Günümüzde sosyal medya, sadece bilgi ve eğlence platformu olmaktan çıkıp hayatımızın bir rehberi haline geldi. Hal böyle olunca da sosyal medyada sürekli ne yapmamız gerektiğini söyleyen bir dil oluştu. Sosyal medya edinmemiz gereken alışkanlıklar, yönelmemiz gereken hedeflerle ilgili tavsiyelerle dolu.
Fakat ister çeşitli alanlardan uzmanlar ister popüler içerik üreticileri olsun, bu yönlendirici söylemleriyle çoğu zaman, bireylerin düşünce ve davranış kalıplarını etkileyerek ruh sağlıkları üzerinde olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.
Her konuda önümüze konulan tavsiyeler çocuğumuza nasıl davranmamız gerektiğinden kariyerimizde alacağımız kararlara kadar uzanıyor. Haftalık diyet önerileri, doğru spor alışkanlıkları, aşk acısıyla nasıl başa çıkacağımız hatta hangi kelimeleri kullanarak konuşmamız gerektiğine kadar yönlendirmelerle dolup taşıyoruz. Üstelik bu öneriler, “bilen” kişilerin ağzından geldiğinde onların gerçekten bir gereklilik olduğuna inanmak da kaçınılmaz oluyor. Böylelikle aslında sorun bile olmayan şeyleri sorun gibi algılamaya başlıyor, tüm çözümün de tamamen elimizde olduğu yanılgısına kapılıyoruz.
Kapitalizmin insanı verimli hale getirme araçlarından biri olarak kişisel gelişim
Bu yönlendirici dilin en güçlü yansımasını kişisel gelişim sektöründe görmek mümkün. Kapitalizmin insanı daha verimli hale getirme araçlarından biri olan bu sektör, karmaşık sorunlara yüzeysel çözümler sunarak bireyden sürekli performans bekliyor. Üstelik, karşı karşıya kalınan sorunların sistemsel yönünü göz ardı edip tamamen bireysel çabayla çözülebileceğini empoze ediyor. Bunu yaparken de oldukça dayatmacı bir tavra bürünüyor.
Örneğin, hepimizin aşina olduğu “Konfor alanından çık” söylemi, bireyi sürekli bir şeyler başarmaya ve yukarıya doğru ilerlemeye zorlar. Ancak insanın hayat enerjisini kariyerden başka alanlara yöneltmek isteyebileceğini, dinlenmenin ya da durmanın da bir tercih olabileceğini göz ardı eder.
Benzer şekilde, son zamanlarda sıkça karşımıza çıkan “Kendinin en iyi hali ol” söylemi ise, her zaman daha fazlasını arzulamayı ve yetinmemeyi teşvik ederek tam da kapitalizmin ihtiyaç duyduğu tüketim alışkanlıklarını destekler.
Bu bilgi kalabalığı pek çoğumuzu yorsa da hatta bazılarımız bu bombardımana mesafeli durmaya çalışsa da farkında olmadan bize verilen bu öğütleri içselleştirdiğimizi görmek gerekir. Örneğin, kilonuzla ilgili bir takıntınız olmasa veya yaşam tarzınızı değiştirmek gibi bir niyetiniz bulunmasa bile, sadece gördüğünüz sosyal medya içerikleri nedeniyle kendinizi düzenli olarak tartıda bulabilirsiniz. Üstelik ortada hiçbir bir sağlık gerekliliği olmadığı halde.
Ne yapmamız gerektiğini dikte eden içerikler bizi kendimizden uzaklaştırıyor
Sosyal medyanın öğütleri, hayatımıza adeta kuşatıcı bir güçle giriyor. Talep etmediğimiz halde sürekli maruz kaldığımız öğütler ise iç dünyamızda önemli izler bırakıyor.
Bunun en temel etkisi, bizi kendi biricikliğimizden ve doğallığımızdan uzaklaştırması olarak karşımıza çıkıyor. Kendiliğindenlik, yani duygularımıza ve düşüncelerimize zorlamasız şekilde tepki verebilmek, sağlıklı bir ruh hali için gereklidir. İçten gelen tepkilerle ve esnek bir tutumla hareket edebilmek, sağlıklı bir yetişkinin olmazsa olmazıdır.
Eğer ebeveynseniz, aklınıza takılan her soru, çözüm bulmanız gereken her sorun için sosyal medyada yanıt bulabilirsiniz. Hatta hiç aklınızda olmasa bile ebeveynliğinizi ayarlamaya çalışan içeriklerin karşınıza çıkması kaçınılmaz. Bu içerikler, çocuğunuzu ne zaman kucağınıza almanız gerektiğinden bunu nasıl yapacağınıza kadar her ayrıntıya müdahale eder. Oysa ebeveynlik, kurallarla değil sezgilerle ve esneklikle yürütülür. Sağlıklı bir ebeveyn, çocuğunun ihtiyaçlarına olduğu kadar, kendi sınırlarına da duyarlı olan, hata yapmaktan korkmadan kararlar alabilen kişidir.
Talepkâr ve eleştirel iç sesin esiri olmak kaçınılmazdır
Bu doğallığın bozulmasındaki en önemli etkenlerden biri, şema terapi yaklaşımında talepkâr ve eleştirel ebeveyn modu olarak adlandırdığımız iç seslerin varlığı ve düzeyidir. Şema terapi, kişinin şu anki psikolojik zorlanmalarını, erken dönem deneyimlerinden kaynaklanan temel inançlar çerçevesinde bütüncül bir yaklaşımla ele alan bir terapi yöntemidir.
Bu yaklaşıma göre talepkâr mod, sürekli neyin nasıl yapılması gerektiğini buyuran, kişinin üzerinde “yanlış yapmama” baskısı kuran bir iç sestir. Bu ses, doğrularla yanlışları keskin çizgilerle ayırır ve her zaman yüksek beklentilidir. Kişinin ihtiyaçlarını dikkate almaz. Bazen duygu odaklı bazen de performans odaklıdır. Duygu odaklı talepkâr ses, kişinin “iyi insan” olma kaygısıyla başkalarının ihtiyaçlarına öncelik vermesine neden olur. Performans odaklı talepkâr ses ise iş, okul ya da ebeveynlik gibi alanlarda mükemmel olma baskısı kurar.
Talepkâr sesin beklentileri karşılanmadığında ise devreye eleştirel ebeveyn sesi girer. Bu moddayken kişi, kendini yetersiz, başarısız ve değersiz hisseder.
Talepkâr ve eleştirel seslerin kökeni genellikle çocukluk deneyimlerimize dayanır. Yüksek not almasına aşırı değer verilen, hata yapınca cezalandırılan, başka çocuklarla kıyaslanan ya da başkalarının (özellikle de ebeveynlerin) mutluluğundan sorumlu tutulan çocukların içlerinde bu baskıcı seslerin oluşma ihtimali yüksektir. Bu sesin şiddeti, sonraki yaşam deneyimlerin göre farklılaşabilir.
Günümüzde pek çok insanın kökenlerini çocukluğundan alan talepkâr bir sese sahip olduğunu biliyoruz. Sosyal medyadaki yönlendirici dil de adeta talepkâr ebeveyn sesiyle aynı tonda konuşur. Sürekli en doğruyu yapma ve hep daha fazlasına ulaşma ihtiyacı, talepkâr modları güçlü kişilerde daha kolay karşılık bulur. Ancak bu sesin isteklerini yerine getirmek neredeyse imkansızdır. Sonuç olarak, kaygı, depresyon, tükenmişlik ve psikosomatik rahatsızlıklar kaçınılmaz hale gelir.
Sosyal medyaya maruz kalma düzeyimiz, talepkâr iç sesimizi tekrar tekrar tetikler. Hatta başlangıçta bu sesi daha az duyan kişilerin bile bu yanlarını güçlendirebilir.
Bağımlı kişilik özelliğini besler
Bazı kişilerin bağımlı kişilik özelliği belirgindir. Bu kişiler, hayatın hemen her alanında kendi başlarına karar alamayacaklarına inanır ve en ufak seçimlerde bile başkalarının onayına ihtiyaç duyarlar. Kararsızlıkları, çevrelerindeki insanlara sürekli danışma gereksinimiyle başkalarını da yoracak noktaya varabilir. Bu davranışın kökeni yine kişinin çocukluk yıllarındadır.
Bağımlı kişilik geliştiren kişilerin, çocukluk dönemlerinde hareket özgürlükleri kısıtlanmış, kendi kimliklerini keşfetme ve geliştirme fırsatları ellerinden alınmıştır. Ebeveynlerin aşırı korumacı veya kontrolcü tutumları, çocuğun kendi ihtiyaçlarını tanımlama ve karşılayabilme becerilerini zayıflatmış, ona özerk bir kimlik geliştirme alanı bırakmamıştır. Bu altyapıya sahip kişiler, yetişkinliklerinde de başkalarına olan bağımlılıklarını sürdürür ve karar verme sürecinde sürekli destek ararlar.
Bağımlılığı yüksek olan kişilerin, psikolojik gelişimleri için özerklik kazanmaları, bağımsız bir kimlik oluşturmaları gerekir. Ancak sosyal medyadaki akıl verici ve yönlendirici dil, kişilerin bu bağımsızlaşma sürecini sekteye uğratabilir. Tavsiye yağmuru altında kalan birey, her adımında doğru seçim yapma kaygısına kapılır ve kendi ihtiyaçlarını göz ardı ederek başkalarının önerilerine bağlı kalır. Dolayısıyla kişilerin bağımlılığı yani sürekli olarak başkalarının önerilerine ve onayına ihtiyaç duyma alışkanlığı daha da kökleşir ve kişinin içsel rehberliğini geliştirmesi zorlaşır.
İçerik üretenlerin tek ihtiyacı etkileşim almak olmayabilir
Sosyal medyadaki akıl vericilerin amacının sadece etkileşim olduğunu düşünmek oldukça yüzeysel bir yaklaşım olur.
Bildiğimiz gibi uzman olsun ya da olmasın, herkes, sosyal mecralarda kendine bir kimlik inşa ediyor. Kullanılan dil ve yazılan içerikler, çoğu zaman kişilerin kimliklerinden ve deneyimlerinden bağımsız değil. Bu durum, elbette oldukça anlaşılır. Yas çalışan bir uzman, kendi yas sürecinden yola çıkarak bu alandaki çalışmalarını şekillendirmiş olabilir. Bu da onun kendini onarma sürecinin sağlıklı bir parçası olarak değerlendirilebilir.
Ancak, kendine dair içgörüsü olmayan insanların sağlıksız baş etme biçimlerine maruz kalma ihtimalimizi de göz önünde bulundurmak gerekir. Özellikle dayatmacı, buyurgan ve saldırgan içerikler söz konusu olduğunda. Kimin hayatta neyle baş etmeye çalıştığını bilemeyiz; hatta bazen o kişi bile bu durumdan bihaber olabilir.
Herhangi birine ısrarla “Konfor alanından çık” diyen bir kişi, kendi iş yaşamındaki hayal kırıklıklarıyla başa çıkmaya çalışıyor olabilir ya da ebeveyn davranışlarını keskin bir çizgiyle doğru ve yanlış olarak ayıran biri, kendi çocukluğundaki yaraları sarmaya çabalıyor olabilir.
Sosyal medya içeriklerinin ardında yatan motivasyonları anlamak, kişilerin mesafe alması gereken durumları daha iyi tespit etmesini sağlar.
Kendimizi korumanın yolu
Kendimizi sosyal medyanın etkilerinden korumak için sosyal medya detoksları, ekran saati sınırlamaları ya da takip edilen hesap sayısını azaltma gibi ‘davranışçı’ dediğimiz birtakım yöntemler kullanılabilir elbette. Bunlar bazen işe yarayabilir de.
Ama burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Yukarıda bahsettiğim talepkar ve eleştirel iç seslerimiz bu konuda da devreye girebilir. Yani kendimizi sosyal medyada çok fazla zaman harcamakla suçlayarak, bu zamanı azaltmak yönünde üzerimizde bir baskı kurarsak o zaman sağlıksız seslerimize boyun eğmiş, onları beslemiş olabiliriz.
Sosyal medyanın dayattığı beklentilerden tamamen sıyrılmak zor olsa da kendimizi korumanın yolu, içimizdeki sağlıklı ve sağlıksız sesleri fark etmekten geçer.
Sağlıklı yetişkin yanımız, benliğimizin sağlıklı tarafından gelen bir iç sestir. Kendi ihtiyaçlarımız ve çevremizdekilerin ihtiyaçları ya da beklentileri arasında bir denge kurar. Talepkar ve eleştirel yanlarımızın aksine bu yan, kendimize karşı daha şefkatlidir. Üzerimizde bir baskı hissettirmez.
Sağlıklı sesimize, kafamızdaki sesleri ayrıştırarak ulaşmak mümkündür. Belki bir yanımız türlü ‘- meli, – malı’ cümleleriyle bizi baskı altında tutarken, diğer yanımız kendimizi sürekli ve acımasızca eleştiriyor, belki bir yanımız da yetersiz, başarısız, değersiz hissediyordur. Ama kendimize karşı daha şefkatli olan, hatalara karşı esnek olabilen, ‘kendine fazla yüklenme’ diyen bir yan da hemen hemen hepimizde az ya da çok mevcuttur. İşte tutunacağımız sağlıklı yanımız tam da odur.
Yaşamınızın herhangi bir döneminde kendimizden emin ve memnun olan, hatalarımıza anlayış gösteren, kendimize en şefkatli olduğumuz bir zamanı hatırlamak da bizi sağlıklı yetişkin yanımıza götürür. ‘ O zamanki ben, nasıl düşünür, nasıl davranırdım?’ sorusuna verdiğimiz cevap, sağlıklı yetişkin sesimizdir.
Özetle, kendimizi dış dünyadaki gürültülere karşı korumanın en iyi yolu, sağlıklı yetişkin yanımızı mümkün olduğunca devreye almaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 21 Kasım 2024’te yayımlanmıştır.