Felaketin sorumluları hesap verecek mi?

Marmara Depremi’nde ölümlerden sorumlu olanlar ceza aldı mı? Cezasızlık kültürünün sonucunu mu yaşıyoruz? Bu kez farklı olması için hangi tedbirler hızla alınmalı? Doç. Dr. Hasan Sınar yazdı.

Hepimiz çok üzgünüz. Çok kızgınız. Türkiye bir deprem ülkesi, bunu biliyoruz. Deprem antik çağlardan beri bu toprakları vuruyor. Anadolu’da pek çok yerleşim yerinin deprem nedeniyle yıkıldığı, terk edildiği bilgisine sahibiz. Ama bunların hepsi geçmişe ait. Modern çağda insanlığın ulaştığı teknoloji, depremlerin minimum zarar ile atlatılmasını mümkün kılıyor. Şehir planlamacılığını, akıl ve bilimle birleştiren ülkeler, depremden en az zararla kurtulmayı başarıyor. Biz, başaramıyoruz. Gerçekleşen her depremde çok ağır bedeller ödüyoruz, ama sonra eski tas eski hamam yaşantımıza devam ediyoruz.

Bu noktada, Cumhuriyet tarihinin o döneme kadar ki en büyük felaketi olan 1999 Büyük Marmara Depremi bir milat olabilirdi. Resmî rakamlara göre 17 binden fazla yurttaşımızı kaybettiğimiz büyük deprem sonrası, şehirciliğe bakışımız değişebilirdi. Deprem riski olan her yerde, eski binaları yıkıp yeniden yapabilirdik. Yeni çıkartılan Deprem Yönetmeliği’ne aykırı davranmayı çok ağır cezai müeyyidelere tâbi kılabilirdik. Ama bir kez daha, akıl ve bilim yerine ranta ve tamahkârlığa teslim olduk.

Ve bugün Cumhuriyet tarihinin en acı felaketi ile yüzleşiyoruz. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde 6 Şubat 2023’de meydana gelen iki büyük deprem, 10 ilimizi vurdu ve bilanço her geçen gün ağırlaşıyor. Acılardan ders almayıp, her defasında depremin tokadını yiyen bir toplum haline gelmemizde, pek çok parametrenin etkisi var kuşkusuz. Ancak, kanımca bir tanesi çok ön plana çıkıyor: Cezasızlık kültürü.

Cezasızlık kültürü

Gerçekten bu toplumda, her doğal afet felaketinden sonra, ölen öldüğüyle kalıyor. Deprem, sel, yangın vb. hiçbir felaketin sorumluları hak ettikleri şekilde cezalandırılmıyor ve bir biçimde paçayı kurtarmayı başarıyor. Bu da, bizim ceza hukukunda genel ve özel önleme olarak ifade ettiğimiz, cezanın en temel amacının buharlaşmasına neden oluyor.

Ceza ne için vardır? Önce topluma bir mesaj vermek için; devlet der ki, bak bu suçun faili benim koyduğum kuralları çiğnedi, onun için uyguladığım bu cezaya, eziyete, ıstıraba maruz kalıyor. Eğer sen de kuralları çiğnersen, sana da acımam, aynı cezayı uygularım. İşte bu genel önleme, yani suç işleyen kişi üzerinden bütün topluma verilen bir mesajdır. Özel önleme ise, doğrudan o kişiyi hedef alır. Bak sen benim koyduğum kuralları çiğnedin, onun için cezayı, eziyeti, ıstırabı çekiyorsun; eğer ileride yeniden kuralları çiğnersen, yine aynı şekilde cezalandırılacağını bil!

Çok güzel ve mantıklı bir sistem bu. Ama bu sistemin etkin bir biçimde işleyebilmesinin tek bir koşulu var; cezanın her suçluya eşit, adil ve ‘kesin’ bir biçimde uygulanması. İşte, ülkemizde özellikle depremde yiten canların sorumluları hakkında eksik olan bu. Bu ülkede deprem felaketinin sorumluları ne yazık ki, cezalandırılmıyor. İşlenen suç cezasız kalınca, hem toplumdaki diğer bireyler, hem de bizatihi failler pervasızca kuralları çiğnemeye devam ediyor.

Sorumlular cezalandırılıyor mu?

Depremin sorumluları derken de ayrı bir parantez açmak gerekir, çünkü burada asla tek bir kişiden söz etmiyoruz. Elbette, depremde yıkılan veya hasar gören binayı inşa ederken malzemeden “çalan” müteahhit ve diğer yükleniciler sorumlu. Ancak aynı zamanda yasal denetim görevini “tamamen duygusal” nedenlerle yerine getirmeyen yapı denetim firmalarının yönetici ve çalışanları, yine denetim yetkisini gereği gibi ifa etmeyen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilileri, bu yapılara imar ve sonrasında “iskân” izni veren belediye yöneticileri de aynı şekilde sorumludur. Deprem sonrası ortaya çıkan yıkıma bağlı ölüm ve yaralanmalar, tüm bu bileşenlerin silsile halindeki ihmallerinin neticesidir. Bu itibarla, bu neticenin meydana gelmesinde kusuru bulunan tüm sorumluların yargılanması ve cezalandırılması gerekir.

Peki, cezalandırılıyorlar mı? Tek kelimeyle: Hayır.

99 Büyük Marmara Depremi sonrasında sorumlular hakkında yürütülen yasal süreçlere bakalım. Bu konuda TMMOB Makine Mühendisleri Odası tarafından hazırlanan Türkiye’de Deprem Gerçeği Raporu’na göre, Marmara Depremi’nin ardından inşaat hatalarından dolayı çöken binalarda oluşan “ölüm ve yaralanmalara sebebiyet verme” suçlamasıyla yüklenicilere yaklaşık iki bin 100 dava açıldı. Bu davalardan, 1800’ü gerek zamanaşımı kurumunun gerekse 1999 yılında çıkartılan ve kamuoyunda, “Rahşan Affı” olarak bilinen “23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun”un devreye girmesi nedeniyle cezasız kaldı. Geriye kalan 300 davanın yaklaşık 110′unda mahkûmiyet kararı çıksa da, ancak bu mahkûmiyetlerin büyük kısmı da erteleme kapsamına alındı. Bu bağlamda, örneğin Sakarya ilinde açılmış olan 695 davadan yalnızca 5 tanesinde, Kocaeli ilinde açılmış olan 600 davadan yalnızca 12 tanesinde mahkûmiyet kararı verildi, İstanbul’da açılan 600 davadan ise tek bir mahkûmiyet kararı dahi çıkmadı.

Görüldüğü üzere, Marmara Depremi sonrasında tüm sorumlular çok kadim ve güçlü bir cezasızlık kültürünün himayesinden faydalandı ve neredeyse hiçbiri tatmin edici bir ceza almadı. Ceza hukukunun genel ve özel önleme amacı bir kez daha göz ardı edildi. Bu cezasızlığı gören müteahhitler ve diğer sorumlular ise, kuralları çiğneme konusunda daha da pervasızlaştı ve böylece bugünlere geldik.

Sorumluların ceza alması için neler yapılmalı?

Şimdi, çok büyük bir yıkım getiren Kahramanmaraş Depremi ile cezasızlık kültürüyle mücadelede yeniden bir “milat” yaratabilme imkânına sahibiz. Bu kez, bu korkunç felaketin sorumluları hakkında cezai süreçleri işletebilir ve tüm sorumluları hak ettikleri şekilde cezalandırabilirsek, bu kadim cezasızlık kültürünü de alt etmeyi başarabiliriz.

Ancak bunun için yapılması gerekenler var. Çünkü ceza yargılaması “delil” üzerine inşa edilen bir süreçtir ve faillerin cezalandırılabilmesi için, mutlaka suçu ispatlayan delillerin mutlaka yargılamada ortaya konulması gerekir. Bu itibarla, bu kez sorumluların ceza almasını sağlamak için aşağıdaki naçiz önerilerimize mutlaka kulak verilmelidir:

– Öncelikle Hakim ve Savcılar Kurulu tarafından salt bu işe özgü özel bir savcılık birimi oluşturulmalı ve bu birim derhal harekete geçerek delil tespiti yapmalıdır. Bu kapsamda, yıkılan veya hasar gören her binadan, karşılaştırmalı analize imkân verecek, çok katmanlı örnekler toplanmalıdır. Bu noktada, Adalet Bakanlığı tarafından depremden hasar kurulan illerdeki savcılıklarda bir “Deprem Suçları Bürosu” kurulması doğru ve yerinde bir karardır.
– Yıkılan binalarda iş makineleriyle hafriyat işlemine başlanması için bu özel savcılık biriminin izin vermesi koşulu getirilmeli, deliller tümüyle toplanıp muhafaza altına alınmadan, hiçbir binada asla enkaz kaldırma işlemi yapılmamalıdır. Ancak, enkaz altında çok sayıda cenaze olduğu için, kamu sağlığı yönünden salgın hastalık riski gözetilerek, delil toplama işlemi çok ivedi bir biçimde yapılmalıdır.
– Delil araştırılması kapsamında toplanan tüm inşaat örneklerinin korunaklı bir kapalı alanda gecikmeksizin ayrıştırılması, sınıflandırılması ve belgelenmesi işlemi gerçekleştirilmelidir. Bu işlem mutlaka, yetkin olay yeri inceleme birimlerince yapılmalıdır.
– Bu şekilde muhafaza altına alınan delillerle ilgili yargılama sürecindeki bilirkişilik incelemesi için, Adli Tıp Kurumu bünyesinde salt bu işe özgü bir resmi bilirkişilik birimi hayata geçirilmelidir.
– Son olarak, soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin etkili yürütülmesi için mağdur yakınlarının süreç içinde çok iyi organize olmaları ve Barolarla eşgüdüm içerisinde, bu konuyu daima gündemde tutmaları, yargısal süreçleri ısrarla izlemeleri fevkalade önem taşımaktadır.

Bu gerekliliklerin eksiksiz bir biçimde yerine getirilmesi durumunda, bu korkunç yıkımın tüm sorumluları hak ettikleri şekilde cezalandırılabilir. Bu durum ülkemiz için bir milat olur ve böylece ileride benzer büyük acıların yaşanması da önlenebilir düşüncesindeyiz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 15 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

Hasan Sınar
Hasan Sınar
Doç. Dr. Hasan Sınar - İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “İnternet’te İşlenen Suçlardan Doğan Ceza Sorumluluğu” başlıklı teziyle yüksek lisans derecesi alan SINAR, Almanya’nın Freiburg kentinde bulunan Max-Planck Uluslararası Ceza Hukuku Enstitüsü’nde doktora araştırmalarında bulunmuş, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Ceza Hukuku Açısından Telif Haklarının korunması” başlıklı doktora tezi ile de “Hukuk Doktoru” unvanını almıştır. Ayrıca SINAR, Chevening bursiyeri olarak gittiği İngiltere’de Queen Mary College -University of London’da “Bilişim ve İletişim Hukuku” alanında 2. yüksek lisans derecesini aldı. Milletlerarası Ceza Hukuku Derneği (AIDP) üyesi ve Türk Ceza Hukuku Derneği Yönetim Kurulu üyesi olan SINAR, halen Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı Başkanı olarak görevine devam ediyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Felaketin sorumluları hesap verecek mi?

Marmara Depremi’nde ölümlerden sorumlu olanlar ceza aldı mı? Cezasızlık kültürünün sonucunu mu yaşıyoruz? Bu kez farklı olması için hangi tedbirler hızla alınmalı? Doç. Dr. Hasan Sınar yazdı.

Hepimiz çok üzgünüz. Çok kızgınız. Türkiye bir deprem ülkesi, bunu biliyoruz. Deprem antik çağlardan beri bu toprakları vuruyor. Anadolu’da pek çok yerleşim yerinin deprem nedeniyle yıkıldığı, terk edildiği bilgisine sahibiz. Ama bunların hepsi geçmişe ait. Modern çağda insanlığın ulaştığı teknoloji, depremlerin minimum zarar ile atlatılmasını mümkün kılıyor. Şehir planlamacılığını, akıl ve bilimle birleştiren ülkeler, depremden en az zararla kurtulmayı başarıyor. Biz, başaramıyoruz. Gerçekleşen her depremde çok ağır bedeller ödüyoruz, ama sonra eski tas eski hamam yaşantımıza devam ediyoruz.

Bu noktada, Cumhuriyet tarihinin o döneme kadar ki en büyük felaketi olan 1999 Büyük Marmara Depremi bir milat olabilirdi. Resmî rakamlara göre 17 binden fazla yurttaşımızı kaybettiğimiz büyük deprem sonrası, şehirciliğe bakışımız değişebilirdi. Deprem riski olan her yerde, eski binaları yıkıp yeniden yapabilirdik. Yeni çıkartılan Deprem Yönetmeliği’ne aykırı davranmayı çok ağır cezai müeyyidelere tâbi kılabilirdik. Ama bir kez daha, akıl ve bilim yerine ranta ve tamahkârlığa teslim olduk.

Ve bugün Cumhuriyet tarihinin en acı felaketi ile yüzleşiyoruz. Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde 6 Şubat 2023’de meydana gelen iki büyük deprem, 10 ilimizi vurdu ve bilanço her geçen gün ağırlaşıyor. Acılardan ders almayıp, her defasında depremin tokadını yiyen bir toplum haline gelmemizde, pek çok parametrenin etkisi var kuşkusuz. Ancak, kanımca bir tanesi çok ön plana çıkıyor: Cezasızlık kültürü.

Cezasızlık kültürü

Gerçekten bu toplumda, her doğal afet felaketinden sonra, ölen öldüğüyle kalıyor. Deprem, sel, yangın vb. hiçbir felaketin sorumluları hak ettikleri şekilde cezalandırılmıyor ve bir biçimde paçayı kurtarmayı başarıyor. Bu da, bizim ceza hukukunda genel ve özel önleme olarak ifade ettiğimiz, cezanın en temel amacının buharlaşmasına neden oluyor.

Ceza ne için vardır? Önce topluma bir mesaj vermek için; devlet der ki, bak bu suçun faili benim koyduğum kuralları çiğnedi, onun için uyguladığım bu cezaya, eziyete, ıstıraba maruz kalıyor. Eğer sen de kuralları çiğnersen, sana da acımam, aynı cezayı uygularım. İşte bu genel önleme, yani suç işleyen kişi üzerinden bütün topluma verilen bir mesajdır. Özel önleme ise, doğrudan o kişiyi hedef alır. Bak sen benim koyduğum kuralları çiğnedin, onun için cezayı, eziyeti, ıstırabı çekiyorsun; eğer ileride yeniden kuralları çiğnersen, yine aynı şekilde cezalandırılacağını bil!

Çok güzel ve mantıklı bir sistem bu. Ama bu sistemin etkin bir biçimde işleyebilmesinin tek bir koşulu var; cezanın her suçluya eşit, adil ve ‘kesin’ bir biçimde uygulanması. İşte, ülkemizde özellikle depremde yiten canların sorumluları hakkında eksik olan bu. Bu ülkede deprem felaketinin sorumluları ne yazık ki, cezalandırılmıyor. İşlenen suç cezasız kalınca, hem toplumdaki diğer bireyler, hem de bizatihi failler pervasızca kuralları çiğnemeye devam ediyor.

Sorumlular cezalandırılıyor mu?

Depremin sorumluları derken de ayrı bir parantez açmak gerekir, çünkü burada asla tek bir kişiden söz etmiyoruz. Elbette, depremde yıkılan veya hasar gören binayı inşa ederken malzemeden “çalan” müteahhit ve diğer yükleniciler sorumlu. Ancak aynı zamanda yasal denetim görevini “tamamen duygusal” nedenlerle yerine getirmeyen yapı denetim firmalarının yönetici ve çalışanları, yine denetim yetkisini gereği gibi ifa etmeyen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilileri, bu yapılara imar ve sonrasında “iskân” izni veren belediye yöneticileri de aynı şekilde sorumludur. Deprem sonrası ortaya çıkan yıkıma bağlı ölüm ve yaralanmalar, tüm bu bileşenlerin silsile halindeki ihmallerinin neticesidir. Bu itibarla, bu neticenin meydana gelmesinde kusuru bulunan tüm sorumluların yargılanması ve cezalandırılması gerekir.

Peki, cezalandırılıyorlar mı? Tek kelimeyle: Hayır.

99 Büyük Marmara Depremi sonrasında sorumlular hakkında yürütülen yasal süreçlere bakalım. Bu konuda TMMOB Makine Mühendisleri Odası tarafından hazırlanan Türkiye’de Deprem Gerçeği Raporu’na göre, Marmara Depremi’nin ardından inşaat hatalarından dolayı çöken binalarda oluşan “ölüm ve yaralanmalara sebebiyet verme” suçlamasıyla yüklenicilere yaklaşık iki bin 100 dava açıldı. Bu davalardan, 1800’ü gerek zamanaşımı kurumunun gerekse 1999 yılında çıkartılan ve kamuoyunda, “Rahşan Affı” olarak bilinen “23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun”un devreye girmesi nedeniyle cezasız kaldı. Geriye kalan 300 davanın yaklaşık 110′unda mahkûmiyet kararı çıksa da, ancak bu mahkûmiyetlerin büyük kısmı da erteleme kapsamına alındı. Bu bağlamda, örneğin Sakarya ilinde açılmış olan 695 davadan yalnızca 5 tanesinde, Kocaeli ilinde açılmış olan 600 davadan yalnızca 12 tanesinde mahkûmiyet kararı verildi, İstanbul’da açılan 600 davadan ise tek bir mahkûmiyet kararı dahi çıkmadı.

Görüldüğü üzere, Marmara Depremi sonrasında tüm sorumlular çok kadim ve güçlü bir cezasızlık kültürünün himayesinden faydalandı ve neredeyse hiçbiri tatmin edici bir ceza almadı. Ceza hukukunun genel ve özel önleme amacı bir kez daha göz ardı edildi. Bu cezasızlığı gören müteahhitler ve diğer sorumlular ise, kuralları çiğneme konusunda daha da pervasızlaştı ve böylece bugünlere geldik.

Sorumluların ceza alması için neler yapılmalı?

Şimdi, çok büyük bir yıkım getiren Kahramanmaraş Depremi ile cezasızlık kültürüyle mücadelede yeniden bir “milat” yaratabilme imkânına sahibiz. Bu kez, bu korkunç felaketin sorumluları hakkında cezai süreçleri işletebilir ve tüm sorumluları hak ettikleri şekilde cezalandırabilirsek, bu kadim cezasızlık kültürünü de alt etmeyi başarabiliriz.

Ancak bunun için yapılması gerekenler var. Çünkü ceza yargılaması “delil” üzerine inşa edilen bir süreçtir ve faillerin cezalandırılabilmesi için, mutlaka suçu ispatlayan delillerin mutlaka yargılamada ortaya konulması gerekir. Bu itibarla, bu kez sorumluların ceza almasını sağlamak için aşağıdaki naçiz önerilerimize mutlaka kulak verilmelidir:

– Öncelikle Hakim ve Savcılar Kurulu tarafından salt bu işe özgü özel bir savcılık birimi oluşturulmalı ve bu birim derhal harekete geçerek delil tespiti yapmalıdır. Bu kapsamda, yıkılan veya hasar gören her binadan, karşılaştırmalı analize imkân verecek, çok katmanlı örnekler toplanmalıdır. Bu noktada, Adalet Bakanlığı tarafından depremden hasar kurulan illerdeki savcılıklarda bir “Deprem Suçları Bürosu” kurulması doğru ve yerinde bir karardır.
– Yıkılan binalarda iş makineleriyle hafriyat işlemine başlanması için bu özel savcılık biriminin izin vermesi koşulu getirilmeli, deliller tümüyle toplanıp muhafaza altına alınmadan, hiçbir binada asla enkaz kaldırma işlemi yapılmamalıdır. Ancak, enkaz altında çok sayıda cenaze olduğu için, kamu sağlığı yönünden salgın hastalık riski gözetilerek, delil toplama işlemi çok ivedi bir biçimde yapılmalıdır.
– Delil araştırılması kapsamında toplanan tüm inşaat örneklerinin korunaklı bir kapalı alanda gecikmeksizin ayrıştırılması, sınıflandırılması ve belgelenmesi işlemi gerçekleştirilmelidir. Bu işlem mutlaka, yetkin olay yeri inceleme birimlerince yapılmalıdır.
– Bu şekilde muhafaza altına alınan delillerle ilgili yargılama sürecindeki bilirkişilik incelemesi için, Adli Tıp Kurumu bünyesinde salt bu işe özgü bir resmi bilirkişilik birimi hayata geçirilmelidir.
– Son olarak, soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin etkili yürütülmesi için mağdur yakınlarının süreç içinde çok iyi organize olmaları ve Barolarla eşgüdüm içerisinde, bu konuyu daima gündemde tutmaları, yargısal süreçleri ısrarla izlemeleri fevkalade önem taşımaktadır.

Bu gerekliliklerin eksiksiz bir biçimde yerine getirilmesi durumunda, bu korkunç yıkımın tüm sorumluları hak ettikleri şekilde cezalandırılabilir. Bu durum ülkemiz için bir milat olur ve böylece ileride benzer büyük acıların yaşanması da önlenebilir düşüncesindeyiz.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 15 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

Hasan Sınar
Hasan Sınar
Doç. Dr. Hasan Sınar - İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “İnternet’te İşlenen Suçlardan Doğan Ceza Sorumluluğu” başlıklı teziyle yüksek lisans derecesi alan SINAR, Almanya’nın Freiburg kentinde bulunan Max-Planck Uluslararası Ceza Hukuku Enstitüsü’nde doktora araştırmalarında bulunmuş, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Ceza Hukuku Açısından Telif Haklarının korunması” başlıklı doktora tezi ile de “Hukuk Doktoru” unvanını almıştır. Ayrıca SINAR, Chevening bursiyeri olarak gittiği İngiltere’de Queen Mary College -University of London’da “Bilişim ve İletişim Hukuku” alanında 2. yüksek lisans derecesini aldı. Milletlerarası Ceza Hukuku Derneği (AIDP) üyesi ve Türk Ceza Hukuku Derneği Yönetim Kurulu üyesi olan SINAR, halen Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı Başkanı olarak görevine devam ediyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x