Uluslararası ölçekte öğrencilerin bilim, matematik ve okuma becerilerini ölçen en önemli göstergelerden biri olan ve üç senede bir yapılan PISA testinin sonuncusunda, Çin her üç alanda da birinci oldu.
2018 yılında aralarında Türkiye’nin de olduğu 79 farklı ülke ve bölgeden 15-16 yaşlarındaki 600 bin öğrencinin katılımıyla yapılan değerlendirmeyi düzenleyen OECD’ye göre, amaç ülkeleri birbirleri ile yarıştırmak değil. Hedef, eğitimcilerin ve politika yapıcıların dikkatini ülkelerinin eğitim sistemlerinin zayıf ve güçlü yönlerine çekmek ve böylece zaman içerisinde ilerlemesini ve zayıf yönlerin düzeltilmesini sağlamak”.1 Fakat bugünün okul/eğitim kalitesinin yarının etkin ekonomik ve politik gücünü belirleyeceğini söylemek de abartı olmaz. Dolayısıyla Çin’in bu seneki yarışta gösterdiği başarının da akıllara getirdiği soru şu: Çin, yarının en büyük gücü olmaya aday mı?
Çin’in muhafazakâr-milliyetçi şahin çıkışları ile ünlü gazetesi Global Times, PISA sonuçları ile ülkelerin yükselişi arasında bir ilişkinin olduğunu düşünenlerden. Konuya ilişkin yayınladığı yazılardan birinde, gazete Pekin’in eğitime verdiği önemin ve yaptığı yatırımın Çin’in durdurulamaz yükselişinin ana gücü olduğunu vurguluyor.2 PISA başarısının Çin’in 1978’de eğitime 1,3 milyar dolar bütçe ayırırken, 2018’de ise 657 milyar dolar bütçe ayırmasının bir sonucu olduğu da belirtiliyor.
Fakat gözden kaçırılmaması gereken bir husus daha var: 2018 PISA değerlendirmesinde 1,4 milyar nüfuslu Çin’i, ülkenin en gelişmiş ve refah düzeyi en yüksek iki şehri Pekin ve Şanghay ile özel bir ekonomi programı ile kalkındırılması hızlandırılmış Jiangsu ve Zhejiang eyaletleri temsil etti. Bu dört bölgenin toplam nüfusu yaklaşık 185 milyon, kişi başına düşen gelir de reel olarak ortalama 19 bin dolar. Aslında bu yeni bir durum değil. Çin’in 2009’daki ilk PISA macerasında ve 2012’deki değerlendirmede de Çin’i sadece Şanghay temsil etmişti ve her ikisinde de Çin, daha doğrusu Şanghay birinci olmuştu. O zamanlar da Çin içerisinde ülkenin sadece Şanghay’dan ibaret olmadığı ve 1,4 milyarlık bir nüfusu sadece 25 milyonluk Şanghay’ın temsil etmesinin kabul edilemeyeceği tartışması çıkmıştı. 2015 PISA testine Çin’i temsilen Şanghay’ın yanı sıra Pekin, Jiangsu ve Çin’in en zengin eyaleti Guangdong katılmıştı. O sene Çin, 10. sıraya gerilemişti. Fakat 2018’de Çin üç alanda da birinciliği aldı.
Madem Çin eğitimi dünyada ilk sırada, neden Çinli öğrenciler yüksek eğitim ve hatta ilköğretim için Amerika’ya gidiyor? Sonuçlara göre ABD’nin eğitimi Çin’in eğitiminden çok kötü, o zaman Amerikalıların çocuklarını eğitim için Çin’e göndermesi gerekmez mi?
Çinli öğrenciler neden hâlâ Batı ülkelerini tercih ediyor?
Çin’in PISA testinde üç alanda da birinci olması, Çin içerisinde de bazı tartışmaların başlamasına neden oldu. Boston’da bulunan Suffolk Üniversitesi’nde Çin Tarihi, Dünya Tarihinde Kültürel Etkileşim dersleri veren Xue Yong,3 Çin’in en önemli haftalık dergilerinden Zhongguo Xinwen Zhoukan’a yazdığı makalede, “Çin PISA’da birinci oldu ama dünya eğitiminin şampiyonu mu?” diye soruyor.4 Xue, PISA sonuçlarının bir ülkedeki zorunlu eğitimin başarısını ortaya koyan en önemli test olduğunu kabul etmekle birlikte, PISA sonuçlarının Çin eğitim sistemi hakkında bazı soruları akla getirdiğini yazıyor. Devamında da herkesin aklına gelen çıkarımı yapıyor:
“Madem Çin eğitimi dünyada ilk sırada, neden Çinli öğrenciler yüksek eğitim ve hatta ilköğretim için Amerika’ya gidiyor? Sonuçlara göre ABD’nin eğitimi Çin’in eğitiminden çok kötü, o zaman Amerikalıların çocuklarını eğitim için Çin’e göndermesi gerekmez mi?”
Xue, PISA’daki temsil meşruiyeti tartışmalarına da değiniyor. Bazı Çinli uzmanlar 2018 PISA’da Çin’i temsil eden iki şehir ve iki bölgenin – Pekin, Şanghay, Jiangsu, Zhejiang – Çin eğitim sisteminin kalitesini tam olarak ortaya koyamayacağını savunuyor. Fakat bazı Çinli uzmanlar da bu iki şehir ve iki bölgenin nüfusunun yaklaşık 200 milyon olduğunu ve bu rakamla dünyada 7. sırada yer alabileceğini dolayısıyla Çin’i temsil edebileceğini savunuyor. Bu iki şehir ve iki eyaletin Çin’i temsilde meşruiyet tartışması şöyle dursun, PISA’da Çin’i birinci sıraya taşıyan öğrenciler yurtdışında özellikle ABD ve İngiltere’de eğitim almayı daha çok istiyorlar.
Yazar Xue PISA sonuçları bağlamında Çin eğitim sistemindeki sorunu iki nokta etrafında sorguluyor. Ona göre, Çin’in eğitimdeki başarısı inkâr edilemez fakat bu tür başarılar bir yandan da Çin’de kolayca görmezden geliniyor ya da yok sayılabiliyor. Bunun sonucu olarak da birçok ebeveyn ileri bir eğitim için çocuklarını Amerika’ ya gönderiyor ve bunun için on binlerce dolar harcıyor.
“Çinliler eğitimde neden Batı’yı tercih ediyor?” sorusunun yanıtını bulmak için Xue, PISA sonuçlarını Çin özelinde orijinal bir yaklaşımla ve örneklerle yorumluyor:
“Günümüz dünyasında eğitim, 60 yıl süren yaşam boyu eğitim olarak tanımlanıyor. Diğer bir ifade ile eğitim 6 yaşından 66 yaşına kadar devam eden bir süreç. Yaşam boyu eğitim dikkate alınmadığında, eğitim hızlı seyreden teknolojik ilerlemeye ve zamana uyum sağlayamaz. Bu hesaplamaya göre 6 yaşında okula başlayan bir öğrenci 9 yıllık bir eğitimden sonra, 15 yaşında PISA testine katılıyor. Dolayısıyla 9 yıllık eğitim hayatı 60 yıllık eğitim hayatının sadece altıda biri. Eğitimi maratona benzetirsek PISA 42 km’lik maratonun sadece 7. kilometresidir. Genel olarak konuşursak şu an yarışmayı önde götüren çoğu yarışmacı, diğer yarışmacılar bitiş çizgisine geldiklerinde, onlar çoktan maratonu yarıda bırakmış olabiliyor.”
Yazar, burada can alıcı şu soruyu soruyor: “Peki Çinli öğrenciler bu maratonun tamamında nasıl bir performans gösterecekler/gösteriyorlar? Bu soruyu sormak için çok nedenimiz var.”
Eğitimde Çin ve Finlandiya sistemlerinin farkı ne?
OECD’nin yaptığı PISA testi, bilginin geri dönüşünü ve öğretilenlerin ne kadarını öğrendiğinizi dikkate alır. Ya duygusal dönüş nedir? Öğrendikten sonraki süreçte, öğrendikleriniz hâlâ ilginizi çekiyor mu yoksa ilginiz kalmadı mı? Duygusal dönüş, her zaman bilginin dönüşünden daha iyidir. Çünkü duygusal dönüş yaşam boyu öğrenme isteğinin temelidir.
Xue sorununun cevabını Çin ve Finlandiya eğitim sistemini kıyaslayarak bulmaya çalışıyor.
Xue, Finlandiya’nın PISA’da en iyi performans gösteren Batılı ülkelerden birisi olduğunu ve üç test dalında 6. ile 10. sıralarda yer aldığını hatırlatıyor, bu sıralama ile birkaç Asya ülkesinin uzağında kaldığını söylüyor. Fakat bununla beraber Finlandiya’daki eğitiminin dünyada önemli bir üne sahip ve “eğitim turizminin” önemli merkezlerinden birisi olduğunu vurgulayarak “Finlandiya mucizesi”ne dikkat çekiyor.
Yazar, Finlandiya okul sisteminde lise mezuniyet öncesine kadar sınav olmadığını, eğitimin öğrencinin not için değil de sevdiği ve ilgi duyduğu için öğrenmeyi hedeflediğini belirtiyor. Dolayısıyla yazara göre Finlandiyalı öğrenciler Çinli öğrencilerle kıyaslandığında çok rahatlar. “Finlandiya’nın aksine Çin’de ders çalışmanın amacı sınavda başarıdır. Çin’de öğrenciler okuldan eve geç geldikleri gibi gece saat bire, ikiye kadar mücadeleye devam ederler. Ev ödevleri bitmez, öğrenciler üzerindeki baskı daha da artar, hatta depresyona girerler.”
Yazar Xue bu noktada Batı eğitim sisteminin daha işlevsel ve üretken olduğunu kanıtlamak maksadıyla şunları da söylüyor:
“Amerikalı eğitimciler eğitimin kalitesini ölçmek için iki kriteri esas alıyorlar: Bilgi dönüşü ve duygusal dönüş. OECD’nin yaptığı PISA testi bilginin geri dönüşünü ve öğretilenlerin ne kadarını öğrendiğinizi dikkate alır. Ya duygusal dönüş nedir? Öğrendikten sonraki süreçte, öğrendikleriniz hâlâ ilginizi çekiyor mu, yoksa ilginiz kalmadı mı? Duygusal dönüş her zaman bilginin dönüşünden daha iyidir. Çünkü duygusal dönüş yaşam boyu öğrenme isteğinin temelidir. Yüksek not almak için gün boyu ders çalışırsınız, maratonun başındaki dünya şampiyonu gibi olursunuz fakat ben böyle bir şampiyon istemem.”
Çin eğitim sisteminin ikilemi
Peki, Çinli ebeveynler Xue’nin eleştirdiği hususların farkında mı?
Çin’in sosyo-ekonomik yapısındaki hızlı dönüşüm ve 2015’te sonlandırılan tek çocuk politikası Çin aile yapısını da dönüştürdü. Her ne kadar ‘tek çocuk politikası’ sonlandırılmış olsa da eğitimli, şehirli aileler artık birden fazla çocuk istemiyor. Dolayısıyla orta gelir grubundaki Şanghaylı, Pekinli, Jiangsulu ve Zhejianglı aileler çocuklarının başarısı için daha fazla baskı hissediyor. Artık 4 – büyükanne ve büyükbaba – 2 – anne ve baba – ve 1 çocuk sistemine dönmüş, yani altı yetişkine bir çocuğun düştüğü 4-2-1 sistemine dönüşmüş, modern Çin ailelerinde altı yetişkin sadece bir çocuğun eğitimini finanse ediyor. Tabii ki, aynı zamanda o bir çocuk altı ebeveynin başarı baskısını da üzerinde hissediyor.
Çocuklarının daha başarılı olmasını isteyen Çinli ebeveynler çocuklarının sadece öğrenmeye odaklı olmasını değil, aynı zamanda küresel değerlere sahip, yaratıcı yeteneklere de sahip olmasını istiyor. Çinli ebeveynler Batı tarzı eğitim veren okulların çocuklarını daha çok uluslararasılaştırdığını düşünüyor. Bu yüzden aileler çocuklarını Batı-Doğu karışımı eğitim veren öğrenim ücreti yüksek hibrit okullara göndermeyi tercih ediyorlar.
Hibrit okullarda Çinli öğrenciler temel bilimleri yerel öğretmenlerden öğrenirken, yabancı dil (genellikle İngilizce) sanat, müzik, felsefe gibi dersleri Batı eğitimli öğretmenlerden ya da iki dilli Çinli öğretmenlerden öğreniyorlar. Ayrıca ebeveynler çocuklarını hibrit okullara gönderirken aynı zamanda örgün eğitim müfredatına ek olarak drama, dans, spor, müzik dersleri ile ek bir müfredata da tabi tutuyorlar. Xue’nin de vurguladığı gibi öğrenci üzerindeki psikolojik baskı ve müfredat yükü arttıkça artıyor. Özet olarak, sorunun çözüm yöntemi kısır döngüye neden oluyor. Xue’nin de ima ettiği gibi bazen rakamlar da yalan söyler.
Twitter: @AlperenUmit
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 26 Aralık 2019’da yayımlanmıştır.
- PISA 2018 Results (Volume I) What Students Know and Can Do, OECD, 2019, S. 63.
- http://www.globaltimes.cn/content/1172470.shtml
- https://www.suffolk.edu/academics/faculty/x/u/yong-xue
- http://www.inewsweek.cn/society/2019-12-16/8060.shtml