Devlet Bahçeli o meşhur püskevit videosunda, bisküvilerin arasına lokum konulan reklamları televizyonda gören çocukların annelerine, “Anne, bana niye almıyorsun, bizde niye yok diyor?” diye isyan ettiğinden bahsetmişti.
90’lı yıllarda televizyonda bir sucuk reklamı çıktığında Radyo Televizyon Üst Kurulu’na “Çocuklarımızın canı çekiyor, alamıyoruz.” şeklinde şikâyetler olurdu. Şimdi büyüklerden o dönemi düşünmelerini, bir de bugünkü gençlerin neler yaşadıklarını anlamaya çalışmalarını rica ediyorum.
Kaçırma korkusu: Dışarıda harika bir hayat var ve ben bunun bir parçası değilim!
Instagram’ınızı açıyorsunuz ve ana sayfanızda bir fenomenin uçtuğunu, öbürünün kaçtığını görüyorsunuz. En güzel kıyafetleri giyiyor, en güzel tatilleri yapıyor, varını yoğunu satıp Afrika’yı dolaşmaya çıkıyorlar. Klimanjaro Dağları’nda kamp yapan da var, pişirdiği eti 24 farklı sosla sergileyen de… Herkes o hafta tek bir mutlu anını paylaşıyor, ama siz profilinizde 300 kişinin ne kadar da mutlu hayatları olduğunu, herkesin sağda solda fink attığını görüyorsunuz. Herkes çok mutlu ve siz odanızda geleceğiniz için yuvarlak karalıyorsunuz. Hayat anlamsız geliyor. Onların “story”lerini izleyip siz de “mış gibi” yapıyorsunuz.
Sonra Twitter’a giriyorsunuz ve o çok beklediğiniz dizinin 5’inci sezonunda, o çok sevdiğiniz karakterin öldüğünü öğreniyorsunuz: Evet; Jon Snow öldü! Sinirle sosyal medyayı kapatıyorsunuz. 1 hafta girmiyorsunuz. Girmeyince de kendinizi cahil, tüm muhabbetlerin dışında kalmış hissediyorsunuz.
Squid Game, Bir Başkadır, Kulüp ya da siz bu satırları okurken ortaya çıkan bir başka diziyi “tam vaktinde” izlemelisiniz ki, muhabbetten geri kalmayın. Zira kalırsanız arkadaş baskısı yiyebilirsiniz ki, ergenlik döneminde bu en istemediğiniz şeylerden biri.
Fakat gün 24 saat ve tüm popüler dizileri, filmleri izlemeniz, tüm şarkıları dinlemeniz, tüm “story”lere bakmanız mümkün değil. Haliyle kaygı bozuklukları oluşuyor. Anksiyete artıyor.
1996 yılında ilk defa pazarlama stratejisti Dr. Dan Herman tarafından dile getirildikten sonra, FOMO’yu (Fear of missing out) psikiyatrlar artık bir rahatsızlık olarak tanımlıyor. Bugünkü gençlerinin başının belası: Dışarıda harika bir hayat var ve ben bunun bir parçası değilim!
Şimdi karnınızın ölesiye aç olduğunu ve sizi Gaziantep’te bir lokantaya götürdüklerini, diğer masalara servis yapılırken bekletildiğinizi, diğer masalara giden yiyeceklere hiç ulaşamayacağınızı düşünün. Neler hissedersiniz? İşte milyonlarca genç sosyal medyaya girdiklerinde tam da böyle hissediyor.
Ya daha iyi bir ihtimal varsa!
Şimdi ikinci boyuta geçelim. Diyelim ki paranız var ve bu sefer bir yemek festivaline gittiniz. Dünyanın her yerinden usta aşçılar gelmiş.
Bazı yemekler damak tadınıza uyumlu, bazılarıysa tam tersi. Kimisi sabaha kadar kıvrandırabilir sizi, kimisi de zevkten dört köşe edebilir.
Tüm aşçılar da size ilgi gösteriyor. Yemeklerini övüyor.
Siz tüm bu seçenekler içerisinde bu kez şu hissin içinde adeta boğuluyorsunuz: Ya daha iyi bir ihtimal varsa! Yani Feel of better option (FOBO) yaşıyorsunuz.
Bolluk paradoksu
Bilgisiz bir şekilde bu festivale gittiğinizde ne yiyeceksiniz?
Eski âlimlerin, bir kitabı okuyabilmek için İstanbul’dan kalkıp Bağdat’a yürüdüğünden bahsedilir. Tabii bundan bahsettiğim bir öğrencim, “Abi kesin gönül meselesidir, ama sen yine de kullan istersen bu örneği.” demişti. Gönül meselesiyse de kitabı bahane etmek yine de iyidir bence.
Bugün her şey bir tık kadar yakınınızda, ama ne okuyacaksınız? Okunacak o kadar çok şey var ki? Hangisi kıymetli? Her yıl binlerce kitap basılıyor. Paranızı hangisine harcayacaksınız? Yoksa siz de kütüphanesi şık, ama o kitapları okumayan güruha mı katılacaksınız?
Ne izleyeceksiniz? Bir tıkla dilediğiniz filmi açabilecek kadar kolay artık işler, fakat pek çok akşam ne izleyeceğinize karar verene kadar uykunuz gelmedi mi? Tüm bu bahsettiklerimin tam içine doğmuş bir genç olduğunuzu düşünün. Binlerce seçenek arasından nasıl seçim yapacaksınız?
Amerikalı psikolog Barry Schwartz, Bolluk Paradoksu kitabında şöyle diyor: “Ürettiğiniz her ‘keşke’yle birlikte, tercih ettiğiniz seçeneğe karşı daha fazla pişmanlık ve daha az tatmin duyarsınız.”
‘Influencer’lar yol gösterici mi?
İşte tam burada devreye “Influencer”lar giriyor. Hani büyükler anlam veremiyorlar ya, bu gençler, bu insanları neden takip ediyor diye. İşte bu kadar bolluğun içinde kararsız kalan gençlere birilerinin yol göstermesi gerekiyor.
Ne okuyayım? Ne izleyeyim? Ne giyeyim? Yüzüme ne süreyim? Nereden bulabilirim?
Madem paramız az, vaktimiz az; az zamanda çok ve büyük işleri nasıl başarayım? Okumam gereken 3 kitabı söyler misin?
Onedio, Listelist gibi platformların tutma sebebi tam da bu yaşadığımız çağın sonucu. Sadece gençlerin değil, herkesin bu kadar bolluk içerisinde yönlendirmeye ihtiyacı var.
Peki, çözüm ne?
Kaçırma korkusu ve bolluk paradoksunda yaşayanlar için şu önermeler bir çözüm olabilir belki:
- Daha fazla mentörlük, koçluk, hamilik programına ihtiyacımız var. Üniversitelerin, belediyelerin, şirketlerin, okulların çok daha fazla danışmanlık vermesi gerekiyor.
- Sadece PDR (psikolojik danışma ve rehberlik) hocalarımız değil, tüm öğretmenlerimiz gençlerin yönlendirilmeleri konusunda aktif rol almalı. Koçluk eğitimleri artırılmalı.
- Gençlerle çalışan herkes iyi bir izleyici, dinleyici, okuyucu olmalı. Bir şeyleri önerebilmeniz için o şeyleri deneyimlemiş olmanız gerekiyor çünkü.
- Gençlerin kendi başlarının çaresine nasıl bakacaklarını öğrenmeleri gerekiyor. Bu da yine iyi bir yönlendirmeden geçiyor. “Aman şunu izlemesin!” diyerek bir genci koruyamazsınız. Onu izlediğinde, “Bu ne saçma şeymiş!” seviyesine getirirseniz, gençlere faydalı olmuş olursunuz.
Hatırlayın, Cem Yılmaz stand-up gösterisinde ne diyordu: Çocuk olmuş mu?
“Çocuk, benim filmlerimi izleyip neden küfrediyor, film yapsın. Sen çocuğa küfür eden adamla etmeyen arasındaki farkı öğretemediysen, ona ben bir şey yapamam.”
Tavşan deliğinin içine doğmak
Alice Harikalar Diyarı’nda Beyaz Tavşan’ı takip eden Alice, bir tavşan deliği ile karşılaşır. O tavşan deliği her şeyin başladığı yerdir. Delikten girdikten sonra Alice, kendisini çok başka bir dünyada, çok başka karakterlerle mücadele ederken bulur.
Bugün bu bölümü yazarken başıma gelenleri kısaca anlatayım size. Spoiler konusuna örnek vermek için “Jon Snow öldü mü?” diye Google’a yazdım. Bir videoda durumu izledikten sonra, Yüzüklerin Efendisi’nden bir sahneye denk geldim, onu da izledim. Ardından Youtube, Ramiz Dayı’nın Kerpeten Ali ile sahnelerini önerdi, onu izledim. Sonra Tuncel Kurtiz’in bir şiir videosuna tıkladım ve kendimi bir İsmet Özel şiiri dinlerken buldum. O şiirde çok güzel bir fon müziği vardı, onu Spotify listeme eklemek aklıma geldi ve eklerken birden kendime yeni bir “Softs Songs” listesi yapmaya karar verdim. Bu süreç 1 saati buldu. Gün içerisinde araştırmaları yaparken Messi’nin harika gollerini de izledim. BBC’den kısa bir belgesel de… İşte bu yaşadığım şeye internetin tavşan deliği deniyor.
Bugün internetteki farklı jenerasyonlar bu bahsettiğim süreci benzer şekilde yaşıyor. Pek çoğumuz bazen araştırdığımız şeyi bile unutuyoruz. İki saatin sonunda kendimizi Slime videosu izlerken bulabiliyoruz.
Fakat X ve Y kuşakları kendi entelektüel gelişim süreçlerinde, kendi gençliklerinde hiç bu kadar çok bilgiyle, uyaranla, dikkat dağıtıcıyla karşılaşmadılar.
Z Kuşağı işte tam bu tavşan deliğinin içine doğdu. Yeni dünya dikkatinizi dağıtmak üzerine kurgulandı. Tekrar ediyorum: Tüm sistem, milyarlarca dolarlık teknoloji dünyasının ana amacı dikkatimizi dağıtmak!
Bütün dünya dikkatinizi, ilginizi istiyor
Instagram, Trendyol, GittiGidiyor, Yemek Sepeti WhatsApp, Tiktok, YouTube, Facebook ve bunlar gibi yüzlerce site, oyun sizin ilginizi, odağınızı istiyor. Hepsi dikkatinizi kendilerine çekebilmek için milyonlarca dolarlık reklam bütçeleriyle dünyanın en iyi pazarlamacılarını, yapay zekâlarını kullanıyor. Sosyal İkilem belgeselini izlediyseniz, ki bence izlemelisiniz, sürecin ve algoritmaların nasıl çalıştığını öğrenebilir ve çok şaşırabilirsiniz. Bugün bu algoritmalar sizin hangi saatler arasında aktif olduğunuzu, karşı cinste aradığınız özellikleri, ne tarz gömlekleri sevdiğinizi, hangi videoları size gösterirse dikkatinizi dağıtabileceğini, oy vereceğiniz partiyi, asla oy vermeyeceğiniz partiyi, sevebileceğiniz yiyecekleri, nefret ettiğiniz yiyecekleri, sizin hakkınızda sizin bile bilmediğiniz şeyleri söyleyebilir.
Standford Üniversitesi’nden Michael Kosinski’nin yaptığı bir çalışmaya göre Facebook’ta 10 kez beğeni butonuna bastığınızda algoritma sizi oda arkadaşınızdan daha iyi tanıyabiliyor, 150 beğenide akrabalarınızdan, 300 beğenide eşinizden bile daha iyi tanıyor. Sizi eşinizden ve hatta kendinizden bile iyi tanıyabilen bu algoritmalar tabi ki tercihlerinizi manipüle edebilir ki, bunu 2016 Amerikan başkanlık seçimlerinde gördük. Donald Trump’ın kampanyası özellikle Facebook’ta insanları karakterlerine göre profilleyerek onlara ilgilerini en çok çekecek ya da en çok nefret edecekleri içerikleri gösterdi. Mesela asla oy alamayacağını düşündüğü kişilerin karşısına seçimlerin ve demokrasinin boş bir çaba olduğunu anlatan videolar çıkardı. Böylelikle Demokrat Parti’ye gidecek 1 oyun evde kalmasını sağlayabilecekti.1
Tüm bunları düşündüğümüzde sadece gençler değil, hepimiz bir tavşan deliği içindeyiz, ama gençler, o tavşan deliğinin için(d)e doğdu. Yetişkinler gelişme süreçlerinde gençler kadar odak dağıtıcı şeylerle karşılaşmadılar.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 10 Aralık 2021’de yayımlanmıştır.
- Detaylı bilgi için Cambridge Analytica’ya bakılabilir. https://www.pnas.org/content/112/4/1036