7-38-55 oranı, iletişimde bir konuşmanın anlamının büyük çoğunluğunun ses tonu ve beden dili aracılığı ile aktarıldığını iddia eden bir kural. Bu kurala göre kullandığımız sözcükler karşı tarafa aktardığımız anlamın yalnızca %7’sini teşkil ediyor. Ancak, bu oranı ortaya koyan psikolog Albert Mehrabian, bunun yanlış yorumlandığını düşünüyor, zira beden dili ve tonlamanın yanı sıra sözcükler, bağlam ve iletişim kuran kişilerin geçmişi de çok önemli rol oynuyor.
Big Think web sitesi köşe yazarı Kevin Dickinson, en son yazısında neden insanlar arasındaki iletişimde “7-38-55 oranı” gibi basit, genel geçer bir kuralın eksikliklerini ve neden insanlar arasındaki iletişim gibi oldukça kapsamlı ve karmaşık bir konuyu açıklamak için yeterli olmayacağını ele alıyor.
Yazının öne çıkan bazı kısımlarını paylaşıyoruz:
“Bazen hayatta karşınıza çıkabilecek en iyi şey, karmaşık bir sorunu çözmeyi vaat eden basit bir kuraldır. Sorun insan davranışıyla ilgiliyse ve kural akılda kalıcı, hatırlanması kolay bir sayıya sahipse, bu daha da caziptir.
“Belki aşağıdakilerden birkaçı tanıdık geliyordur?
- 000 saat kuralı. Bir beceride ustalaşmak 10.000 saat sürer.
- 21 günlük alışkanlık döngüsü. Yeni bir alışkanlık edinmek 21 gün sürer.
- Myers-Briggs Tip Göstergesi. 16 kişilik tipi vardır.
- 80-20 kuralı. Sonuçların %80’i nedenlerin %20’sinden kaynaklanır.
- 50-40-10 kuralı. Mutluluğun %50’si genetiktir; diğer %50’si ise seçimlerden ve yaşam koşullarından kaynaklanır.
Her iki durumda da, bir nebze araştırma, sıradan bir gözleme bilimsel bir nitelik kazandırdı. Evet, bir beceride ustalaşmak zaman ve özveri gerektirir, ancak 10.000 saatlik hedefin sihirli bir yanı yoktur. Evet, genetik mutlulukta rol oynar, ama seçimlerimiz ve içinde bulunduğumuz koşullar da genlerimizi değiştirir. Ve Evet, insanların farklı kişilikleri vardır, ancak herkesin 16 kalıptan birine düzgünce sığacağını gösteren çok az geçerli ve güvenilir veri mevcut.
Bu da bizi 7-38-55 kuralına getiriyor. Bu kural, bir sohbetin içeriğinin sadece %7’sinin kelimelerden oluştuğunu iddia eder. Geri kalan %93’lük kısım ise konuşmacının ses tonu ve beden dilinden gelir (sırasıyla %38 ve %55). Bu temiz ve derli toplu bir formül, sözel kalabalığı kesip atmanızı ve birinin size aslında ne söylediğine – hatta sizden ne sakladığına – bakabilmenizi vaat ediyor. Gerçek elbette çok daha karmaşık, ancak nedenini anlamak için araştırmanın aslına bakmamız gerekiyor.
7-38-55 kuralı nasıl ortaya çıktı?
7-38-55 oranı psikolog Albert Mehrabian tarafından ortaya atıldı ve Mehrabian 1960’ların sonunda bu oranın temelini oluşturacak iki çalışma yaptı.
Mehrabian ilk çalışmasında, dinleyicilerin duygusal ritmi kelimelerle mi, yoksa tonlamayla mı daha fazla algıladıklarını belirlemek istedi. Mehrabian 30 kadın katılımcıdan farklı ses tonlarında (olumlu, nötr ya da olumsuz) söylenen kelimeleri dinlemelerini istedi. Bazen kelimeler ve tonlar birbiriyle eşleşti, örneğin olumlu bir ses tonuyla “teşekkürler” demek gibi. Bazen de olumsuz bir ses tonuyla “teşekkürler” demek gibi uyumsuzdular. Katılımcıların tonlamadaki duygusal ritmi tespit etmede daha başarılı olduğunu tespit etti.
İkinci çalışması da benzerdi, ancak bu kez 37 kadın katılımcıya bir kişinin yüzünün farklı ifadelerle (hoşlanma, nötr veya hoşlanmama) resmedildiği bir fotoğraf verildi. Katılımcılara fotoğrafa bakarken yüksek sesle söylenen bir kelime duymaları ve duyguyu belirlemeleri istendi. Yine, bazen tonlamalar ve yüz ifadeleri eşleşti, bazen de eşleşmedi. Mehrabian bu kez katılımcıların yüz ifadelerindeki duygusal ritmi tespit etmede daha başarılı olduklarını tespit etti.
Bu sonuçları birleştiren Mehrabian, katılımcıların sözlü ve sözsüz duygusal ipuçlarına verdikleri farklı değerler için bir şablon olarak 7-38-55 oranını buldu. Daha sonra Sessiz Mesajlar (1971, Silent Messages) adlı kitabında bu orana atıfta bulundu ve bu kitap sayesinde kural popüler bir kitleye ulaşarak kendi başına bir hayat kazandı.
Popüler çeviride kaybolmak
Fark etmiş olabileceğiniz gibi, Mehrabian’ın araştırmasının eksiklikleri var. Sadece kadın katılımcılardan oluşan küçük bir örneklemle laboratuvarda yürütülen yapay bir duruma odaklanıldı. Çalışmalarda yüz ifadeleri dışındaki beden dili hiç dikkate alınmadı. Hiçbir takip çalışması 7-38-55 oranını başka ortamlarda veya farklı bir grupla incelemedi. Belki de bir iletişim süper gücünün kilidini açmanın anahtarı olarak lanse edilen bir kural için en kritik olanı, hiçbir gerçek konuşmanın gerçekleşmemiş olmasıydı.
Augsburg Üniversitesi’nde iletişim profesörü olan David Lapakko, 7-38-55 kuralını değerlendirdiği yazısında, “Mehrabian’ın araştırması büyük ölçüde yanlış yorumlandı ve sınırlamaları nedeniyle, iletişimin doğası hakkında geniş kapsamlı sonuçlar çıkarılamaz” diyor.
Bunların hiçbiri Mehrabian’ın araştırmasının yanlış ya da faydasız olduğu anlamına gelmiyor. Bu araştırma, başkalarının duygularına karşı ne kadar hassas olduğumuzu, özellikle de bu duygular kişinin söyledikleriyle çelişiyorsa, net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu tür bir iletişim, ilişki kurmak ve sürdürmek için kritik öneme sahip. Aynı zamanda komedi ve kinaye gibi dilin daha eğlenceli niteliklerinin ortaya çıkmasını sağlar.
Ancak Mehrabian’ın araştırmasındaki hiçbir şey 7-38-55 oranının bir bütün olarak iletişimde uygulanabileceğini göstermiyor. Ne yazık ki, araştırmasının popüler yorumları büyük ölçüde yanlış dersler çıkardı. Ne söylediğiniz önemli değildir, sadece nasıl söylediğiniz önemlidir. İnsanların ne söylediğini değil, öksürüklerindeki ya da kollarını kavuşturmalarındaki gizli mesaja odaklanın. Bunların hepsi en iyi ihtimalle yanıltıcı dersler.
Mehrabian bile araştırmasının büyük ölçüde yanlış tanıtıldığını ileri sürdü ve durumu düzeltmeye çalıştı. Kendi web sitesinde yazdığı gibi: “Sözlü ve sözsüz mesajların göreceli önemine ilişkin bu ve diğer denklemlerin duygu ve tutumların ifade edilmesiyle ilgili deneylerden türetildiğini lütfen unutmayın […]. Bir iletişimci duyguları veya tutumları hakkında konuşmadığı sürece, bu denklemler geçerli değildir.”
Bir düşünün derim
Mehrabian’ın şanssızlığına bakın ki 7-38-55 kuralı entelektüel bir şehir efsanesine dönüştü. Tıpkı yukarıda sıralanan diğer “kurallar” gibi, kişisel gelişim kitaplarında, iş dünyası makalelerinde ve açılış konuşmalarında her yeniden anlatılışında daha da itibar kazandı ve toplumun zihninde daha derin bir yer edindi.
Bu normalde, 7-38-55 kuralını çürütmeye yönelik herhangi bir girişimin Brandolini yasasının kurbanı olacağı anlamına gelir – bu yasa, saçmalıkları çürütmek için gereken enerji miktarının, onları üretmek için gereken enerjiden çok daha büyük olduğunu ifade eder. Ancak bu durum özelinde basit bir düşünce deneyi yeterli olacaktır.
Bir konferans dinlediğinizi hayal edin. İstediğiniz herhangi bir konuda olabilir: müzik, felsefe, uzay yolculuğu, Hun İmparatoru Attila’nın Avrupa’yı işgalinin siyasi sonuçları. Dinleyiciye kalmış. Şimdi aynı dersin bir dizi cıvıldama, homurdanma, jest ve göz kırpma yoluyla verildiğini hayal edin. MS 450 dolaylarında Roma ve Hun diplomasisine ilişkin nüansların %93’ünü kavradığınızı söyleyebilir misiniz? Muhtemelen hayır.
Benzer bir şekilde, eğer kelimeler gerçekten iletişimin yalnızca %7’sini oluştursaydı, o zaman neden birileri yabancı dil öğrenmeye ihtiyaç duysun ki? Herhangi bir yabancı kültürde baş sallamalar, hafif gülümsemeler ile ve ara sıra göğsünüzü kabartarak rahatça gezinebilmeniz gerekir. Ancak uluslararası seyahat etmiş herkesin size söyleyebileceği gibi, iyi bir çeviri sözlüğü size bir kişinin ne demek istediğinin %7’sinden fazlası hakkında fikir verir. Kelimeler de dahil olmak üzere bir dil hakkında kapsamlı bir bilgi sahibi olmadığınız zaman bu hayati önem taşır.
Duygusal etkileşimin kuralları
Tüm bunlar, pek tatmin edici olmasa da basit bir çıkarıma yol açıyor: İletişimin sözlü ve sözsüz yönleri önemli ve bu tür niteliksel deneyimlerin göreceli önemini niceliksel olarak ölçmeye çalışmak biraz aptalca. Elbette göz alıcı bir manşet olacaktır. Ancak atfedilen sayılar genellikle başka biriyle yapacağınız gerçek bir sohbetten ziyade araştırmacının metodolojisi hakkında bilgi verecektir.
Aslında, iletişimi kelimeler, ton ve beden dili arasındaki üçlü bir ayrım olarak tartışıyor olsak da, gerçek daha derinlere uzanıyor. Psikiyatrist Jeff Thompson’a göre, daha iyi konuşmacılar olmak için 7-38-55 oranından çok daha fazlasına dikkat etmemiz gerekiyor.
Örneğin, tüm konuşmalar bir bağlam içinde gerçekleşir. Bu bağlam; çevre, konuşmacıların rolleri, geçmişleri ve ilişkileri gibi unsurları içerir ve tüm bunlar herhangi bir iletişim için hayati bilgiler sağlar.
İletişimde sinyaller de bize toplu halde gelir. İletişim guruları genellikle basit ipuçlarını okumanın bir kişinin aldatıcı sözlerinin arkasındaki gerçeği görmenizi sağlayabileceği fikrini satarlar. Eğer bir kişi kollarını kavuşturuyorsa, bir şeyler saklıyordur. Göz teması kurmuyorsa yalan söylüyordur.
Ama o kişi bir şey sakladığı için mi kollarını kavuşturuyor, yoksa oda soğuk mu? Yalan söylediği için mi göz teması kurmuyor, yoksa utangaç ya da dikkati dağınık olduğu için mi? Sinyaller toplu halde geldiğinden, tek bir tanesine aşırı önem veremeyiz. Herhangi bir konuşmanın tonunu, yüz ifadelerini ve diğer beden dili sinyallerini -ve evet, söylenen kelimeleri- bütünsel olarak değerlendirmemiz gerekir.
Bir de bunların uyumu var: Kelimeler, aldığımız sözsüz sinyallerle eşleşiyor mu? Bu, 7-38-55 teorisinin asıl amacına hizmet eder, ancak burada bile, her gün etkili bir şekilde iletişim kurmak için almamız gereken birçok sinyalden sadece biridir.
“Başkalarını anlamaya çalışırken, tek bir jest veya yorum ille de bir şey ifade etmek zorunda değil. Bunun yerine, bu teoriler neler olup bittiğini daha iyi anlamak için daha fazla not almamızı ve gözlem yapmamızı sağlar,” diye yazıyor Thompson.
Bilim ve psikolojinin bize hayatın karmaşık sorunlarını çözmemiz için kesin formüller sunabileceğini düşünmek güzel, ancak gerçek şu ki bu tür kurallar yanıltıcı birer avuntudur. Bir beceride ustalaşmak, bir alışkanlık oluşturmak ve hayatta mutlu olmak için çok çalışmak gerekir. Benzer şekilde, başkalarıyla sohbet etmek ve anlamlı bağlantılar kurmak için merak, empati, algılama ve duygusal zeka gerekir.
Bunu başarmanın kolay bir yolu yok ama belki de önceden belirlenmiş bir formüle bağlı olmadığınızı bilmek sizi rahatlatabilir. Sohbetinizi kendinize özgü bir şekilde yapabilirsiniz.”
Bu yazı ilk kez 11 Haziran 2024’te yayımlanmıştır.