Çevreye zarar vermeyen madencilik mümkün mü?

Medeniyetin, sanayileşmenin ve yaşamın temel unsurlarından biri olan madenciliği, çevreye zarar vermeden yapmanın temel ilkeleri neler? ÇED raporları nedir, ne değildir? ÇED raporlarında hangi unsurlara bakılmalı? Madencilik yeniden nasıl düzenlenmeli? Dr. Eşref Atabey yazdı.

Etrafınıza şöyle bir bakmanız bile, bir gerçeği anlamanıza yeter; madenciliğin olmadığı bir medeniyeti, hatta hayatı düşünmek mümkün değil.

Madenler, milyonlarca yılda kimsenin emeği olmadan oluşmuş, tüketildiğinde yerine konulamayan; doğanın, insanlığın ortak kullanımına sunduğu servetler. Bu servetler üzerinde, her insanın ve gelecek nesillerin de hakkı var. Madenler, sanayileşmenin de vazgeçilmez temel unsurları.

Fakat öte yandan son zamanlarda sık sık tanık olduğumuz ihmaller zinciri sonucu maden kazaları ve hatta bıraktıkları ağır çevresel etkiler düşünülünce, maden faciaları olarak adlandırılabilecek olaylar akla geldiğinde, ister istemez şu soru ortaya çıkıyor: Çevreye zarar vermeden madencilik yapmak mümkün değil mi? Bunu başaranlar yok mu?

Madenciliğin 4 ilkesi

Çevreye, doğaya, insana zarar vermeyen madencilik mümkün. Bunu başarmanın yoluysa, madenciliğin 4 temel ilkesine sıkı sıkı bağlı kalmaktan geçiyor.

Bu dört ilkeyi de şöyle tanımlamak mümkün: Doğanın korunması, kamu yararının önceliği, hukuk ve şeffaflık içinde madenciliğin yürütülmesi yani madencinin ticari sırları dışındaki projesiyle ilgili niyet, plan ve raporlarının açık, anlaşılır ve düzenli olarak kamuoyunun bilgisine sunması ve son olarak da projenin planlandığı andan başlayarak yöre halkı ve sivil toplum kuruluşlarının projeyi benimsediklerini belirten sosyal onay.

ÇED raporları nedir, ne değildir?

Çevre ve insana zarar vermeden madencilik yapmanın bu dört temel ilkesi dışında, bir de ön koşulu var tabii, o da maden şirketlerinin madenciliğin çevreye verdiği zararları azaltmak ya da yok etmek için gerekli mali kaynağı kâr hanelerine kaydetmek yerine, çevrenin iyileştirilmesi için harcaması.

Aslında bunun gerçekleştirilmesi için gerekli hukuki düzenlemelerin bir kısmı ülkemizde mevcut ama uygulama konusunda ciddi aksaklıklarla karşı karşıya kalıyoruz.

Bu düzenlemelerin başladığı yer de Çevre Etki Değerlendirme izni yani ÇED raporları.

Peki, nedir madencilik faaliyetine başlayabilmek için verilen ÇED raporu, ya da ne değildir?

Her şeyden önce ÇED raporu, “Tamam, bir sorun yok! Her şey düzgün, yerinde, uygun” demek değildir. Çünkü ÇED bir izin değildir, gerçekleştirilmesi düşünülen bir projenin mevcut doğal çevreye ve sosyal yapıya olası etkileri ile bunları en aza indirmek amacıyla alınması planlanan önlemlerin incelendiği ve değerlendirildiği bir süreç, bir taahhütler bütünüdür.

Oysa, projesi hakkında “ÇED Olumlu Kararı” çıktığı anda birçok madenci, kafasını kuma sokarak ÇED kararı sayesinde yöre halkının olacaklara razı olmasını bekliyor.

ÇED Raporu, işletmecinin üstleneceği önlemleri gösteren bir belgedir, taahhüttür. Yani tamamen varsayıma dayalı olarak projenin çevreye etkileri ve sadece kâğıt üzerindeki alınacak önlemler söz konusudur. Buradaki en önemli nokta, projenin öngörülen olası etkilerinin ÇED raporunda gerçeğe en uygun biçimde doğru ve eksiksiz belirlenmesidir.

Bunun temel koşulu da ÇED raporu hazırlanmadan önce, planlanan madencilik projesinin en küçük ayrıntısına kadar kesinleşmiş olması yani fizibilite çalışmasının tamamlanmasıdır.

Üstelik, ÇED olumlu kararının alınması, o yöredeki çevre ve sosyal hakların korunması açısından bir madencilik çalışmasının sorunsuz yürüyeceğini de göstermez.

Madencilik sırasında bu önlemlerin yerine getirilip getirilmediğinin ve beklenmeyen durumların ortaya çıkıp çıkmadığının yine çevre idaresi tarafından titiz ve sıkı bir biçimde izlenmesidir.

Gerçekteyse, çoğu zaman pratikte böyle olmuyor, yetkili idarenin uygulamalarına bir güvensizlik duyuluyor. Oysa, ÇED raporunda dikkat çekilen noktalara, çevresel taahhütlere uyulduğu sürece çevreye ve insana zarar vermeden de madencilik mümkün.

Tıbbi jeolojik değerlendirme neden önemli?

Fakat mevcut haliyle ÇED raporlarının önemli bir eksikliği var, madencilikte diğer bir halk sağlığı sorunu Tıbbi Jeolojik değerlendirme yapılmıyor. Yani maden sahasında kanserojen asbest ve eriyonit mineralleri, radyoaktif mineraller, toksik olan cıva, arsenik, kadmiyum, kurşun gibi ağır metaller var mı, bunlar irdelenmiyor ve varlıkları dikkate alınmıyor.

Ülkemizde çoğu maden ocağı bilimsel temele ve fizibilite etütlerine dayanmadan, gelişigüzel açılıyor.

Bu haliyle de oyulmuş tepe yamaçları, Torosların yok edilmiş sedir ormanları, terk edilmiş devasa su dolu çukurları, derelere, ırmaklara, vadilere doldurulmuş maden pasaları ve atık çamurlarını, yok edilen ormanlar, madenden kaynaklı asidik sularla kurumuş meyve ağaçları ve sebze bahçelerini görmek mümkün.

Madencilik faaliyetlerinde, “çevrenin ve doğanın korunacağı, cevher alındıktan sonra arazi eski haline getirilecek ve ağaçlandırılacak” kuralına rağmen yapılmayanlara bakıldığında bu şekilde uygulanan madenciliğin insan ve çevre sağlığına zararları saymakla bitmiyor.

Hangi maden, nasıl zarar veriyor?

Madenciliğin çevreye verdiği zarar, maden gruplarına göre farklılık gösteriyor.

Çakıl ve kum ocağının, agrega için açılmış taş ocağının, endüstriyel amaçlı kullanılan minerallere ait maden ocaklarıyla, metalik madenler dediğimiz altın, gümüş, bakır, demir, krom, mangan, kurşun gibi ocakların çevre ve insan sağlığına etkileri çok farklı. Her maden aynı çevresel etkiler altında değerlendirilemez.

Çevre ve insan sağlığına en fazla olumsuz etkileri olanlar altın, bakır, kurşun başta olmak üzere metalik madenler.

Metalik madenler içinde de en tehlikelisi sülfürlü cevher olması, madeni çıkarılma metotları, elde edilmesinde diğer madenlere göre siyanür, sülfürik asit ve diğer kimyasallar kullanılması yönüyle en tehlikeli olanı altın madenciliği.

Terk edilen maden ocaklarının eski haline getirilmesi

Dünyada Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerinde madencilik faaliyetlerinde çevreyle uyum içinde üretim yapma ve yürürlükteki Çevre Kanunlarına uymak kural olarak uygulanıyor.

Tüm madencilik faaliyetleri doğayı tahrip eder. Ancak metalik madenler özellikle sülfür minerali içeren altın, bakır, kurşun gibi madenler terk edildikten sonra da atıkları çevreye zarar vermeye devam eder. Dünyanın farklı ülkelerinde terk edilmiş maden ocakları bazıları futbol sahası, otel, konser salonları, güneş enerji panelleri gibi amaçlar için değerlendiriliyor.

Terk edilen maden ocaklarını eski haline getirmek mümkün değildir. Kömür ocağı pasaları üzeri ağaçlandırılabilir. Ancak metalik madenler ile terk edilen mermer ve taş ocakları eski haline getirilemez. Çünkü dikilen ağaçların yeşermesi ve boy vermesi için, henüz toprak oluşmamıştır.  Kayaçların toprağa dönüşmesi binlerce veya yüzlerce yılı alır. Oluşan toprakta ağaçlar, bitkiler yetişir. Toprak bir canlıdır. Bir gram kuru toprakta milyarlarca mikroorganizma vardır ve canlıları besleyen toprağa hayat verir.

İşletme tarihi Bizans dönemine dayanan, 1892 yılında Fransızlar tarafından işletilmeye başlanan Balıkesir Balya kurşun madeni, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce dünyadaki en büyük maden işletmelerinden birisiydi. 1939’a kadar Fransızlar işletti. Günümüzde Kocaçay yatağındaki kurşun madeni pasaları (artıkları) hâlâ çevreyi kirletmeye devam ediyor. Bir kanaryanın üç gün yaşayamadığı çayın çevresinde arıcılık yapılamıyor, çayın suyunu içen hayvanlar zehirleniyor.

Neler yapılmalı?

“Yeniden değerlendirilmeyen ve tüketim döngüsüne katılmayan her şey bir hacim sorunudur” yaklaşımını da içselleştiren “hacimsel madencilik” anlayışına geçilmeli.

Çevreye dair taahhütlerini yerine getirmeyen, çevreye yapacağı yatırımı kârına ekleyen madencilik anlayışı kabul edilemez. Bu çerçevede madencilik politikaları ve madenciliğe yaklaşım değişmeli.

Madenlerimizden ileri teknoloji ürünleri üretilerek ihraç edilmeli, kazanılan ülke ekonomisine ve ülke insanlarına yansıtılmalı. Bu da yüksek katma değer, istihdam, çalışanlara insan onuruna yakışır bir ücret, refah ve mutluluğun tabana yansıması anlamına gelir.

Ülkemiz hammadde üretip satan, başka ülkelerin hammadde kaynağı olan bir ülke konumundan kurtarılmalı, sanayi ürünü satan bir ülke konumuna getirilmeli.

Artık bazı madenlerimizin aranıp işletilmesine devlet eliyle yapılması zorunluluğu getirilmesi, stratejik olan kritik madenlerimizin korunması, madenlerimizin konsantre olarak ihraç edilmesinin kısıtlanması gibi ülkemizin çıkarları doğrultusunda yasal yeni düzenlemeler yapılmalı.

Sürdürülebilir madencilik değil, sürdürülebilir yaşam odaklı madencilik

Akılda tutulması gereken başka bir nokta da şu; madencilikte, günümüzde artık aranan en önemli faktör; ürünün nitelik standardı ile birlikte ham maddesinin sağlanmasından üretimine ve tüketiminin son aşamasına kadar çevreye zarar vermemesi.

Dolayısıyla yapmamız gereken başka bir şey de yurt içinde ileri teknolojiyi geliştirerek madenleri işlemek, çevreyi ve canlı varlığını tehdit etmeyen sürdürülebilir madencilik değil, sürdürülebilir yaşam odaklı madencilik anlayışına geçmek.

Böyle bir anlayışın da elbette kendi kuralları var:

Madenciliğin yukarıda anlattığım 4 temel ilkesi yerine getirilse bile, her yerde her koşulda madencilik yapılmasına izin verilmemeli.

Maden yakınında yaşayan insanların kullandığı su kaynakları kaybolmamalı ya da azalmamalı.

Maden atıklarının alıcı ortama salınması sonucunda suyu ve toprağı kirlenmemeli.

Yakın ya da uzak çevresinde zaman zaman örneğini gördüğü ilkel ve vahşi madencilik benzeri uygulamalar ile oluşacak tozdan tarım ürünleri verimsizleşmemeli.

Sorumsuzca yapılan patlatmaların gürültü ve sarsıntısından insanların ve hayvanlarının rahatsız olmalarının önüne geçilmeli.

Maden sahası nedeniyle yollarının, derelerinin ve otlaklarının kullanılamaz hale gelmesinin önüne geçilmeli.

Yöre halkının tarım arazileri kamulaştırılarak ellerinden alınmamalı, işsiz kalmaları ve göçe zorlanmaları engellenmeli.

Övünerek söylenen “Bizim oraları görmelisin, çok güzeldir” sözleri, madenciliğin yarattığı doğa tahribatı ve çevre kirliliği manzarası karşısında artık söylenemiyor. Anadolu’nun çoğu yerinde hangi tepeye ya da yamaca baksak kazılmış yerler ve devasa çukurları, insanın üstüne doğru gelen pasa dağlarını, her tepede açılmış mermer ve taş ocağını, kirlenmiş kırmızı ya da gri dere suyunu görmek mümkün.

Doğa hakkı, insan hakkının önündedir. Bu dünya bize atalarımızın mirası değil, gelecek nesillerin bir emanetidir.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nce yaşam alanlarını ve doğayı tahrip eden projeler ve yanlış uygulamalar aynı zamanda insan hakları ihlalidir.

Kaynaklar

Eşref Atabey. 2023. Madencilik ve Çevre. 196s. Sarmal Kitabevi. İstanbul.

Eşref Atabey. 2010. Türkiye’de İnsan Kaynaklı Unsurlar ve Çevresel Etkileri. MTA Yerbilimleri ve Kültür Serisi: 7, 286s.

Eşref Atabey. 2024. ’’Altın’’ madenciliğinin ekosistem ve iklime etkisi.(https://www.bodrumguncelhaber.com/altin-madenciliginin-ekosistem-ve-iklime-etkisi/

MTA. 2020. Dünyada ve Türkiye’de Altın.

Necati Yıldız. 2022. Altın madenciliğinde algı yönetimi: Çevre ve siyanür… Ya ekonomik boyutu?

USGS. 2020. Gold Statistics and Information (https://pubs.usgs.gov/periodicals/mcs2020/mcs2020-gold.pdf (erişim: 11 Ağustos 2020).

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Mart 2024’te yayımlanmıştır.

Eşref Atabey
Eşref Atabey
Dr. Eşref Atabey - İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Bölümü’nden 1978 yılında Jeoloji Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu. 1995 yılında Ankara Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. 1987 yılında Türkiye Orta Doğu Amme İdaresine devam etti ve kamu yönetimi uzmanı oldu. 1979-2014 yılları arasında bir kamu kurumunda 35 yıl çalıştıktan sonra 2014 yılında emekli oldu. Türkiye’nin farklı yerlerinde birçok projenin Proje Başkanı göre­vini yürüttü. Jeoloji bilim dalıy­la ilgili Tıb­bi Jeoloji, Doğa afetleri, Deprem, Jeolojik miras, Çevre jeolojisi, Su konularında çeşitli dergilerde yayımlanmış makaleleri, bildiri, etüt raporları bulunmakta. Meslek alanıyla ilgili seminer, çalıştay, sempozyum ve kurultayların yürütme ve bilim kurullarında görev aldı. 2001 yılından bu yana Tıbbi jeoloji konusunda araştırmalar yapmaktadır. Çalışmalarıyla “Tıbbi Jeoloji’’ alanında uzmandır. Bu alanda Türkiye’de 2006-2011 yılları arasında Türkiye’de Tıbbi jeolojik unsurlar ve halk sağlığı projesini yürüttü. Tıbbi jeoloji alanında yayımlanmış 43 kitabı bulunmaktadır. Halen Tıbbi Jeoloji, Doğa, Çevre ve Halk Sağlığı konularında yazılar yazmakta, bir internet portalında köşe yazarlığı yapmaktadır. Son yıllarda çalışmaları daha çok madencilik ve çevre üzerine yoğunlaşmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Çevreye zarar vermeyen madencilik mümkün mü?

Medeniyetin, sanayileşmenin ve yaşamın temel unsurlarından biri olan madenciliği, çevreye zarar vermeden yapmanın temel ilkeleri neler? ÇED raporları nedir, ne değildir? ÇED raporlarında hangi unsurlara bakılmalı? Madencilik yeniden nasıl düzenlenmeli? Dr. Eşref Atabey yazdı.

Etrafınıza şöyle bir bakmanız bile, bir gerçeği anlamanıza yeter; madenciliğin olmadığı bir medeniyeti, hatta hayatı düşünmek mümkün değil.

Madenler, milyonlarca yılda kimsenin emeği olmadan oluşmuş, tüketildiğinde yerine konulamayan; doğanın, insanlığın ortak kullanımına sunduğu servetler. Bu servetler üzerinde, her insanın ve gelecek nesillerin de hakkı var. Madenler, sanayileşmenin de vazgeçilmez temel unsurları.

Fakat öte yandan son zamanlarda sık sık tanık olduğumuz ihmaller zinciri sonucu maden kazaları ve hatta bıraktıkları ağır çevresel etkiler düşünülünce, maden faciaları olarak adlandırılabilecek olaylar akla geldiğinde, ister istemez şu soru ortaya çıkıyor: Çevreye zarar vermeden madencilik yapmak mümkün değil mi? Bunu başaranlar yok mu?

Madenciliğin 4 ilkesi

Çevreye, doğaya, insana zarar vermeyen madencilik mümkün. Bunu başarmanın yoluysa, madenciliğin 4 temel ilkesine sıkı sıkı bağlı kalmaktan geçiyor.

Bu dört ilkeyi de şöyle tanımlamak mümkün: Doğanın korunması, kamu yararının önceliği, hukuk ve şeffaflık içinde madenciliğin yürütülmesi yani madencinin ticari sırları dışındaki projesiyle ilgili niyet, plan ve raporlarının açık, anlaşılır ve düzenli olarak kamuoyunun bilgisine sunması ve son olarak da projenin planlandığı andan başlayarak yöre halkı ve sivil toplum kuruluşlarının projeyi benimsediklerini belirten sosyal onay.

ÇED raporları nedir, ne değildir?

Çevre ve insana zarar vermeden madencilik yapmanın bu dört temel ilkesi dışında, bir de ön koşulu var tabii, o da maden şirketlerinin madenciliğin çevreye verdiği zararları azaltmak ya da yok etmek için gerekli mali kaynağı kâr hanelerine kaydetmek yerine, çevrenin iyileştirilmesi için harcaması.

Aslında bunun gerçekleştirilmesi için gerekli hukuki düzenlemelerin bir kısmı ülkemizde mevcut ama uygulama konusunda ciddi aksaklıklarla karşı karşıya kalıyoruz.

Bu düzenlemelerin başladığı yer de Çevre Etki Değerlendirme izni yani ÇED raporları.

Peki, nedir madencilik faaliyetine başlayabilmek için verilen ÇED raporu, ya da ne değildir?

Her şeyden önce ÇED raporu, “Tamam, bir sorun yok! Her şey düzgün, yerinde, uygun” demek değildir. Çünkü ÇED bir izin değildir, gerçekleştirilmesi düşünülen bir projenin mevcut doğal çevreye ve sosyal yapıya olası etkileri ile bunları en aza indirmek amacıyla alınması planlanan önlemlerin incelendiği ve değerlendirildiği bir süreç, bir taahhütler bütünüdür.

Oysa, projesi hakkında “ÇED Olumlu Kararı” çıktığı anda birçok madenci, kafasını kuma sokarak ÇED kararı sayesinde yöre halkının olacaklara razı olmasını bekliyor.

ÇED Raporu, işletmecinin üstleneceği önlemleri gösteren bir belgedir, taahhüttür. Yani tamamen varsayıma dayalı olarak projenin çevreye etkileri ve sadece kâğıt üzerindeki alınacak önlemler söz konusudur. Buradaki en önemli nokta, projenin öngörülen olası etkilerinin ÇED raporunda gerçeğe en uygun biçimde doğru ve eksiksiz belirlenmesidir.

Bunun temel koşulu da ÇED raporu hazırlanmadan önce, planlanan madencilik projesinin en küçük ayrıntısına kadar kesinleşmiş olması yani fizibilite çalışmasının tamamlanmasıdır.

Üstelik, ÇED olumlu kararının alınması, o yöredeki çevre ve sosyal hakların korunması açısından bir madencilik çalışmasının sorunsuz yürüyeceğini de göstermez.

Madencilik sırasında bu önlemlerin yerine getirilip getirilmediğinin ve beklenmeyen durumların ortaya çıkıp çıkmadığının yine çevre idaresi tarafından titiz ve sıkı bir biçimde izlenmesidir.

Gerçekteyse, çoğu zaman pratikte böyle olmuyor, yetkili idarenin uygulamalarına bir güvensizlik duyuluyor. Oysa, ÇED raporunda dikkat çekilen noktalara, çevresel taahhütlere uyulduğu sürece çevreye ve insana zarar vermeden de madencilik mümkün.

Tıbbi jeolojik değerlendirme neden önemli?

Fakat mevcut haliyle ÇED raporlarının önemli bir eksikliği var, madencilikte diğer bir halk sağlığı sorunu Tıbbi Jeolojik değerlendirme yapılmıyor. Yani maden sahasında kanserojen asbest ve eriyonit mineralleri, radyoaktif mineraller, toksik olan cıva, arsenik, kadmiyum, kurşun gibi ağır metaller var mı, bunlar irdelenmiyor ve varlıkları dikkate alınmıyor.

Ülkemizde çoğu maden ocağı bilimsel temele ve fizibilite etütlerine dayanmadan, gelişigüzel açılıyor.

Bu haliyle de oyulmuş tepe yamaçları, Torosların yok edilmiş sedir ormanları, terk edilmiş devasa su dolu çukurları, derelere, ırmaklara, vadilere doldurulmuş maden pasaları ve atık çamurlarını, yok edilen ormanlar, madenden kaynaklı asidik sularla kurumuş meyve ağaçları ve sebze bahçelerini görmek mümkün.

Madencilik faaliyetlerinde, “çevrenin ve doğanın korunacağı, cevher alındıktan sonra arazi eski haline getirilecek ve ağaçlandırılacak” kuralına rağmen yapılmayanlara bakıldığında bu şekilde uygulanan madenciliğin insan ve çevre sağlığına zararları saymakla bitmiyor.

Hangi maden, nasıl zarar veriyor?

Madenciliğin çevreye verdiği zarar, maden gruplarına göre farklılık gösteriyor.

Çakıl ve kum ocağının, agrega için açılmış taş ocağının, endüstriyel amaçlı kullanılan minerallere ait maden ocaklarıyla, metalik madenler dediğimiz altın, gümüş, bakır, demir, krom, mangan, kurşun gibi ocakların çevre ve insan sağlığına etkileri çok farklı. Her maden aynı çevresel etkiler altında değerlendirilemez.

Çevre ve insan sağlığına en fazla olumsuz etkileri olanlar altın, bakır, kurşun başta olmak üzere metalik madenler.

Metalik madenler içinde de en tehlikelisi sülfürlü cevher olması, madeni çıkarılma metotları, elde edilmesinde diğer madenlere göre siyanür, sülfürik asit ve diğer kimyasallar kullanılması yönüyle en tehlikeli olanı altın madenciliği.

Terk edilen maden ocaklarının eski haline getirilmesi

Dünyada Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerinde madencilik faaliyetlerinde çevreyle uyum içinde üretim yapma ve yürürlükteki Çevre Kanunlarına uymak kural olarak uygulanıyor.

Tüm madencilik faaliyetleri doğayı tahrip eder. Ancak metalik madenler özellikle sülfür minerali içeren altın, bakır, kurşun gibi madenler terk edildikten sonra da atıkları çevreye zarar vermeye devam eder. Dünyanın farklı ülkelerinde terk edilmiş maden ocakları bazıları futbol sahası, otel, konser salonları, güneş enerji panelleri gibi amaçlar için değerlendiriliyor.

Terk edilen maden ocaklarını eski haline getirmek mümkün değildir. Kömür ocağı pasaları üzeri ağaçlandırılabilir. Ancak metalik madenler ile terk edilen mermer ve taş ocakları eski haline getirilemez. Çünkü dikilen ağaçların yeşermesi ve boy vermesi için, henüz toprak oluşmamıştır.  Kayaçların toprağa dönüşmesi binlerce veya yüzlerce yılı alır. Oluşan toprakta ağaçlar, bitkiler yetişir. Toprak bir canlıdır. Bir gram kuru toprakta milyarlarca mikroorganizma vardır ve canlıları besleyen toprağa hayat verir.

İşletme tarihi Bizans dönemine dayanan, 1892 yılında Fransızlar tarafından işletilmeye başlanan Balıkesir Balya kurşun madeni, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce dünyadaki en büyük maden işletmelerinden birisiydi. 1939’a kadar Fransızlar işletti. Günümüzde Kocaçay yatağındaki kurşun madeni pasaları (artıkları) hâlâ çevreyi kirletmeye devam ediyor. Bir kanaryanın üç gün yaşayamadığı çayın çevresinde arıcılık yapılamıyor, çayın suyunu içen hayvanlar zehirleniyor.

Neler yapılmalı?

“Yeniden değerlendirilmeyen ve tüketim döngüsüne katılmayan her şey bir hacim sorunudur” yaklaşımını da içselleştiren “hacimsel madencilik” anlayışına geçilmeli.

Çevreye dair taahhütlerini yerine getirmeyen, çevreye yapacağı yatırımı kârına ekleyen madencilik anlayışı kabul edilemez. Bu çerçevede madencilik politikaları ve madenciliğe yaklaşım değişmeli.

Madenlerimizden ileri teknoloji ürünleri üretilerek ihraç edilmeli, kazanılan ülke ekonomisine ve ülke insanlarına yansıtılmalı. Bu da yüksek katma değer, istihdam, çalışanlara insan onuruna yakışır bir ücret, refah ve mutluluğun tabana yansıması anlamına gelir.

Ülkemiz hammadde üretip satan, başka ülkelerin hammadde kaynağı olan bir ülke konumundan kurtarılmalı, sanayi ürünü satan bir ülke konumuna getirilmeli.

Artık bazı madenlerimizin aranıp işletilmesine devlet eliyle yapılması zorunluluğu getirilmesi, stratejik olan kritik madenlerimizin korunması, madenlerimizin konsantre olarak ihraç edilmesinin kısıtlanması gibi ülkemizin çıkarları doğrultusunda yasal yeni düzenlemeler yapılmalı.

Sürdürülebilir madencilik değil, sürdürülebilir yaşam odaklı madencilik

Akılda tutulması gereken başka bir nokta da şu; madencilikte, günümüzde artık aranan en önemli faktör; ürünün nitelik standardı ile birlikte ham maddesinin sağlanmasından üretimine ve tüketiminin son aşamasına kadar çevreye zarar vermemesi.

Dolayısıyla yapmamız gereken başka bir şey de yurt içinde ileri teknolojiyi geliştirerek madenleri işlemek, çevreyi ve canlı varlığını tehdit etmeyen sürdürülebilir madencilik değil, sürdürülebilir yaşam odaklı madencilik anlayışına geçmek.

Böyle bir anlayışın da elbette kendi kuralları var:

Madenciliğin yukarıda anlattığım 4 temel ilkesi yerine getirilse bile, her yerde her koşulda madencilik yapılmasına izin verilmemeli.

Maden yakınında yaşayan insanların kullandığı su kaynakları kaybolmamalı ya da azalmamalı.

Maden atıklarının alıcı ortama salınması sonucunda suyu ve toprağı kirlenmemeli.

Yakın ya da uzak çevresinde zaman zaman örneğini gördüğü ilkel ve vahşi madencilik benzeri uygulamalar ile oluşacak tozdan tarım ürünleri verimsizleşmemeli.

Sorumsuzca yapılan patlatmaların gürültü ve sarsıntısından insanların ve hayvanlarının rahatsız olmalarının önüne geçilmeli.

Maden sahası nedeniyle yollarının, derelerinin ve otlaklarının kullanılamaz hale gelmesinin önüne geçilmeli.

Yöre halkının tarım arazileri kamulaştırılarak ellerinden alınmamalı, işsiz kalmaları ve göçe zorlanmaları engellenmeli.

Övünerek söylenen “Bizim oraları görmelisin, çok güzeldir” sözleri, madenciliğin yarattığı doğa tahribatı ve çevre kirliliği manzarası karşısında artık söylenemiyor. Anadolu’nun çoğu yerinde hangi tepeye ya da yamaca baksak kazılmış yerler ve devasa çukurları, insanın üstüne doğru gelen pasa dağlarını, her tepede açılmış mermer ve taş ocağını, kirlenmiş kırmızı ya da gri dere suyunu görmek mümkün.

Doğa hakkı, insan hakkının önündedir. Bu dünya bize atalarımızın mirası değil, gelecek nesillerin bir emanetidir.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nce yaşam alanlarını ve doğayı tahrip eden projeler ve yanlış uygulamalar aynı zamanda insan hakları ihlalidir.

Kaynaklar

Eşref Atabey. 2023. Madencilik ve Çevre. 196s. Sarmal Kitabevi. İstanbul.

Eşref Atabey. 2010. Türkiye’de İnsan Kaynaklı Unsurlar ve Çevresel Etkileri. MTA Yerbilimleri ve Kültür Serisi: 7, 286s.

Eşref Atabey. 2024. ’’Altın’’ madenciliğinin ekosistem ve iklime etkisi.(https://www.bodrumguncelhaber.com/altin-madenciliginin-ekosistem-ve-iklime-etkisi/

MTA. 2020. Dünyada ve Türkiye’de Altın.

Necati Yıldız. 2022. Altın madenciliğinde algı yönetimi: Çevre ve siyanür… Ya ekonomik boyutu?

USGS. 2020. Gold Statistics and Information (https://pubs.usgs.gov/periodicals/mcs2020/mcs2020-gold.pdf (erişim: 11 Ağustos 2020).

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 5 Mart 2024’te yayımlanmıştır.

Eşref Atabey
Eşref Atabey
Dr. Eşref Atabey - İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeoloji Bölümü’nden 1978 yılında Jeoloji Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu. 1995 yılında Ankara Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. 1987 yılında Türkiye Orta Doğu Amme İdaresine devam etti ve kamu yönetimi uzmanı oldu. 1979-2014 yılları arasında bir kamu kurumunda 35 yıl çalıştıktan sonra 2014 yılında emekli oldu. Türkiye’nin farklı yerlerinde birçok projenin Proje Başkanı göre­vini yürüttü. Jeoloji bilim dalıy­la ilgili Tıb­bi Jeoloji, Doğa afetleri, Deprem, Jeolojik miras, Çevre jeolojisi, Su konularında çeşitli dergilerde yayımlanmış makaleleri, bildiri, etüt raporları bulunmakta. Meslek alanıyla ilgili seminer, çalıştay, sempozyum ve kurultayların yürütme ve bilim kurullarında görev aldı. 2001 yılından bu yana Tıbbi jeoloji konusunda araştırmalar yapmaktadır. Çalışmalarıyla “Tıbbi Jeoloji’’ alanında uzmandır. Bu alanda Türkiye’de 2006-2011 yılları arasında Türkiye’de Tıbbi jeolojik unsurlar ve halk sağlığı projesini yürüttü. Tıbbi jeoloji alanında yayımlanmış 43 kitabı bulunmaktadır. Halen Tıbbi Jeoloji, Doğa, Çevre ve Halk Sağlığı konularında yazılar yazmakta, bir internet portalında köşe yazarlığı yapmaktadır. Son yıllarda çalışmaları daha çok madencilik ve çevre üzerine yoğunlaşmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x