellikle sorunun çözülebilmesi açısından kullanılması önemlidir. Nihayetinde, belirli sistemlerin ne kadar hızlı ve hangi maliyetle güçlendirilebileceğini bilenler öncelikle sahadaki mühendisler ve yöneticilerdir. Bu durum, emir ve itaat biçimindeki hiyerarşik düşünceye güvenmemeye, şirketleri kendi inisiyatifleriyle yeni kapasiteleri harekete geçirmeye yönlendirmek adına teşvikler kullanmaya yönlendirecektir.”
“Aşı üretim kapasitesinin hızla artması toplum için o kadar değerli ki…” diyor Schnellbach, “Politikacılar bunun ötürü mümkün olan en kısa sürede ödeme yapmayı kabul etmeli. Burada Avrupa Birliği, normal temel fiyata ek olarak hızlı teslimat için yüksek primler sunabileceği şartlı sözleşmeleri müzakere etme fırsatına sahip olacaktır. Biontech gibi, klinik çalışmalarında aşılarının ümit verici olduğunu göreceli olarak erken görebilen sağlayıcılar, kapasitelerini daha erken oluşturmak için daha büyük teşviklere kavuşacaktır. Salgınla mücadelenin aciliyeti göz önünde bulundurulduğuna, devlet adına klinik çalışmaların sonuçlanmasından önce daha güçlü bir kapasite geliştirme riskini tamamen üstlenebilenler, bu sayede daha ileriye gidebilir.”
Halk sağlığı söz konusu…
Schnellbach, böyle bir yaklaşımı adaletsiz bulanların çıkacağına dikkat çekiyor ve bunun nadiren görülen bir durum olmadığını söylüyor: “Böyle bir süreç içerisinde devlet riskleri büyük ölçüde üstlenmiş olacak, şirketler ise kârları toplayacaktır. Bu noktada verilmesi gereken en önemi cevap, öncelikle bir pandemide bu tür dağıtım hususlarının tamamen ikincil planda olması gerektiğidir. Mesele, toplu aşılar yoluyla olabildiğince çok hayatı kurtarmanın en hızlı yolunu bulmak ve sosyal hayatın normalleşmesine izin vermektir. Diğer siyasi tercihler bu hedef açısından ikincil plandadır.
Bununla birlikte, pazara dayalı, girişimci yenilik süreci dışında herhangi bir modelin bu sorunu daha iyi ve daha hızlı çözeceğini varsaymak için kesinlikle hiçbir nedenimiz yoktur. Aşıyı geliştirmek adına mRNA1 teknolojisini kullanarak büyük bir atılım yapan Biontech firması, küçük ama çok yenilikçi ve hızlı eyleme geçebilen bir şirkettir. Aşının virüs mutantlarına uyarlanması söz konusu olduğunda bunun ne kadar önemli olduğunu muhtemelen hep birlikte göreceğiz. Doktorlara göre bu yeni teknoloji ile geleneksel aşılara oranla virüs mutantlarına müdahale edebilmek çok daha kolay olacaktır.
Ayrıca Biontech’in daha önce devlet tarafından finanse edilen temel araştırmayı kullandığı argümanı, girişimci yenilik modelinin önemini tartışmaya bile fırsat vermemektedir. Özel uygulamaları araştırma sırasında hiç bilinmeyen temel araştırmaları finanse etmek kesinlikle devletin gerçek görevidir. Bu aynı zamanda mRNA teknolojisinde de geçerlidir.”
Kâr odaklı şirketlerin verimliliği
Schnellbach, bu tür araştırmaların, boyutları önceden bilinemeyen olumlu dış etkilerle ilişkili olduğu görüşünde: “Burada temel bir belirsizlik hâkimdir. Bu nedenle, bu tür temel araştırmalar genellikle devlet veya araştırma odaklı özel vakıflar tarafından finanse edilmektedir. Ancak bu noktada can alıcı soru, bu tür temel araştırmaların pazarlanabilir uygulamalara nasıl dönüştürüleceğidir. Ve işte tam da bu noktada, hiçbir şey ve hiç kimse kar için çabalayan şirketlerden daha verimli değildir.
Artık asıl mesele, bu pazar dinamiğini kapasitede daha hızlı bir artış için kullanmaktır. Bu amaçla, aşı sağlayıcılara uygun primler sunulmalıdır. Bunlar gerçekleştirilmiş olsa bile, fazladan aşı üretimi bir gecede gerçekleşmeyecektir. Kaynak kısıtlamaları ve düzenleyici süreçler göz önüne alındığında, bu durum birkaç ay sürecektir. ‘Savaş ekonomisi’ ya da zorunlu lisanslamalarla, bu yıl içerisinde tüm insanlığın aşılanması hedefi, işte bu nedenlerden dolayı hâlâ ütopik olmaya devam etmektedir.
2020 yazında işleri rayına koyamadığımızdan ve hali hazırda kapasite genişletmesini başlatamadığımızdan, çok değerli aylarımızı kaybettik. Mucizeler vaat ediliyorsa, özellikle de piyasa ekonomisine vedalar gerektiren mucizeler söz konusu olduğunda, şüpheci davransak bile, artık olabildiğince hızlı bir şekilde kaybettiğimiz zamanı telafi etmek zorundayız.”
Bu yazı ilk kez 20 Mayıs 2021’de yayımlanmıştır.