Dünyada her dokuz kişiden biri aç, her altı kişiden biri gıdaya sürekli ulaşabileceğinden emin olmadığı için erişebildiği gıda miktarından ve kalitesinden kısma ihtiyacı içinde. Tam tersiymiş gibi algılansa da aslında yetersiz beslenmenin başka bir çeşidi olan obezite ise her sekiz yetişkinden birinin sorunu. Tüm bu sorunları çözmenin anahtarıysa yeterli, sağlıklı ve dengeli beslenmeyi bir insan hakları meselesi olarak ele almaktan geçiyor.
Açlık ve yetersiz beslenmeyle ilgili yapısal sorunları ve nedenlerini araştıran, çözüm önerileri de sunan SOFI (Dünyada Gıda Güvenliği Ve Beslenme Durumu) raporu, her yıl temmuz ayında, dünyadaki açlıkla mücadele etmek için İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yayınlanır. Raporda, dünyadaki açlık ve gıda güvenliği bir yıl öncesinin rakamlarına ve diğer verilere dayandırılarak incelenir. Dünyanın gıda nabzını tutan SOFI raporu milli ve yerel düzeyde yöneticilerin, uluslararası organizasyonların, konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin ve akademik çevrelerin geleceğe yönelik politikalarına ve değerlendirmelerine yardımcı olur.
Açlık sorunu yeniden artıyor
Bu raporların son yıllarda ortaya koyduğu gerçeklerden biri, 2000’li yılların başlarında gerilemeye başlayan açlık sorununun tekrar yükselme eğilimine girmesi.
2015 yılından beri yüzde 700 – 800 milyon civarında seyreden açlık oranı yavaş da olsa yükselmeye başlayarak 2018 yılında 821 milyona çıktı. Bu yılki veriler geçen yılki verilerle hemen hemen aynı olmakla birlikte Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin amaçladığı gibi 2030 yılında dünyanın sıfır açlığa ulaşılamayacağı çok aşikâr.
2015 yılından beri yüzde 700 – 800 milyon civarında seyreden açlık oranı yavaş da olsa yükselmeye başlayarak 2018 yılında 821 milyona çıktı.
Daha da önemlisi, bölgeler arasında çok ciddi farklılıklar var. Örneğin Sahra Afrikası’nda açlık oranı yüzde 23’ler civarında. Latin Amerika ve Karayipler’de bu oran halen yüzde 7’nin altında olmasına rağmen geçmiş yıllara nazaran yükseliyor. Asya’ya bakarsak da durum hiç iç açıcı değil. Son 5 yılda büyük gelişmeye rağmen açlık Güney Asya’da yüzde 15, Ortadoğu bölgesini de içine alan Batı Asya’da ise 2010 yılından beri yükselerek yüzde 12’ye çıktı.
Açlığın yeniden artmasının üç nedeni
Peki, bu rakamların anlamı ne? Açlık neden artmaya başladı? Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre açlığın yükselmesinin üç önemli nedeni var: Dünyadaki savaşların ve iç karışıklıkların artması; iklim değişikliğinden kaynaklanan doğal afetlerin çoğalması, üçüncü olarak da ekonominin yavaşlaması ve duraksaması.
Son iki yıldaki raporlar, savaşların ve iklim değişikliğinin üzerinde duruyordu ama bu yılki rapor özellikle ekonomik yavaşlamaya değiniyor. Rapor, 2008-2009 dünya ekonomik krizinden sonra ülkelerin içine düştüğü ekonomik yavaşlama ve duraksamayı anımsatıp açlığın giderilmesine yönelik politikalara yeteri kadar önem verilmemesinden kaynaklanan sorunlara dikkat çekiyor. Açlığın giderilmesi konusunda politika üretememe ve uygulayamama özellikle orta gelirli ülkelerde daha çok gözleniyor. Çatışmaların ve iklim şoklarının sıkça görüldüğü ülkeler ise bu yönde hiç politika geliştiremiyor.
Raporun dikkat çektiği başka bir nokta da, ekonomik yavaşlamanın açlık ve gıda güvensizliğine neden olduğu ülkelerde, gelir eşitsizliğinin de çok büyük olması ve bu durumun da ayrıca gıda güvensizliğini arttırması. Ekonomik kriz nedeniyle sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim politikalarının kısıldığı ülkelerde açlık ve gıda güvensizliği de çok ciddi olarak yükseliyor.
Rapor, bu ülkelere şu önerilerde bulunuyor: Fakirliği önleyici yapısal dönüşümler; geri kalmış bölgeler için gıda güvenliğinin ve gıdaya erişimin amaçlandığı politikalar; kadın – erkek eşitsizliğinin ve sosyal dışlamanın ortadan kaldırılmasına yönelik önlemler. Çünkü gıda erişimini bir insan hakkı olarak ele aldığımızda ayrımcılık en önemli sorunlardan biri olarak karsımıza çıkıyor.
FAO’nun bu raporu Türkiye için de önemli; bugünlerde Türkiye’deki gıda fiyatlarındaki aşırı artış, tarım sektöründeki sorunlar, tarımda ihracattan ithalata geçişin konuşuluyor olması, açlık ve gıda dengesizliğinde dünyadaki durum ve Türkiye’nin bundan nasıl ve ne kadar etkilenebileceğini düşünmek ve önlemler almak için ortaya dikkate değer veriler koyuyor.
1.3 milyar insanı etkileyen problem
2019 yılı SOFI raporunun önceki yıllara nazaran önemli bir farkı da orta derecede gıda güvensizliğine dikkat çekmesi.
Orta derecede gıda güvensizliği, devamlı gıdaya ulaşımın belirsizliği nedeniyle gıdanın kalite ve miktarından ödün verilmesi anlamına geliyor. Dünyada bu sorunla karşı karşıya olan insan sayısı 1.3 milyar. Üstelik, bu yalnızca, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin sorunu değil; Kuzey Amerika ve Avrupa’daki nüfusun yüzde 8’i de bu sorunla karşı karşıya.
Dünyada orta derecede gıda güvensizliği yaşayan insan sayısı 1.3 milyar. Üstelik, bu yalnızca, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin sorunu değil; Kuzey Amerika ve Avrupa’daki nüfusun yüzde 8’i de bu sorunla karşı karşıya.
Duruma cinsiyet açısından baktığımızda da her bölgede ama en fazla Latin Amerika’da orta derecede gıda güvensizliğin kadınları, erkeklere oranla daha çok tehdit ettiğini görmek mümkün.
Orta derecede gıda güvensizliği ve ciddi gıda güvensizliğini bir araya getirdiğimizdeyse, 2 milyar civarında kişinin yeterli beslenecek gıdaya ulaşamadığı bir dünyadan söz ediyoruz.
Ülkemizdeki duruma gelince, son yıllardaki aşırı gıda fiyatları artışı, enflasyon nedeniyle azalan gelirler ve işsizlik oranının yükselmesi ile birlikte Türkiye’deki orta dereceli gıda güvensizliğinin artma eğiliminde olduğunu bilimsel verilere dayanmasa da tahmin etmek yanlış olmaz.
Obezite: İki trilyon dolarlık bir sorun
Bu yılki SOFI raporunun daha önceki yıllardan başka bir farkı da, obezitenin hemen hemen dünyanın bir çok ülkesinde neredeyse salgın halinde arttığına dikkat çekmesi.
Zira son yıllarda dünyada obezite açlıktan daha geniş bir kitleyi etkiliyor. Bu sorun açlık gibi ağırlıklı olarak fakir ülkeleri değil, her ülkeyi etkileyen evrensel bir problem. Ne var ki, sorunun önemini anlasak da çözüm üretmek o kadar kolay değil. İşte bu yılki rapor obezite üzerinde ciddi olarak durarak açlık ve yetersiz beslenmeye yeni bir bakış açış getiriyor.
Dünyada obezite açlıktan daha geniş bir kitleyi etkiliyor. Bu sorun açlık gibi ağırlıklı olarak fakir ülkeleri değil, her ülkeyi etkileyen evrensel bir problem.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) beslenme yetersizliğinin üçlü ayağı dediği, dengesiz beslenme, vitamin ve mineral eksikliği ve aşırı beslenmeyi bir arada değerlendiriyor çünkü bu üç sorun çoğu kez aynı kişilerde görülüyor. Bu durum çok önemli bir sağlık sorunu zira WHO’nun çalışmalarına göre, dünyadaki ölüm nedenlerinin yüzde 60’ı aşırı ve yanlış beslenmenin getirdiği bulaşıcı olmayan hastalıklardan kaynaklanıyor. Diyabet, felç, kalp hastalıkları ve bazı kanserler bunların arasında.
Genelde Birleşmiş Milletler’in çeşitli örgütleri birbirleriyle çalışmaya pek alışamadıkları halde FAO ve WHO’nun bu alanda ortak çalışması hatta yanlarına çocukları yanlış ve dengesiz beslenmeden korumak için UNICEF’i de almaları çok olumlu bir gelişme. Zaten sürdürülebilir kalkınma 2030 hedefleri kurumlar arası görev ayrımının uluslararası ve ulusal ölçekte artık ortadan kalkması gerektiğini vurguluyordu. Bu vurgunun böylesi bir işbirliğinin oluşmasına katkı sağladığı da aşikâr.
Çocuklar söz konusu olduğunda obezitenin geldiği boyut gerçekten de ürkütücü. SOFI raporuna göre, 2018 yılı itibariyle 5 yaşın altındaki 40 milyon çocuk, 5 ile 9 yaş arası 131 milyon çocuk, 207 milyon genç ve 2 milyar yetişkin aşırı kilolu. 5-9 yaş arası çocukların yüzde 44’ü obez. Çocuklarda görülen obezitenin bağışıklık sistemi ve zeka gelişmesine zararlı etkileri bilimsel olarak tespit edilmiş olduğu göz önüne alındığında, sorunun ne kadar büyük olduğu daha da iyi anlaşılıyor.
Yanlış ve aşırı beslenmenin ekonomiye olumsuz etkisi ise son derece yüksek. Rapora göre yetersiz beslenme Afrika ve Asya’da Gayri Safi Milli Hasıla’yı %11 azaltıyor. Obezitenin dünya çapında sağlık giderleri ve ekonomik üretkenliğe etkisi düşünüldüğünde yıllık maliyetinin 2 trilyon Amerikan doları olduğunu söylemek mümkün.
Obezitenin dünya çapında sağlık giderleri ve ekonomik üretkenliğe etkisi düşünüldüğünde yıllık maliyetinin 2 trilyon Amerikan doları olduğunu söylemek mümkün.
Obezitenin önlenmesine ilişkin politikalar ise ancak sağlık, eğitim, güvenlik, ekonomi, tarım, gıda ve çevre politikaları ile birlikte düşünüldüğünde bir anlam kazanabilir.
Sonuç olarak bu rapordan anladığımız gerçek şu: Artık açlık politikalarını irdelerken açlıktan daha büyük kitleleri etkileyen obeziteyi göz ardı edemeyeceğimiz bir noktadayız. Açlık hesaplamalarının yanında gerçek sorunu görmek yani sağlıklı ve yeterli gıdaya erişimde devamlılığı göz önüne almak, anlamak ve anlatmak zorundayız.
Ayrıca soruna bütüncül politikalarla yaklaşmamız gerekiyor. Açlık ve gıda güvencesizliği, dünyada üretimin azlığından değil, sağlıklı ve yeterli gıdaya erişimdeki ekonomik sorunlar ve eşitsizliklere dayanıyor. Çare bulmak zorunda olduğumuz sorunlar da işte tam bunlar. Başlamamız gereken yer de ülkeler, bölgeler, kişiler ve cinsiyetler arası eşitsizlikler ve ayrımcılıkları ortadan kaldırmak.
Ancak burada da bitmiyor. Ekonomik ve sosyal politikalar uygulamanın yanı sıra dengeli, yeterli ve kaliteli gıdaya ulaşmanın bir lütuf değil insan hakları meselesi olduğunu anlatan söylemlere ve uygulamalara da ihtiyacımız var, Bu da sadece şu ya da bu ülkede değil, evrensel boyutta olmalı.
Twitter’dan takip edin: @HilalElver
Web Sitesi için: https://hilalelver.org/
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 2 Eylül 2019 tarihinde yayınlanmıştır.