Bilişsel iş yükünün fazlalığı, günümüzde aynı anda pek çok işle uğraşma zorunluluğunun getirdiği ve yine pek çok kişinin mustarip olduğu bir durum.
Amerikalı yazar Emily Willingham, Aeon internet sitesinde yayımlanan yazısında, nöroergonomi araştırmalarından yola çıkarak bu yükü hafifletmeye yarayacak birkaç yol öneriyor.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Hemen hemen her ebeveyn, özellikle COVID-19 salgını sırasında şu senaryonun bir versiyonunu deneyimliyor: Uzun bir iş gününün akşamı. Akşam yemeğini hazırlamaya başlıyorsunuz, ama sanki yaylım ateşi altındasınız. Çocuklar ağlıyor, ocakta makarna kaynıyor, bir süre önce yaptığınız iş görüşmesinin uzun zamandır beklediğiniz yanıtı için telefonunuz çalıyor, aynı anda kapı zili de çalıyor ve evdeki tek yetişkinsiniz.
Şimdi bu yükün bir kısmını üstünüzden alacak destek sistemlerini tasavvur edin. Sensörleri yüzeyinde kaynar su algıladığında kapanan bir ocak. Telefon üç kere çaldıktan sonra aramaları yanıtlayan ve ‘Üzgünüm, şu anda müsait değilim, lütfen beş dakika sonra tekrar arayın’ diyen bir dijital asistan. (…) Ve çocuklar… Bunun için ne yazık ki bir teknoloji henüz yok. Ancak diğer her şey dijital destekçilere yüklendiğinde, daha soğukkanlı kararlar vereceğiniz muhakkak. (…)
Nöroergonomi uzmanları, kaosu ortadan kaldırmak için neler yapılabileceğini araştırıyor. Bu araştırmacılar, dikkatimiz, yürütücü işlevimiz, duygularımız ve ruh halimizdeki iniş çıkışlar esnasında vücudumuzda olup bitenleri takip ediyor. Fizyolojik tepkilerimizin birbiriyle senkronize olarak nasıl değiştiğini de değerlendiriyorlar. (…)
Kaynaklarımız sınırlı olduğu için yardıma ihtiyaç duyarız. İnsan beyni sonsuz bir şekilde işleyen bir bilgi işlemcisi değildir. Tıpkı meşe ağacı veya penguen gibi organik bir yapıdır; sınırlı bir enerjiye erişimi olan sınırlı bir kapasiteye sahiptir. Bir karar vermek veya bir görevi tamamlamak için bu kaynakları ne kadar kullandığımız, bilişsel iş yükümüzdür. (…)
Hepimiz bahsi geçen bilişsel aşırı yüklenme hissini yaşamışızdır. Dikkatimiz, hafızamız ve yürütücü işlevimiz üzerinde çok fazla talep olduğunda, alanımız tükenir ve bir şeyleri kaçırmaya, planları bozmaya ve çok önemli adımları yanlış atmaya başlarız.”
Yazar, günümüzde, türümüzün daha önce toplu olarak deneyimlediğinden daha fazla aşırı yüklenmeyle karşı karşıya olduğumuzu vurguluyor:
“Cuma günü saat 17:00’de işin bittiği ve genellikle pazartesi sabahına kadar da olmayacağı zamanları hatırlamak için bile belirli bir yaşta olmanız gerekir. O günler çok geride kaldı. Bugün, meslektaşlarımız e-posta, mesajlar ve sosyal medya sayesinde 24 saat, haftanın 7 ve yılın 365 günü kişisel alanımızda ve ceplerimizde. Üstelik sadece iş yerinden de değil, her yerden insanlar her zaman alanımızdalar ve onlarla birlikte akıllı telefonlarımız üzerinde, birden çok koldan beynimizi taşıran aşırı bilgi yükü geliyor.
Yükü hafifletecek yardımcılar
Nöroergonomik bakış açısıyla analog, dijital veya organik araçlar kullanarak bu yükü hafifletmenin yollarını aramaya başlayabiliriz. Aygıtlar her ne kadar bu aşırı yükün çoğunun geldiği kanallar olsalar da, modern dünyanın taleplerini azaltmak için gerekli bir çözüm de sunabilirler. (…)
Modern araştırmalar, beyin dalgalarının hangi noktada değiştiğini veya kalp atış hızının hangi noktada arttığını belirlemek için nispeten karmaşık aygıtlar kullanıyor, ama genel olarak, beyinlerimizin nöroergonomik olarak destekleyici bir arkadaştan faydalanabileceğini söylemek için teknolojiye ihtiyacımız yok.
Bu arkadaşın bir makine olmasına da gerek yok. Araştırmalar, romantik, mesleki veya eğitim alanında birlikte vakit geçiren insanların, beyin dalgalarında eşzamanlılık sergilemeye başlayabildiğini gösteriyor. 2021’de Münih’te düzenlenen Nöroergonomi Konferansı’nda sunulan bir çalışma, bu senkronizasyonun beyin dalgalarının ötesine geçtiğini öne sürüyordu. Yazarlar, aynı sınıfta ders gören öğrencilerde, dersi farklı sınıflarda deneyimleyen öğrencilere göre kalp atışlarının ve cilt tepkilerinin de senkronize olduğunu belirtiyor. Çıkarımları, bu ölçümlerin öğrencilerin derste ne zaman dikkatlerini kaybettiklerini belirlemek için kullanılabileceğiydi. Ancak bulgular aynı zamanda bu eşzamanlılığın, zihinlerin bir bilgi topluluğunda bir araya getirildiği ve bir yükün paylaşılmasının karar verme ve problem çözme için daha fazla kolektif alan yarattığı durumlarda mümkün olduğunu gösteriyor.
Kolektif zihin kavramı, bizimki gibi bir sosyal türde, varsayılanın tüm işi yapan tek bir parlak zihin değil, evrim tarafından birlikte çalışmak üzere şekillendirilmiş kolektif bir zihnin bulunması halidir. (…) Araştırmacıların geliştirdiği bir fikir, problem çözme, karar verme ve hatta hafıza konusunda karşılıklı bağımlı olmamız. Bu bağımlılık, ihtiyaç duyduğumuz bilgiyi elde etmek için başkalarıyla olan bağlantılarımıza güvenerek bilgilerimizi kendimize saklamak yerine genellikle dışarıya aktarmamız anlamına gelir. Belirttikleri gibi, yalnızca yakın çevremizdekilerle değil, zaman ve uzamda (sizin ve benim şu anda bağlantı kurduğumuz gibi) sürekli olarak diğer beyinlerle bağlantı kuruyoruz, diğer beyinlerden gelen bilgilere erişiyor ve onları kendi repertuarımıza alıyoruz. Bir kayıt bıraktıkları sürece binlerce yıl önce ölen insanlardan bile fikir alabiliriz. (…)
Bilişsel aygıtlar
Oxford Üniversitesi, All Souls College’da teorik yaşam bilimleri alanında kıdemli araştırma görevlisi olan Cecilia Heyes, 2018 tarihli Cognitive Gadgets: The Cultural Evolution of Thinking (Bilişsel Aygıtlar: Düşünmenin Kültürel Evrimi) kitabının da yazarı. (…) Heyes sosyal olarak kullandığımız ancak doğuştan olmayan cihazları ‘bilişsel aygıtlar’ olarak adlandırıyor. Doğuştan gelen araçlarımızla, sosyal gelişimin temelini oluşturduğu düşünülen başka bir kişinin taklidi gibi sosyal açıdan faydalı ‘aygıtlar’ oluşturabileceğimizi savunuyor. Bu tür aygıtlar bir tür nöroergonomik kısa yol olabilir, böylece her karşılaşmamızda bir gülümsemenin anlamını yeniden öğrenmemize gerek kalmaz; fenomenin otomatik niteliği, diğer süreçler için beyin alanından tasarruf sağlar.
Yürümek, yemek pişirmek veya öğle yemeği yemek gibi birlikte yapılan aktivitelere katıldığımızda, birbirimizin zihinleriyle de etkileşime girer ve neredeyse kaçınılmaz olarak içlerindekileri paylaşırız. Bu karşılıklılık ile sorunları, hayalleri ve mutlulukları paylaşıyoruz ve sağlıklı bir versiyonda, bu paylaşımın karşılığında destek veya içgörü ya da yürekten mutluluk alıyoruz. Bu insan-insan sisteminde diğer beyinleri problem çözme ile meşgul olmaya davet ederek bilişsel yükümüzün bir kısmını atıyor, onu anlamak için faydalı deneyimler getiriyor ya da sadece duyguyu paylaşıyoruz ve yükü yarı yarıya hafifletiyoruz.”
Teknolojik aygıtlar
Yazar, teknolojinin yaptığı bir diğer şeyin ise bilişsel alanımızı boşaltmak olduğunu söylüyor ve ekliyor:
“Sosyal medyayı günde 5.000 kez kontrol etmediğiniz sürece. Artık doğuştan itibaren çalışan belleğimizi, örneğin telefon numaralarını, yol tariflerini ve hatta günlük programlarımızı kodlamaya adamıyoruz. Daha az yükle, en iyi problem çözme araçlarımızı kullanan ve bizi hata yapmaktan alıkoyan yavaş, müzakereci düşünme için daha fazla zamanımız olabilir.
Bazı araştırmalar, daha yüksek IQ puanlarına sahip kişilerin, düşük puanlı meslektaşlarına kıyasla daha büyük bilişsel yükler üstlenebileceğini öne sürüyor. Olası bir açıklama, yüksek verimliliğin yüksek IQ ile ilişkilendirilmesi, yüksek verimliliğin de daha az kaynak kullanmak anlamına gelmesidir. Teknolojik aygıtlarımız da benzer şekilde verimliliğimizi artırıyor ve daha büyük bir bilişsel rezerv sağlıyorsa, çoğumuz zaten bir insan-makine sisteminin parçasıyız. Gelecek, hâlihazırda yaşanıyor.
Yükü hafifletmenin 3 yolu
Aslında bu teknolojik aygıtlar her yerde. İnsanların ciddi ve maliyetli hatalar yaptığı durumlardaki kilit sorunlardan biri, dikkati muhafaza etmek ve zihinsel gezintiden kaçınmaktır. Araştırmalar, ihtiyaç duyduğumuz odağı kaybettiğimizde, insan beyninde olgun ve müzakereci olan her şeyin yeri olan prefrontal korteksimizin kullanımında da bir düşüş yaşandığını gösteriyor. Uzmanlar, bu alandaki etkinliği performans düşüşünden korumak için üç olası yol öneriyor. Biri, kişinin görevlerle ilgilenme yöntemini değiştirmek veya ‘kullanıcı arayüzünü’ uyarlamak; diğeri görevin kendisini uyarlamak ve bilişsel olarak hafifletmek; sonuncusu da karar verme noktasında çöküşe yaklaşıldığında karşı tedbirler alabilmeleri için kullanıcıyı uyarmaktır.
Yüksek teknolojili olsun ya da olmasın, bu tür yüklerden kurtulmayı sağlayan dijital aygıtlar bu noktada devreye giriyor. Takvim uyarıları, aşırı programlanmış bir günü bellek bankalarının aşırı yüklemesini önlemenin bir yolu. Benimkini her etkinlik için üç tane gönderecek şekilde ayarladım: İki gün, bir gün ve yarım saat önce. Bu sayede birçok durumda önemli toplantıları unutmaktan kurtuldum.
Yine de alarm sesini duymayan pilotlar gibi, bu e-posta uyarıları aklımda kalma gücünü kaybetti, bu yüzden bir adım daha ekledim: Son e-posta uyarısını kalın yazıyla okunmamış olarak gelen kutumun en üstüne taşıyor ve işaretliyorum. E-posta ile 30 yıllık deneyimime rağmen, ‘Okunmamış’ e-postalar hâlâ tüm dikkatimi çekiyor. Toplantıyı gerçekten yapana kadar, sürekli olarak o kalın yazılı ‘okunmamış’ e-postayı görüyorum ve uyarı alıyorum. En azından benim için bu nöroergonomik taktik, zihinsel durumumdan (zihinsel gezinti ya da zamanı unutacak kadar işe odaklanmak) çıkmaya hizmet ediyor ve nörolojik aktivitemi uyarıyor. Böylece daha iyi performans gösteriyor ve toplantıyı kaçırmıyorum. Araştırma dilinde, ‘kullanıcı arayüzünü uyarlamış’ oluyorum.
Yükledikleri bilişsel yükü azaltmak için günlük görevleri de uyarlayabiliriz. Yüksek talepli faaliyetleri daha otomomatik hale indirgemenin yollarını saptamak, her gün öğle yemeğinde aynı şeyi yemek gibi bir taktiktir. Diğer bir strateji, aynı anda yapılması gereken yüksek talepli faaliyetlerin sayısını sınırlamak; yani çocukları okula gönderirken bir yandan da giyeceklerini seçmek yerine, ertesi günün kıyafetlerini bir önceki gece seçmek gibi. Erişebileceğimiz en basit nöroergonomik düzenlemelerden biri de, görevleri bir anda birikmemeleri için kalabalık olmayan zaman pencerelerine dağıtmaktır. Haftanın yemeklerini bir pazar günü öğleden sonrasında yapmak, sizi beş akşam ‘mutfakta bunalıma girmek’ senaryosundan kurtarıyorsa, bu, yapmaya değer bir uyarlama olabilir.
Öte yandan zihnimizdeki alanı genişletmeyi de deneyebiliriz. Fiziksel aktivite, çoğumuz için erişilebilir bir yöntemdir. Nöroergonomi Konferansı 2021’de sunulan bir çalışma, genç erkeklerde tek ayak pedal çevirme egzersizi ile prefrontal korteksteki oksijen artışının yürütücü işlev testlerinde anında daha iyi performansla bağlantılı olduğunu gösterdi. (…) Bu etkiler, daha küçük bir bilişsel yük hissine olanak tanıyarak daha verimli bilişsel işlemeye yol açabilir.
Hatta aşırı yük koşullarında başımıza gelenlere dair içsel bir pencere kazanarak kendi nöroergonomi araştırmamızı gerçekleştirebiliriz. Henüz karar verme noktasında çöküşe yaklaştığımızı söylemeyebilse de o günler yakın olabilir.
Akıllı saatler, fitness izleme vb. ‘Giyilebilir cihazlar’, kalp atış hızı değişikliklerimizi ve değişkenliğimizi izleyebiliyor ve her ikisi de bilişsel yüke göre ayarlanan ölçümler. Tahmin edebileceğiniz gibi, aşırı yüklendiğinizde kalp atış hızınız yükselir. Birkaç saat boyunca tehlikeli buzlu ve karlı bir yolda araba sürdüğüm bir yolculukta, giyilebilir cihazım bana kalp atış hızımın dakikada birkaç vuruş arttığını ve bu endişeli yolculuk sırasında artışın devam ettiğini bildirdi. (…)
Görevlerden bazıları otomatikleştirilebilir ve makinelere devredilebilir, ancak hepsi değil. Bu nedenle, artan hata potansiyeline işaret eden bilişsel yorgunluğun öngörücü işaretleri için kontrol odası personelinin fizyolojisinin izlenmesine bir ilgi söz konusudur.
Bir gün böyle bir izlemeyi geliştirme beklentisiyle araştırmacılar, hataya açık bir durumla bağlantılı kalıpları tanımlamak için birlikte kullanılabilecek 28 ‘iş yükü ölçümü’ listesi oluşturdular. Bu ölçümler arasında kalp hızı değişkenliği, göz kırpma, konuşma kalıpları, göz bebeği genişlemesi ve EEG kayıtları ye alıyor. Buradaki fikir, modelleme çalışması devam etse de, algoritmaların bu bilgiyi almak ve ‘insan-robot’ ekiplerinin insan üyesi üzerindeki iş yükü talebini ayarlamak için kullanılabileceği.
İnsanlar tek başına bir NASA değildir, ancak araştırmacıların yaptığı ölçümlerin bazılarına erişebiliriz. Bir grup, öğrenciler ve eğitimciler için vücut sıcaklığındaki, kalp atış hızındaki ve ‘elektrodermal aktivitedeki’ değişiklikleri tespit eden giyilebilir cihazlar üzerinde çalışıyor. Amaçları, kişinin çalışma alışkanlıklarına ilişkin farkındalığını artırmak ve aşırı yüklenmeyi azaltmak için ayarlamalar yapmaya yarayabilecek eğitimleri izlemek ve eğitimcilerin öğrenci katılımını ve bir etkinliğe odaklanması konusunda tahminler yürütmek.
Dikkatli bir hazırlıkla, makinelerle ve birbirimizle olan bazı arayüzlerimizin faydalarını vurgulayabiliriz. Makinelerin bilişsel aygıtlarımızı ve anılarımızı birbirine bağladığı bir gelecek hayal edin. Bu şekilde kendi aygıtlarımızın boşluklarını doldurabilir veya diğer kişi olmanın nasıl bir şey olduğunu deneyimleyebilir ve gerçekten hissedebiliriz. Anıların solmaya başladığı veya doğruluk kontrolüne ihtiyaç duyduğu durumlarda, harici depolama ve belleğin başka bir beyne iletilmesi pekâlâ bir muhafaza yöntemi haline gelebilir. Bu, atalarımızın anılarını korumanın ve geçmişin beyinleriyle bağlantı kurmanın yepyeni bir yolu olurdu.
Riskler ve endişeler
Söz konusu planların bazıları kesinlikle ürpertici bir unsur barındırıyor. Beyin-bilgisayar arayüzleri ve insan-makine iş arkadaşları dünyasını düşünürken endişelenecek çok şeyimiz var. En yoğun riskler, bu gerçek dünyadaki aygıtların, kötü aktörlerin aklımızı okuması, savunmasız anlarımızı tespit etmesi ve bilgileri kullanması anlamına gelen “beyin hırsızlığı” ile bağlantılı. Ayrıca, bunları kimin iyi veya kötü için kullandığı, kimin olumsuzluklara karşı savunmasız olduğu ve kimlerin fayda sağlamak için bunlara erişebileceği konusunda uçurumlara yol açacak eşitsizlikler de söz konusu.
Heyes’in öne sürdüğü gibi, bilişsel aygıtlar geliştirmek, ince ayar yapmak ve yinelemek için doğuştan gelen araçları kullanabiliriz. Öte yandan gerçekten dikkatimizi ve uyarı durumunu gerektiren aygıtlar, yararlı bulduğumuz ancak bahsi geçen karanlık tarafları da olan araçlardır. İnsanların defalarca yapabildiği bir şey, bunu yapmak için yeterli kolektif zihin gücüne sahip olmamıza rağmen, teknolojinin kötüye kullanım ve sömürüye karşı sınırlar koymasının önüne geçmesine izin vermektir. Bu kadar büyük güçlerle ne yapacağımız konusunda iyimser olmak zor. İnsan iyimserliğinin de kullanabileceğimiz bir araç olduğunu unutmamalıyız, ancak kullandığımız diğer araçlar gibi bunun da uygun hale getirilmesi gerekir.
Bu yazı ilk kez 12 Nisan 2022’de yayımlanmıştır.