Çok dinli, çok dilli, çok kültürlü yapısıyla bilinen Hindistan’da son yıllarda çeşitli gerginlikler yaşanıyor. Bunlardan sonuncusu da, Türkiye’de 28 Şubat dönemini hatırlatan başörtüsü yasakları ve okul kapısında başörtülerini çıkarmaya zorlanan genç kızlar. Hindistan’ın güneydeki eyaletlerinden biri olan Karnataka’da, 2022’nin başında, “dini bir gereklilik değil, dini bir sembol olduğu” gerekçesiyle orta öğretim kurumlarında başörtüsü yasaklandı. Bu yasak, 2014 yılında parti ideolojisini ve politikalarını Hindu milliyetçiliği üzerine temellendiren Bharatiya Janata Partisi’nin (BJP) iktidara gelmesiyle başlayan ve Hindu dinini, kültürünü egemen kılma politikalarında tepki çeken yeni bir hamle.
Yasak üzerine protesto gösterileri başladı. Başörtüsü takan Müslüman gençlere tepki olarak Hindu öğrenciler de safran rengi şallarıyla derslere girmeye başladı. Bazı Müslüman kız öğrenciler yasak üzerine mahkemeye başvurdu. Bir buçuk milyar nüfuslu Hindistan’da, 200 milyon kadar Müslüman yaşıyor. Delhi Üniversitesi öğretim üyesi Apoorvanand Jha, Hindistan’da yayın yapan The Wire’da yayınlanan yazısında başörtüsü yasaklarını ele alıyor. Yazının öne çıkan bölümlerini yayınlıyoruz:
“‘Tüm öğrencilere, öğretmenlere, okul ve lise yönetimlerine ve Karnataka halkına sesleniyorum, barış ve huzuru muhafaza edelim. Önümüzdeki üç gün tüm orta okul ve liselerin kapanması talimatını verdim.’
Bunlar, Karnataka eyalet valisinin sözleri. Gelen haberlere göre, Karnataka Yüksek Mahkemesi dün öğrenci topluluklarına ve kamuoyuna, devam eden başörtüsü davası süresince aklıselimi korumaları için çağrıda bulundu.
Başörtüsü – safran çekişmesi
Peki, bu karışıklığı yaratan kim? Düzen ve asayişi kim bozuyor? Bazı iyi niyetli siyasetçiler ve entelektüeller bile tüm bu şiddeti neden “başörtüsü-safran” çekişmesi olarak adlandırıyor? Neden insanlar başörtüsü ve safran karşıtlığında “iki taraftaki” öğrencilerin de kaybettiğini söylüyor?
Neler olup bittiği hakkında çok net olarak durumu ortaya koymalıyız; bu ne bir “başörtüsü anlaşmazlığı”, ne “başörtüsü safran çekişmesi” ne de birilerinin bizim inanmamızı istediği gibi “rekabetçi komünalizm”.
Safran sarısı şalları donanmış, “Jai Sri Ram!”1 diye haykıran bir lümpen kalabalığın etrafını sardığı genç bir kızın tek başına onlara “Allahu Ekber” diyerek karşılık vermesi birilerini rahatsız etmiş. Bunun seçimlerin yaklaştığı Uttar Pradesh’te ve diğer eyaletlerde seçmen kitlesini kutuplaştırmak için bir girişim olup olmadığı sorgulanıyor. Peki, bu genç kız neden Allahu Ekber diye bağırmak zorunda kaldı?
Buradaki Müslüman genç kadın kendisi saldırıya uğradığı halde seçmenlerin kutuplaştırılması planının bir paydaşı haline getiriliyor. Oysa gazeteciler ve diğerleri şunu anlamalı ki, bu genç kadın, ki ismi Muskan, günlük kıyafetinin bir parçası olan örtüsünü başkalarını kışkırtmak için giymiyor.
Kutuplaşmaya sebep olan ne?
Udupi’de kutuplaşmaya sebep olan da, lise yönetimi tarafından aniden başörtülerinin kurum politikalarını ihlal ettiğine karar verilip derslere girmeleri engellenen genç Müslüman öğrenciler değil.
En başta, bu öğrencilerin başörtülerini protesto alameti olsun diye giymediklerini açıklığa kavuşturalım. Kundapura’daki lisede ya da Karnataka’nın diğer bölgelerinde başörtüsü giyen hiçbir kadın bir şeyleri ispat etme çabasında değil. Kendi dinlerini nasıl yorumluyorlar ve içselleştiriyorlarsa, başörtüsünü de bunun bir gereği olarak görüyorlar.
Hindistan’da Müslüman olmayanlar (ya da hususen belirtmek gerekirse Hindular) başörtüsü ya da çarşaf giyen kadınların görüntülerine aşinadır. Başörtüsü hiçbir zaman Müslüman olmayanların yaptıkları ya da yapmak istedikleri herhangi bir şeye engel olmamıştır. Bu durum kamu düzenini de hiçbir zaman bozmamıştır. Kimileri bunu fazlasıyla geleneksel, gerici ya da baskıcı bulabilir, ama bu onu giyen kadını ilgilendiren ve ondan başka hiç kimseyi ilgilendirmeyen bir durumdur.
Peki, o zaman, neden lise yönetimleri başörtüsü kullanmayı saldırganca buluyorlar? Hükümetten gelen bir emrin arkasına sığınıyorlar. Ama başörtülü öğrencilerin sınıflara girmesini engellemeye karar verdikleri ilk anda ortada böyle bir emir yoktu. Hatta bu kurumlardan birinde, kurum kitabının içinde başörtünün okul üniformasına uygun olması gerektiğini belirten bir kuralın yazılı olduğu ortaya çıktı. Ama zaten mesele bundan ibaret değil.
Urduca konuşunca alınan uyarılar
Udupi’deki lisede genç kadınlar, bazı öğretmenlerinin canını sıkan tek şeyin başörtüsü olmadığını, Urduca konuştukları ya da birbirlerini karşılarken kendi dillerinde selamlama ifadelerini kullandıkları için uyarı aldıklarını söylüyorlar. Müslüman olmanın tüm tezahürleri tepkiyle karşılanıyor ya da bunların okulun kurallarını çiğnediği düşünülüyor.
Hükümet eğitim kurumlarındaki kıyafetlerle ilgili genelgeyi, öğrenciler ve okul yönetimleri yasak dolayısıyla karşı karşıya geldikten çok sonra yayınladı. Kampüslere başörtüsü yasağı getirme girişiminin ardından yasağa yasal bir kılıf uydurabilmek için düşünüldüğü açıktı.
Bununla birlikte aniden safran sarısı şalları ya da geleneksel kıyafetleri gamchaları ile Hindu öğrencilerin de korkutucu bir tavırla sahneye çıktıklarını gördük. Başörtülü Müslüman kadınlar Hindu olan herhangi bir şeye karşı ayaklanmış değillerdi. Ama bu Hindu gençler çok açık bir şekilde kızların Müslümanlıklarına karşı duruyorlardı. Safran sarısı şalları gülünç, korkutucu ve insanı kedere sevk eden bir şekilde kızların başörtüsüyle rekabete girmiş gibiydi.
Saldırılar örgütlü mü?
Hindu genç kızların ve delikanlıların başörtüye karşı olan rahatsızlıklarını belli etmek için safran şallarını kuşanma kararlarının aniden ortaya çıkmış bir tepki olmadığı açıktı. Zira safran başlıklar ve şallar dağıtan kamyonetlerin video görüntüleri ortaya çıkmıştı. Hindu delikanlılar “protesto”lardan sonra üzerlerindeki eşyaları bu kamyonetlere bırakıyorlardı.
Protesto ile saldırının aynı şey olmadığını açık olarak ortaya koymalıyız. Safran sarısına bürünmüş Hindu gençliğinin yaptığı saldırıdır, şiddettir. Huzuru ve kamu düzenini bozanlar bizatihi onlardır.
Bu saldırıların arkasında son derece ustaca bir örgütlenme işi olduğu kesindir. Bu bağlantının ne olduğu incelenmesi gereklidir. Bu yapılsaydı çok da zor olmayacaktı. Onun yerine eyalet valisi, başörtülü öğrencilerin, onları böyle giyinmeye zorlayan hangi örgütlerle ilişkili olduklarının soruşturulması talimatını verdi.
Biz bu yöntemi biliyoruz. Bhima Koregaon’da Dalitlere karşı girişilen şiddet olaylarında, saldırganları araştırmak yerine devlet soruşturmayı töreni düzenleyenlere yönelik açtı. Kurbanların bizatihi kendileri suçlu ilan edildi.
Aynı şekilde, Delhi’de Vatandaşlık Yasası’nın2 [komşu ülkelerden gelen Müslüman göçmenleri kapsam dışı bırakacak şekilde] revize edilmesini protesto eden göstericileri hedef alan şiddet olaylarından sonra, devlet, saldırıları gerçekleştirenleri bulmak yerine, şiddetin asıl sebebinin protesto gösterilerinin kendisi olduğunu iddia etti.
Bundan önce, Muhammed Ahlak’ın3 [sığır kestiği ve etini yediği gerekçesiyle] evinden dışarı sürüklenip linç edildiğine tanık olduk. Olaydan sonra bile evinde sığır eti bulundurduğu iddiasıyla aleyhine dava açıldı. Bu aynı gerekçeyle saldırıya uğrayan ve öldürülen pek çok örnekten bir tanesi idi. Bu olayların her birinde öldürülenler ya da saldırıya uğrayanların kendileri suçlamalarla karşı karşıya kaldılar. Karnataka’da da devlet Müslüman kadınları yargı önüne çıkarmaya karar verirse şaşırmayacağız.
Müslüman olmak kriminalleştiriliyor mu?
Devlet, başörtünün yasaklanmasıyla eşitlik ilkesini ihlal ediyor. Ama peki başörtüsü sınıf ortamındaki eşitliği nasıl bozuyor? Başörtüsü kullanmayanlar nasıl ve neden kendilerini ayrımcılığa uğramış hissediyorlar? Hindular başörtüsü giymenin kendilerinin faydalanamadığı bir ayrıcalık olduğunu ve dolayısıyla başörtülülerin olduğu bir ortamda aşağılandıklarını mı hissediyorlar?
Birlik ve beraberlik, milli değerlere uygun yaşamak, kamu düzeni, sekülerlik gibi gerekçelerle Müslüman olmanın kriminalleştirildiği ve yasadışı hale getirildiğini görmek çok da zor değil.
Hindular çoğunluğu teşkil ettikleri için onların yaşam biçimleri, vejeteryanlıkları, Hindistan’a sadece kendi “anneleri” imiş gibi muamele etmeleri ya da Diwali ve Holi kutlamaları herkesi bağlayan ve ulusal bir hüviyet kazanıyor.
Ama Müslüman veya Hristiyan (hatta bazen Sih) olmanın tezahürleri bölücü olarak görülüyor. “Neden farklı görünmekte, kendi istedikleri gibi yaşamakta ısrar ediyorlar? Neden bizim onlar için belirlediğimiz kurallara tabi olmuyorlar?”
Karnataka’daki Müslüman genç kadınlar, Hindistan sekülerliğinin onları birer Hindu kopyasına dönüştürmekten ziyade ne olmak istiyorlarsa onu olmalarına izin verdiğinde ısrarcılar. Müslümanlar bu coğrafyanın esirleri değiller ve Hindular farklı yaşam biçimleriyle, farklı dini anlayışlarla bir arada yaşamayı öğrenmek zorundalar.
Hindular bunu zaten bilmiyor değiller ama iktidar partisi BJP ve onun ilişikli örgütleri, Hinduların inanç sistemlerini bir çeşit amnezi ile dolduruyorlar.
Karnataka’daki olaylar din ile komünalizmin arasındaki farkları apaçık ortaya koyuyor. Safrana bürünmüş serseri kalabalığın tehdit dolu “Jai Sri Ram” haykırışları tam bir komünalizm örneğiydi, başörtülü genç kızın kendini savunmak için Allahu Ekber haykırışı ise dini nitelikli bir karşı duruştu. Bu ikisinin farkını net olarak ortaya koyacak daha iyi bir örnek olamazdı.”
Bu yazı ilk kez 24 Şubat 2022’de yayımlanmıştır.