Farkında mısınız? Biri dünyamızın derinliklerindeki magma, diğeri tepemizdeki güneş, iki ateş arasında, adına hidrosfer, litosfer, atmosfer dediğimiz çok dar bir kuşakta, iki temel afetle boğuşarak yaşıyoruz: Deprem ve orman yangını.
Magma fay hatlarını zorlayarak depremleri besleyip büyütürken, güneş ormanlarımızın oluşumuna katkı verdiği gibi cayır cayır yanmalarına da yol açıyor. İstanbul için 7 büyüklüğünde ürkütücü bir depremin yaklaşan ayak seslerinin endişesini yaşarken, her yaz mevsimini orman yangınlarının ciğerlerimizi yakan alevleriyle geçirmek zorunda kalışımızın temel nedeni bu.
İkisi arasında inanılmaz benzerlikler var.
Nasıl mı?
Hem deprem hem de orman yangını ülkesiyiz
Bir deprem ülkesi olduğumuz kadar bir orman yangını ülkesiyiz. İkisinin nedenleri de sonuçları da neredeyse tümüyle insan kaynaklı.
Depreme dayanıklı olmayan binalar inşa etmek ya da inşa edilmesine izin vermekle orman yangınlarına dirençli ormanlar kuramamak belki de en önemli benzer nokta. Her ikisinin de mühendislik alanına dahil olduğunun altını çizmek gerekir. Tek fark, birinin genellikle insan yoğun kentsel alanları, diğerinin insanlardan uzak kırsal alanları etkiliyor olması belki.
Ama galiba orman yangını sorununun çözümünün depremle baş edebilmeye oranla daha karmaşık olduğunu kabul etmek zorundayız. Depreme dayanıklı bina ya da kent tasarlayıp inşa etmek bütünüyle teknik bir konu iken yangınlara dirençli orman kurma ve yönetme teknik olduğu kadar kültürel alana da uzanabilen karmaşık bir konudur.
Deprem uzmanımız çok ama bir tane orman yangını uzmanımız yok
Deprem konusunu en ufak ayrıntısına kadar bilip çözebilecek çok sayıda uzmana sahip olmamıza karşın orman yangınları konusunda benzeri bir iddiada bulunmak olası değil.
Bir orman mühendisi, bir orman yangınları ekolojisi uzmanı olarak ülkemizde tek bir orman yangını uzmanı olmadığını iddia edersem abartmış mı olurum? Ama gerçek bu.
Orman yangınlarının kontrol edilmesi zor pek çok (iklim, topoğrafya, insan davranışı, vb.) değişkenin bileşkesinde ortaya çıkıp gelişiyor olması, konu üzerinde uzmanlaşmayı güçleştiriyor. Güç olması imkansız olduğu anlamına gelmez.
Ülkemizde, kamuoyunu bu denli ilgilendirmesine karşın, Ağustos 2025 itibari ile, tek bir orman yangınları araştırma enstitüsü olmadığı gibi, uzman yetiştirebilecek tek bir kuruluş da yok.
Televizyon programlarını hatırlayınız, pek çok değerli deprem uzmanı akademisyenini fay hatları konusunda bilgi verirken görmüşsünüzdür. Hatta bazılarının isimleri bile ezberinizdedir. Peki, medyada bir tane orman yangını uzmanına rastladınız mı?
Durum bu denli açık.
Sonuç: Yetkin orman yangını uzmanı yetiştirememiş olmamız, yaşadığımız ve önümüzdeki senelerde yaşayabileceğimiz daha ağır sorunların ilk ve en önemli konusudur. Ormanı sevgiden çok bilgi, deneyim korur.
Tedbir almak zor mu?
Tıpkı, neredeyse taammüden, harıl harıl depreme dayanıksız kentler oluşturmaya başladığımız dönemlerde yine taammüden yangına dirençsiz ormanlar (bu meslek jargonunda “ağaçlandırma” olarak adlandırılıyor) oluşturmakla meşguldük.
Şimdi kentleri depreme dayanıklı kılmak için “kentsel dönüşüm” projeleri yapıyoruz. Yangına dirençli orman kurma konusunda ise henüz bir hareket yok. Binaları depreme dayanıklı kılmak kısa sürede (1-5) yıl başarılabilecek bir konu iken yangına dirençli ormanlar kurmak en azından 15-20 alacak bir süreçtir.
6 Şubat 2023’te, 11 kentimizi etkileyen, binlerce can kaybına neden olan depremler herkesin hafızasındadır. O gün yaşananlarla bu yıl yaşadığımız orman yangınlarıyla arasındaki benzerlik dikkatinizi çekti mi? Orman yangınları klasik yangın bölgelerinin dışına taşarak Sivas’tan Karabük’e, Eskişehir’den Uşak’a kadar uzandı. Bu, fay hattı üzerindeki her yerleşim yerinin (ki bu ülkemizin tamamı anlamına da gelir) deprem riski altında olması gibi yangına dirençsiz ormanın bulunduğu her yerin orman yangınlarına açık olduğu anlamına gelir.
Neden ülkenin her yeri orman yangını riski altında?
Gelin şimdi bunun nedenlerine biraz daha yakından bakalım.
Ülkemizde yaklaşık 60 yıldır ağaçlandırma(!) çalışmaları yürütülüyor. Yanan alanlarda hemen ağaçlandırma çalışmalarına başlandığını da medyadan izliyor olmalısınız. Hatta fidan bağışında bile bulunmuş olabilirsiniz.
Bu süre zarfında milyonlarca hektarlık alana neredeyse hiçbir yangın önleyici tedbir alınmadan dikilen on milyonlarca fidan büyüyerek yangına duyarlı delikanlılık dönemlerine girdiler. Büyük bölümü, buğday tarlaları misali tek türden (kızılçam) oluşan ağaçlandırma alanları 15-35 yaşına ulaştıklarında kolaylıkla ve şiddetle yanabilecek koşullar oluştururlar. Yerine göre 10-15. yaşından sonra fidanların altında önce dökülen kuru yaprakları birikmeye başlar, daha sonra buna kuruyan ince dallar eklenerek bir kıvılcımla (sigara izmariti, kamp ateşi, vb.) kolaylıkla tutuşabilecek bir örtü oluştururlar.
Orman yangınlarının büyük çoğunluğu orman tabanındaki bu ince kuru yanıcıların (kuru ibre, yaprak, 2 mm çapa kadar ince dal kalıntıları, kozalak, vb.) tutuşmasıyla başlar. Tutuşmanın yangına dönüşebilmesi için rüzgara ihtiyaç vardır. Rüzgar hızının 0 km/s olması durumunda yangının başlaması olası değildir. Rüzgar hızının yüksekliğiyle orantılı olarak yangında açığa çıkan enerji büyür ve fidanların yeşil kısımlarının (canlı) da yanmasına yol açar.
Ülkemizde yanan alanlar içinde bu yaş aralığındaki ağaçlandırma alanlarının payı %60’ları aşmış durumda. Genellikle bu alanlarda başlayan ve şiddetlenen yangınlar çevrelerindeki her türden yanıcı maddenin (konut, evcil hayvan, turistik tesis, vb.) yanmasına yol açarlar. Son yıllarda yaşamakta olduğumuz büyük ve şiddetli orman yangınlarının ardındaki hikaye, neden bu.
Depremlerde binalarımız hangi nedenle yıkılıyorsa ormanlarımız da aynı nedenle yanıyor. Yani ihmallerimizin, cahilliklerimizin, sorumsuzluklarımızın bedelini ödüyoruz. Daha da kötüsü, ödemeye devam edeceğimizin çıplak gözle görülebiliyor olması…
Oysa 1990’lı yılların başından beri, farklı yöntem ve yaklaşımlarla yangına dirençli orman kurulabileceği TÜBİTAK destekli araştırmalarla ortaya koyulmuş, kitabı bile yazılmıştı. Bu konuya geçmeden önce bir orman yangını paradoksundan bahsetmem gerekiyor.
Orman yangınlarına nasıl müdahale etmeli? Bizim stratejimizdeki sorun ne?
Bizim orman yangınları stratejimiz, çıkan yangınlara mümkün olan en kısa sürede (11 dakika) müdahale edip en dar alanda söndürmeye odaklı orman yangınlarıyla mücadele (savaş) stratejisi. Bu, modası geçmiş bir strateji.
Orman yangınları konusunda deneyimli ABD, Kanada; Avustralya gibi ülkeler 1980’li yıllarda, bu stratejinin olumsuzluklarını fark ederek, çok bileşenli yangın yönetimi stratejisine geçtiler. Çünkü çıkan yangını, ne pahasına olursa olsun, en kısa sürede en dar alanda etkisizleştirme odaklı agresif yangın söndürme stratejisinin daha sonraki yıllarda çıkabilecek büyük yangınların altyapısını oluşturduğu anlaşıldı.
Söndürme çalışmaları, yanıcı azaltma, rüzgar hızını düşürme, ormanların ve orman içi ve bitişiğinde yaşayanların yangın direnç ve becerilerinin artırılması, kamuoyu farkındalığını geliştirilmesi gibi ek önlem ve etkinliklerle desteklenmeye başladı.
Bir yangının çıkması, o alanda yangın çıkmasına uygun koşulların varlığına işaret eder. Eğer yangın en kısa sürede söndürüldükten hemen sonra yanması engellenen alanda yanıcı azaltılması, yangın riskinin düşürülmesi gibi çalışmalar gerçekleştirilmezse ağaçlar yapraklarını (çamlar ibrelerini), kuru dallarını, kozalaklarını, tohumlarını dökmeye yani orman tabanındaki yanıcı miktarını artırmaya devam ederler. Bir başka ifadeyle daha şiddetle yanabilecekleri koşulları hazırlarlar. Biraz geç kalma, rüzgarın biraz hızlı olması yangının büyümesi için yeterlidir.
Paradoks; yangının söndürüldüğü sanılırken büyük yangına davetiye çıkarıldığının farkında olamamak.
Yangını büyüten rüzgarın hızı nasıl düşürülür?
Yukarıda da değinildiği gibi rüzgar yok ise (hız 0 km/s) yangın yoktur. Orman yangınlarıyla rüzgar hızı ve düşüm nem kavramlarını birlikte duyuyor olmanızın temel nedeni de bu.
Yangına dirençli orman kurma ve yönetmenin bel kemiğini orman içinde rüzgar hızını düşürücü uygulamalar oluşturur. Orman-işlek yol, orman-yerleşim yeri, orman-tarım alanı gibi ara kesitler sık dikilmiş piramidal servilerden oluşan rüzgar perdeleriyle donatıldığında orman içindeki rüzgar hızı %40-60 oranında azaltılabilir. Bu da, yangın yayılma hızı ve şiddetinde bu oranda bir azalma anlamına gelir ki, önemli bir olumlu etkidir.
Servi perdelerinin 3-5 sıralı tesisi (Şekil 1) etkinliği daha da artırabilir. Servi aynı zamanda kompakt yapısı ve kuru yaprakları ile alevlere direnebilen, güç yanan, ekonomik ve ekolojik değer üreten bir türdür. Orman içinde rüzgar hızının azaltılması toprak ve ağaç rutubetinin korunmasına, büyüme oranlarının yükselmesine de katkı sağlayabilir.
Şekil 1 ve 2’de ayrıntılarıyla görüldüğü gibi, bir ya da birkaç sıradan oluşan servi perdeleri sırtlarda, eş yükseklik eğrilerine paralel şekilde belirli aralıklarla yinelendiklerinde, rüzgar ve alevlere karşı engelleme yaparak ormanın yangın direncini önemli ölçüde artırabilirler.
Bir başka önemli katkı, yangın henüz bu servi sıralarını etkisi altına almadan helikopter ve uçaklardan atılacak sularla bu perdelerin yanma direncinin önemli ölçüde artırılabilmesidir (şekil 2).
2011 yılında dünyanın en büyük beş depreminden birinin yaşandığı, üç büyük fay hattının kesiştiği noktada yer alan Tokyo kentinde, binalar (içlerindeki eşyalarla birlikte) da insanlar da 8 ML büyüklüğündeki depremden etkilenmeden yaşamlarına devam edebiliyorlar. Yani doğru tedbir alındığında deprem, yangın gibi afetlerle başa çıkmak mümkün.
Yukarıda kısaca açıklanmaya çalışılan yöntemlerle yangına dirençli ormanları kurmak da yetmez. İnsanlarımızın (orman içi ve bitişiğinden başlayarak) da orman yangınlarıyla birlikte (tüm afetlerle birlikte) yaşayabilme becerilerini yükseltmemiz şart. Tıpkı deprem öncesinde, anında ve sonrasında her Japon’un neyi, niçin, nasıl yapması gerektiğini ezbere biliyor ve uyguluyor olduklarını gözlediğimiz gibi.
Tüm bunları ve daha fazlasını birlikte, uyum içinde tasarlayıp uygulamaya koyamadığımız sürece ciğerlerimiz yanmaya devam edecektir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 31 Temmuz 2025’te yayımlanmıştır.