Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarihi ve cesur bir hamle ile İsrail Başbakanı Netanyahu ile Savunma Bakanı Gallant’ın yanı sıra Hamas’ın üç lideri hakkında tutuklama emri çıkarılmasını tavsiye etti. Söz konusu tutuklama tavsiyesi İsrail ve müttefikleri tarafından sert bir şekilde kınandı. Peki bu kararın UCM’nin bu kararı nasıl bir bağlamda değerlendirilmeli?
Princeton Üniversitesi’nde kırk yıldır uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler dersleri veren Richard Falk, Middle East Eye haber sitesi için kaleme aldığı yazısında UCM’nin İsrail Başbakanı ve Savunma Bakanı ile Hamas liderleri hakkında verdiği tutuklama tavsiyesi kararını değerlendiriyor.
Yazının öne çıkan bazı kısımlarını paylaşıyoruz:
UCM’den ilk kez gerçekten tarihi bir adım
“Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) bu hafta, başsavcısının iki üst düzey İsrailli yetkili, Başbakan Benjamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant ile önde gelen üç Hamas lideri hakkında tutuklama emri çıkarılmasını tavsiye etmesiyle, 2002’deki kuruluşundan bu yana ilk kez gerçekten tarihi bir adım attı.
Beklendiği üzere, her iki taraf da UCM’nin bu kararını mümkün olan en sert dille kınadı. Batı medyasının tarafgirliği nedeniyle İsrail ve müttefiklerinden gelen öfkeli tepkiler haber akışına hakim olurken, Hamas’tan gelen resmî açıklama büyük ölçüde görmezden gelindi.
Her iki taraf da benzer bir argüman seçmiş olsa da, esas bakış açılarında 180 derecelik bir fark var.
İsrail’in savcının eylemine yönelik en temel itirazı, 7 Ekim’deki barbarca saldırıyı gerçekleştiren Hamas ile kendisini savunmak ve halkının güvenliğini sağlamak için harekete geçtiğini söyleyen İsrail’in demokratik olarak seçilmiş hükümetini aynı kefeye koyması.
Hamas ve destekçileri, silahlı mücadeleye başvurmak da dahil olmak üzere Filistinlilerin yasal direniş haklarını meşru kılan baskıcı İsrail işgali bağlamında “kurbanı cellatla eşitleyen” tutuklama emri çağrısının ima ettiği aynı kefeye konma durumu karşısında da dehşete düştüler.
Benim kanaatime göre İsrail’in tepkisi, Holokost’tan bu yana Yahudi halkına yönelik en kötü saldırı olarak tanımlanan 7 Ekim’de yaşananların şekillendirdiği bir bağlamda İsrail’in ve liderlerinin asla suçla itham edilemeyeceği yönünde retorik ve polemikten ibaret.
Netanyahu, tutuklama emri tavsiyesini “tarihi boyutlarda ahlaki bir rezalet”, demokratik devletlerin kendilerini savunma hakkına müdahale eden “tehlikeli bir emsal” oluşturan “hukuk skandalı” olarak nitelendirdi.
Yetersiz savunma
İsrail’in verdiği karşılıkta eksik olan şey ise, İsrail’in en sarsılmaz destekçisi olan ABD’de bile artan protestoların ortaya koyduğu üzere, dünya genelinde adeta bir soykırım olarak görülen İsrail’in davranışlarına yönelik herhangi bir savunma oldu.
Suçlar ve deliller hukuk diliyle sınırlı ve kesinlikle İsrail’in iyi niyetli ve somut bir karşılık vermesini gerektirecek büyüklükte ve ciddiyette. Bundan daha azı dünya kamuoyunu UCM savcısının tutuklama emri önererek yetkisini aştığına ikna edemez.
Uluslararası Adalet Divanı’nın ocak ayında neredeyse oybirliğiyle aldığı ara karara atıfta bulunmak, İsrail liderlerine yönelik suçlamaların utanç verici ya da tehlikeli bir emsal teşkil etmediğinin kanıtı olarak özellikle önem taşıyor. Bu karar, geçici de olsa, İsrail’in 7 Ekim’den sonra uyguladığı şiddetin Gazze’nin tüm sivil nüfusunu hedef alan acınası bir soykırım örneği teşkil ettiğine inanmak için sağlam gerekçeler sunuyor.
Aynı eleştiri çok daha sınırlı ölçüde Hamas’ın tepkisi için de geçerli. Her ne kadar savcının uluslararası insani hukuku ihlal eden uzun süreli bir işgal ve mağduriyet bağlamını ele alması gerekse de, bu durum 7 Ekim’de işlenen türden suç teşkil eden aşırılıkların cezasız kalmasını sağlamaz.
Hamas liderleri hakkında tutuklama emri çıkarılması çağrısı, 7 Ekim’de gerçekte ne olduğuna dair bugüne kadar tarafsız bir uluslararası soruşturma yapılmamış olması ve Hamas liderlerinin, İslami Cihad gibi diğer Filistinli direniş oluşumlarının aksine, doğru bir şekilde ayırt edildiğine dair kanıt bulunmaması nedeniyle şüpheli.
ABD’nin İsrail’in müdafaasına soyunarak, uluslararası suçları soruşturmak ve faillerine karşı harekete geçmekle görevli olan bu antlaşma temelli uluslararası mahkemenin güvenilirliğine yönelik akıl almaz bir saldırıya katılması şaşırtıcı değil.
ABD’li yetkililer UCM’nin Roma Statüsü’ne taraf olmayan ülkelerin vatandaşlarının suçlanmasının önündeki yargı engellerinden şikayet etseler de Washington, 2022’deki Ukrayna işgalinin hemen ardından mahkemenin Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i alelacele suçlamasını coşkuyla destekledi. Bu tür çifte standartlar ahlaki ikiyüzlülük ve hukuksal nihilizm sergiliyor; ABD uluslararası mekanizmaları evrensel olarak uygulanabilir normlar yerine dış politika araçları olarak kullanıyor.
Alakasız bir açıklama
ABD Başkanı Joe Biden, 20 Mayıs’ta yaptığı açıklamada sanki İsrail hükümetinin ağzından çıkmış olabilecek çarpıcı bir ifadeye yer verdi: “Bu savcı ne ima ederse etsin, İsrail ile Hamas aynı kefeye konamaz.” Biden, hukuken hiçbir geçerliliği olmayan bu açıklamasını “güvenliğine yönelik tehditlere karşı her zaman İsrail’in yanında yer alacağız” şeklindeki net bir ifadeyle destekledi.
İronik bir şekilde, İsrail ve müttefiklerinin yersiz öfke söylemleri UCM’nin açıklamalarına, kurumun daha önce hiç sahip olmadığı bir önem kazandırdı.
Tartışmaların oluşturduğu dumanın altında, başlangıçta bir müdafaa ve tepkisel şiddet olarak yansıtılan ancak kısa sürede gerçek yüzünü kasıtlı şiddet ve İsrail’in gerçek güvenlik kaygılarından giderek uzaklaşan Gazze’deki Filistinlilerin zorla yerlerinden edilmesi olarak gösteren büyük bir devlet terörü hareketinin ateşi yatıyor.
Son aylarda yaşanan tartışmalarda, Netanyahu hükümetinin Hamas saldırısı öncesinde oluşturduğu atmosfer de unutuldu. Batı’da bile bu hükümet İsrail tarihindeki en radikal koalisyon olarak nitelendirildi. Bu atmosferi meydana getiren, hükümetin, işgal altındaki Batı Şeria’da Filistinliler için hayatı mümkün olduğunca yaşanmaz hale getirmek amacıyla yerleşimcilerin öncülüğünde “Gidin yoksa sizi öldürürüz,” sloganı ile bir hareket başlatmak için gösterdiği bariz çabaydı.
Aralarında radikal bakanlar Itamar Ben Gvir ve Bezalel Smotrich’in de bulunduğu İsrail hükümeti, tek taraflı olarak Büyük İsrail’i kurma ve Filistinlilerin devlet olma ya da kendi kaderlerini tayin etme gibi makul beklentilerini sona erdirme yönündeki öncelikli hedeflerinin bir parçası olarak bu şiddete yeşil ışık yaktı.
Başarısızlıklar silsilesi
Buna ek olarak, İsrail’in önceden planlanmış ve hazırlanmış bir Hamas saldırısı hakkında önceden uyarılmış olması, kapsamlı istihbarat ve muhbir imkanlarına sahip olması ve saldırıya alışılmadık bir beceriksizlikle tepki vermesi, tek bir rehine bile ele geçirilmeden önce İsrail yönetimi tarafından büyük bir müdahale senaryosunun üzerinde mutabık kalınmamış olduğuna inanmayı zorlaştırıyor.
İsrail’in misillemesi başladığında, Gazze’deki Filistinlileri gıda, yakıt, elektrik ve sudan mahrum bırakma politikaları da dahil olmak üzere soykırım taktikleri ve dili hemen söz konusu misillemenin bir parçası oldu. Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden güneyine zorla göç ettirilmesi, hastanelere ve nüfus merkezlerine yapılan korkunç saldırılar, açlığın bir savaş silahı olarak kullanılması ve Mısır ile diğer ülkeleri çok sayıda Filistinli mülteciyi kabul etmeye ikna etmek için devam eden çabalar bu politikaların en bariz göstergeleriydi.
Bu aralıksız devam eden harekat İsrail’in güvenliği açısından giderek kendine zarar verir hale gelmiş görünüyor. Artık pek çok İsrailli, Netanyahu yönetiminin Hamas’ın yok edilmesi, rehinelerin güvenli bir şekilde geri dönüşünün sağlanması ve ülkenin meşru egemen bir devlet olarak itibarının korunması gibi pek çok konuda başarısız olduğuna inanıyor.
Biden yönetimi, İsrail’e verdiği koşulsuz destek ve UCM’yi sorumsuzca kınama tavrıyla kendi genç kuşağına sırtını döndü, Filistin yanlısı eylemcilere karşı polis şiddetinin ve cezalandırıcı uygulamaların önünü açtı. İsrail’e yöneltilen soykırım suçlamalarının hiçbir hukuki dayanağı yokmuş gibi davranmak tamamen sorumsuzca bir davranış oldu; BM’deki tutumu uluslararası hukuka ve kendini haklı gören liberal demokrasilerin itibarına zarar verdi.
UCM savcısı neden eleştiriyi hak ediyor?
UCM savcısı da eleştiriyi hak ediyor. Tüm vahşetine rağmen 7 Ekim’deki tek seferlik saldırı ile İsrail’in Gazze’de yedi ay süren ölüm ve yıkım operasyonu aynı kefeye konulamaz.
Zaman içinde “soykırım” konusuna değinilmemesinin savcının resmî ifadesindeki en çarpıcı eksiklik olarak görüleceğini düşünüyorum.
En azından Khan, UCM’nin Netanyahu ve Gallant için tutuklama emri çıkarmasını tavsiye etme gerekçeleri arasına İsrail’e yönelik bu en ciddi ve yaygın iddiayı dahil etmenin neden hukuken erken olduğunu açıklamalıydı. Soykırımdan bahsetmekten kaçınan Khan, haklı olarak asıl meseleyi görmezden gelmekle suçlanabilir.
Bu arada, yargıçlar heyetinin savcıların tavsiyesini kabul ederek İsrailli ve Hamaslı liderler hakkında tutuklama emri çıkaracağını ve aynı zamanda iki tarafın aynı kefeye konulduğu izlenimini silmek için ellerinden geleni yapacaklarını ummalıyız.
Eğer UCM temel aldığı ilkesel tutuma sadık kalırsa, küresel yönetişimin tarafgir jeopolitikle lekelenmemiş bir unsuru olarak itibarını arttıracaktır.”
Bu yazı ilk kez 24 Mayıs 2024’te yayımlanmıştır.