Nuri Pakdil 18 Ekim 2019’da, 85 yaşında vefat etti. Ardında kırktan fazla eser bıraktı. Piyesten şiire, günlükten çeviriye farklı edebî türlerde kalem oynatan biriydi. Sanatçı, edebiyat kadar siyasî sahada da önemsenmekteydi. Son zamanlarına doğru şöhreti hiç olmadığı kadar artmıştı. Onun sanatı, kimliği, kültürel-politik konumlanışı hakkında birkaç söz söylemek, bu vesileyle hatırasına bir saygı nişanesi bırakmak istedim.
Pakdil İkinci Dünya Savaşı’na yakın bir vakitte doğmuştu. Maraş’ta, mütedeyyin bir çevrede yetişti. Ailesinin tercihiyle bir müddet evde özel eğitim gördü. Çocukken eline geçen atlas ve annesinin anlattığı hikâyeler muhayyilesini geliştirdi. Sonraki yıllarda bilhassa Ortadoğu’ya yönelik ilgisinin artmasında bu iki faktörün etkisi büyüktür. Savaş yıllarında radyodan dinlediği ölüm haberlerini bu atlas eşliğinde çocuk zihninde yorumlar. Annesi Vecihe Hanım’ın Arapça konuşabildiğini ve oğluna Cezayir hikâyeleri anlattığını Pakdil’in hatıralarından öğrenebiliyoruz. Ortadoğu, Kudüs, Afrika henüz çok küçükken aşinası olduğu ve sonradan onda bir ülküye dönüşecek anahtar kelimelerdir.
Pakdil ortaöğretim yıllarında aktif bir öğrencidir. Tiyatroyla ilgilidir. Okul dergisini çıkarır. Dinamik kişiliğiyle daha o zamanlar Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören gibi isimlere rol model olur. Çıkardığı yerel dergi, titiz bir edebiyatçı olan Nurullah Ataç’ın ilgisini çeker. Ataç başarısından ötürü Pakdil’i onurlandıran bir mektup gönderir.
Bir kuşağın mektebi: Ataç, Necip Fazıl, Karakoç, Gemuhluoğlu
Hemen kaydetmek gerekir ki Nurullah Ataç sanatçının dil tutumunda belirleyici olmuştur. Öztürkçeci oluşunun yegâne sebebi ondaki Ataç tesiridir. Erken yaşta o dönemin en büyük otoritesiyle teması sanatında hiç silinmez izler bırakır.
Üniversite için İstanbul’a geldiğinde sosyal çevresiyle beraber zihin âlemi de gelişir. Necip Fazıl’la tanışması sanatçının hayatında dönüm noktasıdır. Zaten kendisi de Necip Fazıl’ı “üstad” kabul ettiğini defalarca tekrarlamıştır. Ondan manevi sorumluluk, edebiyatın işlevi konularına dair öğretici hayat dersleri alır. Fethi Gemuhluoğlu ile tanışır ve ondan da dayanışmada bulunma ve yaşamda atak olma üstüne tecrübeler edinir. Hatta 1969 senesinde adı Pakdil’le özdeşleşen Edebiyat dergisini çıkarmada sanatçıyı harekete geçiren de doğrudan Gemuhluoğlu’nun telkinleridir. Pakdil’in buradaki en büyük kazançlarından biri de Sezai Karakoç’la yollarının kesişmesidir. İkili bir müddet ev arkadaşlığı da yapar. Sezai Karakoç Ortadoğu ile yakından ilgilidir. Yabancı dil bilir ve dünyayı takip eder. Pakdil’le müşterek kaygılar taşır. Nitekim her iki sanatçının da eserlerinde Ortadoğu’nun merkezi bir tema olduğu hatırlatılmalıdır.
Pakdil’in küçüklüğünden beri içinde bulunduğu muhitler politize nitelikleriyle temayüz eder. Maraş’taki çevresinin de İstanbul’da dahil olduğu sosyokültürel ortamların da genel karakteristiği bu minval üzeredir. Necip Fazıl’ın ideolog-demagog yanı, Gemuhluoğlu’nun İslam coğrafyasına olan özel dikkati, Karakoç’un “Diriliş” kavramı ekseninde yürüttüğü bilinçli ve programlı edebiyat ve siyaset faaliyeti kuşkusuz Pakdil’in hayatının ve sanatının şekillenmesinde etkisi olan hususlardır. Bu gibi vesilelerle inanç, Ortadoğu, Batı uygarlığı konuları Nuri Pakdil’in daima gündeminde olmuştur ve mezkûr konular sanatının da kutup başlarını verir.
Bir dava, bir dergi: Pakdil’in kurucu yılları
İdeolojik açıdan en güçlü etkileşimi yaşadığı İstanbul yıllarının Pakdil’in hayatında verimli bir dönem olduğu öne sürülebilir. Günleri kültür ve sanatla doludur. Etrafına gençleri toplar. Onlara önderlik eder. Bu vasfını hiç yitirmez. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirince Ankara’da, Enerji Bakanlığı’nda memuriyete başlar. Bir dergi çıkartma projesini hayata geçirmesi işte bu hukuk müşavirliği zamanlarındadır. Ne var ki dergiyle memuriyeti bir arada yürütmenin zorluğu onu istifaya götürür. 1973’te memuriyetten ayrılır. Artık tam zamanlı olarak kültüre ve sanata vakit ayırabilecektir. Kendini dergisine adar. Dergi, yukarıda zikredilen kimi genç yetenekleri etrafında toplar.
Edebiyat, Pakdil’in mektebidir. Bugün pek çoğu tanınan simanın o günlerde Pakdil’in Edebiyat’ında şair ve yazar adayı olarak boy gösterdiğini belirtelim. Bunlar arasında geleceğin Türkiye’sinin sendikacıları, milletvekilleri, akademisyenleri de bulunur.
Edebiyat; Mehmet Âkif’in Sebîlürreşâd’ından başlayan İslamcı dergicilik geleneğinin Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su ve Sezai Karakoç’un Diriliş’i ile devam eden zincirine eklenen bir halkadır. Dinî kaygılar taşıyan ve İslamcılık ideolojisi güden edebiyat meraklılarının yetişmesi için elverişli bir kültürel fidelik olması hasebiyle edebiyat sosyolojisinin göz ardı edemeyeceği bir periyodiktir.
Pakdil’in İslamî hassasiyetler etrafında gençleri bir araya getirmesi, onlara yalnız yazıları ile değil gündelik yaşantısıyla da ideal bir hayat sunmaya gayret etmesi zamanla şahsiyeti etrafında lejander (Legendary) bir hava oluşturur. Edebiyat Dergisi Yayınları’nı kurar ve 1972’den itibaren buradan neşredilen kitaplarıyla kültür sanat vitrininde kalmayı başarır. Diğer yandan Edebiyat’taki polemikleri ile Melih Cevdet’ten Yaşar Nabi’ye hâkim edebî paradigmayı karşısına alır. Eleştirileri ile yankı uyandırır. Dergide en çok Doğu Batı meselesine değinilir. Gelenek uygarlık, yerlilik modernleşme şeklinde formüle edilebilecek tematik kontrastlarla gayet keskin bir yayın politikasının güdüldüğü kendini derhâl belli eder. Dergi yeryüzünde beş kıtaya ulaşan aboneleriyle Türk edebiyatının ender süreli yayınlarından biri olmuştur. Edebiyat 1984’te maddi imkânsızlıklardan kapanır. Pakdil de bu tarihten sonra inzivaya çekilir.
Tıpkı Edebiyat’ta olduğu gibi Pakdil’in kitaplarında da hemen hemen aynı temalar işlenir. 2016’da ayımlanan son kitabına dek kırk küsur eseri inanç, ideoloji, yabancılaşma, Ortadoğu/Afrika, aydın sorumluluğu şeklinde özetlenebilecek bir tematik yoğunlaşma içerir.
İdeolojinin kalbi Kudüs
Ona göre ortak medeniyet havzasını Batı bölmüştür. Ortadoğu’daki topraklar Osmanlı’dan koparılmıştır. Ardından Ortadoğu Batı tarafından ezilmiş, sömürülmüştür. Ortadoğu’nun acısı Pakdil’in eserlerinde Kudüs’le simgelenir. Görmeyi arzu ettiği Kudüs’ü 2015’te devlet eliyle ziyaret imkânı bulur.
Pakdil, Batı’nın zihnen de işgal ettiği toprakların aydın kadrosuyla kurtarılacağına kânidir. O yüzden örgütlenmeye önem verir. Bu noktada kısaca onun politik-ideolojik hattaki yerine kısaca değinmek gerekir.
Pakdil denildiğinde ilk akla gelenlerden biri İslamcılığıdır. “Pakdil, İslamcılığı hayatının temel endeksi olarak telakki etmektedir. Sadece edebî safahatı ile değil politik yanıyla da İslamcılığa gönül vermiştir. Siyasal İslam yaklaşımıyla çok yakından alakadardır. Ona göre siyasal İslâm, Türkiye’yi ve yeryüzünü kurtaracak ideolojinin, İslâm ideolojisi olduğunun politik ifadesidir.”[1] Şu da eklenmelidir ki Pakdil’in on beş sene süren Edebiyat macerası esnasında bugünün politik iktidarının önemli bazı isimleri onun yanı başındadır. İran devriminden Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolüne dek pek çok konuda onlara görüşlerini aktarmıştır. 70’lerden beri sağ-muhafazakâr şeklinde tanımlanacak kesimde belli bir kültürel ve politik ağırlığı vardır. Bugünün aktif bazı siyasetçileri üzerinde ağabey imajı oluşturmuştur. Son zamanlarına dek evine devlet ricalinin gelip gittiği, hastalığında sağlık durumunun devletin en üst düzeyi tarafından sorulduğu bilinir. Cenazesine olan devlet katılımı ve cenaze namazını bizzat Diyanet İşleri Başkanı’nın kıldırması bile Pakdil’in aktüel politik hat üstündeki konumunu, politik iktidar üzerindeki tesirini aydınlatmaya yeter bir ipucudur.
Sanatçının kendi ifadesiyle “militan bir mizacı” vardır. Bu mizaç yazı diline de yansır: “EYLEM EŞİTTİR EDEBİYAT’A ABONE YAPMAK.” der. “Şarjörlerine yıldız sürülü gökyüzü!”, dinamit lokumlarına benzetilen kelimeler Ataç’tan devraldığı Öztürkçeciliği ile birleşir. Pakdil en çok bu dili ve üslubu nedeniyle tenkit edilmiştir. Dünya görüşüyle uyumlu bir dili olmadığı eleştirisi yaygındır. İslamcı cenahın hatta halkın diline uzak, sosyalist jargona yakındır. Öğretisiyle, inandığı değerlerle paradoks teşkil eden dili, özel mektuplarında dahi değişmez:
“Yaşasın, Edebiyat dergisinin tüm yeryüzü içerikli antiemperyalist, antikapitalist, antifaşist, ilerici, emekçi, neo-mistik, neo-metafizik (yani yeni-mistik, yeni-metafizik), evrensel, insancıl, barışçıl çağdaş çizgisi!
Yüce Tanrı’ya tutunarak.”[2]
Eleştirilse de edebî çizgisinde kararlıdır. Hususi hayatında da ödünsüzdür. Katı kuralları vardır. Okurlara gönderilecek yayınları özenle paketlemesinden evinde misafir ağırlamanın ritüellerine dek bir dizi prensibiyle herkesten ayrılır. Başkasına basit görünebilecek bir mizanpaj hatası onun için vahimdir. En yakınındakileri dahi paylamaktan çekinmez. Sorumluluğun icap ettiği bir meselede gevşeklik gösterilmesini kabul etmez. Hiddetlenir ve birden hırpalayıcı bir üslup takınır. Özellikle mektuplarını, günlüklerini okuyanlar bu nevi öfke nöbetlerine şahit olurlar. Otel Gören Defterler serisinde “bir gram manda tezeği bile” etmeyeceklerden bahsettiği beş ve altı numaralı kitaplar buna örnektir.
Pakdil’in ikinci baharı
Sanatçı, çok emek verdiği Edebiyat’ın kapanışının akabinde sükûtu yeğler. Bir süre kamuoyundan uzaklaşır. Sükûtu, geniş toplum kesimleri için sarsıcı bir tecrübe olan 28 Şubat’a dek sürer. O dönem yaşananlara tepki olarak seri biçimde kitaplarını yayımlar.
Pakdil’in 1950’lerden itibaren yazdığı düşünülürse, bu döneme kadar aşağı yukarı kırk seneyi aşkın bir edebî serüveni vardır. 28 Şubat dönemindeki çıkışının, 1997 sonrasında yazdıklarının kendisine bu kırk-elli senelik serüvenden daha fazla tanınırlık sağladığı iddia edilebilir. Bu, şahsi görüşüm; tartışılabilir. Bunu da iki sebebe bağlıyorum: İlki zor zamanlarda konuşmanın verdiği kahramanlık. Toplum yaşanılan kriz anlarında sözcülüğünü üstlenenleri unutmaz. İkincisi de Türk toplumunun görece politik bir toplum olması. Son yarım asırdır meselelerin siyaseten okunup yorumlanması. Yani Pakdil’in sosyopolitik kırılma anında seçtiği saf ve bunun siyaseten gördüğü teveccühten bahsediyorum.
O vakte dek yazılarıyla görünür olan sanatçının bundan sonra tercihlerinde düzenlemeye gittiği müşahede edilir. Pakdil artık panellerde, kitap fuarlarında doğrudan kitlesi ile buluşur. Toplumla fiziki teması popülaritesini artırır. Bilhassa 1970 sonrasında İslamî hassasiyetleri olan, muhafazakâr ancak nispeten sınırlı bir çevre etrafında şöhreti duyulan Nuri Pakdil 2000’li yıllara gelindiğinde yavaş yavaş bir edebiyat fenomenine dönüşür. Veciz ifadeleri sosyal medyada paylaşılır. Adına dijital hesaplar açılır. Kendisiyle röportajlar yapılmak istenir. Söyleşilere katılır. Daha önce reddettiği davetleri kabul etmeye başlar. Önceden imtina ettiği ödül törenlerine iştirak eder. 2013’te Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü’nü, 2014’te ise Necip Fazıl Saygı Ödülü’nü alır. Kısacası tanınırlığı, görünürlüğü eskiye nispetle çok artar. İsminin bu denli bayraklaşmasında “%51 estetik, %49 ideoloji” diye formülleştirdiği yazı tarzının payı büyüktür. Pakdil’se bu şekilde bayraklaşmaktan çok okunmayı, fikirlerinin idrakini önemsemiştir.
Pakdil’e eleştirel bir bakış
Bana kalırsa, Nuri Pakdil’in Türk kültür, sanat ve düşünce hayatındaki yeri şimdikinden daha etkili olabilirdi ama olamadı. Bunu üç nedene bağlıyorum. İlki, Pakdil’in programlı gitmeyişi… Genel bir program fikrinden mahrumdu. Tüm birikimini, bunca kültürel sermayeyi Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü, Karakoç’un Diriliş mefkûresi gibi bir programa dönüştürememesi kültür ve düşünce hayatımız adına kayıptır. İkincisi, Batı eleştirilerindeki rasyonelliğin eksikliğidir. İdeolojik saiklerle Batı’yı tenkit ederken yapamadığı, Batı’ya içerden bakmaktı. Dinamiklerini etüt etmekti. Bunu yapmadı. O, “Batı’nın zihniyet tasarrufuna, kültürel üretim stratejisine, kurduğu sistemin Müslümanlarla ilişkiye geçiş biçimine, hayatı düzenleyen otorite araçlarına eğilmek yerine daha çok beylik yargılarla onları mahkûm etmeye yönelen ve buhrandan çıkış için yine kendi kültür ve ideoloji bloğuna işaretle yetinen bir tavır” sergiledi.[3] Üçüncüsü ise dilidir. Kullandığı dilin savunduğu değerlerle bağdaştırılamayışı, daha geniş bir kitleye açılmasını engelledi. Mensubu olduğu düşünce dünyasını temsil kabiliyetine sahip bir dile mesafeli kaldı. Sistemsizlik, kültürel derinliğe yeterince inmek yerine ideolojik bakıştaki ısrar ve iletişimi sağlayan enstrüman tercihindeki hata Pakdil’in dezavantajları oldu. Tüm bunlara rağmen Nuri Pakdil külliyatı insanın zihin evrenini genişletici niteliktedir. Talat Sait Halman’dan Enis Batur’a, Necati Cumalı’dan Selim İleri’ye farklı renk ve tonlardan kültürel ikonaların sanatçıyı takdir etmesi argümanımıza sunabileceğimiz en nesnel kanıttır.
Pakdil’in düşünce dünyamızdaki yerini; kültürel, sosyopolitik hattaki karşılığını anlamak için bugün onun bıraktığı boşluğu doldurabilecek kimselerin var olup olmadığı sorusunu kendimize sormamız gerekir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 17 Ekim 2025’te yayımlanmıştır.
[1] Murat Turna: Hayatı, Edebiyatı ve Eylemiyle Nuri Pakdil, s. 645, Lejand Kitap, İstanbul, 2021.
[2] Nuri Pakdil: Mektuplar I, s. 266, Edebiyat Dergisi Yayınları, Ankara, 2014.
[3] Murat Turna: “İslâmcılık Üzerine Bazı Dikkatler ve Nuri Pakdil’in İslâmcı Çizgideki Yeri”, s. 228, SUTAD 2020.