Devam eden ve sonuçlanmayan bir toplantıya ara verip öğle yemeğine çıkmak ya da bir sandviç söyleyip toplantıya devam etmek…
Hangi seçeneği tercih ederdiniz?
Bu, sıradan ve basit bir karar gibi gözükebilir, oysa neyi tercih ettiğiniz sahip olduğunuz değerlerle ilgili. Zira fark etsek de etmesek de sadece önemli olan değil, her gün verdiğimiz onlarca önemsiz kararın arkasında da davranışlarımızın nedeni olan değerler var.
Değerlerimiz nasıl ve ne zaman oluşuyor?
Davranışlarımızın pusulası olan değerler sistemimiz, hayatımızın iki kritik döneminde oluşmaya başlar. Birinci dönem, çocuğun bütünüyle ailenin etki alanında olduğu 4-8 yaş dönemidir. Henüz soyutlama yeteneğine sahip olmayan bu yaştaki çocuklar, soyut kavramlar olan değerleri anne-babasını ve çevresindekileri taklit ederek hayata yansıtırlar. Ritüelleri taklit yoluyla uygularlar. Büyükleri namaz kılıyorsa namaz kılar, babasının tuttuğu takımın renklerini giyer (ya da giydirilir), anlamasa da takımın galibiyetlere sevinir veya üzülürler.
Değerlerin oluşmasında ikinci kritik dönem de, çocuğun ailenin etki alanından çıkıp, akran etki alanına girdiği 12-16 yaş dönemidir. Ergenliğe eriştiği bu dönemde, soyutlama olgunluğuna da erişen genç, değerleri içselleştirir.
Fakat buradaki püf nokta şudur; birinci dönemde değerler sağlam ve güçlü bir şekilde kazandırılırsa, ergenlik döneminde kısa süreli ve küçük savrulma ve sarsıntılar olsa bile genç birey, ailesinin sosyal, dini, politik ve ahlaki değerlerini benimser.
Özetle, çocuğun aile hayatında elde edebileceği en büyük kazanım, ailenin idealindeki değerleri benimsemesidir. Hemen her aile çocuğunun doğru, dürüst ve iyi ahlaklı olmasını ister ancak bu özellikler sözle anlatarak ve kendiliğinden olmaz; ailenin önem verdiği konular, çocuğun yaşam boyu sahipleneceği değerlerin kozasını oluşturur.
Birinci dönemde değerler sağlam ve güçlü bir şekilde kazandırılırsa, ergenlik döneminde kısa süreli ve küçük savrulma ve sarsıntılar olsa bile genç birey, ailesinin sosyal, dini, politik ve ahlaki değerlerini benimser.
Çocuklar “başarı kavramıyla” nasıl zehirlenir?
İşte tam bu noktada birçok ailenin farkında bile olmadan yaptığı bir hata var: Çocukları, küçük yaştan başlayarak başarı kavramıyla zehirlemek.
Akşam sofralarının sohbet konuları genellikle ödevler, sınavda alınan sonuçlar ve çocuğun performansının sınıf, okul, il ve ülke performansıyla kıyaslanmasına dayanıyor. Bunun doğal sonucu olarak da çocukta kendi kıymetini akademik ya da rekabete dayalı alanlardaki başarısının oranıyla ölçtüğü bir zihniyet gelişiyor.
Çocuk başarılı olduğunda, “iyi, doğru, değerli ve yakışıklı/güzel” olacağına inanıyor. Oysa başarısızlık hayatın en doğal parçası. Bir başka ifadeyle “her faninin başarısızlığı tatması kaçınılmazdır.” Hiç başarısız olmadığını söyleyen kişi, eğer yalan söylemiyorsa, sınırlarını hiç zorlamamış ve konfor alanının dışına hiç çıkmamış, hiç güçlük yaşamamış ve sahip oldukları kendisine sunulmuş demektir. Başarısızlık insanı olgunlaştırır, derinlik kazandırır, bilgelik yolunda geliştirir ve empati duymasını sağlar. Başarısızlık insana sınırlarını nereye kadar zorlaması gerektiğini gösterir.
Başarılı olduğu zaman kendisini değerli hisseden çocuk, başarısız olduğu zaman olumsuz duygularını yönetmekte zorlanır ve değersiz olduğunu kabul etmekte zorlanır. Bunun sonucunda da, başarısızlığının nedenini kendi dışında aramaya yönelir (öğretmen öğretmediği yerlerden sordu), çok kolay yalan söyler ve fırsat varsa da hile yapar (hak etmediğine el uzatır, örneğin kopya çeker). Akademik başarısına odaklanan ailesinin arada verdiği iyi, doğru ve dürüst olmak yönündeki nasihatlerin hiçbir anlamı yoktur.
Değerler bedel ödetir
Değerler, kişiler için hazzından ve menfaatinden vazgeçmeyi gerektirir; hayatı zorlaştırır, çözümleri güçleştirir, maliyeti artırır. Çoğu zaman da can sıkıcıdır fakat karşılığında uzun vadede itibar, saygınlık ve güvenilirlik kazandırır. İç huzuru ile yaşamaya imkân verir. Bunun gerçekleşmesi için ise vicdana yatırım yapılması gerekir.
Değerler kişiler için hazzından ve menfaatinden vaz geçmeyi gerektirir. Hayatı zorlaştırır, çözümleri güçleştirir, maliyeti artırır. Çoğu zaman da can sıkıcıdır fakat karşılığında uzun vadede itibar, saygınlık ve güvenilirlik kazandırır. İç huzuru ile yaşamaya imkân verir. Bunun gerçekleşmesi için ise vicdana yatırım yapılması gerekir.
Eğer çocuk değerinin sadece ve sadece başarıyla ölçüldüğü inancıyla yetiştirilir, vicdan gelişimine sistemli olarak yatırım yapılmazsa, zorlandığı durumlarda kolay olan kestirme yolu seçer ve bunun için kendisini rahatlatacak bir bahane bulur. Zira her insanın içinde hem elindeki imkânlardan kolay yoldan yararlanmak, hem de aynaya baktığı zaman kendisini saygıdeğer biri olarak görme eğilimi vardır.
Kıymetli bir deneyim olarak başarısızlık
Başarısızlığın ayıp, kötü ve yanlış olduğu inancından çocukları uzak tutmak gerekir çünkü başarısızlık değerli bir deneyimdir. Önemli olan, “bu deneyimden ne öğrendin?” sorusuna kişinin etki alanından bir çözüm bulması ve alternatif davranış geliştirmesidir. Bunu sağlamak için çocuklara, başarısızlığın gelişme yolunda bir fırsat olduğu anlatılmalıdır. Zira başarısızlık ve o başarısızlıkla ilgili gerçekçi bir geri bildirim, gelişim yolundaki en değerli fırsattır çünkü “Geri bildirim şampiyonların kahvaltısıdır.”
Günümüzde çocuklarımızın önemli bir bölümü çok iyi besleniyor ancak fazlasıyla sevgi dolu aileleri onları bu değerli geri bildirim gıdasından yoksun bırakıyor. Bu da gençlerin psikolojik bağışıklık sisteminin yeteri kadar gelişmemesine neden oluyor ve onları hayatın doğal güçlükleriyle mücadele edecek donanımdan yoksun bırakıyor.
Çözüm nerede?
Çocuklara aile değerlerinin kazandırılacağı çok önemli iki zemin var.
Bunların birincisi, aile üyelerinin toplandığı akşam sofraları ve hafta sonu kahvaltılarıdır. Bu tür bir anlayış değişikliği için atılabilecek dev adımın başlangıcı da ilgiyi televizyon haberleri ve sosyal medyadaki gelişmelerden uzaklaştırmak; çocuğun ödev, ders ve sınav sonuçları konuşulsa bile, bu meselelerin her daim sohbetin ağırlıklı konusu olmasına izin vermemek olabilir. Çocuğun akademik gelişimi ile ilgili konuşmaların yanı sıra haftada birkaç defa şu soruların gündemi oluşturması ve çocuğun da konuşmaya dahil edildiği bir sohbette şu soruların sorulması yararlı olur:
“Bugün/bu hafta kime yardım ettin?”
“Kimden yardım istedin?” (Yardım istemek zayıflık değil güçlülüktür, yardım isterseniz sizden yardım isterler)
“Bu hafta hangi arkadaşının başarısına katkıda bulundun? “
“Sahip olduğun için kendini şanslı ve ayrıcalıklı hissettiğin neler var?”
“Bunların varlığı hayatını nasıl etkiliyor, yokluğu nasıl etkilerdi?”
“Senden daha az şanslı insanlar için ne yapmayı düşünüyorsun?” (Suriyeliler, imkânları dar olan okullardaki öğrenciler)
“Bugün/bu hafta kime yardım ettin?”
“Kimden yardım istedin?” (Yardım istemek zayıflık değil güçlülüktür, yardım isterseniz sizden yardım isterler)
“Bu hafta hangi arkadaşının başarısına katkıda bulundun? “
“Senden daha az şanslı insanlar için ne yapmayı düşünüyorsun?” (Suriyeliler, imkânları dar olan okullardaki öğrenciler)
Bu ve benzeri sorularla düzenli olarak karşılaşmak, çocuğun dünya görüşünde ve hayata bakışında büyük fark yaratır. Böylece dünyada sadece kendisinin var olmadığını, çevresindeki insanların ve kurulu sistemin onun ihtiyaçlarını karşılamak için bir araç olmadığını anlamasına yardım eder. Kendisinden daha az şanslı insanlara karşı borçlu hissetmesine ve en önemlisi “vicdan” geliştirmesine yardımcı olur.
Enerjimizi nereye koyarsak hayat orada gelişir
Anne ve babaları çocuklara “iyi ol, doğru ve dürüst ol” diye nasihat ettikleri için onların bu özellikleri kazanmalarını beklemek gerçekçi değildir. Çocukların vicdanlarının temelinin atılacağı dönemde, en çok önem verilen şey, başkalarının önüne geçerek başarılı olmalarıysa, onlar da vicdanı gelişmemiş yetişkinler olarak, umutsuzca başarı alanında mücadele ederek yaşarlar.
Aile sofraları dışında, ergenlik dönemine kadar ve ergenliğin ilk yıllarında çocuklara değerlerin kazandırılacağı ikinci zemin de, ailenin birlikte yapacağı tatillerdir. Nasıl ve nerede yapılırlarsa yapılsınlar, tatiller anne ve babanın gündelik hayat sorumluluklarından bir ölçüde uzakta, çocuğun iç dünyasına odaklanmasına imkân verecek fırsatlardır. Ancak ne yazık ki birçok aile tatilini, çocukları kendininkiyle yaşıt olan arkadaşlarıyla birlikte geçirerek bu önemli fırsattan yararlanmıyor. Böylece tatiller çocukların da yetişkinlerin de kendi dünyalarında yaşadığı bir hal alıyor. Bu da çocuğun dünyasına girme, onun zihnini meşgul eden konular konusunda derinlemesine sorular sorarak onu konuşturma fırsatının kaçırılmasına neden oluyor.
Birçok aile tatilini, çocukları kendininkiyle yaşıt olan arkadaşlarıyla birlikte geçirerek bu önemli fırsattan yararlanmıyor. Böylece ne yazık ki tatiller çocukların da yetişkinlerin de kendi dünyalarında yaşadığı bir hal alıyor. Bu da çocuğun dünyasına girme, onun zihnini meşgul eden konular konusunda derinlemesine sorular sorarak onu konuşturma fırsatının kaçırılmasına neden oluyor.
Vicdan azap vermek için vardır
Eğer bir yetişkin, eyleminin doğru olup olmadığını düşünüyorsa, büyük bir ihtimalle doğru değildir. “Herkes neler yapıyor, benimki de bir şey mi?” düşüncesi, kişinin vicdanının sesini susturmak için bulduğu bir savunma mekanizmasıdır. Vicdan azap vermiyor ve rahatlatıyorsa, kişi uygunsuz eylemine kılıf uyduruyor demektir. Aydınlar da toplumun vicdanıdır. Topluma azap vermeleri, toplumun canını sıkmaları ve onu düşündürmeleri gerekir. Topluma azap vermeyen, toplumdaki baskın düşünceden farklı görüştekilerle empati kurulmasına aracılık etmeyen kişilere aydın denmez.
Özetle, vicdan içimizdeki yargıçtır. “Eylemimi kimse bilmese de ben bileceğim”, “Eylemimi anne ve babama, eşime ve çocuklarıma çekinmeden söyleyebilir miyim?”, “Eylemimi beni yetiştiren ilkokul öğretmenim duysa ne der?”, “Çocukluğumu veya gençliğimi geçirdiğim kasabanın gazetesi bu eylemimi yazsa, beni tanıyanlar ne düşünür?” sorularına verilecek cevaplar kişinin pusulasının doğru istikameti göstermesine yardımcı olur.
Unutmamak gerekir ki, bir düşünürün dediği gibi, “İnsanları ahlak yönünden eğitmeden (vicdanını geliştirmeden) eğitmek, toplumun başına bela etmektir”.
Son söz
Bir değere sahip olup olmadığımızı anlamanın en kestirme yolu, bu değer için ödediğimiz veya ödemeyi göze aldığımız bedeldir, çünkü “hiç kimse sınanmadığı günahın masumu değildir”.
Bu yazı ilk kez 8 Ekim 2019’da yayımlanmıştır.