Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) verilerine göre 2050’de gezegenin üzerinde 10 milyar insan barınacak. Bu nüfusun üçte ikisi de yine BM’nin Ekonomik ve Sosyal İşler Dairesi’nin tahminlerine göre kentlerde yaşayacak.
Bu bilgi, kent ve kentleşme üzerine genel sözü olan tüm sunum ve yazıların klişeleşen giriş cümlesi niteliğinde artık ama nedense, başka bir öngörü gelecekçi senaryolara pek dâhil edilmiyor:
Bugün herhangi bir kentsel hizmetten yoksun enformel mahalle ve yerleşimlerde yaşayan bir milyarlık gecekondu nüfusunun büyüklüğü aynı tarihte üç milyara çıkacak.
Bu durumda ‘geleceğin kenti nasıl olacak?’ sorusu, kente dair bir soru olmanın ötesinde yerkürenin sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim, geleceğin teknolojik altyapısı ve üretim biçimine eklemlenmediği için bütünüyle sistem dışına itilecek olan (Yuval Noah Harari’nin ‘gereksizler sınıfı’ olarak adlandırdığı) bu büyük kitle ile küresel ölçekte ortaya çıkacak yeni kentsel düzen büyük olasılıkla derin toplumsal çatışmalara gebe.. Kapitalizmin kaynaklarını hızla tükettiği gezegenin bugüne kadar şahit olmadığı bir büyüme eğilimini salt gelişmiş Kuzey ülkelerinin kentlerine yönelik gelecek vizyonları ile kotarmak bugünden bakıldığında olanaksız görünüyor.
Gelecekçi basmakalıplar
‘Geleceğin kentleri nasıl olacak?’ sorusunu bugünün gerçekçi kısıtlarından bir ölçüde bağımsızlaşmış bir gelecekçi bakış açısı ile sorduğumuzda özellikle popüler mimarlık yazınında verilen yanıtların oldukça basmakalıp bir gelecek imgesine dayandığını görmekteyiz.
Ülkemizde de yayımlanan National Geographic dergisinin ‘Yaşanabilir Şehirler İçin Yeni Fikirler’ dosya konulu Mart 2019 sayısında ‘Geleceğin Kentleri’ başlığı altında sunulan kentsel ve mimari tasarım modeli, büyük oranda bugünün yapı ve mekan tipolojilerine dayanmaktaydı. Tıpkı buna benzer birçok kavramsal gelecekçi kentsel tasarım projesinde olduğu gibi.
Bu bağlamda, geleceğin kentine yönelik eriştiğimiz düşlem gücünün sınırları büyük ölçüde son yirmi yılda özellikle Uzak Doğu Asya ve Arap Yarımadası’nda örneklerini gördüğümüz şirket mimarlığı ve şehirciliğinin ekolojik sürümlerine göre tanımlanmakta.
Otoritenin ‘akıllı kentleri’
‘Akıllı kent’ adı altında sunulan ve tanıtımı yapılan bu projelerin ortak özelliği, sahip olduğu konvansiyonel tipolojiyi son derece radikal bir ölçekte kamuoyuna sunması.
Çoğunluğu teknoloji şirketi, merkezi bir girişimcinin, tekil bir ana plana dayalı olarak ürettiği bu kent imgelemi, kendi içinde ekolojik, mutlu cemaatlerden oluşan bir gelecek vaat etse de son derece otoriteryen bir toplumsal yaşam formu öneriyor.
Çoklu ve çoğulcu bir toplumsal pratikle üreyen bir kent yerine, ‘akıllı’ bir işletim sistemi ile her şeyiyle denetlenen, optimize edilmiş bir ‘makine’ olarak kent…
Bunun en açık örneği, geçtiğimiz Temmuz ayında Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın bizzat uluslararası kamuoyuna tanıtımını yaptığı ve birçok insanın merak ve hayretle karşıladığı ‘The Line’ (Çizgi) projesi oldu.
170 km uzunluğunda ve yalnızca 200 metre genişliğe sahip çizgisel bir yerleşim formuna sahip kentin, yüksekliği 500 metreyi bulan bir prizma içinde 9 milyon kişilik nüfusu, yüzde yüz yenilenebilir enerji altyapısı ile barındırması hedefleniyor. İki tarafı aynalı cephe sınırlandırılmış kent, gerçek anlamda bir kapalı toplum modelini idealize ediyor.
Çokça teknoloji, azca birey ve toplum etmeni barındıran bu anaakım gelecekçi şehircilik yaklaşımının ötesine geçebilmek için alternatif gelecek imgelerine gereksinim duymaktayız. Buna yönelik çağdaş yorumun ana hatlarına ilkesel olarak değinmeden önce olası alternatif senaryoları kısaca gözden geçirelim.
Geçmişte geleceğe kent
Bundan 300 bin yıl önce Afrika’dan yayılan insanoğlunun jeolojik zamanda görece kısa yerleşim tarihine baktığımızda, geniş coğrafyaya dağılmak ile merkezi yerleşim formları oluşturmak arasında salınan bir ikili sarkacı andırır bir devinimle kent denilen karmaşık yapıtı yarattığını görmekteyiz.
On bin yıl kadar önce yerleşik yaşama geçerek höyük denilen küçük ama yoğun köy yerleşimlerini üreten topluluklar ilk olarak geniş Mezopotamya ve Doğu Akdeniz coğrafyasında sonrasında güney ve kuzey Avrupa’da kentlerin nüvelerini oluşturdular.
Adına ‘kent’ denilen yerleşim türü ise İlkçağ ve Ortaçağ boyunca sınırları savunma amaçlı belirli, görece büyük, merkezi ve yoğun formda endüstri devrimine kadar varlığını sürdürdü. 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ‘sanayi kenti’ ise çevresindeki kırsal nüfusu çekerek çevresine hızla yayılan azman bir yapıya kavuştu. Ta ki önce banliyö treni sonra otomobilin yaygınlık kazanması ile belirli bir hareketliliğe kavuşan geniş kentli nüfusun kent merkezinden uzaklaşma kapasitesine kavuşması ve ‘altkent’lerde (suburb) yaşama eğilimine kadar.
Geçtiğimiz yüzyıldan bugüne süregelen bu merkezsizleşme ve yayınma eğiliminin ne kadar sürdürülebilir olduğuna dair artan soru işaretleri, söz konusu modelin sorgulanmasına neden olsa da bu başat eğilimi ortadan kaldıracak bir etkili model üretilebilmiş değil.
Oldukça batı-merkezli olan bu klasik kentleşme tarihi anlatısının farklı şekillerde ülkemiz dâhil birçok azgelişmiş/gelişmekte olan kentsel coğrafyada deneyimlenmiş olduğunu savlamak olanaklı.
Geleceğin kenti kendini nasıl yeniden üretecek: Alternatif senaryolar
Peki, bu tarihsel arka planda geleceğin kenti kendini nasıl yeniden üretecek? Bu noktada kanımca üç temel senaryo karşımıza çıkıyor:
• Birincisi, çevresindeki küçük kent ve kasabaları da sönümlendirecek megapoller. Olumsuz öngörüsü Blade Runner ya da Beşinci Element gibi distopik sinematik imgesi ile biçimlenegelmiş bu model, son derece yoğun, çok katmanlı, karmaşık bir mekansal yapı ve kozmopolit bir toplumsal kültüre işaret ediyor. Bu modelin ütopik karşılığı ise Amerikalı örüntüsü teorik fizikçi G. West’in (2010) ortaya koyduğu üzere büyük kentlerin sağladığı sürdürülebilir ölçek ekonomisi üzerine kurgulanıyor. Buna göre kentlerin büyüklüğü oranında fiziksel altyapı ve ortalama enerji kullanımında tasarruf ile birlikte artan sosyo-ekonomik etkileşimle ortalama gelirdeki görece artış, büyük kentleri avantajlı kılmaktadır.1
• İkinci senaryo, geçtiğimiz yüzyılın liberal ütopyasına uygun olarak herkesin kendini toprakta yeniden üretebildiği bir bireysel özgürlük alanı yaratacak ve var olan kentlerin kendiliğinden çözüneceği fikri üzerinden tanımlanan ‘kentsiz kentleşme’ modelidir. Kendine yeterli (enerjisini üreten) bireysel konut, yerleşik yüzyüze toplumsallaşmaya gereksinim duymadan küresel ağa bağlı birey öngörüsüne dayalı senaryo, herhangi kolektif ve/vaya şirketleştirilmiş (corporate) yaşam biçimini ret eder.
• Üçüncü yol ise, topluluk ilişkilerini yerel düzeyde sürdürecek, son derece aktif bir kırsal/rekreatif peyzajla bütünleşmiş çok sayıda (görece küçük) yerleşim kümesinden oluşan yeni kentsel örüntüdür. Bu alternatif, doğa-insan ilişkisini kenti baskın unsur kılan ya da onu bütünüyle çözen ikili mantık yerine, iki oluşumu da (kır ve kent) aynı anda var edebilecek saçaklı mantık temelli bir melez mekan topolojisine dayanır.
Her ne kadar evrensel birer model olarak sunulan bu senaryoların farklı ekonomik gelişmişlik düzeyi, üretim kapasitesi ve hareket (mobilite) yetisine sahip toplumlarda farklı sentezler biçiminde yaşama geçirileceğini kuramsal olarak varsaymak gerekir.
Özellikle geçtiğimiz yüzyılın avangart mimarlığının ürettiği gelecekçi kent imgelerinin bir ortak özelliği oldukça esnek, modüler ve devingen bir mimarlık ve yapılaşma pratiğidir. Her ne kadar yukarıda örneklediğimiz kent imgeleri oldukça büyük, kalıcı ve sabit bir yapılaşma sürecinin ipucunu verse de sonsuz esneklik ve yüksek değişim kapasitesi, hâlâ birçok tasarımcı için geleceğin kentine yönelik vazgeçilmez bir arayışı temsil ediyor. Eskiden sabit vinçlerin, artık ‘drone’ların yeni gereksinim ve programlarla sürekli yeniden inşa ettiği insan yerleşimleri imgesi. Bunun tersi bir gelecekçi vizyon ise büyüme gereksinimini büyük oranda kentlerin var olan altyapı ve yapı stoku üzerine ‘minimum kentsel ayak izi’ ilkesi ile karşılamak üzere kurgulanıyor. Eski yapı formları, yeni yaşam biçimlerine olanak tanıyacak şekilde yeniden değerlendiriliyor. Neyin kalıcı neyin geçici olacağı ise toplumsal belleğin gelecekte nasıl üretileceği sorusunu beraberinde getiriyor.
Geleceğin kentlerinin ideal nitelikleri
Süreğen kriz koşullarında (küresel ekonomi, siyaset, sağlık vb.) belirsizliğin norm haline geldiği günümüzde, geleceğin kentleri açısından ideal ama yüksek olasılıklı nitelik göstergelerini şu şekilde ‘speküle ederek’ yazımızı sonlandıralım:
• Geleceğin kenti her şeyden önce çoklu ve çoğulcu (heterotopik) olacak. Yalnızca kültürel olarak değil, deneyimsel olarak da. Faklı ölçeklerde hareket ve hız rejimlerini bünyesinde barındıracak. Yerel ve yavaşı da küresel ve hızlı olanı da olanaklı kılacak bir altyapıya sahip olacak. Ekolojik çeşitliliği kent ve kırın, yatay ve dikeyin, doğal ve yapılı çevrenin uyumlu koalisyonu şeklinde yaşama geçirecek.
- Geleceğin kenti, tek bir ideolojik merkezin ya da otoriten belirlediği tekil bir ana plan yerine,
- bireysel yapım/inşa yetisinin olanaklı hale geldiği,
- tasarım ve edim bilgisinin (know-how) kitleselleştiği bir gelecekte;
- toplumsal ve doğal iyinin, ortak kamu yararının ilkeleri ile tanımlı bir gelişim algoritması içerisinde, aşağıdan yukarı,
- kendiliğinden örgütlenen bir oluşumsal sistemde kendini var edecek.
• Geleceğin kenti, tek bir etkinlik ve işleve göre programlanmış ve ona göre biçimlenmiş yapı ve kentsel alan tipleri yerine, çok sayıda farklı deneyimi ve kullanımı aynı anda bünyesinde barındırabilecek melez yapı ve yapılaşma tipolojilerine sahip olacak. Farklı kültür formlarının birbiri üzerinde hegemonya kurmadığı, farklılıkların ayrı ama yan yana, özgünlüklerini koruyarak ama ilişki halinde birlikte yaşayabildiği bir kentsel yaşam modeli, melez kentsel mekan formlarının temel gerekçesi olacak.
Bu çerçevede kuşkusuz, yerleşik tasarım ve planlama pratiği de geçerliliğini yitirerek bambaşka bir düzlemde kendini yeniden tanımlayacaktır.
Kaynaklar
Barker, N. ‘Ten futuristic cities set to be built around the world’, 1 Ağustos 2022, https://www.dezeen.com/2022/08/01/futuristic-cities-planned-architecture-masterplanning-urban-design/, erişim Aralık 2022
Çalışkan, O., Tümtürk, O., Yavuz, I. (2020) ‘Imagineering: A Model Approach for Futuristic Design Thinking in Urbanism’ – ‘İmgelem Mühendisliği’: Şehircilikteki Gelecekçi Düşünce İçin Yöntem Yaklaşımı Modeli, Proceedings of the Institution of Civil Engineers – Urban Design and Planning 173(1), 2020, sf. 16–33,
Future cities: Urban planners get creative | DW Documentary, https://www.youtube.com/watch?v=HBMlQZeXMiA&t=18s&ab_channel=DWDocumentary, erişim Aralık 2022.
National Geographic (2019/4) ‘Geleceğin Kentleri’, https://www.nationalgeographic.com/magazine/2019/04/see-sustainable-future-city-designed-for-people-and-nature/, erişim Nisan 2019.
Sustainable Development News, ‘Insecure settlements: 3 billion slum dwellers by 2050’, 16 Mart 2017, https://ideas4development.org/en/insecure-settlement-development-of-slums/ erişim Aralık 2022.
The Line, https://www.neom.com/en-us/regions/theline, erişim Aralık 2022.
West, G. (2010) ‘A Physicist Solves the City’, https://www.santafe.edu/news-center/news/ny-times-physicist-solves-city, erişim Ocak 2011.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 21 Aralık 2022’de yayımlanmıştır.
- Bu yazıyı kaleme alırken geçtiğimiz hafta Kaliforniya’daki Lawrence Livermore Ulusal Laboratuarı’nda bulunan Amerikan Ulusal Ateşleme Tesisi’ndeki bilim insanlarının füzyon ateşlemesini başardıkları haberi ajanslarca kamuoyuna duyuruldu. Ulaşımdan sanayi altyapısına kadar her alanda kullanılabilecek sıfır karbon temiz enerji üretimi anlamına gelecek bu başarı, her ne kadar yaşama geçirilmesi için daha çok yol kat edilmesi gerekse de geleceğin kentleri açısından senaryoları kökten değiştirebilecek kapasitede. Yöntemin optimizasyonu için gerekli teknolojik gelişimin tamamlanması durumunda kentlere entegrasyonunun 2040’larda gerçekleştirilebileceği öngörüsü, daha şimdiden dillendirilmeye başlandı. Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=j2e46IM6xks&ab_channel=Bar%C4%B1%C5%9F%C3%96zcan, erişim 18 Aralık 2022.