Homo digitalis

Dijital sahicilik nedir? Herkes dijital dünyada hangi üç biçimde var oluyor? Akıllı telefonumuz kişiliğimizin bir parçası mı? Dijital sahicilik kavramı yıllar içinde nasıl değişti? Dijital dünyada var olma paradoksu ne? Doç. Dr. Songül Demir yazdı.

İnsan müdahale etsin ya da etmesin dünya sürekli değişiyor. İnsan yeryüzünde olduğu müddetçe bu değişimi kendi standartlarına göre düzenleme çabasından asla vazgeçmeyecek. Ancak bunu yapabilecek gücü de imkânları da sınırlı. Değişimi her zaman yönetebildiği de iddia edilemez. Bu nedenle insan aslında büyük bir ikilem arasında: Ne yaşamını, dolayısıyla içinde yaşadığı dünyayı tam olarak kendi yararına düzenlemeyi başarabiliyor ne de yaşamına süreklilik getirebiliyor.

Ay`a yolculuk yapabilecek teknolojiye ulaşan insan, aniden ortaya çıkan bir virüs nedeniyle alışkanlıklarının çoğunu değiştirmek zorunda kalıyor. Artık başka türlü iletişime geçiyor, başka türlü eğitim görüyor, başka türlü çalışıyoruz. Zaman algımız, gündelik hayatın akışı, alışkanlıklarımız kalıcı olacak değişime uğradı.

Üstelik dijital dünya, etkisini özellikle 2000`li yıllardan sonra inkâr edemediğimiz ölçüde gösterdi. Son yıllarda hızla yayılan Facebook, Twitter, Instagram gibi uygulamalar zaten hayatımızın merkezinde. Pandemi ise bu dünyaya hiç olmadığı kadar çok adapte olmayı, kendi yolumuzu bulmayı zorunlu hale getiriyor. İnsanların -büyük bir çoğunluğunun- birbirleriyle ilişkisi, çalışma hayatı, gündelik hayatının bir parçası olan alışveriş yabana atılmayacak bir oranda dijital platformdan yürütülüyor. Arkadaşlarımızı, sevgilimizi bile dijital platformlar sayesinde ediniyoruz.

Örneğin artık biriyle buluşmak yerine görüntülü olarak konuşmayı tercih ediyoruz. Dışarı çıkmadan oturduğumuz yerden alışverişimizi yapıyoruz. İşimizi -mümkün olduğu kadar- eve taşıdık, hatta evimizin bir köşesi çoktan çalışma alanı olarak ayrıldı bile.

Gizli sanal kimliklerden “kendin ol” çağrılarına

Pandemi dijital platformda yaşamayı zorunlu hale getirirken, hayatımıza bir daha geri döndürülemez değişiklikleri dâhil etmemize de neden oldu.

Önceleri, özellikle ticari internetin başlarında -90`lı yıllarda- kullanıcılar onu her şeye izin verilen her şeyin mümkün olduğu bir oyun alanı olarak gördüler. Ekranın arkasında kimin oturduğunu kimse bilmiyor, cinsiyet, yaş, ten rengi vb. yüklerden kurtularak kişinin kendi sanal karakterini gerçek gündelik benliğinden tamamen koparması için bir fırsat olarak görülüyordu. İnsan tüm sosyal kısıtlamalardan ve rollerden arınmış olarak sanal dünyada boy gösteriyordu.

Ancak kimin kim olduğunun bilinmediği bu ortam zamanla yerini ‘Kendin ol!’ kategorik zorunluluğunun sıkça dile getirildiği bir alana bıraktı.

Otantiklik çağı

Bu kategorik kendi olma, kendi gibi- özgün görünme, sahici olma buyruğu aynı zamanda çağımızın yaşayan önemli politik düşünürlerinden biri olan Charles Taylor`ın 1960’lardan sonrası için yakıştırdığı “otantiklik çağı” söyleminden aşına olduğumuz “Otantiklik” kavramını gündeme getiriyor. Bu kavram artık sadece beşeri bilimlerle uğraşanların tartıştığı bir kavram olmaktan çıktı, dijital alanın da en önemli sloganı haline geldi.

Bu kavram Antik Yunan’dan beri kullanılır; Yunanca benlik anlamına gelen “autos” ile yine Yunanca yapan, olan anlamındaki “hentes” kelimesinin birleşimi ile “authentes” kelimesi ortaya çıkmış, kişinin kendi otoritesi ile hareket etmesi, kendisi olması, anlamını taşımıştır. Daha sonra bu kelimeden yine Yunanca “authentikos” kelimesi “asıl, hakiki, orijinal” anlamını taşıyarak türemiştir. Bu kelime Ortaçağ Latincesine de aynı anlamla “authenticus” olarak geçmiştir. Eski Fransızcaya ise “authentique” olarak giren kelime, 14. yüzyılın ortalarında İngilizcede nihayet “authentic” olarak kullanılmaya başlamıştır.1 Günümüzde bu kavram hem felsefenin hem siyaset biliminin hem de psikolojinin en çok tartıştığı kavramların başında gelir.

Dijital dünyada ne kadar “otantiğiz”?

Biz bu dünyaya, yani dijital platformlara ne kadar gerçek, gündelik benliğimizden hareketle dâhil oluyoruz? Dijital dünyada ne kadar özgün, kendimiz olarak, var oluyoruz? Ekranın arkasında gerçekten bir insan mı yoksa bir köpek mi var?2 Ve biz bundan ne kadar emin olabiliyoruz?

İnternetteki özgünlüğün önemli olmasının birçok anlamından söz etmek mümkün.

Ama herkes istediği kişi olabiliyorsa, kimse diğerinin kim olduğunu bilemez. Bu genellikle hayal kırıklığı yaratır ve iletişimi sekteye uğratır. Takma isim kullanabilme, olduğundan başka türlü görünme imkânı, oraya buraya çamur atan trollere ve sahte kimliklere kapılarını ardına kadar açtı. Bu açıdan bakıldığında, Milenyumun başında, İnternette otantik bir görünümde ısrar eden çevrimiçi hizmetlerin ortaya çıkması pek de şaşırtıcı değil.

‘Otantik’ olmayı ateşli bir şekilde savunanlardan biri sosyal ağ Facebook. Kurucu Mark Zuckerberg, “Facebook Etkisi” adlı biyografisinde, iki kimliğe sahip olmayı dürüstlükten yoksunluk olarak belirtiyor.3 Gerçek dünyada oldukları gibi çevrimiçi olamayanlar veya olmak istemeyenler bile, tamamen normal değildir ve kesinlikle şüpheli görülmesi gereken bireylerdir.

Veri: Yeni para birimi

Fakat burada hemen belirtmek gerekir ki, ana sebep, yani otantik olmanın gerekliliği hatta zorunluluğu ahlaki değil, ekonomiktir, yani bunun nedeni maalesef ahlaki değil maddidir. Çünkü veri yeni para birimidir.

Şirketler çevrimiçi kullanıcıların verilerinden çıkar sağlıyor. Bunun en çarpıcı örneği, ABD’deki Facebook kullanıcılarının verilerinin Trump’ın siyasi kampanyası için kullanılmış olması. Cambridge Analytica şirketi tarafından yapılan bu siyasi manipülasyon, şirketin dava edilmesi ve kapatılmasıyla sonuçlandı ama bu ve buna benzer girişimler asla son bulmayacak.

Dijital paradoks

Öte yandan günümüzde iş başvurularında adayların dijital profilleri çok önemli rol oynuyor. Bu da kişilerin otantik olmalarını ayrıca zorunlu kılıyor.

Burada zikredilmesi gereken bir diğer alan da kurumlarla kurulan ilişkinin büyük bir kısmının artık internet üzerinden yürütülmesi. Örneğin artık birçok kurumsal belge e-devlet üzerinden dijital olarak elde edilebiliyor, çoğu zaman kağıda bile dökülmesi gerekmiyor. Bu doğrultuda özgünlüğün güvenilirlikle ilişkilendirilmesi kaçınılmaz. Bilginin kalitesi ve erişilebilirliği, yeterlilik insanlar üzerinde güven oluşturmada da önemli bir rol oynar – kısacası: Bir kişinin, kuruluşun veya sistemin itibarı, onlara duyulan güvenin temelidir. Ekonomik açıdan güven, işlemleri ve iş ilişkileri kolaylaştırır. Dolayısıyla otantik olma insanlar arasındaki güven, kamu güveni, kurumsal güven ve sistemlere duyulan güvenin en önemli olmazsa olmazlarındandır.

Ancak verilerin özgün olması, bu verilerin şirketler tarafından veri sahibi üzerinde baskıcı, manipülatif bir araca dönüşmesine neden olurken, özgünlüğü, geçerliliği olmayan veriler akıl almaz sahtekârlığı beraberinde getiriyor. Çünkü internet bize kendimiz için tekrar tekrar yeni bir senaryo yazma fırsatı veriyor. Bunun en çarpıcı örneği son dönemde basında yer alan, sahte belgelerle Aksaray Üniversitesi’ne profesörlük kadrosuna başvuru yapılması.

Yukarıda dile getirilenler ışığında dijital ortamda otantik olmanın bizi çok önemli bir paradoksa götürdüğünü söyleyebiliriz. Bir yanda verilerimiz bize karşı baskı unsuruna dönüşürken, diğer yandan sahtekarlığa karşı çok dikkatli olmamız gerekiyor.

Öte yandan dijital dünyada eylemlerimizi sürekli – etik, dini, profesyonel, özel – olarak farklı standartlara uyarlamamız da otantiklik açısından önemli bir sorun.

Bu sadece kişi ve rol, profesyonel ve özel varoluş, kamusal ve kamusal olmayan görünüm arasındaki klasik ayrımla ilgili değil. Bu ayrımlar hâlâ önemli, ancak dijital ve dijital olmayan dünyalar için yeniden yazılmaları, tanımlanmaları gerekiyor.

Dijital çağdaki varlığımız

Dijital çağda aslında her bir kişi “üçlü bir kişilik” olarak, yani üçlü bir biçimde var: 1-Fiziksel insan olarak var olması. 2-İnternette kendi görüntü ve verileri doğrultusunda dijital olarak geliştirilmiş bir kişi olarak var olması. Bu dijital kişilik birinci kişiliğin fiziksel varlığı ile bağlantılıdır ve onun eylem ve ifadelerinin dijital ortamdaki dışa vurumudur. 3-Akıllı telefonda ve dijital dünyada -her türlü veri depolama ortamında- bilinçli olarak erişilemeyen bir kişi ve sadece bilgi şeklinde var olması. Kısaca dijital eylemler ve dijital verilerin izleri sonucu kaydedilen, birinci ve ikinci kişilikten bağımsız olan ‘dijital sanal kişilik’.

Daha da fazlası: “dijital bir kişi”, fiziksel kişi öldükten sonra da var olabiliyor. “Dijital olarak unutma” hakkı konusundaki tartışmalar ise buna tanıklık ediyor.4

Öyle görünüyor ki, dijital dünyanın sınırları analog dünyanın sınırlarını epeyce zorluyor.

Akıllı telefonlarımız kişiliğimizin bir parçası mı?

Ulrich Hemel`in Dijital Aklın Kritiği (Kritik der digitalen Vernunft) eserinde dikkat çektiği şu olay bunu açıkça ortaya koyuyor:5 Birkaç yıl önce, Amerikalı bir sürücü, direksiyon başında sarhoş olduğu için bir geceliğine bir hücreye kilitlendi. Bu arada polis onun akıllı telefonunu da aldı. Ancak ilgili kişi, polisin bu davranışını -akıllı telefonu elinden almasını- şikayet etti ve sonuç olumlu oldu. Bir kişinin akıllı telefonu elinden almak yasal değildi, çünkü bu onun kişiliğinin bir parçasıydı. Mahkeme bu görüşü doğruladı.

İlk bakışta böyle bir yargı- akıllı telefonun kişiliğimizin bir parçası olması- çoğumuza henüz tuhaf gelebilir. Böyle bir melez kimliğin günlük geçerliliği sorusu henüz yeterince dikkate alınmıyor. Oysa bu tür fiziksel ve psikolojik kişisel-optimizasyon, kendini iyileştirme -kişisel özelliklerin ve yeteneklerin sürekli iyileştirilmesi süreci-yeni değil. Bu, insanın araçsal düşünme ve kendi bedeni için aletler yapma yeteneği ile ilgili. Ülkemizde insanların büyük çoğunluğunun yıllardır görmek için gözlüğe ihtiyaç duyduğu gerçeğine çoktan alıştık. İşitme cihazları, bastonlar ve yürüteçler de yaygın olarak normal günlük yardımcı cihazlar olarak kabul ediliyor. Yapay kalçalar, yaşlılıkta artık yaşamın parçası.

Melez yaşama doğru

Bununla birlikte, artık hayatın tamamının dijital olacağına veya dijital olmayan dünyanın yakında artık var olmayacağına inanmak yanlış olur. Aksine, analogdan dijital bileşenleri ayırt etmenin kolay olmadığı tamamen hibrit bir yaşam biçimine doğru ilerliyoruz.

Şimdi, 21. yüzyılda, dijital ve dijital olmayan unsurlardan oluşan yeni “melez” yaşam biçiminde insanının dijital ve dijital olmayan ifade biçimlerine yönelik bir öğrenme sürecine ihtiyacımız var.

Tamamen yeni bir yaşam kalitesinin ortaya çıkabileceği ve büyük ölçüde tutarlı değişimin mümkün olduğu temel kimliğinizi bulmak çok önemli. O zaman kendimize en başta “Kim olmak istiyorum?” diye sormamız gerekiyor. Ve bu sorunun cevabını kim bulduysa, o da gerçektir.

Kaynakça:

Hemel, Ulrich (2020), Kritik der digitalen Vernunft, Herder Verlag,

Taylor, Charles, (1989), Sources of Self: The Making of The Modern Identity, Cambridge, Massachusetts: Hardvard University Press. (1991), The Ethics of Authenticity, London: Harvard Univercity Press.

Martin Welker, (2018), Verehren, Sammeln, Zerstreuen, Zerstören, Vorarbeiten zu einer Theorie des Vergessens im digitalen Zeitalter, in: Hektor Haarköt- ter, Jörg-Uwe Nieland (Hrsg.), Nachrichten und Aufklärung, Medien- und Journalismuskritik heute, Wiesbaden: Springer, S. 89-114

“Online Etimology Dictionary”, Authentic, https://www.etymonline.com/word/authentic [07.04.2020]

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 12 Ocak 2022’de yayımlanmıştır.

  1. “Online Etimology Dictionary”, Authentic, https://www.etymonline.com/word/authentic [07.04.2020]
  2. Dünyaca ünlü olan, Peter Steiner’in 1993 yılında New Yorker’da yayınlanan “İnternet’te kimse senin köpek olduğunu bilmiyor” karikatürüne gönderme var.
  3. Bu biyografiyi Netflix`de seyretmek mümkündür.
  4. bkz. M. Welker 2018.
  5. Ulrich Hemmel, Kritik der digitalen Vernunft, S.143

Songül Demir
Songül Demir
Doç. Dr. Songül Demir - Berlin`de Freie Üniversitesi`nde doktorasını 2010 yılında zihin felsefesi alanında özellikle “irade özgürlüğü”, “bilinç”, “öz bilinç” kavramları çerçevesinde tamamladı. Sonrasında Augsburg Üniversitesi`nde “kültür antropolojisi” alanında çalışmalar yaptı ve seminerler verdi. Eş zamanlı olarak 2012 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü`nde Felsefe Programı`nda öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı ve halen Yıldız Teknik Üniversitesi`nde çalışıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Homo digitalis

Dijital sahicilik nedir? Herkes dijital dünyada hangi üç biçimde var oluyor? Akıllı telefonumuz kişiliğimizin bir parçası mı? Dijital sahicilik kavramı yıllar içinde nasıl değişti? Dijital dünyada var olma paradoksu ne? Doç. Dr. Songül Demir yazdı.

İnsan müdahale etsin ya da etmesin dünya sürekli değişiyor. İnsan yeryüzünde olduğu müddetçe bu değişimi kendi standartlarına göre düzenleme çabasından asla vazgeçmeyecek. Ancak bunu yapabilecek gücü de imkânları da sınırlı. Değişimi her zaman yönetebildiği de iddia edilemez. Bu nedenle insan aslında büyük bir ikilem arasında: Ne yaşamını, dolayısıyla içinde yaşadığı dünyayı tam olarak kendi yararına düzenlemeyi başarabiliyor ne de yaşamına süreklilik getirebiliyor.

Ay`a yolculuk yapabilecek teknolojiye ulaşan insan, aniden ortaya çıkan bir virüs nedeniyle alışkanlıklarının çoğunu değiştirmek zorunda kalıyor. Artık başka türlü iletişime geçiyor, başka türlü eğitim görüyor, başka türlü çalışıyoruz. Zaman algımız, gündelik hayatın akışı, alışkanlıklarımız kalıcı olacak değişime uğradı.

Üstelik dijital dünya, etkisini özellikle 2000`li yıllardan sonra inkâr edemediğimiz ölçüde gösterdi. Son yıllarda hızla yayılan Facebook, Twitter, Instagram gibi uygulamalar zaten hayatımızın merkezinde. Pandemi ise bu dünyaya hiç olmadığı kadar çok adapte olmayı, kendi yolumuzu bulmayı zorunlu hale getiriyor. İnsanların -büyük bir çoğunluğunun- birbirleriyle ilişkisi, çalışma hayatı, gündelik hayatının bir parçası olan alışveriş yabana atılmayacak bir oranda dijital platformdan yürütülüyor. Arkadaşlarımızı, sevgilimizi bile dijital platformlar sayesinde ediniyoruz.

Örneğin artık biriyle buluşmak yerine görüntülü olarak konuşmayı tercih ediyoruz. Dışarı çıkmadan oturduğumuz yerden alışverişimizi yapıyoruz. İşimizi -mümkün olduğu kadar- eve taşıdık, hatta evimizin bir köşesi çoktan çalışma alanı olarak ayrıldı bile.

Gizli sanal kimliklerden “kendin ol” çağrılarına

Pandemi dijital platformda yaşamayı zorunlu hale getirirken, hayatımıza bir daha geri döndürülemez değişiklikleri dâhil etmemize de neden oldu.

Önceleri, özellikle ticari internetin başlarında -90`lı yıllarda- kullanıcılar onu her şeye izin verilen her şeyin mümkün olduğu bir oyun alanı olarak gördüler. Ekranın arkasında kimin oturduğunu kimse bilmiyor, cinsiyet, yaş, ten rengi vb. yüklerden kurtularak kişinin kendi sanal karakterini gerçek gündelik benliğinden tamamen koparması için bir fırsat olarak görülüyordu. İnsan tüm sosyal kısıtlamalardan ve rollerden arınmış olarak sanal dünyada boy gösteriyordu.

Ancak kimin kim olduğunun bilinmediği bu ortam zamanla yerini ‘Kendin ol!’ kategorik zorunluluğunun sıkça dile getirildiği bir alana bıraktı.

Otantiklik çağı

Bu kategorik kendi olma, kendi gibi- özgün görünme, sahici olma buyruğu aynı zamanda çağımızın yaşayan önemli politik düşünürlerinden biri olan Charles Taylor`ın 1960’lardan sonrası için yakıştırdığı “otantiklik çağı” söyleminden aşına olduğumuz “Otantiklik” kavramını gündeme getiriyor. Bu kavram artık sadece beşeri bilimlerle uğraşanların tartıştığı bir kavram olmaktan çıktı, dijital alanın da en önemli sloganı haline geldi.

Bu kavram Antik Yunan’dan beri kullanılır; Yunanca benlik anlamına gelen “autos” ile yine Yunanca yapan, olan anlamındaki “hentes” kelimesinin birleşimi ile “authentes” kelimesi ortaya çıkmış, kişinin kendi otoritesi ile hareket etmesi, kendisi olması, anlamını taşımıştır. Daha sonra bu kelimeden yine Yunanca “authentikos” kelimesi “asıl, hakiki, orijinal” anlamını taşıyarak türemiştir. Bu kelime Ortaçağ Latincesine de aynı anlamla “authenticus” olarak geçmiştir. Eski Fransızcaya ise “authentique” olarak giren kelime, 14. yüzyılın ortalarında İngilizcede nihayet “authentic” olarak kullanılmaya başlamıştır.1 Günümüzde bu kavram hem felsefenin hem siyaset biliminin hem de psikolojinin en çok tartıştığı kavramların başında gelir.

Dijital dünyada ne kadar “otantiğiz”?

Biz bu dünyaya, yani dijital platformlara ne kadar gerçek, gündelik benliğimizden hareketle dâhil oluyoruz? Dijital dünyada ne kadar özgün, kendimiz olarak, var oluyoruz? Ekranın arkasında gerçekten bir insan mı yoksa bir köpek mi var?2 Ve biz bundan ne kadar emin olabiliyoruz?

İnternetteki özgünlüğün önemli olmasının birçok anlamından söz etmek mümkün.

Ama herkes istediği kişi olabiliyorsa, kimse diğerinin kim olduğunu bilemez. Bu genellikle hayal kırıklığı yaratır ve iletişimi sekteye uğratır. Takma isim kullanabilme, olduğundan başka türlü görünme imkânı, oraya buraya çamur atan trollere ve sahte kimliklere kapılarını ardına kadar açtı. Bu açıdan bakıldığında, Milenyumun başında, İnternette otantik bir görünümde ısrar eden çevrimiçi hizmetlerin ortaya çıkması pek de şaşırtıcı değil.

‘Otantik’ olmayı ateşli bir şekilde savunanlardan biri sosyal ağ Facebook. Kurucu Mark Zuckerberg, “Facebook Etkisi” adlı biyografisinde, iki kimliğe sahip olmayı dürüstlükten yoksunluk olarak belirtiyor.3 Gerçek dünyada oldukları gibi çevrimiçi olamayanlar veya olmak istemeyenler bile, tamamen normal değildir ve kesinlikle şüpheli görülmesi gereken bireylerdir.

Veri: Yeni para birimi

Fakat burada hemen belirtmek gerekir ki, ana sebep, yani otantik olmanın gerekliliği hatta zorunluluğu ahlaki değil, ekonomiktir, yani bunun nedeni maalesef ahlaki değil maddidir. Çünkü veri yeni para birimidir.

Şirketler çevrimiçi kullanıcıların verilerinden çıkar sağlıyor. Bunun en çarpıcı örneği, ABD’deki Facebook kullanıcılarının verilerinin Trump’ın siyasi kampanyası için kullanılmış olması. Cambridge Analytica şirketi tarafından yapılan bu siyasi manipülasyon, şirketin dava edilmesi ve kapatılmasıyla sonuçlandı ama bu ve buna benzer girişimler asla son bulmayacak.

Dijital paradoks

Öte yandan günümüzde iş başvurularında adayların dijital profilleri çok önemli rol oynuyor. Bu da kişilerin otantik olmalarını ayrıca zorunlu kılıyor.

Burada zikredilmesi gereken bir diğer alan da kurumlarla kurulan ilişkinin büyük bir kısmının artık internet üzerinden yürütülmesi. Örneğin artık birçok kurumsal belge e-devlet üzerinden dijital olarak elde edilebiliyor, çoğu zaman kağıda bile dökülmesi gerekmiyor. Bu doğrultuda özgünlüğün güvenilirlikle ilişkilendirilmesi kaçınılmaz. Bilginin kalitesi ve erişilebilirliği, yeterlilik insanlar üzerinde güven oluşturmada da önemli bir rol oynar – kısacası: Bir kişinin, kuruluşun veya sistemin itibarı, onlara duyulan güvenin temelidir. Ekonomik açıdan güven, işlemleri ve iş ilişkileri kolaylaştırır. Dolayısıyla otantik olma insanlar arasındaki güven, kamu güveni, kurumsal güven ve sistemlere duyulan güvenin en önemli olmazsa olmazlarındandır.

Ancak verilerin özgün olması, bu verilerin şirketler tarafından veri sahibi üzerinde baskıcı, manipülatif bir araca dönüşmesine neden olurken, özgünlüğü, geçerliliği olmayan veriler akıl almaz sahtekârlığı beraberinde getiriyor. Çünkü internet bize kendimiz için tekrar tekrar yeni bir senaryo yazma fırsatı veriyor. Bunun en çarpıcı örneği son dönemde basında yer alan, sahte belgelerle Aksaray Üniversitesi’ne profesörlük kadrosuna başvuru yapılması.

Yukarıda dile getirilenler ışığında dijital ortamda otantik olmanın bizi çok önemli bir paradoksa götürdüğünü söyleyebiliriz. Bir yanda verilerimiz bize karşı baskı unsuruna dönüşürken, diğer yandan sahtekarlığa karşı çok dikkatli olmamız gerekiyor.

Öte yandan dijital dünyada eylemlerimizi sürekli – etik, dini, profesyonel, özel – olarak farklı standartlara uyarlamamız da otantiklik açısından önemli bir sorun.

Bu sadece kişi ve rol, profesyonel ve özel varoluş, kamusal ve kamusal olmayan görünüm arasındaki klasik ayrımla ilgili değil. Bu ayrımlar hâlâ önemli, ancak dijital ve dijital olmayan dünyalar için yeniden yazılmaları, tanımlanmaları gerekiyor.

Dijital çağdaki varlığımız

Dijital çağda aslında her bir kişi “üçlü bir kişilik” olarak, yani üçlü bir biçimde var: 1-Fiziksel insan olarak var olması. 2-İnternette kendi görüntü ve verileri doğrultusunda dijital olarak geliştirilmiş bir kişi olarak var olması. Bu dijital kişilik birinci kişiliğin fiziksel varlığı ile bağlantılıdır ve onun eylem ve ifadelerinin dijital ortamdaki dışa vurumudur. 3-Akıllı telefonda ve dijital dünyada -her türlü veri depolama ortamında- bilinçli olarak erişilemeyen bir kişi ve sadece bilgi şeklinde var olması. Kısaca dijital eylemler ve dijital verilerin izleri sonucu kaydedilen, birinci ve ikinci kişilikten bağımsız olan ‘dijital sanal kişilik’.

Daha da fazlası: “dijital bir kişi”, fiziksel kişi öldükten sonra da var olabiliyor. “Dijital olarak unutma” hakkı konusundaki tartışmalar ise buna tanıklık ediyor.4

Öyle görünüyor ki, dijital dünyanın sınırları analog dünyanın sınırlarını epeyce zorluyor.

Akıllı telefonlarımız kişiliğimizin bir parçası mı?

Ulrich Hemel`in Dijital Aklın Kritiği (Kritik der digitalen Vernunft) eserinde dikkat çektiği şu olay bunu açıkça ortaya koyuyor:5 Birkaç yıl önce, Amerikalı bir sürücü, direksiyon başında sarhoş olduğu için bir geceliğine bir hücreye kilitlendi. Bu arada polis onun akıllı telefonunu da aldı. Ancak ilgili kişi, polisin bu davranışını -akıllı telefonu elinden almasını- şikayet etti ve sonuç olumlu oldu. Bir kişinin akıllı telefonu elinden almak yasal değildi, çünkü bu onun kişiliğinin bir parçasıydı. Mahkeme bu görüşü doğruladı.

İlk bakışta böyle bir yargı- akıllı telefonun kişiliğimizin bir parçası olması- çoğumuza henüz tuhaf gelebilir. Böyle bir melez kimliğin günlük geçerliliği sorusu henüz yeterince dikkate alınmıyor. Oysa bu tür fiziksel ve psikolojik kişisel-optimizasyon, kendini iyileştirme -kişisel özelliklerin ve yeteneklerin sürekli iyileştirilmesi süreci-yeni değil. Bu, insanın araçsal düşünme ve kendi bedeni için aletler yapma yeteneği ile ilgili. Ülkemizde insanların büyük çoğunluğunun yıllardır görmek için gözlüğe ihtiyaç duyduğu gerçeğine çoktan alıştık. İşitme cihazları, bastonlar ve yürüteçler de yaygın olarak normal günlük yardımcı cihazlar olarak kabul ediliyor. Yapay kalçalar, yaşlılıkta artık yaşamın parçası.

Melez yaşama doğru

Bununla birlikte, artık hayatın tamamının dijital olacağına veya dijital olmayan dünyanın yakında artık var olmayacağına inanmak yanlış olur. Aksine, analogdan dijital bileşenleri ayırt etmenin kolay olmadığı tamamen hibrit bir yaşam biçimine doğru ilerliyoruz.

Şimdi, 21. yüzyılda, dijital ve dijital olmayan unsurlardan oluşan yeni “melez” yaşam biçiminde insanının dijital ve dijital olmayan ifade biçimlerine yönelik bir öğrenme sürecine ihtiyacımız var.

Tamamen yeni bir yaşam kalitesinin ortaya çıkabileceği ve büyük ölçüde tutarlı değişimin mümkün olduğu temel kimliğinizi bulmak çok önemli. O zaman kendimize en başta “Kim olmak istiyorum?” diye sormamız gerekiyor. Ve bu sorunun cevabını kim bulduysa, o da gerçektir.

Kaynakça:

Hemel, Ulrich (2020), Kritik der digitalen Vernunft, Herder Verlag,

Taylor, Charles, (1989), Sources of Self: The Making of The Modern Identity, Cambridge, Massachusetts: Hardvard University Press. (1991), The Ethics of Authenticity, London: Harvard Univercity Press.

Martin Welker, (2018), Verehren, Sammeln, Zerstreuen, Zerstören, Vorarbeiten zu einer Theorie des Vergessens im digitalen Zeitalter, in: Hektor Haarköt- ter, Jörg-Uwe Nieland (Hrsg.), Nachrichten und Aufklärung, Medien- und Journalismuskritik heute, Wiesbaden: Springer, S. 89-114

“Online Etimology Dictionary”, Authentic, https://www.etymonline.com/word/authentic [07.04.2020]

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 12 Ocak 2022’de yayımlanmıştır.

  1. “Online Etimology Dictionary”, Authentic, https://www.etymonline.com/word/authentic [07.04.2020]
  2. Dünyaca ünlü olan, Peter Steiner’in 1993 yılında New Yorker’da yayınlanan “İnternet’te kimse senin köpek olduğunu bilmiyor” karikatürüne gönderme var.
  3. Bu biyografiyi Netflix`de seyretmek mümkündür.
  4. bkz. M. Welker 2018.
  5. Ulrich Hemmel, Kritik der digitalen Vernunft, S.143

Songül Demir
Songül Demir
Doç. Dr. Songül Demir - Berlin`de Freie Üniversitesi`nde doktorasını 2010 yılında zihin felsefesi alanında özellikle “irade özgürlüğü”, “bilinç”, “öz bilinç” kavramları çerçevesinde tamamladı. Sonrasında Augsburg Üniversitesi`nde “kültür antropolojisi” alanında çalışmalar yaptı ve seminerler verdi. Eş zamanlı olarak 2012 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü`nde Felsefe Programı`nda öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı ve halen Yıldız Teknik Üniversitesi`nde çalışıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

2
0
Would love your thoughts, please comment.x