Dünya nüfusunun artışı pek çok musibetin nedeni olarak görünüyor, ama dünya nüfusunun azalması da en az artışı kadar sorunlu olabilir.
ABD’nin Texas Üniversitesi Nüfus Araştırmaları Merkezi iktisatçılarından Dr. Dean Spears, The New York Times için kaleme aldığı makalede, bu yüzyılın sonunda başlayacak azalmaya karşı çare aramaya şimdiden başlanması gerektiği görüşünü savunuyor.
Yazıdan öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“Bu yıl doğan bir bebek, BM’deki demografi uzmanlarının dünya nüfusunun zirveye ulaşmasını bekledikleri 2080’lerde 60 yaşında olacak. Sonrasında ise azalacağız. İnsanlık bir tepe noktasına ulaşıp sonra istikrar kazanmayacak. Benzeri görülmemiş bir düşüş başlayacak.
Geçtiğimiz 100 yıl içinde küresel nüfus dört kat artarak 2 milyardan 8 milyara çıktı. İnsanlar artık dünyanın büyük bölümünde yaygın olduğu üzere daha küçük aile boyutlarını tercih ediyor. Bu şekilde devam ederse 22. ya da 23. yüzyılda düşüş, yükselişimiz kadar hızlı olabilir.
Günümüzde insanların çoğu, iki yetişkine karşılık iki ya da daha az çocuğun doğduğu ülkelerde yaşıyor. Bugün ABD’de kadın başına 1,66 doğum düşüyor. Avrupa’da bu sayı 1,5; Doğu Asya’da 1,2; Latin Amerika’da ise 1,9. Dünya genelinde her iki yetişkine iki çocuktan daha az düşmesi nüfusumuzun azalması ve uzun vadede her yeni neslin bir öncekinden daha küçük olması anlamına geliyor. Dünyadaki doğurganlık oranı bugün ABD’deki ile aynı olsaydı, küresel nüfus yaklaşık 10 milyarlık bir zirveden yaklaşık 300 yıl sonra iki milyarın altına düşerdi.
Daha az insan, daha az ilerleme mi?
Peki, sonuçta ne olurdu? Geçtiğimiz 200 yıl boyunca insanlığın nüfus artışı, yaşam standartları ve sağlık alanındaki büyük ilerlemelerle el ele gitmiştir. Daha uzun yaşamlar, daha sağlıklı çocuklar, daha iyi eğitim, daha kısa çalışma haftaları ve daha birçok gelişme yaşadık. Antibiyotiklerin keşfi, elektrikli ampullerin ve görüntülü aramaların icadı… İlerleme dönemimiz yakın zamanda başladı.
Bu kısa dönemde insanlık çoğaldı ve gelişti. Büyüme ve ilerleme üzerine çalışan ekonomistler bunun bir tesadüf olduğunu düşünmüyor. Yenilikler ve keşifler insanlar tarafından gerçekleştiriliyor. Daha az insanın yaşadığı bir dünyada, bu kadar çok insan kaynağının kaybedilmesi, insanlığın daha iyi yaşamlara doğru devam eden yolunu tehdit edebilir.
Sadece Afrika kaldı
Nüfusu azalan bir dünya, hepimizin birlikte yüzleştiği büyük, jeopolitik avantajlardan ya da hükümet bütçelerinden çok daha önemli bir değişimdir. Hangi ülkenin ya da kültürün komşularından biraz daha yavaş bir nüfus düşüşü yaşayabileceğine dair milliyetçi endişelerden çok daha büyük bir meseledir.
Toplam doğurganlık oranı, bir kadının yaşamı boyunca ülkesindeki ortalama doğum örüntülerini takip etmesi durumunda gerçekleştireceği doğum sayısıdır. Yaklaşık 2,1’lik bir oran ikame doğurganlık olarak bilinir, çünkü her iki kişiden biri iki çocuk sahibi olursa nüfus istikrar kazanır.
Son iki yüzyılda doğum oranları her yerde geriledi. Avrupa 1975’te, Çin 1990’ların başında, Brezilya 2000’lerin başında eşiği aştı. Hindistan en son nüfus araştırmasında 2’nin altına inmişti. Geriye kalan tek yüksek doğurganlık bölgesi Afrika…
Nimet mi, tehdit mi?
Doğurganlık yenileme düzeyinin altında doğurganlık hızına sahip olmak ve bunu sürdürmek, önümüzdeki birkaç yüzyıl boyunca yaşanmamış on milyarlarca hayat anlamına gelecektir.
Belki de bu kayıp sizi rahatsız etmiyordur. Nüfus azalmasını çevre için bir nimet olarak karşılamak cazip gelebilir. İklim, arazi kullanımı, biyolojik çeşitlilik, kirlilik ve diğer çevresel sorunlarla karşılaştığında ikincil bir sorundur. Dünya nüfusu, 2080’lerde 10 milyara ulaşır ve daha sonra azalmaya başlasa da 2100’den sonra bile bugünkü 8 milyarın üzerinde kalabilir. Buna karşılık ekonomilerimizi karbonsuzlaştırma, arazi kullanımı ve gıda sistemlerimizde reform yapma çalışmalarını önümüzdeki yüzyıl bırakmamalı, bu on yıl ve sonrasında hızlandırmalıyız.
Bu, toplumlarımızı ve ekonomilerimizi doğum oranlarına göre hemen yeniden şekillendirmeye yönelik bir çağrı değildir. Bu, düşük doğum oranlarına vereceğimiz yanıtı bulmak için şimdiden kafa yormaya başlama çağrısıdır. Bu işi oluruna bırakmak, gelecek nesiller için seçimleri daha da zorlaştıracaktır. Yaşlıların gençlerden sayıca fazla olduğu bir toplumun ekonomisi ve siyaseti, çocukları kollayan politikaları tercih etmeyi daha da zorlaştıracaktır.
Aksi takdirde, dünya genelinde pek çok toplumdaki daha az kapsayıcı, daha az müşfik ve daha az sağduyulu unsurlar bir gün nüfusun azalmasını bir ‘kriz’ olarak tanımlayıp bunu eşitsizlik, milliyetçilik, dışlama ya da aşırı denetim gibi yollarla kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilirler. Şimdiden buna eğilmek, özgürlüğü koruyacak, yükleri paylaşacak, toplumsal cinsiyet eşitliğini geliştirecek, çocuk, yaşlı ve engelli bakım işine değer verecek ve hükümetler üreme konusunda kendi iradelerini dayatmaya çalıştıklarında ortaya çıkan felaketlerden kaçınacak bir yol çizmek için bir fırsat yaratacaktır.
Nüfusu akışına bıraksak ne olur?
Belki de doğurganlık oranları kendiliğinden ikiye doğru düzelecek ve hiç endişelenmemize gerek kalmayacak. Ancak veriler bunun böyle olmadığını gösteriyor. Yaşam standartlarını yükseltmek ya da bakım işlerinin yükünü paylaşmak veya sosyal sigorta sistemlerini mali açıdan desteklemek için doğurganlığı artırmak adına girişimde bulunsa bile nüfus otomatik olarak artmayacaktır. Doğurganlık oranlarının doğurganlık yenileme seviyesinin altında kalabileceğini biliyoruz, çünkü daha önce öyle oldu. Brezilya ve Şili yaklaşık 20 yıldır; Tayland yaklaşık 30 yıldır; Kanada, Almanya ve Japonya ise yaklaşık 50 yıldır bu seviyenin altında…
Aslında, yaşam boyu doğurganlık oranlarının ikinin altına düştüğü ülkelerin hiçbirinde bu oranların üzerine çıkılmamıştı. İnsanlar etraflarına bakıp küçük ailelerin kendileri için en iyisi olduğuna karar verdikçe nüfus azalması nesilden nesile devam edebilir. Bazıları hiç çocuk sahibi olmazken, bazıları üç ya da dört, birçoğu ise bir ya da iki çocuk sahibi olur.
İnsanlık, herhangi bir bölge ya da alt grubun uzun vadede hepimizi ayakta tutacağına da bel bağlayamaz. Şu anda en yüksek ortalama oranlara sahip olan Sahra altı Afrika’da eğitim ve ekonomik fırsatlar gelişiyor ve doğum oranları düşüyor. İsrail, bugün itibariyle doğurganlığın nüfusun yenilenme oranı 2,1’in üzerinde olan nadir zengin bir ülke örneği. Ama orada da doğurganlık oranları 1950’de 4,5 iken bugün 3,0’a düştü.
Nüfus azalırken ortaya çıkan dilemma
Doğum oranlarının düşük olmasının temel nedeni basit: Günümüz insanları geçmişte olduğundan daha küçük aileler istiyor. Bu, dünyanın dört bir yanındaki farklı kültürler ve ekonomiler için geçerli. Hem kadınlar hem de erkekler anketlerde bunu belirtiyor.
İnsanlık, başta kadınlar olmak üzere herkes için daha fazla fırsat sunan, daha iyi ve daha özgür bir dünya inşa ediyor. Kaydedilen bu ilerleme kutlamayı hak ediyor. Bu ilerleme aynı zamanda, birçoğumuz için bir yuva kurma arzusunun kariyer yapmak, projeler peşinde koşmak ve ilişkileri sürdürmek gibi diğer önemli hedeflerle çatışabileceği anlamına geliyor. Henüz hiçbir toplum bu sorunu çözebilmiş değil. Bu ikilem her yerde ebeveynleri derinden etkiliyor. Bazı ebeveynler mücadele vermek zorunda kalıyor. Diğerleri ise umduklarından daha küçük ailelere sahip oluyor. Birçoğu içinse her ikisi birden.
Sürekli düşük doğum oranlarının ve azalan nüfusun olduğu bir dünyada, üreme özgürlüğü konusunda geriye gidiş olabilir. Örneğin kürtaj hakkı kısıtlanabilir. Hayır. Kritik sağlık hizmetlerine erişimi engelleyerek veya ebeveyn olmayı ya da olmamayı seçme temel özgürlüğünü reddederek üreme haklarını kısıtlamak birçok insana zarar verecektir. Bu nedenle kısıtlamalar, nüfus azalması yaklaşsa da yaklaşmasa da yanlış olacaktır ve nüfusun azalmasını da engellemeyecektir. Bunu biliyoruz, çünkü hem kürtajın serbest olduğu hem de kürtajın kısıtlandığı yerlerde doğurganlık oranları ikinin altındadır. Küresel nüfus azalmasına nasıl yanıt verileceğini araştıran siyasi karar alıcılar, insanların neyi ellerinden alabileceklerini sormak yerine, ne istediklerini ve bunu elde etmelerine nasıl yardımcı olabileceklerini sorgulamalıdır.
Küresel nüfus azalması konusunda ne yapılacağını henüz kimse bilmiyor. Ancak çok uzun zaman önce kimse iklim değişikliği konusunda ne yapacağını bilmiyordu. Bu ortak zorlukların pek çok ortak noktası var ve bu da insanlığa üzerine inşa edebileceği ortak bir birikim sağlıyor.
Nüfus azalmasını ciddiye almak için çok erken değil. Hızlı bir çözüm olmayacak: Gelecekte istikrarlı, büyük ve gelişen bir nüfusa iyi yaşamlar sunan bereketli bir geleceği nasıl inşa edeceğimizi tam olarak bilmek için bugün çok erken olsa bile, şimdiden bu hedef doğrultusunda çalışmalıyız. Nüfus azalmasına nasıl çözüm bulacağımızı sorgulamak için nüfusun zirveye ulaşmasını beklemek, iklim değişikliğine çözüm bulmak için dünyanın fosil yakıtlarının tükenmeye başlamasını beklemek kadar tedbirsizce olacaktır. Bu konuşmayı yapmanın yolu, şimdi dikkat etmeye başlamaktır.”
Bu yazı ilk kez 26 Eylül 2023’te yayımlanmıştır.