Birleşmiş Milletler Nisan ayında Hindistan nüfusunun Çin nüfusunu geçtiğini açıkladı. Bu gelişme Hindistan nüfusunu çoğalma hızından çok Çin nüfusunun azalmaya başlamasının bir sonucuydu. Merkezi ABD’de bulunan Biyolojik Çeşitlilik Merkezi’nin nüfus ve sürdürülebilirlik direktörü Stephanie Feldstein, Scientific American dergisinde yayınlanan makalesinde bu gelişmenin insanlık adına olumlu bir gelişme olduğunu belirtiyor.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz.
“Çin’in nüfusu, onlarca yıl çok yüksek düzeyde büyüdükten sonra düşüyor. Dünyanın en kalabalık ülkesindeki bu büyük değişim tek başına olsa büyük bir sorun olurdu. Ancak Çin, nüfusu azalan tek ülke değil. Küresel nüfusun geçen yılın sonlarında sekiz milyarı aştı, ama Birleşmiş Milletler (BM), onlarca ülkenin nüfusunun 2050 yılına kadar azalacağını tahmin ediyor. Bu iyi bir haber. Başka hiçbir büyük hayvan popülasyonunun, bizimki kadar hızlı veya yıkıcı bir şekilde büyümediğini düşünürsek, hepimiz nüfus düşüşünü kutlamalıyız.
Kıyamet mi, fırsat mı?
Azalan nüfus, sekiz milyar insanın gezegene uyguladığı baskıyı hafifletecek. Sürekli genişleyen ayak izimiz küresel ekosistemler üzerindeki yıkıcı etkiler yaratıyor. Ancak ekonomistler (ve Elon Musk), düşen doğum oranlarını kıyamet olarak algılıyor, çünkü bu, daha az bebek, daha az işçi ve tüketici anlamına geliyor.
Ama dolardan daha önemli şeyler var. Mevcut sonsuz büyüme ve kısa vadeli kâr modelimiz savunmasız insanları ve gezegenin geleceğini feda ediyor. Nüfusun düşüşü ise daha fazla fırsat ve sağlıklı, biyolojik açıdan zengin bir dünya ile bir gelecek yaratmaya yardımcı olabilir.
Hangi yolu seçeceğiz?
Bir yol ayrımındayız ve bundan sonra ne olacağını kararını verecek olan bizleriz. Mevcut ekonomik düzeni koruyabiliriz ve sonlu bir gezegende sonsuz büyümenin peşinde koşabiliriz. Ya da sınırları zorlayan bir gezegeni uyarı işaretleri dikkat alır, çevresel felaketleri frenler, doğa ile barışık bir refahı yeniden tanımlayabiliriz.
Gezegendeki herkesin yiyeceğe, suya, enerjiye ve barınmaya ihtiyacı var. Refahta eşitliği sağlamak ve yaşam kalitesini artırmak istiyorsak (ki istemeliyiz) sürdürülebilir kalkınma için en iyi senaryoda bile kişi başına düşen talep artacaktır. Örneğin, Çin’in nüfusu ve zenginliği arttıkça, gezegenden talepleri de arttı. Çin’in kişi başına düşen çevresel ayak izi, ABD’nin yarısından daha az. Ama Çin, küresel sera gazı emisyonlarından ve ormansızlaştırmanın dörtte birinden sorumlu. Bu da onun gerçek ayak izinin ABD’nin iki katı olduğunu ortaya koyuyor. Yüksek gelirli ülkelerde tüketimin azaltılması gerekiyor. Ama küresel nüfus artmaya devam ederse bu, tek başına yeterli değil.
Türlerin en az üçte ikisi yok oldu
İnsan nüfusu son 50 yılda iki katına çıkarken, vahşi yaşam popülasyonları ortalama yüzde 69 oranında düştü. Bazı raporlarda bu oran yüzde 97’ye kadar çıkıyor. Dünya topraklarının en az yüzde 97’sini şimdiden değiştirdik. Faaliyetlerimizi vahşi yaşamı evinden etti ve yeri doldurulamaz ekosistemleri yok etti.
Biyolojik çeşitlilik kaybı başlı başına bir felaket. Önümüzdeki yıllarda milyonlarca tür yok olabilir. Dünyamız derinden fakirleşecek. Yabani bitkiler ve hayvanlar hayatımızı zenginleştirir ve hayati ekosistemleri bir arada tutar. Hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğumuz tatlı su, yiyecek ve ilaç için bel bağladığımız bitkilerin yanı sıra temiz hava ve karbon tutma için güvendiğimiz ormanlar… Bunların hepsi mikroplar ve toz taşıyıcılardan etçillere ve çöpçülere kadar değişen yaşam formları arasındaki karmaşık etkileşimlerin ürünüdür. O yumaktan tek bir iplik çekildiğinde bile tüm sistem çözülebilir.
Ekosistemin çöküşü ekonomiyi de çökertir
Dünyadaki yaşamdan çok ekonomiden endişe duyanlara Dünya Bankası’nın ekosistemin çöküşünün 2030 yılına kadar 2,7 trilyon dolara mal olabileceğini tahmin ettiğini hatırlatmakta fayda var. Danışmanlık kuruluşu Deloitte, kısa süre önce iklim krizinin ABD’ye 14,5 milyon trilyon dolara mal olabileceğini tahmin etmişti. Bu zarara kuraklık, orman yangınları, düşen tarımsal verim gibi etmenler neden olacak.
Birçok kişi nüfusun düşüşünün kaçınılmaz olarak ekonomiye zarar vereceğini varsayıyor. Ancak araştırmalar, daha düşük doğurganlık oranlarının sadece 2055 yılına kadar düşük emisyonların yanı sıra kişi başına yüzde 10’luk bir gelir artışına da yol açacağını gösteriyor.
Düşen doğurganlık cinsiyet eşitsizliğin ilacı olabilir
Daha düşük doğurganlık oranları genellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin iyileşmesini de beraberinde getirir. Daha iyi eğitimli kadınlar, daha az çocuk sahibi olmaya eğilimlidir. Bu, nüfus artışını yavaşlatır ve karbon emisyonlarını azaltmaya yardımcı olur. Kadınlar liderlik rollerindeyken, iklim değişikliğiyle mücadele ve doğayı korumaya yönelik girişimlerde bulunma olasılıkları erkeklerden daha yüksektir. Bu sonuçlar, nüfus üzerindeki etkileri ne olursa olsun gerekli olan politikaların yan etkileridir.
Bu kültürel değişimlerin yaşandığı yerlerde geri dönüş yoktur. Doğurganlığın başlangıçta gaddar tek çocuk politikasıyla azaltıldığı Çin’de bile, kadınlar artık daha geniş ailelere izin verildiği için eğitim ve ekonomik özgürlüklerinden vazgeçmek istemiyorlar.
Daha küçük nüfus esenliği artırır
Nüfusun azalması, büyümeye dayalı bir ekonomi için tehdittir. Daha düşük doğurganlık oranlarının yanı sıra küçülmeye ve hakkaniyete dayalı bir modele geçiş, iklim değişikliğiyle mücadeleye yardımcı olacak ve refahı ve esenliği artıracaktır.
Büyümeye dayalı ekonominin gezegenimizin kaderini belirlemesine izin verebiliriz ya da demografi ve ekolojinin iki ayrı sorun olduğunu düşünmekten vazgeçebiliriz.
Büyümeye dayalı ekonomiyi seçersek sınırsız nüfus artışıyla beslenen bir ekonominin çevresel krizleri ele almayı giderek daha zor hale getirdiğini göreceğiz. Halklar zaten kötüleşen kuraklıklar, aşırı hava koşulları ve iklim bozulmasının diğer sonuçlarıyla mücadele ediyor ve nüfus baskısı uyumu daha da zorlaştırıyor. Büyüyen bir nüfus, hasar görmüş ekosistemleri daha da zorlayacak, dayanıklılıklarını azaltırken pandemiler, toprağın çölleşmesi ve biyolojik çeşitlilik kaybı gibi tehdit riskini artıracaktır.
İkincisini seçersek nihayetinde çevre üzerindeki baskımızı azaltabilir, iklim değişikliğine uyum sağlayabilir ve tehlike altındaki vahşi yaşamın korunacağı veya iyileşebileceği yeterli alanı koruyabiliriz.
Toplumları hazırlamak gerekli
Kaçınılmaz nüfus düşüşü insanlara ve gezegenlere pek çok fayda sağlayabilir, ama siyasi karar alıcılar bu yönde çok az adım attı. Oysa sosyoekonomik yapılarımızı yaşlanan ve küçülen nüfusumuza göre düzenlemek için hazırlık yapmak gerekiyor. Örneğin göç, gençleri yaşlanan ülkelere getirebilir ve demografik darbeleri yumuşatabilirdir.
Hükümetler sağlık hizmetlerine yatırım yapmalı, bakıcıları desteklemeli, daha uzun süre çalışmak isteyenlere yardım etmeli ve toplulukları yaşlı insanların barınma, ulaşım ve hizmet ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yeniden tasarlamalıdır. Ekonomimizi insanların ve doğanın gelişebileceği bir istikamete yönlendirmemiz gerekiyor. Bu, tüketimi yönetmek, kârdan çok sosyal ve çevresel refahı öncelik haline getirmek, işbirliğine değer vermek ve toplum tarafından yönlendirilen bir dizi çözüme olan ihtiyacı kabul etmek anlamına gelir. Bu uygulamalar hâlihazırda mevcut. Ancak bunları ekonomimizin istisnası olmaktan çıkarıp temeli haline getirmemiz gerekiyor.
Ayrıca üreme hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği hareketleriyle çevre hareketini bir araya getirmemiz gerekiyor. Çevresel toksisite, üreme sağlığı ve yaban hayatı koruma iç içe geçmiştir. Kirlilik, iklim değişikliği ve bozulan ekosistemler hamilelere, fetüslere ve çocuklara zarar veriyor, güvenli ve sağlıklı aileler yetiştirmeyi zorlaştırıyor.
Son olarak, yenilenebilir enerjiye ve sürdürülebilir gıda sistemlerine hızlı, adil bir geçiş ve insanların neden olduğu biyolojik çeşit kaybının durdurulması için küresel bir taahhüde ihtiyacımız var.
İnsan hakları merkeze alınmalı
Nüfus istikrarı ve düşüşü kaçınılmaz olarak insan haklarının merkeze alınmasıyla sağlanacaktır. Siyasi karar alıcılar, bedensel özerkliği, üreme sağlığı hizmetlerini, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadınların eğitime erişimini güvence altına almalıdır.
Önümüzdeki krizleri ele alarak, herkesi ne zaman çocuk sahibi olup olmayacağına karar verme yetkisi vererek ve nüfus düşüşünü planlayarak, sürdürülebilir bolluğun olduğu bir geleceği seçebiliriz.”
Bu yazı ilk kez 10 Mayıs 2023’te yayımlanmıştır.