Doğayı birleştiren ekolojik köprüler

Doğadan geçen ulaşım yollarının sakıncalarını azaltmak için yapılan ekolojik köprüler nasıl yapılıyor? Ekolojik köprüler, insan ve doğa bütünleşmesine nasıl katkı sağlıyor? Türkiye’deki örnekleri nerelerde? Doç. Dr. Abdullah Baycar yazdı.

Yol, medeniyettir. Mesafeleri aşılır kılar; dağları deler, vadilerden süzülür, uzakları yakın eder. Mekânları yaklaştırır, zamanı kısaltır, insanları birbirine bağlar.

Yol, bu birleştirici gücüne rağmen aynı zamanda doğayı da ikiye böler. Bir dağı, bir ormanı, bir ovayı ikiye yarar. Asfaltın sınırları yalnızca araçların rotasını değil; bitkilerin, hayvanların ve mikroorganizmaların yaşam alanlarını da belirler.

İki yakada kalan türdeş canlıların hareket özgürlüğü kısıtlanır, beslenme sahaları daralır, üreme imkânları azalır. Yol geçtikçe; tilkinin izi kesilir, tosbağanın rotası daralır, yılanın göç yolu engellenir, sansarın emeklemesi, geyiğin sekmesi sekteye uğrar.

Üstelik bu parçalanma yalnızca hayvanları değil, bitki topluluklarını da derinden etkiliyor. Tozlaşma süreçleri sekteye uğruyor, tohumların yayılımı azalıyor; yol kenarlarında bitki örtüsü seyrekleşiyor. Zamanla, yolun iki yakasında farklılaşan bitki türlerinin oluştuğuna dair gözleme dayalı örnekler mevcut. Bu da doğanın kendi iç döngüsünde gözle görülür bir kırılmaya, yani ekosistemde kalıcı bir modifikasyona neden oluyor.

Canlı yaşam alanlarını bölen ulaşım ağlarının getirdiği bu sakıncalara karşı çare yok değil. Bu çare, ilk örnekleri 1950’li yıllarda Fransa’da yapılmaya başlanan ekolojik köprüler.

Disiplinlerin ortak çalışması

Doğanın hakkını tanıyan bu yapılar; bazen bir üst geçit, bazen bir alt geçit formunda karşımıza çıkıyor. Kullanılacak yapı formu; geçişi yapacak canlının türüne, alışkanlıklarına ve hareket biçimine göre değişerek kimi zaman bir tünel, kimi zaman bir kanal, yeşil bir çatı yahut bir viyadük şeklinde tasarlanabiliyor.

Hedef türlerin davranışlarına göre şekillenen ekolojik köprü tasarımlarında; zooloji, peyzaj mimarlığı ve mühendislik disiplinlerinin ortak çalışmasına ihtiyaç duyuluyor. Yapı tasarımı, köprünün etkinliğinde son derece belirleyici bir rol oynuyor: boz ayı ve puma gibi büyük memeliler örtülü ve dar köprüleri, geyik gibi türler geniş ve açık köprüleri, gelincik, kar tavşanı ve bazı fare türleri ise bitki örtüsüyle çevrili menfezleri tercih ediyor. Ekolojik köprülerin tasarımına mimarların mahareti eklendiğinde, bu yapılar estetik açıdan da dikkat çekici hâle gelebiliyor.

Ekolojik köprüler, yalnızca doğal bütünlüğü sağlamakla kalmıyor; aynı zamanda araçların hız ve kesintisiz akışıyla artan ölümcül tehditleri de en aza indiriyor. Zira, memeli hayvan ölümlerinin yaklaşık %5’i doğrudan araç çarpmalarından kaynaklanıyor.

Bu bağlamda, Kanada’nın Banff Ulusal Parkı’nda 1996 yılında Trans-Canada Otoyolu üzerine inşa edilen ekolojik geçitler sayesinde bugüne dek 200.000’den fazla yaban hayvanı güvenli biçimde karşı yakaya ulaşılması çözüm anlamında dikkat çeken bir örnek.

Aslında ekolojik köprüler sadece doğal hayatı değil, insan-doğa ilişkisini de onaran bir çözüm olarak da öne çıkıyor.

Sorunun boyutunu daha net kavrayabilmek için, konuya dair bize göre daha kapsamlı istatistiklerin tutulduğu ABD’den bazı veriler bakmamız yeterli. Her yıl, Amerika Birleşik Devletleri’nde büyükbaş hayvanların karıştığı neredeyse 2 milyona yakın trafik kazası meydana geliyor ve bu kazalarda 200’e yakın insan da hayatını kaybediyor. Bu kazaların  yıllık ekonomik kaybı yaklaşık 8 milyar dolar civarında.

Diğer kıtalarda da tablo pek farklı değil. Avrupa’da karayolları üzerinde her yıl ortalama 194 milyon kuş ve 29 milyon memeli hayatını kaybediyor. Bu rakamlar, yalnızca doğaya değil, insan yaşamına ve ekonomilere de ne denli büyük bir bedel ödetildiğini gözler önüne seriyor.

Ne yazık ki, Türkiye’de de tablo çok farklı değil. Ankara–Çankırı Karayolu’nun yalnızca 50 kilometrelik bir kesiminde yapılan iki yıllık bir araştırma, aralarında nesli tehlike altında bulunan 10 türün de yer aldığı, toplam 114 orta ve büyük memeli hayvanın araç çarpması sonucu hayatını kaybettiğini gösteriyor.  Benzer şekilde, Van Gölü Havzası’nda D300, D975 ve E99 karayolları üzerinde bir yıl boyunca yapılan gözlemlerde, 8 farklı türe ait 57 hayvanın trafik kaynaklı öldüğü belirlendi.

Bu mikro düzeyli saha çalışmaları, dünya genelindeki istatistiklerle birlikte değerlendirildiğinde ve Türkiye’nin karayolu ağıyla artan trafik yoğunluğu dikkate alındığında, karşı karşıya olunan ekolojik risk açıkça ortaya çıkıyor.

Türkiye’deki örnekler

Çözüm olarak sunulan ekolojik köprülerin ülkemizdeki ilk örneği Yavuz Sultan Selim Köprüsü bağlantı yolu olan Kuzey Çevre Otoyolu’nun Avrupa yakasında, Uskumruköy’de inşa edilen Ekolojik Köprü.

Biyoçeşitlilik açısından kritik bir geçiş alanı olan Tarsus–Pozantı Ekosistem Köprüsü, İstanbul–İzmir Otoyolu üzerindeki ekolojik üst geçitler ve Türkiye’nin ilk demiryolu ekolojik köprüsü olan Ankara–Eskişehir Demiryolu Ekolojik Köprüsü de yine ilk örneklerden. Ayrıca proje aşamasındaki İzmir–Çeşme Otoyolu üzerindeki yeşil altyapı uygulamaları da umut verici adımlar arasında yer alıyor.

Ülkemizdeki toplam otoyol uzunluğu ve bu yolların geçtiği doğal alanlar göz önüne alındığında, mevcut ekolojik köprü sayısının iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olması dikkat çekici. Dünya ülkeleriyle karşılaştırıldığında, Türkiye’nin ekolojik köprüler açısından niceliksel olarak pek de iç açıcı bir tabloya sahip olmadığını rahatlıkla iddia edebiliriz.

Türkiye’nin yaklaşık beşte biri yüzölçümüne sahip olan Hollanda’da 600’den fazla ekolojik geçidin bulunması, ülkemizin bu alanda ne denli yetersiz kaldığını açıkça ortaya koyuyor.

Avustralya’nın Christmas Adası’nda, kırmızı yengeçlerin üreme döneminde ormandan denize yaptıkları kitlesel göçler için özel olarak tasarlanmış kaplamalar ve yönlendirici çitlerle desteklenen yengeç köprüleri, başka çarpıcı bir örnek olarak öne çıkıyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nde, bu tür geçitlerin kullanıldığı bölgelerde, ölümcül kazalarda yaklaşık %80 oranında bir azalma sağlanmış olması ise, bu soruna ideal çözüm olma mahiyetinde.

Tüm bu örnek ve istatistikler, ekolojik köprülerin ülkemizin gerek yaban hayatını korumak gerekse de bu yolla oluşan kazalardan korunarak insan yaşamını güvence altına almada başka ülkelere karşı geliştirilmesi gereken durumu açıkça ortaya koyuyor.

Ekolojik köprülerin niteliğini ve niceliğini; “Dağlara buğdaylar serpin, topraklarımızda kuşlar aç kalmasın diyenlerin duyarlılığıyla, çağları aşıp günümüze ulaşan kuş evlerinin dayanıklılığı ve estetik güzelliğindeki teknik ve sanatla yeniden düşünme gerekliliği bir gerçek.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 21 Ağustos 2025’te yayımlanmıştır.

Abdullah Baycar
Abdullah Baycar
Doç. Dr. Abdullah Baycar - Siirt Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu’nda öğretim üyesidir. Afyon Kocatepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü mezunu olan Baycar, yüksek lisansını İstanbul Aydın Üniversitesi’nde, doktorasını Yıldız Teknik Üniversitesi’nde tamamladı. Gastronomi ve gıda güvenliğinin yanı sıra müzecilik ve çevre alanlarında araştırmalar yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Doğayı birleştiren ekolojik köprüler

Doğadan geçen ulaşım yollarının sakıncalarını azaltmak için yapılan ekolojik köprüler nasıl yapılıyor? Ekolojik köprüler, insan ve doğa bütünleşmesine nasıl katkı sağlıyor? Türkiye’deki örnekleri nerelerde? Doç. Dr. Abdullah Baycar yazdı.

Yol, medeniyettir. Mesafeleri aşılır kılar; dağları deler, vadilerden süzülür, uzakları yakın eder. Mekânları yaklaştırır, zamanı kısaltır, insanları birbirine bağlar.

Yol, bu birleştirici gücüne rağmen aynı zamanda doğayı da ikiye böler. Bir dağı, bir ormanı, bir ovayı ikiye yarar. Asfaltın sınırları yalnızca araçların rotasını değil; bitkilerin, hayvanların ve mikroorganizmaların yaşam alanlarını da belirler.

İki yakada kalan türdeş canlıların hareket özgürlüğü kısıtlanır, beslenme sahaları daralır, üreme imkânları azalır. Yol geçtikçe; tilkinin izi kesilir, tosbağanın rotası daralır, yılanın göç yolu engellenir, sansarın emeklemesi, geyiğin sekmesi sekteye uğrar.

Üstelik bu parçalanma yalnızca hayvanları değil, bitki topluluklarını da derinden etkiliyor. Tozlaşma süreçleri sekteye uğruyor, tohumların yayılımı azalıyor; yol kenarlarında bitki örtüsü seyrekleşiyor. Zamanla, yolun iki yakasında farklılaşan bitki türlerinin oluştuğuna dair gözleme dayalı örnekler mevcut. Bu da doğanın kendi iç döngüsünde gözle görülür bir kırılmaya, yani ekosistemde kalıcı bir modifikasyona neden oluyor.

Canlı yaşam alanlarını bölen ulaşım ağlarının getirdiği bu sakıncalara karşı çare yok değil. Bu çare, ilk örnekleri 1950’li yıllarda Fransa’da yapılmaya başlanan ekolojik köprüler.

Disiplinlerin ortak çalışması

Doğanın hakkını tanıyan bu yapılar; bazen bir üst geçit, bazen bir alt geçit formunda karşımıza çıkıyor. Kullanılacak yapı formu; geçişi yapacak canlının türüne, alışkanlıklarına ve hareket biçimine göre değişerek kimi zaman bir tünel, kimi zaman bir kanal, yeşil bir çatı yahut bir viyadük şeklinde tasarlanabiliyor.

Hedef türlerin davranışlarına göre şekillenen ekolojik köprü tasarımlarında; zooloji, peyzaj mimarlığı ve mühendislik disiplinlerinin ortak çalışmasına ihtiyaç duyuluyor. Yapı tasarımı, köprünün etkinliğinde son derece belirleyici bir rol oynuyor: boz ayı ve puma gibi büyük memeliler örtülü ve dar köprüleri, geyik gibi türler geniş ve açık köprüleri, gelincik, kar tavşanı ve bazı fare türleri ise bitki örtüsüyle çevrili menfezleri tercih ediyor. Ekolojik köprülerin tasarımına mimarların mahareti eklendiğinde, bu yapılar estetik açıdan da dikkat çekici hâle gelebiliyor.

Ekolojik köprüler, yalnızca doğal bütünlüğü sağlamakla kalmıyor; aynı zamanda araçların hız ve kesintisiz akışıyla artan ölümcül tehditleri de en aza indiriyor. Zira, memeli hayvan ölümlerinin yaklaşık %5’i doğrudan araç çarpmalarından kaynaklanıyor.

Bu bağlamda, Kanada’nın Banff Ulusal Parkı’nda 1996 yılında Trans-Canada Otoyolu üzerine inşa edilen ekolojik geçitler sayesinde bugüne dek 200.000’den fazla yaban hayvanı güvenli biçimde karşı yakaya ulaşılması çözüm anlamında dikkat çeken bir örnek.

Aslında ekolojik köprüler sadece doğal hayatı değil, insan-doğa ilişkisini de onaran bir çözüm olarak da öne çıkıyor.

Sorunun boyutunu daha net kavrayabilmek için, konuya dair bize göre daha kapsamlı istatistiklerin tutulduğu ABD’den bazı veriler bakmamız yeterli. Her yıl, Amerika Birleşik Devletleri’nde büyükbaş hayvanların karıştığı neredeyse 2 milyona yakın trafik kazası meydana geliyor ve bu kazalarda 200’e yakın insan da hayatını kaybediyor. Bu kazaların  yıllık ekonomik kaybı yaklaşık 8 milyar dolar civarında.

Diğer kıtalarda da tablo pek farklı değil. Avrupa’da karayolları üzerinde her yıl ortalama 194 milyon kuş ve 29 milyon memeli hayatını kaybediyor. Bu rakamlar, yalnızca doğaya değil, insan yaşamına ve ekonomilere de ne denli büyük bir bedel ödetildiğini gözler önüne seriyor.

Ne yazık ki, Türkiye’de de tablo çok farklı değil. Ankara–Çankırı Karayolu’nun yalnızca 50 kilometrelik bir kesiminde yapılan iki yıllık bir araştırma, aralarında nesli tehlike altında bulunan 10 türün de yer aldığı, toplam 114 orta ve büyük memeli hayvanın araç çarpması sonucu hayatını kaybettiğini gösteriyor.  Benzer şekilde, Van Gölü Havzası’nda D300, D975 ve E99 karayolları üzerinde bir yıl boyunca yapılan gözlemlerde, 8 farklı türe ait 57 hayvanın trafik kaynaklı öldüğü belirlendi.

Bu mikro düzeyli saha çalışmaları, dünya genelindeki istatistiklerle birlikte değerlendirildiğinde ve Türkiye’nin karayolu ağıyla artan trafik yoğunluğu dikkate alındığında, karşı karşıya olunan ekolojik risk açıkça ortaya çıkıyor.

Türkiye’deki örnekler

Çözüm olarak sunulan ekolojik köprülerin ülkemizdeki ilk örneği Yavuz Sultan Selim Köprüsü bağlantı yolu olan Kuzey Çevre Otoyolu’nun Avrupa yakasında, Uskumruköy’de inşa edilen Ekolojik Köprü.

Biyoçeşitlilik açısından kritik bir geçiş alanı olan Tarsus–Pozantı Ekosistem Köprüsü, İstanbul–İzmir Otoyolu üzerindeki ekolojik üst geçitler ve Türkiye’nin ilk demiryolu ekolojik köprüsü olan Ankara–Eskişehir Demiryolu Ekolojik Köprüsü de yine ilk örneklerden. Ayrıca proje aşamasındaki İzmir–Çeşme Otoyolu üzerindeki yeşil altyapı uygulamaları da umut verici adımlar arasında yer alıyor.

Ülkemizdeki toplam otoyol uzunluğu ve bu yolların geçtiği doğal alanlar göz önüne alındığında, mevcut ekolojik köprü sayısının iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olması dikkat çekici. Dünya ülkeleriyle karşılaştırıldığında, Türkiye’nin ekolojik köprüler açısından niceliksel olarak pek de iç açıcı bir tabloya sahip olmadığını rahatlıkla iddia edebiliriz.

Türkiye’nin yaklaşık beşte biri yüzölçümüne sahip olan Hollanda’da 600’den fazla ekolojik geçidin bulunması, ülkemizin bu alanda ne denli yetersiz kaldığını açıkça ortaya koyuyor.

Avustralya’nın Christmas Adası’nda, kırmızı yengeçlerin üreme döneminde ormandan denize yaptıkları kitlesel göçler için özel olarak tasarlanmış kaplamalar ve yönlendirici çitlerle desteklenen yengeç köprüleri, başka çarpıcı bir örnek olarak öne çıkıyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nde, bu tür geçitlerin kullanıldığı bölgelerde, ölümcül kazalarda yaklaşık %80 oranında bir azalma sağlanmış olması ise, bu soruna ideal çözüm olma mahiyetinde.

Tüm bu örnek ve istatistikler, ekolojik köprülerin ülkemizin gerek yaban hayatını korumak gerekse de bu yolla oluşan kazalardan korunarak insan yaşamını güvence altına almada başka ülkelere karşı geliştirilmesi gereken durumu açıkça ortaya koyuyor.

Ekolojik köprülerin niteliğini ve niceliğini; “Dağlara buğdaylar serpin, topraklarımızda kuşlar aç kalmasın diyenlerin duyarlılığıyla, çağları aşıp günümüze ulaşan kuş evlerinin dayanıklılığı ve estetik güzelliğindeki teknik ve sanatla yeniden düşünme gerekliliği bir gerçek.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 21 Ağustos 2025’te yayımlanmıştır.

Abdullah Baycar
Abdullah Baycar
Doç. Dr. Abdullah Baycar - Siirt Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu’nda öğretim üyesidir. Afyon Kocatepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü mezunu olan Baycar, yüksek lisansını İstanbul Aydın Üniversitesi’nde, doktorasını Yıldız Teknik Üniversitesi’nde tamamladı. Gastronomi ve gıda güvenliğinin yanı sıra müzecilik ve çevre alanlarında araştırmalar yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x