COVID-19 ile sonsuz savaş için bir strateji önerisi

Gelişmiş ülkelerde aşılama kampanyaları hız kazanırken maskeler yavaş yavaş çıkarılıyor. Toplumsal bağışıklığın en iyimser tahminle 2023’te tamamlanacağı söyleniyor. Ancak bazı gruplar, nüfusun büyük bölümü aşılansa dahi küresel sürü bağışıklığının hiç yakalanamayacağını söylüyorlar. Yoksa korona virüsü aramızdan hiç ayrılmayacak mı?

Korona virüsüyle mücadelede yeniden iyimserliğin arttığı bir döneme girdik. Kuzey Amerika, Avrupa’nın büyük bölümü, Ortadoğu’nun petrol zengini ülkeleri ve İsrail’in yanı sıra SARS deneyimli Uzakdoğu ülkeleri ve Güney Amerika’daki birkaç ülkede aşılananların oranı hızla artıyor.1 Vaka sayıları ve can kaybında ise pandeminin üçüncü (belki de dördüncü) dalgasının zirvede olduğu günlere göre bir düşüş yakalandığı anlaşılıyor.2 Ancak ABD’de çeşitli üniversiteler ve uluslararası kuruluşlarda görevli 6 epidemiyolog3 ve sağlık uzmanına göre COVID-19 pandemisi henüz bitmekten uzak ve virüs ile savaş, dünya nüfusunun yeteri kadarı aşılansa bile devam etmek zorunda.

The Foreign Affairs dergisi için kaleme aldıkları yazıda Larry Brilliant, Lisa Danzig, Karen Oppenheimer, Agastya Mondal, Rick Bright ve W. Ian Lipkin Sars-Cov-2 virüsü ve varyantlarıyla “hiç bitmeyecek” savaşta izlenmesi gereken stratejinin ana hatlarını da ortaya koyuyor.

“Yüksek sesle söylemenin zamanı geldi: COVID-19 pandemisinin arkasındaki virüs hiçbir yere gitmiyor. Ondan fazla hayvan türü üzerinde büyümeye başladığı için SARS-CoV-2 virüsünün tamamen yok edilmesi artık mümkün değil.” diyen araştırmacılar, sözlerine şöyle devam ediyorlar:

“Çoğu ülkenin elinde yaygın olarak aşı yok ve elinde bolca olan şanslı ülkelerde bile çok sayıda insan aşı olmayı reddediyor. Sonuç olarak dünyada yeterince insan, daha bulaşıcı, aşılara dirençli ve hatta mevcut tanı kriterlerinden kaçabilecek tehlikeli varyantlarının ortaya çıkmasından önce bağışıklığa kavuşmuş olmayacak. Böylesi süper varyantlar dünyayı başa döndürebilir ve yine bir 2020 yaşayabiliriz.

Yok olmak bir yana, virüs gelecek yıllarda dünyanın dört bir yanında pinpon topu gibi bir o yana bir bu yana gidip gelebilir. Dünün başarı öykülerini yazanlar şimdi ciddi salgınlarla karşı karşıyalar. Bu ülkelerin çoğu sıkı sınır kontrolleri, mükemmel test, izleme ve izolasyon sayesinde pandemiyi sınırlarının ötesinde tutabildiler, ama iyi bir aşıya sahip olamadılar. Mayıs 2021’e kadar etkileyici biçimde çok az can kaybının yaşandığı Tayvan ve Vietnam’da aşı eksikliğinden sonra talihlerinin döndüğüne tanık olunuyor. Ama nüfuslarının büyük kısımlarını aşılayan ülkeler bile bazı varyantlar nedeniyle salgınlara açık olacak. Şili, Moğolistan, Seyşeller4 ve İngiltere’de çok sayıda sıcak noktada olan biten bu gibi görünüyor. Virüs burada kalacak. Asıl soru şu: Biz burada kalmak için ne yapacağız?”

Nasıl bir strateji?

Pandemiyi yenmenin sadece para ve kaynak meselesi olmadığını, stratejinin de büyük önem taşıdığını kaydeden araştırmacılar, tarihten örnekler verdikten sonra, izleme ve kontrolün yanı sıra, hızla kitlesel aşılamanın COVID-19’u tarihe gömebileceğini vurguluyorlar:

“Grip ve kızamık gibi hastalıklarda olduğu gibi dünyayı görece normal duruma döndürmek epidemiyolojinin elinde; SARS-COV-2 ile birlikte yaşamamıza izin verecek araçlara sahip. Burada kilit nokta, aşıların en çok ihtiyaç duyulan ve kaynak kıtlığı içindeki yerlere aktarılması.

Aşılarla dolup taşan Amerika Birleşik Devletleri, çiçek hastalığını kontrol etmek için kullanılan stratejinin modernize edilmiş bir versiyonunu kullanarak bu çabaya öncülük edebilecek konumda.

Öte yandan devletler yeni teknolojileri, salgınları tespit etmek ve kontrol altına almak için daha iyi kullanmalı. Bunun anlamı, halkı olası enfeksiyonlara karşı uyarmak için bulaş uyarı sistemlerini kucaklamak. Ayrıca bu, araştırmacıların hangi varyantın ve hangi aşıya uygun olduğunu hızlıca tespit edebilmeleri bulaşıcı genomları dizileme kapasitesini artırmak anlamına geliyor. Tüm bunların olabildiğinde hızlı olması gerekiyor. Ülkeler halkını aşılamakta ne kadar yavaş kalırsa hastalığın yayılması riskiyle o kadar karşı karşıya kalır ve o kadar fazla varyant ortaya çıkar.

Öte yandan pandemiye yanıt veren uluslararası sistem de onarılmalı. Mevcut krizin açıkça ortaya koyduğu gibi sistem yeterli finansmandan yoksun, yavaş ve siyasi etkilere açık. Milliyetçiliğin yükseldiği bir dönemde ülkeler COVID-19’la uzun bir savaşa girmek üzere… Bunun için küresel sağlık kuruluşlarının yeniden yapılanması gerekiyor. Söz konusu kurumlar korunmalı ve daha hızlı çalışması için yetkilendirilmeliler.”

Bütün varsayımlar çürüdü

Pandemide 2020 yılının başından beri yaşanan gelişmeleri anlatan araştırmacılar, özellikle siyasilere atıf yaparak, salgına ‘kısa süreli’ olacağı varsayımıyla baktıkları için eleştiriyorlar. Bu varsayım sebebiyle virüsün varyantlar üreterek kalıcı hale geldiğini belirtiyorlar. Pandemi sırasında en olumlu gelişmenin ise küresel bilim topluluklarının omuz omuza vererek kısa sürede etkili aşılar üretmeleri olduğunu söylüyorlar. Ancak aşı milliyetçiliği nedeniyle üretilen aşıların yüzde 75’inin gelişmiş 10 ülkenin vatandaşlarına gittiğinin de altını çiziyorlar:

“Şimdi hükümetler şu hoşlarına gitmeyecek gerçekle karşı karşıyalar: Çoğunun kısa süreli olacağını umdukları kriz, uzun sürece ve yavaş geçecek bir savaşa dönmek üzere. Gezegendeki her insan yarın aşılansa bile SARS-CoV-2 maymunlar, kediler ve geyikler de dahil olmak üzere birçok hayvan türünde yaşamaya devam edecek. Danimarka’da 200’den fazla kişiye vizonlardan COVID-19 bulaştı. Henüz insanlardan hayvanlara ve daha sonra insanlara sürekli bulaşma olduğuna dair bir kanıt yok. Ama çok sayıda türde SARS-CoV-2’nin keşfi, bunun makul ve olası olduğunu gösteriyor.

Tabii bu arada sürü bağışıklığı hayali de öldü. Sadece bir yıl önce, bazı uzmanlar, sürü bağışıklığına ulaşmak için virüsün serbestçe dolaşabilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Bu yaklaşım en bilinen örneği İsveç’te görüldü. Ve tahmin edilebileceği gibi, komşuları Danimarka, Finlandiya ve Norveç’ten çok daha yüksek vaka sayısı ve can kaybı yaşadılar. Bu yanlış yönlendirilmiş strateji dünya genelinde yüz binlerce kişinin gereksiz yere yaşamını yitirmesine yol açınca, yanlıştan dönüldü.

Daha yakın zamanlarda, epidemiyologlar, sürü bağışıklığına ulaşmak için nüfusun yüzde kaçının aşılanması gerektiğini ve bu eşiğe ne zaman ulaşılacağını tartışıyorlardı. Ancak şimdi dünyanın pandemiyi kontrol altına almak için sürü bağışıklığını bekleyemeyeceği görülüyor. Birinci sebep; aşılama çok yavaş ilerliyor. İkinci sebep; yeterli miktarda aşı üretmek ve bunları teslim etmek çok uzun sürüyor. Üçüncü sebep; azımsanmayacak büyüklükteki küresel aşı karşıtı hareket talebi azaltıyor. Dördüncü sebep; sürekli yeni bir varyant ortaya çıkıyor ve bunlar aşıları ve yeni tedavi yöntemlerini tehdit ediyor.

Varyantlar, pandeminin katlanarak artmasında kaçınılmaz olan bir yan üründür. Her gün yarım milyondan fazla yeni COVID-19 vakası bildiriliyor. Virüs bulaşan her kişi, her biri sürekli çoğalan yüz milyarlarca virüs parçacığı barındırıyor. Her viral partikülün her replikasyon5 turu, ortalama 30 mutasyon veriyor. Mutasyonların büyük çoğunluğu, virüsü daha bulaşıcı veya ölümcül yapmaz. Ancak dünya genelinde her gün astronomik sayıda mutasyon meydana geldiğinden, bazılarının daha tehlikeli virüslere yol açması ve epidemiyologların endişe verici varyantlar dediği şeye dönüşme riski giderek artıyor. Mart 2020’de New York’ta, Mart 2021’de Brezilya’da ve Mayıs 2021’de Hindistan’da yaşananlar gibi…

Bugüne kadar Moderna, Pfizer-BioNTech ve Johnson & Johnson aşılarının mevcut varyantlara karşı etkili olduğu görüldü. Ancak iki varyant, B.1.351 ve B.1.617.2, diğer aşıların ve iyileştirici antikorların etkinliğini bozma belirtileri gösterdi. Her yeni, daha dirençli veya daha bulaşıcı varyant, ek takviye aşıları veya belki de tamamen yeni aşılar gerektirebilir ve bu da, yaklaşık 200 ülkede milyarlarca insanı aşılamanın devasa lojistik zorluğunu artıracaktır. Diğer varyantlar, mevcut tanı testlerinden bile kaçabilir, bu da onları izlemeyi ve kontrol altına almayı daha zor hale getirecektir. Kısacası, pandemi son nefesini vermekten çok uzakta.”

“Tam zamanında aşılama” şart

Araştırmacılara göre koronavirüsle uzun savaş stratejisinin ilk adımı, tam zamanında aşılama olmalı. Bunun için ise öncelikle vaka sayısı sıfıra yaklaştırılmalı ve yeni salgınların patlak verme ihtimaline karşı modern teknolojiden yararlanılarak, hassas bir izleme sistemi kurulmalı. Ardından salgın patlak verdiğinde dünyanın aşı kaynakları hızlıca o noktaya yönlendirilmeli:

“Epidemiyologlar daha önceki salgınlarda tam zamanında aşılamayı uygulayarak yeni bulaşma zincirlerini önleyebildiler, hastalığı hızla kontrol altına aldılar ve toplu aşılama ile karşılaştırıldığında aşı dozlarının dörtte üçünden tasarruf ettiler. Tam zamanında aşılama stratejisini benimseyen ABD ve orta düzeyde enfeksiyon oranlarına sahip diğer ülkeler, virüse maruz kaldığı bilinenleri, içinde bulunduğu topluluklarla birlikte aşılamaya öncelik vermelidir. Ayrıca ABD, ülkelerin aşı üretim kapasitelerini artırmaya yardımcı olmalıdır. Bu kuşkusuz tarihin en karmaşık hastalık kontrol operasyonu olacaktır.”

Yeni hastalık izleme sistemi ve aşılar nasıl olmalı?

Araştırmacılar bundan sonra yeni varyantların ortaya çıkmaması ve hastalıkla mücadelenin daha ekonomik olması için yapılması gerekenleri de sıralıyorlar:

“Epidemiyologlar, gözden kaçan enfeksiyonları bulmak için bildirilmeyen salgınları tespit etmek adına kanalizasyonu izleyerek dışkı döküntülerinden yararlanabilirler. SARS-CoV-2’nin bulaşmasının önüne geçmek için belirti göstermeyen vakaların yakalanması ve bulaş bildirim sistemlerinin oluşturulması büyük önem taşıyacaktır. Söz konusu sistemlerde, virüs bulaşmış bir kişiyle yakın temas halinde olanlar, bu kişinin kimliği ifşa edilmeden cep telefonları aracılığıyla uyarılıyor ve böylece kendini hasta hissetmeyen kişilere aslında virüsü taşıyor olabilecekleri bilgisi veriliyor. Kullanıcılara olası enfeksiyon hakkında bilgi verilirken aynı zamanda test yaptırmaları, aşı olmaları veya karantina için devlet desteği almaları tavsiye edilebilir. Bu tür sistemler henüz emekleme aşamasında olsalar da, İrlanda ve İngiltere’deki ilk denemeler cesaret verici.”

Yeni uyarı sistemlerini bulaş alanlarını sınırlayarak virüsle mücadeleyi daha hızlı ve daha ucuz hale getirebileceğini belirten yazarlar aşıların da değişmesi gerekeceğinin altını çiziyor:

“Yeni varyantlar için yeni aşılar oluşturuldukça, bu tür ‘terzi işi” yaklaşım daha da önemli hale gelecektir; bu aşılar kaçınılmaz olarak yetersiz kalacaktır. Herkes birinci olma yarışı kazanan olağanüstü aşılar için minnettar olmalıdır. Ancak ABD ve diğer zengin ülkeler, yine de, üretimi daha ucuz olan, soğutma gerektirmeyen ve eğitimsiz personel tarafından tek bir dozda verilebilen yeni nesil COVID-19 aşılarına yatırım yapmalıdır. Bu boş bir hayal değil: araştırmacılar zaten ısıya dayanabilen, daha hızlı etki gösteren ve burun spreyi, oral damlalar veya transdermal bir yama yoluyla uygulanabilen aşılar geliştiriyorlar. Bu yenilikler sayesinde, dünya yakında Londra veya Tokyo’da olduğu kadar Hindistan’ın kırsal kesiminde veya Zimbabve’de dağıtılması kolay aşılara da sahip olabilir.”

“Küresel Sağlık Tehditleri Konseyi” kurulmalı

Araştırmacılar son olarak pandemilerde etkin küresel mücadele için daha önce önerildiği gibi “Küresel Sağlık Tehditleri Konseyi” adı verilebilecek, hızlı aksiyon alabilen etkin bir yapı kurulması gerektiği görüşünü savunuyorlar:

“Bu konsey, devlet başkanları tarafından yönetilen ve ülkeleri salgın hastalıklardan sorumlu tutmakla görevli Dünya Sağlık Örgütü’nden ayrı olmalı. Halkın güvenini yeniden inşa edebilmek adına siyasi müdahaleden muaf tutulmalı. Konseyin yapabileceği en büyük katkı, COVID-19 için en çok yatırımı hak eden tanısal testleri, ilaçları ve aşıları belirlemek ve hızla geliştirilip verimli bir şekilde dağıtılabilmesi için kaynakları buna göre tahsis etmek olacaktır.

Küresel halk sağlığı için en acil ihtiyaç hızdır. Viral bir salgında zamanlama neredeyse her şeydir. Bir salgın ne kadar hızlı keşfedilirse, durdurulma şansı o kadar yüksek olur. COVID-19’da bilim adamları, yeni salgınları hızla öğrenmek için bir dizi veri akışını derlemede büyük adımlar attılar. Yirmi yıl önce, pandemi potansiyeli olan yeni bir virüsü tespit etmek altı ay sürüyordu. Bugün, birkaç hafta içinde yapılabiliyor.

Ancak küresel hastalık izleme sisteminin iyileştirilmesi gerekiyor. En yeni sürveyans teknolojileri6 sadece en zengin ülkelerde değil her yerde mevcut olmalıdır. Çünkü yeni bir salgın kaynağına ne kadar kısa sürede ve isabetle tespit edilebilirse, dünya o kadar hızlı tepki verebilir. Nihai hedef, teşhis testleri, ilaçlar ve aşıların gelişimini bilgilendirmek için gereken verileri toplayabilen, analiz edebilen ve paylaşabilen bilim insanlarını bir araya getirecek ve ayrıca aşıların kontrol için nereye yönlendirileceği konusunda kararlar alabilecek küresel bir sağlık istihbarat ağının kurulması olmalıdır.”

İnkâr pandemiyi bitirmez!

Araştırmacılar şu çarpıcı tespitlerle son veriyorlar yazılarına:

“COVID-19 henüz tarihin en kötü salgını değil. Ama ölüme meydan okumamalıyız. Geçen bir buçuk yıl, küreselleşmenin, hava yolculuğunun ve insanlarla hayvanlar arasındaki artan yakınlığın ya da tek kelimeyle modernitenin insanlığı bulaşıcı hastalıklara karşı nasıl daha savunmasız hale getirdiğini ortaya çıkardı. Bu nedenle yaşam tarzımızı sürdürmek, doğal dünya ile etkileşim biçimimizde, önleme hakkında düşünme biçimimizde ve küresel sağlık acil durumlarına yanıt verme biçimimizde derin değişiklikler yapmamız gerekiyor. Aynı zamanda popülist liderlerin bile küresel düşünmesi gerekiyor. Kişisel çıkar ve milliyetçilik, dünya çapında bir jet uçağı hızında hareket eden ve katlanarak yayılan ölümcül bir bulaşıcı hastalık söz konusu olduğunda işe yaramaz. Bir pandemide iç ve dış öncelikler birleşir.

Gezegenin çoğu hâlâ bu pandemi başladığından beri kaybedilenlerin yasını tutuyor. En az üç buçuk milyon insan öldü. Ayrıca pek çok insan hastalığın kalıcı etkilerinden mustarip… Salgının finansal maliyetinin 20 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Neredeyse hiç kimse bir kederden ya da bir kayıptan kurtulamadı. İnsanlar uzun kâbusun bitmesine hazır. Ama büyük eşitsizlikler, bazı ülkelerin hastalıktan kurtulduğu, diğerlerinin ise hâlâ yandığı iki dünyanın Dickensvari hikâyeye yol açıyor.

Psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross, insanların kaybettikleri ile yaşamayı öğrenirken yaşadıkları keder aşamalarını ünlü ve tartışmalı bir şekilde özetlemişti: İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul. Pandemi sırasında hemen hemen herkes bu aşamalardan en az birini yaşadı. Ancak birçok yönden dünya hâlâ ilk aşama olan inkârda ve pandeminin bitmediğini kabul etmeyi reddediyor. Bu beş aşamaya biyoetikçi David Kessler çok önemli olan bir şeyi daha ekledi: anlam bulma. COVID-19’un yıkımından dünya, bu salgını hafifletmek ve bir sonrakini önlemek için kalıcı bir sistem oluşturmak adına birlikte çalışmalıdır. Bunu nasıl yapacağımızı bulmak, hayatımızın en anlamlı mücadelesi olabilir.”

Bu yazı ilk kez 18 Haziran 2021’de yayımlanmıştır.

 

By Larry Brilliant, Lisa Danzig, Karen Oppenheimer, Agastya Mondal, Rick Bright ve W. Ian Lipkin’ın The Foreign Affairs’da yayınlanan “İlelebet Virüs” başlıklı yazısından bazı bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://www.foreignaffairs.com/articles/united-states/2021-06-08/coronavirus-strategy-forever-virus
  1. https://www.nytimes.com/interactive/2021/world/covid-vaccinations-tracker.html
  2. https://www.worldometers.info/coronavirus/
  3. Toplumdaki hastalık, kaza ve sağlıkla ilgili durumların dağılımını, görülme sıklıklarını ve bunları etkileyen belirteçleri inceleyenler…
  4. Seyşeller, Hint Okyanusu’ndaki 115’ten fazla ada üzerinde kurulu bir ülke olup, Afrika ana kıtasının doğusunda, Madagaskar’ın ise kuzeydoğusunda yer almakta… Ülkenin başkenti ise Victoria.
  5. Hücre, organizma ya da molekül gibi örneklerin tam olarak kopya edilmesi süreci…
  6. Hastalıkların ilerleme modellerini belirleyebilmek için yayılımlarının takip edildiği, epidemiyolojik uygulamaların tamamına verilen isim; dijital hastalık tespiti, bulaş gözetim sistemleri ve temas bildirim sistemleri…

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

COVID-19 ile sonsuz savaş için bir strateji önerisi

Gelişmiş ülkelerde aşılama kampanyaları hız kazanırken maskeler yavaş yavaş çıkarılıyor. Toplumsal bağışıklığın en iyimser tahminle 2023’te tamamlanacağı söyleniyor. Ancak bazı gruplar, nüfusun büyük bölümü aşılansa dahi küresel sürü bağışıklığının hiç yakalanamayacağını söylüyorlar. Yoksa korona virüsü aramızdan hiç ayrılmayacak mı?

Korona virüsüyle mücadelede yeniden iyimserliğin arttığı bir döneme girdik. Kuzey Amerika, Avrupa’nın büyük bölümü, Ortadoğu’nun petrol zengini ülkeleri ve İsrail’in yanı sıra SARS deneyimli Uzakdoğu ülkeleri ve Güney Amerika’daki birkaç ülkede aşılananların oranı hızla artıyor.1 Vaka sayıları ve can kaybında ise pandeminin üçüncü (belki de dördüncü) dalgasının zirvede olduğu günlere göre bir düşüş yakalandığı anlaşılıyor.2 Ancak ABD’de çeşitli üniversiteler ve uluslararası kuruluşlarda görevli 6 epidemiyolog3 ve sağlık uzmanına göre COVID-19 pandemisi henüz bitmekten uzak ve virüs ile savaş, dünya nüfusunun yeteri kadarı aşılansa bile devam etmek zorunda.

The Foreign Affairs dergisi için kaleme aldıkları yazıda Larry Brilliant, Lisa Danzig, Karen Oppenheimer, Agastya Mondal, Rick Bright ve W. Ian Lipkin Sars-Cov-2 virüsü ve varyantlarıyla “hiç bitmeyecek” savaşta izlenmesi gereken stratejinin ana hatlarını da ortaya koyuyor.

“Yüksek sesle söylemenin zamanı geldi: COVID-19 pandemisinin arkasındaki virüs hiçbir yere gitmiyor. Ondan fazla hayvan türü üzerinde büyümeye başladığı için SARS-CoV-2 virüsünün tamamen yok edilmesi artık mümkün değil.” diyen araştırmacılar, sözlerine şöyle devam ediyorlar:

“Çoğu ülkenin elinde yaygın olarak aşı yok ve elinde bolca olan şanslı ülkelerde bile çok sayıda insan aşı olmayı reddediyor. Sonuç olarak dünyada yeterince insan, daha bulaşıcı, aşılara dirençli ve hatta mevcut tanı kriterlerinden kaçabilecek tehlikeli varyantlarının ortaya çıkmasından önce bağışıklığa kavuşmuş olmayacak. Böylesi süper varyantlar dünyayı başa döndürebilir ve yine bir 2020 yaşayabiliriz.

Yok olmak bir yana, virüs gelecek yıllarda dünyanın dört bir yanında pinpon topu gibi bir o yana bir bu yana gidip gelebilir. Dünün başarı öykülerini yazanlar şimdi ciddi salgınlarla karşı karşıyalar. Bu ülkelerin çoğu sıkı sınır kontrolleri, mükemmel test, izleme ve izolasyon sayesinde pandemiyi sınırlarının ötesinde tutabildiler, ama iyi bir aşıya sahip olamadılar. Mayıs 2021’e kadar etkileyici biçimde çok az can kaybının yaşandığı Tayvan ve Vietnam’da aşı eksikliğinden sonra talihlerinin döndüğüne tanık olunuyor. Ama nüfuslarının büyük kısımlarını aşılayan ülkeler bile bazı varyantlar nedeniyle salgınlara açık olacak. Şili, Moğolistan, Seyşeller4 ve İngiltere’de çok sayıda sıcak noktada olan biten bu gibi görünüyor. Virüs burada kalacak. Asıl soru şu: Biz burada kalmak için ne yapacağız?”

Nasıl bir strateji?

Pandemiyi yenmenin sadece para ve kaynak meselesi olmadığını, stratejinin de büyük önem taşıdığını kaydeden araştırmacılar, tarihten örnekler verdikten sonra, izleme ve kontrolün yanı sıra, hızla kitlesel aşılamanın COVID-19’u tarihe gömebileceğini vurguluyorlar:

“Grip ve kızamık gibi hastalıklarda olduğu gibi dünyayı görece normal duruma döndürmek epidemiyolojinin elinde; SARS-COV-2 ile birlikte yaşamamıza izin verecek araçlara sahip. Burada kilit nokta, aşıların en çok ihtiyaç duyulan ve kaynak kıtlığı içindeki yerlere aktarılması.

Aşılarla dolup taşan Amerika Birleşik Devletleri, çiçek hastalığını kontrol etmek için kullanılan stratejinin modernize edilmiş bir versiyonunu kullanarak bu çabaya öncülük edebilecek konumda.

Öte yandan devletler yeni teknolojileri, salgınları tespit etmek ve kontrol altına almak için daha iyi kullanmalı. Bunun anlamı, halkı olası enfeksiyonlara karşı uyarmak için bulaş uyarı sistemlerini kucaklamak. Ayrıca bu, araştırmacıların hangi varyantın ve hangi aşıya uygun olduğunu hızlıca tespit edebilmeleri bulaşıcı genomları dizileme kapasitesini artırmak anlamına geliyor. Tüm bunların olabildiğinde hızlı olması gerekiyor. Ülkeler halkını aşılamakta ne kadar yavaş kalırsa hastalığın yayılması riskiyle o kadar karşı karşıya kalır ve o kadar fazla varyant ortaya çıkar.

Öte yandan pandemiye yanıt veren uluslararası sistem de onarılmalı. Mevcut krizin açıkça ortaya koyduğu gibi sistem yeterli finansmandan yoksun, yavaş ve siyasi etkilere açık. Milliyetçiliğin yükseldiği bir dönemde ülkeler COVID-19’la uzun bir savaşa girmek üzere… Bunun için küresel sağlık kuruluşlarının yeniden yapılanması gerekiyor. Söz konusu kurumlar korunmalı ve daha hızlı çalışması için yetkilendirilmeliler.”

Bütün varsayımlar çürüdü

Pandemide 2020 yılının başından beri yaşanan gelişmeleri anlatan araştırmacılar, özellikle siyasilere atıf yaparak, salgına ‘kısa süreli’ olacağı varsayımıyla baktıkları için eleştiriyorlar. Bu varsayım sebebiyle virüsün varyantlar üreterek kalıcı hale geldiğini belirtiyorlar. Pandemi sırasında en olumlu gelişmenin ise küresel bilim topluluklarının omuz omuza vererek kısa sürede etkili aşılar üretmeleri olduğunu söylüyorlar. Ancak aşı milliyetçiliği nedeniyle üretilen aşıların yüzde 75’inin gelişmiş 10 ülkenin vatandaşlarına gittiğinin de altını çiziyorlar:

“Şimdi hükümetler şu hoşlarına gitmeyecek gerçekle karşı karşıyalar: Çoğunun kısa süreli olacağını umdukları kriz, uzun sürece ve yavaş geçecek bir savaşa dönmek üzere. Gezegendeki her insan yarın aşılansa bile SARS-CoV-2 maymunlar, kediler ve geyikler de dahil olmak üzere birçok hayvan türünde yaşamaya devam edecek. Danimarka’da 200’den fazla kişiye vizonlardan COVID-19 bulaştı. Henüz insanlardan hayvanlara ve daha sonra insanlara sürekli bulaşma olduğuna dair bir kanıt yok. Ama çok sayıda türde SARS-CoV-2’nin keşfi, bunun makul ve olası olduğunu gösteriyor.

Tabii bu arada sürü bağışıklığı hayali de öldü. Sadece bir yıl önce, bazı uzmanlar, sürü bağışıklığına ulaşmak için virüsün serbestçe dolaşabilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Bu yaklaşım en bilinen örneği İsveç’te görüldü. Ve tahmin edilebileceği gibi, komşuları Danimarka, Finlandiya ve Norveç’ten çok daha yüksek vaka sayısı ve can kaybı yaşadılar. Bu yanlış yönlendirilmiş strateji dünya genelinde yüz binlerce kişinin gereksiz yere yaşamını yitirmesine yol açınca, yanlıştan dönüldü.

Daha yakın zamanlarda, epidemiyologlar, sürü bağışıklığına ulaşmak için nüfusun yüzde kaçının aşılanması gerektiğini ve bu eşiğe ne zaman ulaşılacağını tartışıyorlardı. Ancak şimdi dünyanın pandemiyi kontrol altına almak için sürü bağışıklığını bekleyemeyeceği görülüyor. Birinci sebep; aşılama çok yavaş ilerliyor. İkinci sebep; yeterli miktarda aşı üretmek ve bunları teslim etmek çok uzun sürüyor. Üçüncü sebep; azımsanmayacak büyüklükteki küresel aşı karşıtı hareket talebi azaltıyor. Dördüncü sebep; sürekli yeni bir varyant ortaya çıkıyor ve bunlar aşıları ve yeni tedavi yöntemlerini tehdit ediyor.

Varyantlar, pandeminin katlanarak artmasında kaçınılmaz olan bir yan üründür. Her gün yarım milyondan fazla yeni COVID-19 vakası bildiriliyor. Virüs bulaşan her kişi, her biri sürekli çoğalan yüz milyarlarca virüs parçacığı barındırıyor. Her viral partikülün her replikasyon5 turu, ortalama 30 mutasyon veriyor. Mutasyonların büyük çoğunluğu, virüsü daha bulaşıcı veya ölümcül yapmaz. Ancak dünya genelinde her gün astronomik sayıda mutasyon meydana geldiğinden, bazılarının daha tehlikeli virüslere yol açması ve epidemiyologların endişe verici varyantlar dediği şeye dönüşme riski giderek artıyor. Mart 2020’de New York’ta, Mart 2021’de Brezilya’da ve Mayıs 2021’de Hindistan’da yaşananlar gibi…

Bugüne kadar Moderna, Pfizer-BioNTech ve Johnson & Johnson aşılarının mevcut varyantlara karşı etkili olduğu görüldü. Ancak iki varyant, B.1.351 ve B.1.617.2, diğer aşıların ve iyileştirici antikorların etkinliğini bozma belirtileri gösterdi. Her yeni, daha dirençli veya daha bulaşıcı varyant, ek takviye aşıları veya belki de tamamen yeni aşılar gerektirebilir ve bu da, yaklaşık 200 ülkede milyarlarca insanı aşılamanın devasa lojistik zorluğunu artıracaktır. Diğer varyantlar, mevcut tanı testlerinden bile kaçabilir, bu da onları izlemeyi ve kontrol altına almayı daha zor hale getirecektir. Kısacası, pandemi son nefesini vermekten çok uzakta.”

“Tam zamanında aşılama” şart

Araştırmacılara göre koronavirüsle uzun savaş stratejisinin ilk adımı, tam zamanında aşılama olmalı. Bunun için ise öncelikle vaka sayısı sıfıra yaklaştırılmalı ve yeni salgınların patlak verme ihtimaline karşı modern teknolojiden yararlanılarak, hassas bir izleme sistemi kurulmalı. Ardından salgın patlak verdiğinde dünyanın aşı kaynakları hızlıca o noktaya yönlendirilmeli:

“Epidemiyologlar daha önceki salgınlarda tam zamanında aşılamayı uygulayarak yeni bulaşma zincirlerini önleyebildiler, hastalığı hızla kontrol altına aldılar ve toplu aşılama ile karşılaştırıldığında aşı dozlarının dörtte üçünden tasarruf ettiler. Tam zamanında aşılama stratejisini benimseyen ABD ve orta düzeyde enfeksiyon oranlarına sahip diğer ülkeler, virüse maruz kaldığı bilinenleri, içinde bulunduğu topluluklarla birlikte aşılamaya öncelik vermelidir. Ayrıca ABD, ülkelerin aşı üretim kapasitelerini artırmaya yardımcı olmalıdır. Bu kuşkusuz tarihin en karmaşık hastalık kontrol operasyonu olacaktır.”

Yeni hastalık izleme sistemi ve aşılar nasıl olmalı?

Araştırmacılar bundan sonra yeni varyantların ortaya çıkmaması ve hastalıkla mücadelenin daha ekonomik olması için yapılması gerekenleri de sıralıyorlar:

“Epidemiyologlar, gözden kaçan enfeksiyonları bulmak için bildirilmeyen salgınları tespit etmek adına kanalizasyonu izleyerek dışkı döküntülerinden yararlanabilirler. SARS-CoV-2’nin bulaşmasının önüne geçmek için belirti göstermeyen vakaların yakalanması ve bulaş bildirim sistemlerinin oluşturulması büyük önem taşıyacaktır. Söz konusu sistemlerde, virüs bulaşmış bir kişiyle yakın temas halinde olanlar, bu kişinin kimliği ifşa edilmeden cep telefonları aracılığıyla uyarılıyor ve böylece kendini hasta hissetmeyen kişilere aslında virüsü taşıyor olabilecekleri bilgisi veriliyor. Kullanıcılara olası enfeksiyon hakkında bilgi verilirken aynı zamanda test yaptırmaları, aşı olmaları veya karantina için devlet desteği almaları tavsiye edilebilir. Bu tür sistemler henüz emekleme aşamasında olsalar da, İrlanda ve İngiltere’deki ilk denemeler cesaret verici.”

Yeni uyarı sistemlerini bulaş alanlarını sınırlayarak virüsle mücadeleyi daha hızlı ve daha ucuz hale getirebileceğini belirten yazarlar aşıların da değişmesi gerekeceğinin altını çiziyor:

“Yeni varyantlar için yeni aşılar oluşturuldukça, bu tür ‘terzi işi” yaklaşım daha da önemli hale gelecektir; bu aşılar kaçınılmaz olarak yetersiz kalacaktır. Herkes birinci olma yarışı kazanan olağanüstü aşılar için minnettar olmalıdır. Ancak ABD ve diğer zengin ülkeler, yine de, üretimi daha ucuz olan, soğutma gerektirmeyen ve eğitimsiz personel tarafından tek bir dozda verilebilen yeni nesil COVID-19 aşılarına yatırım yapmalıdır. Bu boş bir hayal değil: araştırmacılar zaten ısıya dayanabilen, daha hızlı etki gösteren ve burun spreyi, oral damlalar veya transdermal bir yama yoluyla uygulanabilen aşılar geliştiriyorlar. Bu yenilikler sayesinde, dünya yakında Londra veya Tokyo’da olduğu kadar Hindistan’ın kırsal kesiminde veya Zimbabve’de dağıtılması kolay aşılara da sahip olabilir.”

“Küresel Sağlık Tehditleri Konseyi” kurulmalı

Araştırmacılar son olarak pandemilerde etkin küresel mücadele için daha önce önerildiği gibi “Küresel Sağlık Tehditleri Konseyi” adı verilebilecek, hızlı aksiyon alabilen etkin bir yapı kurulması gerektiği görüşünü savunuyorlar:

“Bu konsey, devlet başkanları tarafından yönetilen ve ülkeleri salgın hastalıklardan sorumlu tutmakla görevli Dünya Sağlık Örgütü’nden ayrı olmalı. Halkın güvenini yeniden inşa edebilmek adına siyasi müdahaleden muaf tutulmalı. Konseyin yapabileceği en büyük katkı, COVID-19 için en çok yatırımı hak eden tanısal testleri, ilaçları ve aşıları belirlemek ve hızla geliştirilip verimli bir şekilde dağıtılabilmesi için kaynakları buna göre tahsis etmek olacaktır.

Küresel halk sağlığı için en acil ihtiyaç hızdır. Viral bir salgında zamanlama neredeyse her şeydir. Bir salgın ne kadar hızlı keşfedilirse, durdurulma şansı o kadar yüksek olur. COVID-19’da bilim adamları, yeni salgınları hızla öğrenmek için bir dizi veri akışını derlemede büyük adımlar attılar. Yirmi yıl önce, pandemi potansiyeli olan yeni bir virüsü tespit etmek altı ay sürüyordu. Bugün, birkaç hafta içinde yapılabiliyor.

Ancak küresel hastalık izleme sisteminin iyileştirilmesi gerekiyor. En yeni sürveyans teknolojileri6 sadece en zengin ülkelerde değil her yerde mevcut olmalıdır. Çünkü yeni bir salgın kaynağına ne kadar kısa sürede ve isabetle tespit edilebilirse, dünya o kadar hızlı tepki verebilir. Nihai hedef, teşhis testleri, ilaçlar ve aşıların gelişimini bilgilendirmek için gereken verileri toplayabilen, analiz edebilen ve paylaşabilen bilim insanlarını bir araya getirecek ve ayrıca aşıların kontrol için nereye yönlendirileceği konusunda kararlar alabilecek küresel bir sağlık istihbarat ağının kurulması olmalıdır.”

İnkâr pandemiyi bitirmez!

Araştırmacılar şu çarpıcı tespitlerle son veriyorlar yazılarına:

“COVID-19 henüz tarihin en kötü salgını değil. Ama ölüme meydan okumamalıyız. Geçen bir buçuk yıl, küreselleşmenin, hava yolculuğunun ve insanlarla hayvanlar arasındaki artan yakınlığın ya da tek kelimeyle modernitenin insanlığı bulaşıcı hastalıklara karşı nasıl daha savunmasız hale getirdiğini ortaya çıkardı. Bu nedenle yaşam tarzımızı sürdürmek, doğal dünya ile etkileşim biçimimizde, önleme hakkında düşünme biçimimizde ve küresel sağlık acil durumlarına yanıt verme biçimimizde derin değişiklikler yapmamız gerekiyor. Aynı zamanda popülist liderlerin bile küresel düşünmesi gerekiyor. Kişisel çıkar ve milliyetçilik, dünya çapında bir jet uçağı hızında hareket eden ve katlanarak yayılan ölümcül bir bulaşıcı hastalık söz konusu olduğunda işe yaramaz. Bir pandemide iç ve dış öncelikler birleşir.

Gezegenin çoğu hâlâ bu pandemi başladığından beri kaybedilenlerin yasını tutuyor. En az üç buçuk milyon insan öldü. Ayrıca pek çok insan hastalığın kalıcı etkilerinden mustarip… Salgının finansal maliyetinin 20 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Neredeyse hiç kimse bir kederden ya da bir kayıptan kurtulamadı. İnsanlar uzun kâbusun bitmesine hazır. Ama büyük eşitsizlikler, bazı ülkelerin hastalıktan kurtulduğu, diğerlerinin ise hâlâ yandığı iki dünyanın Dickensvari hikâyeye yol açıyor.

Psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross, insanların kaybettikleri ile yaşamayı öğrenirken yaşadıkları keder aşamalarını ünlü ve tartışmalı bir şekilde özetlemişti: İnkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul. Pandemi sırasında hemen hemen herkes bu aşamalardan en az birini yaşadı. Ancak birçok yönden dünya hâlâ ilk aşama olan inkârda ve pandeminin bitmediğini kabul etmeyi reddediyor. Bu beş aşamaya biyoetikçi David Kessler çok önemli olan bir şeyi daha ekledi: anlam bulma. COVID-19’un yıkımından dünya, bu salgını hafifletmek ve bir sonrakini önlemek için kalıcı bir sistem oluşturmak adına birlikte çalışmalıdır. Bunu nasıl yapacağımızı bulmak, hayatımızın en anlamlı mücadelesi olabilir.”

Bu yazı ilk kez 18 Haziran 2021’de yayımlanmıştır.

 

By Larry Brilliant, Lisa Danzig, Karen Oppenheimer, Agastya Mondal, Rick Bright ve W. Ian Lipkin’ın The Foreign Affairs’da yayınlanan “İlelebet Virüs” başlıklı yazısından bazı bölümler Mustafa Alkan tarafından çevrilmiş ve editoryal katkıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz. https://www.foreignaffairs.com/articles/united-states/2021-06-08/coronavirus-strategy-forever-virus
  1. https://www.nytimes.com/interactive/2021/world/covid-vaccinations-tracker.html
  2. https://www.worldometers.info/coronavirus/
  3. Toplumdaki hastalık, kaza ve sağlıkla ilgili durumların dağılımını, görülme sıklıklarını ve bunları etkileyen belirteçleri inceleyenler…
  4. Seyşeller, Hint Okyanusu’ndaki 115’ten fazla ada üzerinde kurulu bir ülke olup, Afrika ana kıtasının doğusunda, Madagaskar’ın ise kuzeydoğusunda yer almakta… Ülkenin başkenti ise Victoria.
  5. Hücre, organizma ya da molekül gibi örneklerin tam olarak kopya edilmesi süreci…
  6. Hastalıkların ilerleme modellerini belirleyebilmek için yayılımlarının takip edildiği, epidemiyolojik uygulamaların tamamına verilen isim; dijital hastalık tespiti, bulaş gözetim sistemleri ve temas bildirim sistemleri…

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x