Günümüzün hızlı ve yoğun yaşam temposunda, insanlar arası ilişkiler de bu tempoya ayak uydurmak zorunda kalıyor. Ancak bu durum, ilişkilerde derinlik ve anlam arayışını da beraberinde getiriyor. Özellikle dijital iletişimin yaygınlaşmasıyla birlikte, insanlar arasındaki bağlar daha yüzeysel hale gelebiliyor. Bu bağlamda, örneğin, bir kişinin yalnızca boş vakti olduğunda yakınlarını, arkadaşlarını hatırlaması ilişkilerdeki değer ve sınırların sorgulanmasına neden olabiliyor.
Sevgi üzerine çok şey söylenir. Sevgi neydi, sorusuna “Emek” yanıtını almıştık Selvi Boylum Al Yazmalım filminde Asya’nın dilinden. Bir ilişkiye verilen emek ona ayrılan zamanla da ilişkilidir. Elbette, sevgi zamanla ölçülmez. Ama zamanla ortaya çıkar. Zaman, sevginin sahihliğini bir yanıyla ortaya çıkarır. Zaman ve emeğin imtihanlarından geçen ihtimamlı sevgi dilde kuru bir kelime olarak kalmaz, filizlenir.
Sık duyarım şu cümleyi: Beni sadece zamanı olduğunda hatırlıyor. Hep meşgul. Bir evladın anne babasından beklediği gerçek değeri göremediği, bir eşin diğerinden alamadığı özeni, bir arkadaşlığın solmaya yüz tuttuğu dönemi, bir ilişkinin daha başında filizlenmeden kayboluşunu hatırlatır bu cümle bana. Bu serzeniş, hız ve meşguliyet çağında yaşayan susuz kalmış ruhların hem duygusal hem de varoluşsal bir yoksunluk halinin yankısıdır. Zaman ayırılmayan kişi varlığını, hatta var oluşsal değerini bile sorgulamaya başlayabilir. Beni sevdiğini söyleyen biri bile bana zaman ayıramıyorsa, anne babam dahi zaman ayırmıyorsa sorun bende olmalı, diye düşünmeye başlar.
Birlikte olma halinin yokluğu
Bir kişi sizi yalnızca müsait olduğunda arıyor ya da hatırlıyor ise bu durum birçok şeyden önce, sevgiyi bir “faaliyet” gibi görmekle ilgili olabilir. Aramak, hatırlamak, özen göstermek yapılacaklar listesinde üzerine çizik atılacak bir ödev değildir.
Kişi, zaman ve emek vermeyi bir zorunluluk ya da gereklilik olarak görüyorsa ertelenmesi daha muhtemeldir. Bir kişi aramak ve değer göstermek istiyorsa o isteğin gücü şiddetindeki bir ihtimalle o davranış gerçekleşir. Bir tutuma dönüşür. Aksi halde bir ilişki, taraflardan biri yalnızca zaman bulduğunda ya da sadece kendisi için önemli olan konular nedeniyle kuruluyorsa orada bir eksiklik vardır. Bu eksiklik, yalnızca iletişim eksikliği de değildir. Bu, birlikte olma halinin yokluğudur.
İşte yokluk nedeniyle artık çocuklarımızla “kaliteli zaman geçirme” diye bir şey icat ettik. Zamanımızı sevdiklerimizle paylaşırken bile piyasa kurallarına uygun hareket eder olduk. Sıkıştırılmış vakitlerde tüketimi çoğaltacak etkinlik ve projeler eşliğinde çocuklarımızla ya da sevdiklerimizle zaman geçiriyor olmamız, hak ettikleri değeri onlara vermek midir yoksa kapitalist sistemin piyasa değerlerine yaslanan hayatlarımızın bir yansıması mıdır acaba?
Konuşmak için önce ne gerekir?
Birlikte olma hâli, yalnızca fiziksel bir temas ya da aynı mekânda bulunmak değil; aynı anda, aynı ruhsal dikkatle birlikte var olmaya açık olmaktır. Yani bir kişiye “Senin için buradayım” demek, yalnızca mesajına hızlıca cevap vermekle de olmaz. Onun ihtiyaçlarının öncelenebilmesiyle de ilgilidir. Çocuklarımızla sadece sınıfta gösterdiği “performans” sınavlarından aldığı notlar, ekran başında geçirdiği zamanlar hakkında ve odasını toplamadığı zamanlarda “konuşuyorsak” bu bir konuşma değildir.
Konuşabilmek için önce “konmak” gerekir. Konumlanmak.
Çocuğumuzun hayatında okuldaki başarı ya da aldığı sonuçlar dışında konuşacak bir gündem bulamıyorsak çocuklarımızın hayatında “konum” sahibi olmamız beklenemez. Bu nedenle başka konuşacak konularımız olmaz. Hayatlarında olup biten başka şeylerden gafil oluruz. Alacağımız yanıtlar ise isteksiz ve kestirme yollardan verilen tek kelimelik cümlelerden oluşur.
Konuşabilmek için o kişiyle birlikteyken zaman durmuş gibi olmalıdır. Elimizde sürekli bizi olmadığımız yerlere çağıran bildirimlerin, yaşamadığımız hayatların ekranlardan hayatımıza sızan görüntüleri olmadan “birlikte” olabildiğimizde zamanın kendisi sevdiğimiz kişiyle kıymetlenir. O nedenle sevgi, sadece zaman ayırmakla da değil; zamanın kendisi olabilmekle ilgilidir.
Sevgi boşluklarda gezinen bir kayıtsızlık hali değildir. Hayatın tam merkezine yerleşmiş bir özen gösterme biçimidir. Kendimize, sevdiklerimize ve belki de en çok bizi birbirine bağlayan o ilişkiye özen gösterme hâlidir.
Sınırların belirlenmesi ve kırılganlık
Bir kişinin sadece müsait olduğunda mesaj atması, karşı tarafın kendini sadece bir seçenek olarak hissetmesine neden olabilir. Bu durum, ilişkilerde derinlik ve anlam arayışını zedeler. İlişkilerdeki dengesizlik, bireylerin psikolojik sağlığını da olumsuz etkileyebilir. Sürekli olarak karşı tarafın ilgisini beklemek, kişinin kaygı düzeyini artırabilir ve depresif hissetmesine yol açabilir. Bu nedenle, bireylerin kendi değerlerini fark etmeleri ve ilişkilerdeki dengesizliği gözlemlemeleri önemlidir.
Sağlıklı ilişkilerde sınırların belirlenmesi, bireylerin kendilerini korumaları açısından önemlidir. Ancak sınır koymak, çoğu zaman kırılganlıkla karıştırılır. Oysa ki, sınır koymak, kişinin kendi değerini korumasının bir göstergesidir. Bu bağlamda, bir kişi sürekli olarak karşısındakinin ilgisini beklemek yerine ancak kendi sınırlarını belirleyerek ilişkideki mevcut dengesizliği fark edebilir. Sevgi, emek ve ilgi dayatılarak olmaz. Bunların kendiliğinden gelmesi beklenir.
Bir ilişkide sürekli daha çok zaman ayıran, daha çok çabalayan tek kişi ise belki de biraz geri çekilmenin “zamanı” da gelmiş olabilir. Belki de sadece kendi boş zamanlarında size yer açan birini beklemekten vazgeçmek yeni ve sahici ilişkilere yolunuzu açacak bir geri adım olabilir. Bir çıkmaz sokakta kendimizi bulduğumuzda, ilerlemenin yolu bazen geri dönmektir. Geri dönüş yolunda kendi tutumlarımızın, beklentilerimizin muhasebesini yapabilirsek “çıkan sokakları” tanıma becerimiz artar. Yeni yollar yürünmek için bizi bekler. Belki başka bir yol arkadaşı ile belki aynı yol arkadaşı ile başka yollarda.
“Keşke” dememek için
İlişkilerde karşılıklı değer algısının sağlanması, bireylerin psikolojik sağlığı açısından büyük önem taşır. Bu bağlamda, bireylerin kendi sınırlarını belirlemeleri ve ilişkilerdeki dengesizliği fark etmeleri, sağlıklı ilişkilerin yolunu açacak olan başlangıç noktasını işaretler. Ayrıca, dijital iletişimin yüzeyselliğinden uzaklaşarak, daha derin ve anlamlı bağlar kurmak için çaba göstermek elzemdir.
Açıktır ki, sağlıklı ilişkiler, karşılıklı anlayış, saygı ve değer üzerine inşa edilir. Bu nedenle, bireylerin kendi değerlerini fark etmeleri ve bu değeri konumlandırarak korumaları hem kendi psikolojik sağlıkları hem de ilişkilerinin sıhhati açısından büyük önem taşır.
Yıllar önce, Avustralya’da yıllar boyunca evlerinde ölümü bekleyen hastalarla çalışan hemşire Bronnie Ware’in emekli olduktan sonra deneyimlerinden yararlanarak yazdığı kitabını okumuştum. Ware’e göre, ölüm döşeğindeki insanların en çok pişmanlık duyduğu şey, diğer insanlarla ilişkilerindeki ihmalkârlıktı. Tedavinin mümkün olmadığı sadece acı kontrolünün yapılabildiği bu dönemde hayatlarının son günlerini yaşayan insanlar, “Keşke daha çok çalışsaydım, keşke daha çok para kazansaydım, keşke o terfiyi alsaydım, daha çok sosyal medyada vakit geçirseydim, daha çok bilgisayar oyunu oynasaydım” demiyor, “Keşke sevdiklerimle daha çok zaman geçirebilseydim” cümleleriyle acılarını dile getiriyorlardı.
Ölüm karşısında hep çalışmak, sürekli meşgul olmak, kaliteli zaman geçirmek gibi beklentiler anlamını yitirir. Ölüm gerçeğinin karşısında birçok şey fazlalıklarından arınır. Ölüm bir tür zaman algısının yokluğu ise geriye çok az şey kalıyor. Öyleyse zaman nedir? Zamanı değerli ve anlamlı kılan nelerdir? “Keşke, sevdiklerimle daha çok zaman geçirseydim” dememek için neler yapmalıyız? Halen hayattayken.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 6 Mayıs 2025’te yayımlanmıştır.