Mustafa İsmet İnönü, Türk siyasi hayatında üzerinde eleştiri ve beğenilerin yoğun olduğu isimlerden biridir, desek sanırım yanlış olmaz. Tarihçi Prof. Dr. Mim Kemal Öke, kuyumcu terazisi hassaslığı gerektiren tarihî şahsiyetlerle ilgili hüküm verme hususunda şöyle diyor: “Karar vermek zor iş! Bir tarihçi olarak, olmuş-bitmiş hâdiselerin üzerinden ‘ahkâm kesmek’ yerine; karar vericilerin ikilemlerini sorgulamak daha izanlı, daha insaflı bir bilim insanlığı olur gibime geliyor…” Tabii bu, siyasi şahsiyetlerin eleştirilmeyeceği anlamına gelmiyor. Çünkü aldıkları ya da almadıkları kararlar tarihin akışını şekillendiriyor.
Atatürk’ü “Tek Adam” olarak tanımlayan ve onun “kavgacı, mücadeleci, atılgan” olduğunu belirten Şevket Süreyya Aydemir, İnönü’yü ise “İkinci Adam” olarak tanımlamakta ve onun için “Kavga ve mücadeleyi, ancak kesin neticelerin alınacağını anladığı dönüm noktalarında kabul eder”[1] demektedir.
89 yıllık ömrüne Osmanlı vatandaşı olarak başlayan İnönü, hayata gözlerini yumduğunda geride Osmanlı askeri, Millî Mücadele komutanı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve Cumhurbaşkanı gibi bir fani için ulaşılabilecek en üst makamlara erişmiş bir hayat yaşamıştı. Tabii onu tüm bu payelerin önünde gösteren ise Türkiye Cumhuriyeti’nin “kurucu babaları”ndan olması ve Atatürk’ten sonra ikinci cumhurbaşkanı olup “Millî Şef” ünvanını alışıdır.
“Ben Atatürk değilim”
Atatürk’ün gölgesinde kalıp kalmadığı hep tartışılagelmiştir. Gerçi Atatürk’ten sonra kim başa gelse bu tartışma yapılacaktı. Bizzat İnönü’nün şu sözü bu konuya bir pencere aralamaktadır: “Ben Atatürk değilim, Atatürk’ten beklediklerinizi benden bekleyemezsiniz.”[2] Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Atatürk-İnönü mukayesesini kendinden önceki ve yönetici olduğu dönemin bürokrasisi üzerinden şöyle yapar: “Şimdi herkes Atatürkçülükten bahseder, Atatürk’ü göklere çıkartır… Ama bürokrasi bütün çizgisi ile İnönü çizgisindedir… Atatürk çizgisinde asla değildir… İsmet İnönü bir nevi son Osmanlı paşasıdır. Atatürk ise statükoyu değiştirmeye çalışan bir reformcudur hep… Askeri, sivili, Hariciyesi, Dahiliyesi ile Türk bürokrasisi Atatürk’ün değil, İnönü’nün çizgisindedir…”[3] İnönü hakkında bir değerlendirmeyi de İnönü döneminin tanıklarından ünlü edebiyatçı ve CHP’li siyasetçi Yakup Kadri Karaosmanoğlu yapar ve İnönü’de “Atatürk kompleksi” olduğunu ifade eder.[4]
Tarihî şahsiyetleri tek bir renkle değerlendirmek hem mümkün hem de doğru değildir. Onları ele alış şekli aktörü oldukları meselelerde gösterdikleri tutumlara göre olursa daha sağlıklı bir yaklaşım sergilenmiş olur. Tarihin bu terazisi muhakkak İsmet İnönü için de geçerlidir. İsmet İnönü’nün aktörü/şahidi olduğu veya içinde bulunduğu bazı olaylar yan yana yazıldığında bu anlayışa ne kadar çok ihtiyaç duyulduğu daha iyi anlaşılacaktır. Örneğin, Lozan Konferansı, Atatürk’ün başbakanı oluşu, paralara resminin basılması, II. Dünya Savaşı, çok partili siyasi hayata geçiş, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi, Türkiye’nin ilk koalisyon hükümetinin başbakanı oluşu, Talat Aydemir’in darbe girişimleri, 12 Mart 1971 Askerî Muhtırası vb.
1884 yılında İzmir’de doğan İsmet İnönü, Osmanlı’nın askerî okullarında eğitimini alıp 1906’da ordudaki ilk görev yeri Edirne’ye gitmişti. Yaklaşık bir yıl sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üyeliği ile bu gizli yapının da kapısından girmişti. I. Dünya Savaşı’nda farklı cephelerde görev alan İsmet Bey’e dört yıllık sefer kıdemi verildi.[5] Millî Mücadele döneminde önemli görevler üstlenirken, bir taraftan da Mustafa Kemal Paşa’nın en yakınındaki isimlerin başında gelecekti. Mustafa Kemal Paşa ile bu yakınlığı, onu önce Mudanya’da, ardından da Lozan’da temsilci yaparken, Cumhuriyet’in de ilk başbakanı olarak tarihe geçirecekti.
Lozan’da İsmet İnönü
İsmet İnönü ile ilgili en hararetli tartışmaların yaşandığı konuların başında Lozan Konferansı’ndaki performansı gelir. Bu mesele daha konferans sürecinde Meclis içerisinde tartışılmaya başlanmıştır. Örneğin, İzmit Mebusu Sırrı Bey Meclis’teki konuşmasında, İsmet Paşa’nın Misak-î Millî’yi hakkıyla idrak edemediğini ve ona aykırı bir diplomasi yürüttüğünü ileri sürmüştür.[6] İnönü’nün konferanstaki izlediği politika zaman zaman da tartışılmakta fakat bu yazının kapsam ve çerçevesini aşan bir konu olduğu için derinlemesine bir analiz yapmak pek mümkün olmasa da Lozan’da kendisine sık sık 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’ni hatırlatan İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a İsmet Paşa’nın cevabı, “Ben buraya Mondros’tan değil, Mudanya’dan geldim”[7] olmuştur. Bir değerlendirmeye göre, Mondros ve Sevr Antlaşmaları “Osmanlı Devleti’ni Türk milletinden; Türk milletini da ülkesinden koparmaktır. Başka bir ifadeyle Türk milletini hem devletsiz hem de ülkesiz bırakmaktır.” Lozan ise, “Diplomasi alanında mümkün olanın yapılabildiği bir sonuçtur.”[8]
İnönü’nün konferansta en çok tenkit edildiği hususların başında, istenildiği gibi çözülemeyen bazı meseleler gelmektedir. İnönü de bunu kabul etmekte, örneğin, konferanstaki eksikliklerin başında Boğazlar’ın uluslararası bir komisyonun denetimde olmasını saymaktadır.[9] Yine On İki Ada meselesi de bunlardan biridir. Oysa Ege adaları ile söz hakkı siyasi ve askerî gelişmelerin neticesinde 1913 yılında Türklerin elinden alınmıştı.[10] Sonuç olarak Lozan Barışı, reel politik çerçevesinde yeni bir savaş riskine gerek kalmadan imkanlar çerçevesinde elde edilebilen ve genel olarak bakıldığında makul bir neticedir.
Atatürk’ün Başbakanı İsmet İnönü
Atatürk-İnönü ilişkisi uzun yıllara dayanmaktaydı. İnönü’yü askerlikten alıp sivil tarafa geçiren Atatürk idi. Önce Mudanya ve Lozan’da diplomatlık tecrübe kazandırmış ardından da Cumhuriyet’in başbakanlık makamını ilk olarak ona teslim etmişti. Atatürk’ün meşhur Çankaya sofrasına davetsiz misafir kabul edilmezken, bunun birkaç istisnasından biri İsmet İnönü idi.[11] Hatta Atatürk onun için yakınındakilere sıkça “Çocuklar, Çankaya’da rahat ediyorsam, İsmet sayesindedir”[12] demiştir.
Ama ilişkileri her zaman pürüzsüz de olmamıştı. İnönü’nün ifadesiyle, “bin defa” kavga etmişlerdi.[13] Örneğin Atatürk bir keresinde yanında bulunan Recep Peker’e dönerek isim vermeden fakat etrafındakilerin İnönü olduğunu anladığı üzere, “Recep! Ben bir adamı alır yükseltirim. Fakat o hazmedemez, durumu takdir edemezse ve bilhassa kerameti kendinden bilirse bir gün kaldırır atarım. Ve benim attığım adam, paçavra olur”[14] şeklinde çok sert sözler sarf etmişti. Buna karşın, bu tür sözler siyasetin ağır atmosferinde her zaman duyulabilecek türdendir. Lakin 1937’de İnönü Başbakanlık makamından Atatürk’ün isteğiyle, sağlık sorunları gerekçe gösterilerek ayrılacaktı. İnönü ilişkilerinin bozulmasında kendi yorgunluğu ile Atatürk’ün hastalığının etkili olduğunu söyleyecektir:
“1936-37’lerde ben nasıl yorgun, artık geçinmekte güçlük çekilen bir adam haline gelmişsem, Atatürk’ün de sıhhatinde başlayan bozukluklarla sükûnetini kaybeder hale gelmiş olduğu kanaatindeyim… Bunların hepsinin üstünde olan temel sebep, (…) bendeki yorgunluk ve uzun müddet beraber çalışmaktan mizaçlarımız arasında vakit vakit hasıl olan tartışmaların, çekişmelerin verdiği netice bu. Bunu tabii bir netice olarak almak lazımdır.”[15]
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü
Atatürk’ün vefatının hemen ardından, sadece bir gün sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü 1938’deki CHP kongresinde “Millî Şef” ünvanını almıştı. İnönü için on iki yıllık Cumhurbaşkanlığı dönemini özetleyen iki anahtar kelimeden söz edebiliriz: II. Dünya Savaşı ve çok partili siyasi hayata geçiş. Bu dönemi için ayrıca “otoriterlikten demokratlığa geçiş” değerlendirmesi de yapılabilir.
İnönü liderliğinde savaş dönemini “denge oyunu”[16] stratejisi ile fiili savaşa girmeden geçiren Türkiye büyük bir badire atlatmıştı. Belki de İnönü üzerinde mutabakata varılan konuların başında “savaş dışı kalma” politikası gelmektedir. Savaş sonrası Türkiye’yi Batılı demokratik ülkeler safında konumlandıran İnönü için yeni görev, çok partili siyasi hayata geçişi sağlamaktı. Tabii bu dönemde şartlar gereği ABD ile kurulan yakın ilişkiler ve sağlanan finansman desteklerini bu siyasi hayattaki değişimle de bağdaştırmak yanlış olmaz.
CHP’de hizip istemeyen İnönü bu yeni dönemde kendi yol arkadaşlarının kurduğu Demokrat Parti (DP) ile belki de çetin bir mücadeleye gireceğinden habersizdi. 1950 yılında yapılan genel seçimi DP’nin kazanması İnönü için sürpriz olsa da bu ihtimali çok da uzak görmediği söylenebilir.[17] Ancak İnönü için yıllardır sürdürdüğü siyasetteki tek adam olma pozisyonunu kaybedişinin kolay bir ruh hali olmadığını tahmin etmek de güç değil!
Muhalefet Lideri İsmet İnönü
Hayatında ilk kez muhalefet lideri olma duygusunu yaşamaya başlayan İsmet İnönü bunun getirdiği sarsıntıyı kısa sürede atmıştı. Bu dönem bir “düello”ya giriştiği Başbakan Adnan Menderes’i yıpratmıştı. Bir keresinde kendisiyle ilgili, “İsmet İnönü’nün ölüsü, dirisinden çok kuvvetlidir”[18] demişti.
İktidarın eylem ve söylemleri üzerine sertçe giden İsmet İnönü özellikle 1957’den sonra muhalefetinin dozunu artırmıştı. Çünkü DP için göstergeler iyi seyretmemekteydi. Bu dönemdeki en keskin ve tarihin şekillenmesinde etkili olan tenkitlerini 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden kısa bir süre önce Meclis’te dile getirecekti. DP’nin Tahkikat Komisyonu[19] kurulması yönünde Meclis’te yapılan görüşmelerde kürsüye çıkan İnönü ülkede bir “dehşet idaresi” kurulacak derken, asıl bomba etkisi yapacak sözü şöyle diyecekti: “(…) Biz böyle bir ihtilâl içinde bulunmayız, bulunamayız. Böyle bir ihtilâl dışımızda, bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam.”[20] Bu keskin ifadeler darbe için son hazırlıklarını yapan cuntacı ordu mensupları tarafından eylemlerine “yeşil ışık”[21] olarak değerlendirilecekti. Cumhurbaşkanı Celal Bayar da bu sözlerin darbeye “zemin” hazırladığını söylemişti.[22] İnönü’nün damadı Metin Toker de darbeye giden süreçle ilgili şu çarpıcı ifadeleri kullanır: “Eğer o günler İsmet Paşa’ya, ‘DP diktası mı, ihtilal mi?’ diye sorulacak olsaydı ve İsmet Paşa buna serbestçe yanıt verebilseydi ‘ihtilal’ derdi. İhtilalciler bundan haberdar oldular.”[23] Karaosmanoğlu da “İsmet Paşa’nın bizzat kendisi dahi, Meclis’teki ve Meclis dışındaki sert sözleri, kırıcı davranışlarıyla, doğrudan doğruya ihtilali değilse bile bir ihtilal ortamı hazırlamakta olduğunu biliyor muydu?”[24] diyerek, bu toz duman ortamda adeta yangına körükle gittiğini ifade etmekteydi.
Dolayısıyla, 1946’da demokratik siyasi hayata geçişin kilidini açan İsmet İnönü’nün muhalefet lideri olduğu dönemde, Menderes’in de mutlak hataları olmakla birlikte, konumunu çok iyi benimseyemediği söylenebilir. Üst üste girdiği üç seçimi kaybetmesi İnönü gibi tarihî bir şahsiyeti açıktır ki, sarsmıştır. Bu ortamda gerçekleşen darbede lider konumundaki Org. Cemal Gürsel’in 28 Mayıs günü telefonla aradığı İnönü’ye söylediği şu sözler o günlerin anlaşılmasına yardımcı olacak mahiyettedir: “(…) Emirleriniz bizim için daima peygamber buyruğudur, sayın Paşam…” İnönü’nün cevabı da ilgi çekicidir: “Memleket ve millet için hayırlı bir iş yaptınız. Büyük bir iş yaptınız. Mutlu ve uğurlu olmasını dilerim.”[25]
1960’tan sonra eski siyasi gücü giderek azalan İnönü artık Türk siyasetinde yön tayin edici özelliğini büyük ölçüde yitirmiş, siyasi hayatı 1972’de CHP içinde Bülent Ecevit ile girdiği mücadeleyi kaybetmesiyle son bulmuştu. Ancak bu durum onun Cumhuriyet’in ilk 50 yıllık tarih yazımındaki önemini azaltmaz. Aksine, İnönü’yü okumak, Türkiye’nin ilk 50 yıllık tarihini okumak demektir. Dolayısıyla, İnönü’yü tarihteki yerine oturtmak kolay olmamakla birlikte hem büyük bir sorumluluk gerektirmekte hem de Cumhuriyet’in ilk yıllarını anlamak için şarttır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 25 Aralık 2024’te yayımlanmıştır.
[1] Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, Cilt: 1, Remzi Kitabevi, 14. Baskı, Ankara 2011.
[2] Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, Cilt: 1, Remzi Kitabevi, 14. Baskı, Ankara 2011.
[3] Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın Anıları, Sabah Kitapları, İstanbul 1994.
[4] Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, İletişim Yayınları, 10. Baskı, İstanbul 2021.
[5] Atilla Çetin, “İnönü, Mustafa İsmet”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 22, İstanbul 2000.
[6] Bengü Salman Bolat-Tekin Demiraslan, “Lozan Görüşmeleri Sırasında Mecliste Ortaya Çıkan II. Grup Muhalefeti ve Basına Yansıması”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 53, (Lozan Antlaşması Özel Sayısı), 2013.
[7] https://www.ismetinonu.org.tr/lozan-antlasmasi-ve-ismet-pasa/#5
[8] Bayram Kodaman, “Lozan Antlaşması Hakkında Bir Değerlendirme”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 1, 1989.
[9] İsmet İnönü, Hatıralar, 2. Kitap, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1987.
[10] Rahmi Doğanay-Gül Yılmaz, “Yüzüncü Yılında Lozan Antlaşması Hakkında Bir Değerlendirme”, Akademik Matbuat, Cilt: 7, Sayı: 1, 2023.
[11] Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, Derleyen: Hulusi Turgut, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 11. Baskı, İstanbul 2008.
[12] Şerafettin Turan, İsmet İnönü Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000.
[13] İsmet İnönü, Hatıralar, 2. Kitap, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1987.
[14] Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, Derleyen: Hulusi Turgut, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 11. Baskı, İstanbul 2008.
[15] Şerafettin Turan, İsmet İnönü Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000.
[16] Selim Deringil, Denge Oyunu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2009.
[17] Hakkı Uyar, Demokrat Parti İktidarında CHP 1950-1960, Doğan Kitap, İstanbul 2017.
[18] Metin Heper, İsmet İnönü, Çeviren: Sermet Yalçın, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2008.
[19] Komisyon, CHP’nin ve bir kısım basının yıkıcı faaliyetlerini araştırmak amacıyla kurulmuştur.
[20] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: XI, Cilt: 18, İçtima: 8, Birleşim: 58, TBMM Matbaası, 18.IV.1960.
[21] Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler Üç Dönemin Perde Arkası, Milliyet Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1985.
[22] Mehmet Saray, Celal Bayar’la Son Röportaj, Postiga Yayınları, İstanbul 2013.
[23] Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları 1944-1973 Demokrasiden Darbeye 1957-1960, Bilgi Yayınevi, 2. Baskı, Ankara 1992.
[24] Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, İletişim Yayınları, 10. Baskı, İstanbul 2021.
[25] Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, Cilt: 3, Remzi Kitabevi, 9. Baskı, Ankara 2011.