Minnet ve şükür

İyilik duygusu gerçekten içsel bir huzura dönüşebilir mi? Minnet, psikolojik sağlığın ölçütü olabilir mi? Peki, sevgiyi bile gölgeleyen nankörlük, insanı mutsuzluğa mahkûm eder mi? Prof. Dr. Erol Göka yazdı.

Yaşlandıkça, insan olarak ömrümüz boyunca yapabileceğimiz iyilikler kadar sağlam ve güvenli bir mutluluk yolu olmadığına ilişkin fikrim pekişiyor. Dinî ve ahiret inancı olanlar, şöyle ya da böyle zaten öte-dünya hayatımızı bu şekilde biçimlendireceğimizi düşünüyorlardır. Ben fazladan olarak yaşantılarımdan edindiğim bilgi ve tecrübeye dayanarak, yapılan iyiliğin, ölüm sonrasına kalmayıp bu dünyada da, hiç değilse, iç-dünyamızda mutlaka karşılığını bulacağını düşünüyorum. Size biraz naif gelebilir, ama ekonomiden dış politikaya siyasetimizi ve kendi hayat felsefemizi esasen “iyilik” üzerine oturtursak işlerin hepimiz için daha yolunda gideceğine inanıyorum. Bu fikirlerim şurada dursun.

Söz iyilikten açıldığında, özellikle bizim alanımız olan psikolojik bilimlerde birçok sorunun ardı ardınca sökün edeceğinin farkındayım. Yapılan iyiliğin karşıdaki insanda uyandırdığı hissiyat olan minnet, herkeste aynı şekilde mi ortaya çıkıyor? Kimi insanlar, varoluşlarının debelendiği haset anaforunda minnet duymakta, kadir kıymet bilmekte zorluk çekmiyorlar mı? İyiliğin sahiden bir gücü varsa bunu, insanın doğumundan itibaren gelişimi içinde, psikoloji teorilerinin ışığında nasıl delillendirmek gerekir? Böyle birçok soru… Ama madem sohbet kıvamında başladık, öylece sürdürmeye gayret edeyim.

Psikolojik sağlığın iki ölçütü

Bana göre psikolojik sağlığın, daha doğrusu karşımızdaki insanın sağlıklı bir kişilik yapısına sahip olup olmadığını anlamanın iki ölçütü var. İkincisinden başlayalım. Görünüşte aklı başında olan, belirgin bir ruhsal rahatsızlığa düçar olmuş izlenimi vermeyen bir kimsenin psikolojik bakımdan durumunu kestirmeden test etmek istiyorsanız, onun, çocuklara ve gençlere karşı hislerine ve duygu ve düşüncelerine bakmalısınız. Psikolojik bakımdan sağlıklı insan, şu dünya hayatındaki ikametimizin geçici olduğunu bilir, faniliğin künhüne vakıftır. Bu bilgi ve vukufiyetini, dünyanın acemi mukimleri çocukları ve gençleri samimiyetle sevgisinde dışa vurur. Hayat hakkındaki bilip öğrendiklerini onlara sevgi ve şefkatle öğretmek, kendi yaşadığı zorlukları onların çekmemesini ister. Aynı şekilde neleri kaçırdığını onlardan öğrenmek için çabalar. O yüzden kim ki, çocukları ve gençleri hiç sevmiyor, onların varlıklarına bile tahammül gösteremiyorsa o kimseye bir mim koyun. Bu kişi, faniliğini yeterince idrak edemediği için, kendisinde menzile bir adım daha yaklaştığı hissi uyandıran çocuklardan ve gençlerden hazzetmiyordur büyük ihtimalle.

Bilerek ikincisinden başladım zira psikolojik sağlığın birinci ölçütü o kadar net ve kapsayıcı ki, bir başka ölçüte lüzum bile yok. Haddi zatında sözünü ettiğim ikinci ölçüt de birinciyle yakından bağlantılı. Birinci ölçütümüz hasetle, daha doğrusu onun tam zıddı minnet hissiyle ilgili. Minnet hissinin gelişimini, psikolojik sağlığın temel ölçütü olarak görüyorum. Bir kimsenin kendisine yapılan iyiliğe verdiği cevap, onun psikolojik olgunluğu hakkında en sağlam kaynaklarımızdan. Mesleki bilgi ve tecrübem, bir kimsenin psikolojisine normal, kişiliğine sağlıklı diyebilmemiz için onda, belli ölçülerde şükran duygusunun, minnet hissinin gelişmiş olmasını şart koşuyor. Kendisine bahşedilen hayat nedeniyle Yaratıcısına samimiyetle şükreden, başka insanlardan, diğer canlılardan gördüğü iyilikler karşısında içtenlikle teşekkür edebilen kimse hakkında içiniz büyük ölçüde rahat olabilir.

Bir kimsede minnet hissi, ne kadar eksikse o eksikliğin yerini haset ve tamahkarlık, açgözlülük doldurur. Hasislik kadar apaçık görülebilen bir psikolojik hal daha yoktur. Hasis insan, minnet duygusu iyi gelişmediğinden içtenlikle teşekkür etmeyi beceremez. Dünyadan, hayattan, herkesten alacaklı gibidir. İstekleri karşılandığında teşekkür edeceğine anında yeni bir istekle karşınıza dikilir. Arada teşekkür benzeri beyanları olsa bile bunun yapmacık olduğunu, içine sinerek söylenmediğini hemen anlarsınız.

Minnet: Hem erdem hem haz

“Minnet” diyor André Comte-Sponville, “erdemlerin en hoşudur ama en kolayı değildir.” Bu etkileyici cümleden, bizim hep psikolojik bir kavram olarak ele aldığımız “minnet”in aynı zamanda bir erdem olduğunu, hoş olmakla birlikte pek de kolay olmadığını öğreniyoruz. Comte-Sponville, devamında minnetin bir “haz” olduğunu da söyleyerek psikolojik bakışa yaklaşıyor. Ona göre minnet, “hissedilen sevincin yankısı olan bir sevinç gibidir, fazla bir mutluluğa eklenen bir mutluluk daha gibidir.” Ve minnet hakkında güzel bir başka güzel cümlesi: “Erdemlerin en hoşu ve hazların en erdemlisidir.”

Minnet hem ahlaki hem psikolojik niteliklere sahipse, psikolojik boyutundan önce ahlaki olanı ele almak daha elzem. Minnet bir erdem zira bir insani davranışa verilen bir karşılık o. Minnetle karşılık veririz ama bizden bir şey alıp götüren bir verme değildir tam tersine yaşantının doyumsuz bir usaresi geriye bizde kalır.

Minnettarlığı, iyiliğe iyilikle karşılık vermekle karıştırmamalıyız. İyiliğe iyilikle mukabelede bulunmak, şüphesiz insan ilişkilerinin devamlılık kazanmasında, bağların güçlenmesinde çok önemli bir pekiştirici ama minnet hissetmek onunla birebir aynı değil. Minnet hisseden, bir karşılık verir ama ölçülebilir, maddi bir karşılık, somut bir beklenti değildir o. Öylece yapılan, iç-dünyamızda kendiliğinden ortaya çıkan, oluverendir.

Sadece samimiyetle sevinçli bir karşılık vermekle de sınırlı değil minnet. Minnet duyduğumuzda, şükran hissettiğimizde ya da içten bir teşekkür ettiğimizde, böyle bir yaşantıya vesile olan kimseyle paylaşıyoruzdur mutluluğumuzu. O bizim iyi hissetmemize neden olmuştur biz de “ona madem öyle sen de benim bu vesileyle yaşadığım şu hoşluktan buyur” der, paylaşırız iyi hissedişimizi. “Sevgi”nin bu alışverişten, sevinç yankılanmasından daha net gözüktüğü bir başka insani hal var mıdır? Sanmıyorum. Başka türlü olsaydı, bizim için yapılanı görmezden geldiğimiz, yaşantı vadisinde bir iyiliği sevinçle yankılamadığımız halleri, “nankörlük” gibi sevginin tam karşısında yer alan bir sözle adlandırmazdık.

Minnet eksikliği: Nankörlük, hasislik

Nankör, almış, almayı becermiş ama vermeyi bir türlü başaramayandır. “Nankör!”, “Nankörlük etme!”… Bir insana sevgiden, sağlıklı insan iletişiminden bihaber olduğunu, sadece kendisini ve sadece geleceği düşündüğünü bunlardan daha berrak ifade edebilen başka kelime yoktur. Bunları söylediğimizde, söz de bitmiştir zaten, dahası gerekmez. Bencilin de bencilidir nankör; bencillikte nankörlükten daha öteye gidilemez. Minnet edebilen insan, sevgiyi yaşayabilmesinin yanında mütevazılığı de başarabildiğini gösterir. Onun sayesinde her sevginin aynı zamanda bir mütevazılık içerdiğini de idrak ederiz.

Peki, hep kendini ve geleceğini düşünür, kimseyi, kendisine yapılan iyilikleri görmeden, sürekli alacaklıymış gibi yaşayıp giden, nankörlüğü hayat stratejisi olarak benimsemiş insan, mutlu mudur?

Belki bazıları öyleymiş gibi görünebilir ama nankörlerin asla başaramayacakları bir şey varsa o da mutlu ve huzurlu olabilmektir. Minneti, sevgiyi, mütevazılığı becerebilmiş, bu sayede mutluluğu, sükûnu yakalayabilmiş insanlardan farklı olarak nankörler, hep tedirgin ve endişe içindedir. Her an yeni bir hesabın, yeni bir alacak peşine düşmenin tatmin olmaz şeytanı dolaşır zihinlerinde. Hayattan da insanlardan da alacakları hiç bitmez; yaşamayı alacaklarını tahsil ettikleri asla gelmeyecek bir yarına erteler dururlar. O kadar gelecekle ilgilidirler ki ne şimdiyi ne geçmişi akıllarının ucundan bile geçirmezler, hasislikleri dinmez, tamahkârlıkları yatışmaz. İyilik etmek amacıyla yaşayan, gördüğü iyiliklerin karşısında minnet hissedebilen insanların yaşama sevincinin zerresi nankörlerin semtine bile uğramaz. Hayatları hayat değildir.

Oysa minnet

Minnet duyabilen, hiçbir karşılıksız beklemeksizin iyilik için çabalamanın hayattaki en güçlü neşe kaynaklarından olduğunu idrak etmiş insan, nankör gibi hayatı borç olarak yaşamaz.  Kendisine yapılan iyiliklerin kıymetini bildiği içindir ki, en büyük lütfun hayat olduğunu derinden kavramıştır. Hep şükür kapısının eşiğindedir, hep huzurdadır. Böyle olduğu için daha kolay baş eder hayatın derdiyle, mihnetiyle. Daha kolay bastırır, sol yanındaki endişenin her an vesvese veren tıpırtısını. Kalp atışlarını duymadan, nefes alışlarını fark etmeden, sağlık ve huzur içinde yaşar gider.

Ama dalkavuklukla minneti de karıştırmamalı, kula kulluğu minnet sanmamalıyız. Dalkavukluk, minnet değil, ahlaksızlıktır. Hakiki minnet, her zaman adalet ve iyi niyet ile birlikte olur, ancak hepsi birlikte sevince sevinç, sevgiye sevgi ekleyebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 28 Mart 2025’te yayımlanmıştır.

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Minnet ve şükür

İyilik duygusu gerçekten içsel bir huzura dönüşebilir mi? Minnet, psikolojik sağlığın ölçütü olabilir mi? Peki, sevgiyi bile gölgeleyen nankörlük, insanı mutsuzluğa mahkûm eder mi? Prof. Dr. Erol Göka yazdı.

Yaşlandıkça, insan olarak ömrümüz boyunca yapabileceğimiz iyilikler kadar sağlam ve güvenli bir mutluluk yolu olmadığına ilişkin fikrim pekişiyor. Dinî ve ahiret inancı olanlar, şöyle ya da böyle zaten öte-dünya hayatımızı bu şekilde biçimlendireceğimizi düşünüyorlardır. Ben fazladan olarak yaşantılarımdan edindiğim bilgi ve tecrübeye dayanarak, yapılan iyiliğin, ölüm sonrasına kalmayıp bu dünyada da, hiç değilse, iç-dünyamızda mutlaka karşılığını bulacağını düşünüyorum. Size biraz naif gelebilir, ama ekonomiden dış politikaya siyasetimizi ve kendi hayat felsefemizi esasen “iyilik” üzerine oturtursak işlerin hepimiz için daha yolunda gideceğine inanıyorum. Bu fikirlerim şurada dursun.

Söz iyilikten açıldığında, özellikle bizim alanımız olan psikolojik bilimlerde birçok sorunun ardı ardınca sökün edeceğinin farkındayım. Yapılan iyiliğin karşıdaki insanda uyandırdığı hissiyat olan minnet, herkeste aynı şekilde mi ortaya çıkıyor? Kimi insanlar, varoluşlarının debelendiği haset anaforunda minnet duymakta, kadir kıymet bilmekte zorluk çekmiyorlar mı? İyiliğin sahiden bir gücü varsa bunu, insanın doğumundan itibaren gelişimi içinde, psikoloji teorilerinin ışığında nasıl delillendirmek gerekir? Böyle birçok soru… Ama madem sohbet kıvamında başladık, öylece sürdürmeye gayret edeyim.

Psikolojik sağlığın iki ölçütü

Bana göre psikolojik sağlığın, daha doğrusu karşımızdaki insanın sağlıklı bir kişilik yapısına sahip olup olmadığını anlamanın iki ölçütü var. İkincisinden başlayalım. Görünüşte aklı başında olan, belirgin bir ruhsal rahatsızlığa düçar olmuş izlenimi vermeyen bir kimsenin psikolojik bakımdan durumunu kestirmeden test etmek istiyorsanız, onun, çocuklara ve gençlere karşı hislerine ve duygu ve düşüncelerine bakmalısınız. Psikolojik bakımdan sağlıklı insan, şu dünya hayatındaki ikametimizin geçici olduğunu bilir, faniliğin künhüne vakıftır. Bu bilgi ve vukufiyetini, dünyanın acemi mukimleri çocukları ve gençleri samimiyetle sevgisinde dışa vurur. Hayat hakkındaki bilip öğrendiklerini onlara sevgi ve şefkatle öğretmek, kendi yaşadığı zorlukları onların çekmemesini ister. Aynı şekilde neleri kaçırdığını onlardan öğrenmek için çabalar. O yüzden kim ki, çocukları ve gençleri hiç sevmiyor, onların varlıklarına bile tahammül gösteremiyorsa o kimseye bir mim koyun. Bu kişi, faniliğini yeterince idrak edemediği için, kendisinde menzile bir adım daha yaklaştığı hissi uyandıran çocuklardan ve gençlerden hazzetmiyordur büyük ihtimalle.

Bilerek ikincisinden başladım zira psikolojik sağlığın birinci ölçütü o kadar net ve kapsayıcı ki, bir başka ölçüte lüzum bile yok. Haddi zatında sözünü ettiğim ikinci ölçüt de birinciyle yakından bağlantılı. Birinci ölçütümüz hasetle, daha doğrusu onun tam zıddı minnet hissiyle ilgili. Minnet hissinin gelişimini, psikolojik sağlığın temel ölçütü olarak görüyorum. Bir kimsenin kendisine yapılan iyiliğe verdiği cevap, onun psikolojik olgunluğu hakkında en sağlam kaynaklarımızdan. Mesleki bilgi ve tecrübem, bir kimsenin psikolojisine normal, kişiliğine sağlıklı diyebilmemiz için onda, belli ölçülerde şükran duygusunun, minnet hissinin gelişmiş olmasını şart koşuyor. Kendisine bahşedilen hayat nedeniyle Yaratıcısına samimiyetle şükreden, başka insanlardan, diğer canlılardan gördüğü iyilikler karşısında içtenlikle teşekkür edebilen kimse hakkında içiniz büyük ölçüde rahat olabilir.

Bir kimsede minnet hissi, ne kadar eksikse o eksikliğin yerini haset ve tamahkarlık, açgözlülük doldurur. Hasislik kadar apaçık görülebilen bir psikolojik hal daha yoktur. Hasis insan, minnet duygusu iyi gelişmediğinden içtenlikle teşekkür etmeyi beceremez. Dünyadan, hayattan, herkesten alacaklı gibidir. İstekleri karşılandığında teşekkür edeceğine anında yeni bir istekle karşınıza dikilir. Arada teşekkür benzeri beyanları olsa bile bunun yapmacık olduğunu, içine sinerek söylenmediğini hemen anlarsınız.

Minnet: Hem erdem hem haz

“Minnet” diyor André Comte-Sponville, “erdemlerin en hoşudur ama en kolayı değildir.” Bu etkileyici cümleden, bizim hep psikolojik bir kavram olarak ele aldığımız “minnet”in aynı zamanda bir erdem olduğunu, hoş olmakla birlikte pek de kolay olmadığını öğreniyoruz. Comte-Sponville, devamında minnetin bir “haz” olduğunu da söyleyerek psikolojik bakışa yaklaşıyor. Ona göre minnet, “hissedilen sevincin yankısı olan bir sevinç gibidir, fazla bir mutluluğa eklenen bir mutluluk daha gibidir.” Ve minnet hakkında güzel bir başka güzel cümlesi: “Erdemlerin en hoşu ve hazların en erdemlisidir.”

Minnet hem ahlaki hem psikolojik niteliklere sahipse, psikolojik boyutundan önce ahlaki olanı ele almak daha elzem. Minnet bir erdem zira bir insani davranışa verilen bir karşılık o. Minnetle karşılık veririz ama bizden bir şey alıp götüren bir verme değildir tam tersine yaşantının doyumsuz bir usaresi geriye bizde kalır.

Minnettarlığı, iyiliğe iyilikle karşılık vermekle karıştırmamalıyız. İyiliğe iyilikle mukabelede bulunmak, şüphesiz insan ilişkilerinin devamlılık kazanmasında, bağların güçlenmesinde çok önemli bir pekiştirici ama minnet hissetmek onunla birebir aynı değil. Minnet hisseden, bir karşılık verir ama ölçülebilir, maddi bir karşılık, somut bir beklenti değildir o. Öylece yapılan, iç-dünyamızda kendiliğinden ortaya çıkan, oluverendir.

Sadece samimiyetle sevinçli bir karşılık vermekle de sınırlı değil minnet. Minnet duyduğumuzda, şükran hissettiğimizde ya da içten bir teşekkür ettiğimizde, böyle bir yaşantıya vesile olan kimseyle paylaşıyoruzdur mutluluğumuzu. O bizim iyi hissetmemize neden olmuştur biz de “ona madem öyle sen de benim bu vesileyle yaşadığım şu hoşluktan buyur” der, paylaşırız iyi hissedişimizi. “Sevgi”nin bu alışverişten, sevinç yankılanmasından daha net gözüktüğü bir başka insani hal var mıdır? Sanmıyorum. Başka türlü olsaydı, bizim için yapılanı görmezden geldiğimiz, yaşantı vadisinde bir iyiliği sevinçle yankılamadığımız halleri, “nankörlük” gibi sevginin tam karşısında yer alan bir sözle adlandırmazdık.

Minnet eksikliği: Nankörlük, hasislik

Nankör, almış, almayı becermiş ama vermeyi bir türlü başaramayandır. “Nankör!”, “Nankörlük etme!”… Bir insana sevgiden, sağlıklı insan iletişiminden bihaber olduğunu, sadece kendisini ve sadece geleceği düşündüğünü bunlardan daha berrak ifade edebilen başka kelime yoktur. Bunları söylediğimizde, söz de bitmiştir zaten, dahası gerekmez. Bencilin de bencilidir nankör; bencillikte nankörlükten daha öteye gidilemez. Minnet edebilen insan, sevgiyi yaşayabilmesinin yanında mütevazılığı de başarabildiğini gösterir. Onun sayesinde her sevginin aynı zamanda bir mütevazılık içerdiğini de idrak ederiz.

Peki, hep kendini ve geleceğini düşünür, kimseyi, kendisine yapılan iyilikleri görmeden, sürekli alacaklıymış gibi yaşayıp giden, nankörlüğü hayat stratejisi olarak benimsemiş insan, mutlu mudur?

Belki bazıları öyleymiş gibi görünebilir ama nankörlerin asla başaramayacakları bir şey varsa o da mutlu ve huzurlu olabilmektir. Minneti, sevgiyi, mütevazılığı becerebilmiş, bu sayede mutluluğu, sükûnu yakalayabilmiş insanlardan farklı olarak nankörler, hep tedirgin ve endişe içindedir. Her an yeni bir hesabın, yeni bir alacak peşine düşmenin tatmin olmaz şeytanı dolaşır zihinlerinde. Hayattan da insanlardan da alacakları hiç bitmez; yaşamayı alacaklarını tahsil ettikleri asla gelmeyecek bir yarına erteler dururlar. O kadar gelecekle ilgilidirler ki ne şimdiyi ne geçmişi akıllarının ucundan bile geçirmezler, hasislikleri dinmez, tamahkârlıkları yatışmaz. İyilik etmek amacıyla yaşayan, gördüğü iyiliklerin karşısında minnet hissedebilen insanların yaşama sevincinin zerresi nankörlerin semtine bile uğramaz. Hayatları hayat değildir.

Oysa minnet

Minnet duyabilen, hiçbir karşılıksız beklemeksizin iyilik için çabalamanın hayattaki en güçlü neşe kaynaklarından olduğunu idrak etmiş insan, nankör gibi hayatı borç olarak yaşamaz.  Kendisine yapılan iyiliklerin kıymetini bildiği içindir ki, en büyük lütfun hayat olduğunu derinden kavramıştır. Hep şükür kapısının eşiğindedir, hep huzurdadır. Böyle olduğu için daha kolay baş eder hayatın derdiyle, mihnetiyle. Daha kolay bastırır, sol yanındaki endişenin her an vesvese veren tıpırtısını. Kalp atışlarını duymadan, nefes alışlarını fark etmeden, sağlık ve huzur içinde yaşar gider.

Ama dalkavuklukla minneti de karıştırmamalı, kula kulluğu minnet sanmamalıyız. Dalkavukluk, minnet değil, ahlaksızlıktır. Hakiki minnet, her zaman adalet ve iyi niyet ile birlikte olur, ancak hepsi birlikte sevince sevinç, sevgiye sevgi ekleyebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 28 Mart 2025’te yayımlanmıştır.

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x