Karanlıktan umuda – işte benim hikâyem

2,5 yaşımda bir kaza sonucu görme yetimi kaybettim. Çocukluk da, okul yılları da, toplumla mücadele de kolay olmadı. Ama her engeli zamanla aştım. Bugün kendi ekmeğini kazanan, hayallerinin şehrinde yaşayan, tek başına ayakta duran genç bir kadınım.

Adım Ecem Umay Erol.

Benim hikâyem tam 2,5 yaşındayken başladı.

Babam turizm sektöründe otellerde pasta yaparak hayatını kazanıyordu ve bu yüzden de hep şehir dışında çalışıyordu o yıllarda.  Annem ise ev hanımıydı; ben, annem ve kardeşlerim genelde evde yalnız olurduk.

Bir gün, kuzenlerimle oyun oynarken, içlerinden biri beni merdivenlerden itmiş, ben de tepetaklak bir şekilde merdivenlerden yuvarlanmışım.

İlk etapta bende görünür hiçbir belirti yokmuş. Çevreden herkesin, “Bunlar çocuktur, olur böyle şeyler. Yok bir şey” gibi sözleri, teknolojinin de bu kadar gelişmiş olmaması sebebiyle hastaneye gidilmemiş, ambulans çağırılmamış.

15 gün sonra bakışlarım kaymış, odağını bulamamış. Başımın büyümesi de buna eklenince, hastaneye gidilmiş. Kazadan hastaneye kadar geçen süreçte ve yapılan kontroller boyunca, ben uslu, sakin bir çocuktan sürekli huzursuzlanan, sürekli ağlayan bir çocuğa dönüşmüşüm.

Beynimde düşmeye bağlı bir ur meydana gelmiş, başım su toplamış, erken müdahale edilemediği için ur da çok büyük boyutlara, bir portakal büyüklüğüne erişmiş.

Bunun üzerine hemen ameliyata alınmışım, aileme her şeye hazırlıklı olmaları gerektiği söylenmiş, babam şehir dışından gelmiş.

Söz konusu ameliyatın riski çok büyükmüş, ölebilir ya da felç kalabilirmişim.

Ameliyat esnasında kalbim durmuş, uzun uğraşlar neticesinde yeniden kalbim atmaya başlamış. Ameliyat sırasında yapılan bir hata nedeniyle görmeyi sağlayan damarlar da hasar almış ve kör kalmışım. İşte körlükle geçen hayatımın ilk günleri böylelikle başlamış.

Görmemeye alışma çabasıyla geçen çocukluk yılları

Çocukluğumu düşününce aklıma gelen bazı şeyler var: Arkadaşlarımın, kuzenlerimin beni oyunlarına dahil etmemeleri, sokakta teyzelerin yaramazlık yapan çocuklarına beni gösterip, “Eğer uslu durmazsan, sen de böyle olursun” demeleri, evde ailemle geçirdiğim vakitlere zor adapte oluşum gibi…

Ameliyattan önce meraklı, kıpır kıpır bir çocukken, sonrasında içime kapanmışım.

Şunu hemen belirtmeliyim: Ailemin desteği her zaman benimle oldu. Annem, babam, kardeşlerim görmemeye ve bu şekilde yaşamaya alışabilmem için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Beraber pek çok aktivite denedik. Bisiklet yarışı, resim, çeşitli oyunlar…

Ben küçük yaşımda bir taraftan hayatta olmaya çalışırken, akrabaların, komşuların, “Kardeşleri ona bakar, tek değil ya, tek olsaydı…” gibi sözleri beni hem üzüyor hem de çok kırıyordu.

Kardeşlerim benim bakıcım ya da ona benzer hiçbir şeyim değillerdi. Bunu anlatmak oldukça zamanımı alsa da başardım.

Acımasız okul yılları

Okula başlama serüvenim biraz sıkıntılı geçti. Hiçbir okul beni kabul etmek istemedi. Ders akışını bozarmışım, sorumluluk almak istemezlermiş. Genelde beni reddetme gerekçeleri bunlardı.

Uzun arayışlar sonucunda babam Konya’daki Körler Okulu’nu buldu.

Bir süre orada eğitim alarak braille yazıyı öğrendikten sonra, kaynaştırma eğitime geçtim ve görenlerle birlikte okudum. Kaynaştırma eğitiminde çok zorluk çekmedim, tek problemim kitaplarımın elime geç ulaşmasıydı; braille baskı olduğu için boyutları hem büyüktü hem de çok zor bulunuyordu.

Okumayı öğrendikten sonra kitap okumaya başladım, istediğim her kitabı bulamayınca çevremde bulunan kişilerden seslendirmelerini rica ediyordum. Okumak, benim dünyamı büyüten, beni çok mutlu eden bir şey oldu benim için…

Lise hayatım da sıkıntılıydı. Sınıf arkadaşlarım ister istemez kendilerini üstün görüyor, ben onlara yüklenmiş bir sorumlulukmuşum gibi davranıyorlardı. Tahtada yazanları sınıf arkadaşlarım hiçbir zaman düzenli bir şekilde okumazlardı. En sevdiğim ders İngilizceydi.

Bu arada lisedeki arkadaşlarım ilkokuldaki arkadaşlarımdan da acımasızlardı. Akran zorbalığına bu dönemde maruz kaldım. Kitaplarımı saklıyorlardı, bulmaya çalıştığımda eğleniyorlardı.

Okul idaresi sorunlar karşısında hiçbir şey yapmıyordu. Bir müddet sonra okula gitmeyi bıraktım ve liseyi açıktan tamamladım.

5 seneme mal olan hastalık dönemi

Üniversite için sınava hazırlanacağım aşamalarda, kütüphaneye gidip gelirken, İngilizce ve gitar kursuna kaydolmuşken şiddetli baş ağrıları çekmeye başladım. Dersleri yarıda bırakıp çıkmak zorunda kaldım.

Benim için yeniden hastane süreci başladı.

Yapılan tahliller sonucunda, 18 yaşına girmemden hemen önce tam doğum günümde yeniden beynimde ur çıktığı haberini aldım. Ameliyat çok riskliydi. İlaç tedavisi uygulanmaya başlandı.

Yavaş yavaş dengemi kaybetmeye başladım, ama tamamen kaybedene dek her gün dışarı çıktım, her gün farklı kişilerle karşılaştım.

Sık dışarı çıktığım günlerde karşılaştığım kişilerden sesimin farklı olduğuna dair sözler duymaya başladım. Sesimin çok ince olduğu, animasyonlardaki seslendirmelere benzediği söyleniyordu. Bu yorumlar tabii kafama takıldı, üzerine eğilmeye çalıştım. Ama çok ağrılı, sancılı ve bolca hastaneye gittiğim bir döneme denk geldiği için bir sonuç elde edemedim.

Acıların üstesinden merakla gelmek

Zamanla dengemi tamamen kaybettim ve tam 5 yılıma mâl olan dönem başladı. 5 yıl boyunca evden çıkamadım, neredeyse yürüyemedim. Tamamen kendime yöneldiğim bir zaman dilimi oldu benim için.

Bu sürede çok fazla kitap okudum. Kendi kendime evde yabancı dil öğrendim. İngilizcemi ilerlettim, İspanyolca öğrendim.

Psikolojik açıdan çöktüğüm dönemlerdi. Kendimi iyi hissedemediğim her an, yeni şeyler öğrendim. Araştırmalar yaptım.

İnsanlar teknolojiyi nasıl kullanabildiğimi merak ediyordu.

Ekran okuyucuları sayesinde telefon, bilgisayar ve diğer teknolojik aletleri çok rahatça kullanabiliyordum. Ekran okuyucular, ekranda yazan her şeyi seslendirdiği için teknoloji ürünlerini kullanırken zorluk yaşamıyordum. Örneğin not tutabiliyor, oyun oynayabiliyor, alışveriş yapabiliyor, fatura ödeyebiliyor ve daha birçok şeyi yapabiliyorum.

Ben bir bireyim, kıyafet veya bir eşya değilim ki sahibim olsun

Ama çocukluğumdan bu yana karşılaştığım en büyük problem, toplumun bizi kabullenmek istememesi veyahut yardım etmek isterken, iletişim kurarken – belki de neyi, nasıl yapacaklarını tam olarak bilmediklerinden – bazen de bile isteye, kötü niyetle tatsız deneyimlerin yaşanması…

Örneğin, bir kadın olarak dışarıya çıktığımda, insanların izin almadan koluma girmeye çalışmaları, hiçbir şekilde ses vermeden bastonumdan çekiştirmeleri, sanki duymuyormuşum gibi bana bir şeyi anlatırken bağırmaları; toplu taşımada, hastanede, bankada, işlerimin zora koşulması, zaman zaman “yardım” adı altında taciz edilmeye çalışılmam karşılaştığım sorunlardan sadece yüzde biri.

Örnekleri artırmak mümkün… Mesela toplu taşımada sesli anons olmadığı için ineceğim durağa yaklaşıp yaklaşmadığımı anlayabilmek adına hangi duraktayız diye sorduğumda, durağın ismi dışında her şey söylenebiliyor. Sonra yolculardan biri, benimle ilgilenecek bir sahibimin olup olmadığını soruveriyor sıklıkla…

Ben bir bireyim, kıyafet veya bir eşya değilim ki sahibim olsun.

İnsanlar sürekli aynı soruları sormaktan asla vazgeçmiyor, ben de cevaplamaktan asla vazgeçmiyorum.

Kıyafet seçimlerimde de hem kör olmanın hem de genç bir kadın olmanın dezavantajını yer yer yaşadım.

“Onu giyme açılır, bunu giyme dar” sözlerini çok sık duydum. Bazı insanlar tesettüre girmemin en iyisi olacağını düşünüyorlar, benim adıma ben yokmuşum gibi karar vermeye çalışıyorlar.

Yok sayma aslında pek çoğumuzun karşılaştığı bir tavır. Ama onlar yok saysa da, biz var oluyoruz. Zamanla, bizler daha aktif olmaya başladıkça, karşımıza çıkan engelleri de aşıyoruz.

Mesela ben kendimi nasıl rahat, nasıl mutlu hissediyorsam, öyle giyiniyorum; benim bedenim, benim seçimlerim.

Görmüyor oluşum hayatımın hiçbir alanında ne bir ket ne bir set. Ailemin de bu konuda bana herhangi bir baskısı asla olmadı, eve giriş çıkış saatlerime hiçbir zaman müdahale edilmedi.

“Görme engelli çalışan aramıyoruz” engelini aşmak

Mücadelem hep devam ederken fiziken de yavaş yavaş iyileşme sürecine girdim. Tam 5 yılın sonunda hayatım normale döndü, dengemi sağlamaya, yürümeye, hayata karışmaya yeniden başladım.

Ve o zaman da çalışma hayali kurmaya başladım. İş arama serüvenim de böyle başladı.

Birçok işe başvurdum. Bana verilen cevap genellikle aynıydı: “Görme engelli çalışan aramıyoruz”

Ama ben vazgeçmedim. Çalışmayı kafama koymuştum bir kere…

Online bir şekilde, yabancı arkadaşlarıma Türkçe öğrettim, online birtakım işler yaptım.

Şu an hem ev hem de iş arkadaşım ve çok yakın dostum olan Özlem’in Konya’ya üniversite eğitimi için gelmesi benim için milat niteliğinde oldu.

İş aradığımızdan bahsettik birbirimize. Özlem de bana Karanlıkta Diyalog’dan bahsetti.

Burayı biliyordum, internette hakkında bir sürü şey okumuştum, birkaç arkadaşımdan da buranın ismini duymuştum daha önce. İstanbul Diyalog Müzesi’nde, tamamen karanlık bir ortamda, görenler hayatlarının yarım saatini görmeyenlerle aynı deneyimi yaşayarak geçiriyordu. Körler, görenlere rehberlik ediyordu. Empati duygusu gelişiyor, ön yargılar yıkılıyordu. Okuduklarımdan, duyduklarımdan çok etkilenmiştim.

Ve benim için en güzel yanlarından biri, benim gibi insanlar için iş olanağı sağlamasıydı. “Görme engelli çalışan aramıyoruz” bahanesi burada geçerli değildi, aksine burada görme engelli çalışan aranıyordu.

Önce Özlem iş görüşmesine geldi, anlattıkları heyecanımı daha da artırdı. Ben de özgeçmişimi gönderdim, başvurumu yaptım.

Mutluluktan havalara uçmak

İstanbul benim hayallerimi süsleyen şehirdi.

İnanılmaz mutlu bir şekilde buraya iş görüşmesine geldim.

Deneme sürecine girdiğimde mecazi anlamda değil, gerçekten mutluluktan havalara uçtuğumu hatırlıyorum. İnsanlara biraz bile olsa empati duygusunu tattırabildiğim, minicik olsa da hayatlarına dokunabildiğim için mutluyum.

Burada çalışmaya başladığımda, sesime odaklandım. Garipti biraz, fazla inceydi. Ve insanlarla tüm iletişimimi sesimle kuruyordum.

Minnettar olduğum, hayatımdaki sihirli eller müze müdürümüz Nilay Goncagül ve hocam Hande Çetik sayesinde ses eğitimi almaya başladım. O aşırı ince sesim zamanla değişmeye başladı. Gerçekten sesimdeki etkisini fark edebiliyorum.

Sesin insanlar üzerindeki etkisi çok büyük. Kendini anlatabilmek istiyorsan, insanların hayatına dokunduğun bir iş yapıyorsan, kendini duyurabilmen, sesinle istediğin noktaya ulaşabilmen çok önemli.

Doğru tonu yakalayabildiğin an karşındaki insanlar tarafından, iş ve sosyal hayatta daha fazla dikkate değer oluyorsun.

Kadınlar narindir, kırılgandır algısı biraz da sesten geçiyor bence.

Hayallerimi yaşıyorum

Ben şu anda 25 yaşımdayım.

Hayallerimi yaşıyorum.

İstediğim şehirde, çok mutlu olduğum bir işte çalışıyorum, kendi paramı kazanıyorum. Hem dostum, hem iş, hem de ev arkadaşım olan kişiyle aynı evde kedimizle yaşıyoruz.

Bütün ev işlerini yapabiliyorum, gören insanlardan hiçbir farkım yok.

Pişirdiğim yemeği pişip pişmediğini tencerenin sesinden anlayabiliyorum. Annem ve kız kardeşimin desteği ile rahatsızlığımın öncesinde birçok şeyi deneme yanılma yöntemi ile öğrendim.

Şimdiki hedefim üniversitede, istediğim bölümde, yani ‘dilbilim’ okumak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 2 Aralık 2024’te yayımlanmıştır.

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Karanlıktan umuda – işte benim hikâyem

2,5 yaşımda bir kaza sonucu görme yetimi kaybettim. Çocukluk da, okul yılları da, toplumla mücadele de kolay olmadı. Ama her engeli zamanla aştım. Bugün kendi ekmeğini kazanan, hayallerinin şehrinde yaşayan, tek başına ayakta duran genç bir kadınım.

Adım Ecem Umay Erol.

Benim hikâyem tam 2,5 yaşındayken başladı.

Babam turizm sektöründe otellerde pasta yaparak hayatını kazanıyordu ve bu yüzden de hep şehir dışında çalışıyordu o yıllarda.  Annem ise ev hanımıydı; ben, annem ve kardeşlerim genelde evde yalnız olurduk.

Bir gün, kuzenlerimle oyun oynarken, içlerinden biri beni merdivenlerden itmiş, ben de tepetaklak bir şekilde merdivenlerden yuvarlanmışım.

İlk etapta bende görünür hiçbir belirti yokmuş. Çevreden herkesin, “Bunlar çocuktur, olur böyle şeyler. Yok bir şey” gibi sözleri, teknolojinin de bu kadar gelişmiş olmaması sebebiyle hastaneye gidilmemiş, ambulans çağırılmamış.

15 gün sonra bakışlarım kaymış, odağını bulamamış. Başımın büyümesi de buna eklenince, hastaneye gidilmiş. Kazadan hastaneye kadar geçen süreçte ve yapılan kontroller boyunca, ben uslu, sakin bir çocuktan sürekli huzursuzlanan, sürekli ağlayan bir çocuğa dönüşmüşüm.

Beynimde düşmeye bağlı bir ur meydana gelmiş, başım su toplamış, erken müdahale edilemediği için ur da çok büyük boyutlara, bir portakal büyüklüğüne erişmiş.

Bunun üzerine hemen ameliyata alınmışım, aileme her şeye hazırlıklı olmaları gerektiği söylenmiş, babam şehir dışından gelmiş.

Söz konusu ameliyatın riski çok büyükmüş, ölebilir ya da felç kalabilirmişim.

Ameliyat esnasında kalbim durmuş, uzun uğraşlar neticesinde yeniden kalbim atmaya başlamış. Ameliyat sırasında yapılan bir hata nedeniyle görmeyi sağlayan damarlar da hasar almış ve kör kalmışım. İşte körlükle geçen hayatımın ilk günleri böylelikle başlamış.

Görmemeye alışma çabasıyla geçen çocukluk yılları

Çocukluğumu düşününce aklıma gelen bazı şeyler var: Arkadaşlarımın, kuzenlerimin beni oyunlarına dahil etmemeleri, sokakta teyzelerin yaramazlık yapan çocuklarına beni gösterip, “Eğer uslu durmazsan, sen de böyle olursun” demeleri, evde ailemle geçirdiğim vakitlere zor adapte oluşum gibi…

Ameliyattan önce meraklı, kıpır kıpır bir çocukken, sonrasında içime kapanmışım.

Şunu hemen belirtmeliyim: Ailemin desteği her zaman benimle oldu. Annem, babam, kardeşlerim görmemeye ve bu şekilde yaşamaya alışabilmem için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Beraber pek çok aktivite denedik. Bisiklet yarışı, resim, çeşitli oyunlar…

Ben küçük yaşımda bir taraftan hayatta olmaya çalışırken, akrabaların, komşuların, “Kardeşleri ona bakar, tek değil ya, tek olsaydı…” gibi sözleri beni hem üzüyor hem de çok kırıyordu.

Kardeşlerim benim bakıcım ya da ona benzer hiçbir şeyim değillerdi. Bunu anlatmak oldukça zamanımı alsa da başardım.

Acımasız okul yılları

Okula başlama serüvenim biraz sıkıntılı geçti. Hiçbir okul beni kabul etmek istemedi. Ders akışını bozarmışım, sorumluluk almak istemezlermiş. Genelde beni reddetme gerekçeleri bunlardı.

Uzun arayışlar sonucunda babam Konya’daki Körler Okulu’nu buldu.

Bir süre orada eğitim alarak braille yazıyı öğrendikten sonra, kaynaştırma eğitime geçtim ve görenlerle birlikte okudum. Kaynaştırma eğitiminde çok zorluk çekmedim, tek problemim kitaplarımın elime geç ulaşmasıydı; braille baskı olduğu için boyutları hem büyüktü hem de çok zor bulunuyordu.

Okumayı öğrendikten sonra kitap okumaya başladım, istediğim her kitabı bulamayınca çevremde bulunan kişilerden seslendirmelerini rica ediyordum. Okumak, benim dünyamı büyüten, beni çok mutlu eden bir şey oldu benim için…

Lise hayatım da sıkıntılıydı. Sınıf arkadaşlarım ister istemez kendilerini üstün görüyor, ben onlara yüklenmiş bir sorumlulukmuşum gibi davranıyorlardı. Tahtada yazanları sınıf arkadaşlarım hiçbir zaman düzenli bir şekilde okumazlardı. En sevdiğim ders İngilizceydi.

Bu arada lisedeki arkadaşlarım ilkokuldaki arkadaşlarımdan da acımasızlardı. Akran zorbalığına bu dönemde maruz kaldım. Kitaplarımı saklıyorlardı, bulmaya çalıştığımda eğleniyorlardı.

Okul idaresi sorunlar karşısında hiçbir şey yapmıyordu. Bir müddet sonra okula gitmeyi bıraktım ve liseyi açıktan tamamladım.

5 seneme mal olan hastalık dönemi

Üniversite için sınava hazırlanacağım aşamalarda, kütüphaneye gidip gelirken, İngilizce ve gitar kursuna kaydolmuşken şiddetli baş ağrıları çekmeye başladım. Dersleri yarıda bırakıp çıkmak zorunda kaldım.

Benim için yeniden hastane süreci başladı.

Yapılan tahliller sonucunda, 18 yaşına girmemden hemen önce tam doğum günümde yeniden beynimde ur çıktığı haberini aldım. Ameliyat çok riskliydi. İlaç tedavisi uygulanmaya başlandı.

Yavaş yavaş dengemi kaybetmeye başladım, ama tamamen kaybedene dek her gün dışarı çıktım, her gün farklı kişilerle karşılaştım.

Sık dışarı çıktığım günlerde karşılaştığım kişilerden sesimin farklı olduğuna dair sözler duymaya başladım. Sesimin çok ince olduğu, animasyonlardaki seslendirmelere benzediği söyleniyordu. Bu yorumlar tabii kafama takıldı, üzerine eğilmeye çalıştım. Ama çok ağrılı, sancılı ve bolca hastaneye gittiğim bir döneme denk geldiği için bir sonuç elde edemedim.

Acıların üstesinden merakla gelmek

Zamanla dengemi tamamen kaybettim ve tam 5 yılıma mâl olan dönem başladı. 5 yıl boyunca evden çıkamadım, neredeyse yürüyemedim. Tamamen kendime yöneldiğim bir zaman dilimi oldu benim için.

Bu sürede çok fazla kitap okudum. Kendi kendime evde yabancı dil öğrendim. İngilizcemi ilerlettim, İspanyolca öğrendim.

Psikolojik açıdan çöktüğüm dönemlerdi. Kendimi iyi hissedemediğim her an, yeni şeyler öğrendim. Araştırmalar yaptım.

İnsanlar teknolojiyi nasıl kullanabildiğimi merak ediyordu.

Ekran okuyucuları sayesinde telefon, bilgisayar ve diğer teknolojik aletleri çok rahatça kullanabiliyordum. Ekran okuyucular, ekranda yazan her şeyi seslendirdiği için teknoloji ürünlerini kullanırken zorluk yaşamıyordum. Örneğin not tutabiliyor, oyun oynayabiliyor, alışveriş yapabiliyor, fatura ödeyebiliyor ve daha birçok şeyi yapabiliyorum.

Ben bir bireyim, kıyafet veya bir eşya değilim ki sahibim olsun

Ama çocukluğumdan bu yana karşılaştığım en büyük problem, toplumun bizi kabullenmek istememesi veyahut yardım etmek isterken, iletişim kurarken – belki de neyi, nasıl yapacaklarını tam olarak bilmediklerinden – bazen de bile isteye, kötü niyetle tatsız deneyimlerin yaşanması…

Örneğin, bir kadın olarak dışarıya çıktığımda, insanların izin almadan koluma girmeye çalışmaları, hiçbir şekilde ses vermeden bastonumdan çekiştirmeleri, sanki duymuyormuşum gibi bana bir şeyi anlatırken bağırmaları; toplu taşımada, hastanede, bankada, işlerimin zora koşulması, zaman zaman “yardım” adı altında taciz edilmeye çalışılmam karşılaştığım sorunlardan sadece yüzde biri.

Örnekleri artırmak mümkün… Mesela toplu taşımada sesli anons olmadığı için ineceğim durağa yaklaşıp yaklaşmadığımı anlayabilmek adına hangi duraktayız diye sorduğumda, durağın ismi dışında her şey söylenebiliyor. Sonra yolculardan biri, benimle ilgilenecek bir sahibimin olup olmadığını soruveriyor sıklıkla…

Ben bir bireyim, kıyafet veya bir eşya değilim ki sahibim olsun.

İnsanlar sürekli aynı soruları sormaktan asla vazgeçmiyor, ben de cevaplamaktan asla vazgeçmiyorum.

Kıyafet seçimlerimde de hem kör olmanın hem de genç bir kadın olmanın dezavantajını yer yer yaşadım.

“Onu giyme açılır, bunu giyme dar” sözlerini çok sık duydum. Bazı insanlar tesettüre girmemin en iyisi olacağını düşünüyorlar, benim adıma ben yokmuşum gibi karar vermeye çalışıyorlar.

Yok sayma aslında pek çoğumuzun karşılaştığı bir tavır. Ama onlar yok saysa da, biz var oluyoruz. Zamanla, bizler daha aktif olmaya başladıkça, karşımıza çıkan engelleri de aşıyoruz.

Mesela ben kendimi nasıl rahat, nasıl mutlu hissediyorsam, öyle giyiniyorum; benim bedenim, benim seçimlerim.

Görmüyor oluşum hayatımın hiçbir alanında ne bir ket ne bir set. Ailemin de bu konuda bana herhangi bir baskısı asla olmadı, eve giriş çıkış saatlerime hiçbir zaman müdahale edilmedi.

“Görme engelli çalışan aramıyoruz” engelini aşmak

Mücadelem hep devam ederken fiziken de yavaş yavaş iyileşme sürecine girdim. Tam 5 yılın sonunda hayatım normale döndü, dengemi sağlamaya, yürümeye, hayata karışmaya yeniden başladım.

Ve o zaman da çalışma hayali kurmaya başladım. İş arama serüvenim de böyle başladı.

Birçok işe başvurdum. Bana verilen cevap genellikle aynıydı: “Görme engelli çalışan aramıyoruz”

Ama ben vazgeçmedim. Çalışmayı kafama koymuştum bir kere…

Online bir şekilde, yabancı arkadaşlarıma Türkçe öğrettim, online birtakım işler yaptım.

Şu an hem ev hem de iş arkadaşım ve çok yakın dostum olan Özlem’in Konya’ya üniversite eğitimi için gelmesi benim için milat niteliğinde oldu.

İş aradığımızdan bahsettik birbirimize. Özlem de bana Karanlıkta Diyalog’dan bahsetti.

Burayı biliyordum, internette hakkında bir sürü şey okumuştum, birkaç arkadaşımdan da buranın ismini duymuştum daha önce. İstanbul Diyalog Müzesi’nde, tamamen karanlık bir ortamda, görenler hayatlarının yarım saatini görmeyenlerle aynı deneyimi yaşayarak geçiriyordu. Körler, görenlere rehberlik ediyordu. Empati duygusu gelişiyor, ön yargılar yıkılıyordu. Okuduklarımdan, duyduklarımdan çok etkilenmiştim.

Ve benim için en güzel yanlarından biri, benim gibi insanlar için iş olanağı sağlamasıydı. “Görme engelli çalışan aramıyoruz” bahanesi burada geçerli değildi, aksine burada görme engelli çalışan aranıyordu.

Önce Özlem iş görüşmesine geldi, anlattıkları heyecanımı daha da artırdı. Ben de özgeçmişimi gönderdim, başvurumu yaptım.

Mutluluktan havalara uçmak

İstanbul benim hayallerimi süsleyen şehirdi.

İnanılmaz mutlu bir şekilde buraya iş görüşmesine geldim.

Deneme sürecine girdiğimde mecazi anlamda değil, gerçekten mutluluktan havalara uçtuğumu hatırlıyorum. İnsanlara biraz bile olsa empati duygusunu tattırabildiğim, minicik olsa da hayatlarına dokunabildiğim için mutluyum.

Burada çalışmaya başladığımda, sesime odaklandım. Garipti biraz, fazla inceydi. Ve insanlarla tüm iletişimimi sesimle kuruyordum.

Minnettar olduğum, hayatımdaki sihirli eller müze müdürümüz Nilay Goncagül ve hocam Hande Çetik sayesinde ses eğitimi almaya başladım. O aşırı ince sesim zamanla değişmeye başladı. Gerçekten sesimdeki etkisini fark edebiliyorum.

Sesin insanlar üzerindeki etkisi çok büyük. Kendini anlatabilmek istiyorsan, insanların hayatına dokunduğun bir iş yapıyorsan, kendini duyurabilmen, sesinle istediğin noktaya ulaşabilmen çok önemli.

Doğru tonu yakalayabildiğin an karşındaki insanlar tarafından, iş ve sosyal hayatta daha fazla dikkate değer oluyorsun.

Kadınlar narindir, kırılgandır algısı biraz da sesten geçiyor bence.

Hayallerimi yaşıyorum

Ben şu anda 25 yaşımdayım.

Hayallerimi yaşıyorum.

İstediğim şehirde, çok mutlu olduğum bir işte çalışıyorum, kendi paramı kazanıyorum. Hem dostum, hem iş, hem de ev arkadaşım olan kişiyle aynı evde kedimizle yaşıyoruz.

Bütün ev işlerini yapabiliyorum, gören insanlardan hiçbir farkım yok.

Pişirdiğim yemeği pişip pişmediğini tencerenin sesinden anlayabiliyorum. Annem ve kız kardeşimin desteği ile rahatsızlığımın öncesinde birçok şeyi deneme yanılma yöntemi ile öğrendim.

Şimdiki hedefim üniversitede, istediğim bölümde, yani ‘dilbilim’ okumak.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 2 Aralık 2024’te yayımlanmıştır.

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x