Normalleşme başladı. Bazı insanlar hemen yollara dökülürken bir kesim de seyahate çıkmak, uzaklara gitmek gibi konularda henüz tereddütlü. Yurt dışında yaz tatili hayalleriyse büyük ihtimalle suya düştü bile. Görünen o ki çoğu insan bu yazı kendi ülkesinde, muhtemelen evinden çok uzaklara gitmeden geçirecek. Farklı bir coğrafya veya manzara karşısında duyduğumuz heyecanı yakınlarımızda bile hissedebilir miyiz? Hatta kendi mahallemizde park, sokak ve ağaçlık yerlerde yeni şeyler keşfetmek ne derece mümkün?
“Losing Eden: Why Our Minds Need the Wild?” (Cenneti Kaybetmek: Zihinlerimizin Neden Doğaya İhtiyacı var?) kitabının da yazarı, gazeteci Lucy Jones Guardian gazetesinde yayımlanan yazısında, çoğu zaman uzaklarda aradığımız huzurun hemen yanı başımızda olabileceğini kendi deneyiminden yola çıkarak anlatıyor.
“Karantina süresince çok sevdiğim ıssız şehir mezarlığı da dâhil çevremdeki birçok yeşil alanı daha yakından tanıma fırsatım oldu. İlk başlarda sıkılacağımı düşünsem de gün geçtikçe bu doğal alanlar benim için her gün yeni birer mekâna dönüştü. Doğa neredeyse her saat başı kendini yeniliyor. Günün ağardığı ve akşam karanlığının çöktüğü vakitler, kuş cıvıltılarının en canlı olduğu saatler. Toprak biraz ısındı mı yabani sarımsakların kokusu daha da keskinleşiyor. Güneş batmaya yakın, yemyeşil ısırgan otları parıldıyor. Gün ışığı ve nem kaybolurken, mine çiçekleri boy göstermeye başlıyor.”
Hayatlarımız, önemsediğimiz şeylerden ibaret, diyen yazar şöyle devam ediyor:
“Bu hız çağının radikal eylemleri ise yavaşlamak ve farkına varmak. Karaçamın canlı pembemsi kozalakları, veronikanın mavi yaprakları, neon kırmızı akar böcekleri… Hepsi karantina sayesinde farkına vardığım birer hazine gibi. Daha dikkatli baktıkça daha çok şey görüyoruz.
Duyularımız farkındalığımızı artırıyor. Geçtiğimiz hafta çocukluğumdan bu yana ilk kez guguk kuşunun sesini duydum iki farklı yerde. Sanırım hem etrafta araçların azalması hem de dışarıda geçirdiğimiz bu değerli zamanlarda hayata olan tutkumuzun bir sonucu bu.”
Doğanın iyileştirici etkisi
Yazar doğanın insan bedeni üzerindeki iyileştirici etkisine de örneklerle değiniyor:
“Hava yağmurlu olunca çoğu kimse yürüyüş yapmak istemez. Halbuki, yağmurdan sonra o etrafa yayılan toprak kokusu ve ağaçların görüntüsü görmeye değer. Hem bunun dinginlik ve rahatlamayla bağlantılı olan beyin dalgalarını da aktif hale getirdiği biliniyor.
Bazen kendime bir şey seçiyor ve ona odaklanıyorum. Bu kimi zaman farklı ton ve şekillerde bir yaprak, kimi zamansa farklı renklerde bir yaprağın sapı veya yosun gibi minnacık bir şey olabiliyor. Ve bunun gibi birçok şey hep şekil değiştiriyor. Üç yaşındaki çocuğumun mırıldandığı gibi adeta her gün yeni bir ‘dost’ ortaya çıkıyor. Yaşadığım bölgede (Hampshire) kara sağan kuşları, helikopter böcekleri, karanlık orman esmeri kelebekleri, kör kertenkeleler, kınkanatlılar ve tırtıllar karşınıza çıkabiliyor.
Evine çekildiysen saksı çiçekleri, pencere kenarındaki kuşyemlikleri veya bir ağacın yapraklarından süzülüp gelen gün ışığının iyileştirici etkisi olabilir. Japonlar bu ışık demetine komorebi diyorlar, buna göre güçlü ve adil toplumlarda herkesin, özellikle de bahçesi olmayanların penceresinden doğayı görmesi gerekiyor.
Kır çiçeklerini koklamayan, kuşları dinlemeyen yetişkinler
Dünyanın geri kalanıyla bağımızı yitirdik. Pek çoğumuz meşe ağacının yapraklarını bilmez. Yetişkinlerin yüzde 80’i kır çiçeklerini belki de hiç koklamıyor, yüzde 60’tan fazlası kuşların ötüşüne kulak vermiyor (çocuklarda bu istatistikler daha da yüksek). Bugünlerde hepimiz hiç olmadığı kadar doğada vakit geçiriyor ve çevremizdeki dünyanın öbür ucundaki bir tatil beldesinde bulabileceğimiz yeniliklerin farkına varıyoruz.
Doğa ve ruh sağlığı hakkındaki Losing Eden kitabımı yazarken doğayla zihinlerimiz arasındaki muazzam bağın farkına vardım. Öte yandan, doğaya kayıtsız yaşam alanları ve toplumlar oluşturmanın aslında ne kadar adaletsiz bir şey ve bir halk sağlığı felaketi olduğunu gördüm.
Son yıllarda psikologlar, dışarıda vakit geçirmek yerine ‘yakın doğanın’ farkında olma ve doğayla iç içe olmanın sağlığımız açısından çok daha yararlı olduğunu söylüyorlar. Doğanın farkına varmak, çevre yanlısı bir tutum da aynı zamanda. Bir yakınlık hissettiğimizde, diğer canlılarla karşılıklı bir ilişki kurma ihtimalimiz de artmış oluyor.”
Doğayla bağ kurmak
Karantina sürecinde satışlarını artıran meslek gruplarından biri de büyük ihtimalle çiçekçiler. İnsanlar evlere kapandıkları bu günlerde, yaşadıkları alanları mümkün olduğunca bitkilerle donatmaya çabaladı. Yazar Lucy Jones bu çabanın nedenini de açıklıyor yazısında:
“Bir pencereden bile olsa doğayla bağ kurmanın iyileştirici etkisini gösteren çalışmalar her geçen gün artıyor. Sevdiklerini kaybetmiş, yalnızlık çeken kimselerin ilacı da olabiliyor doğa. Kitabın araştırmasını yaptığım dönemde katıldığım eko terapi grubunda bir adam, günlük yürüyüşlerinde düzenli olarak bitkileri incelemenin yas tutma sürecini nasıl kolaylaştırdığını anlatmıştı. Çoğumuzun korku içinde olduğu, sıkıldığı ve sevdiklerini özlediği şu günlerde doğanın uyanışına şahit olmak gerçeklerden kaçmak için sağlıklı bir yol olabilir. Haberlerden bunaldığınızda, doğanın ritim ve motifleri size kol kanat gerebilir. Geri dönen kara sağan kuşlarına, kır çiçeklerinin muhteşem uyumuna ve etrafınızı saran ağaçlara sıkıca tutunun.
Evinizin yakınlarındaki kırları keşfedebilirsiniz. Şair Mary Oliver’ın deyimiyle ‘şeylerin ailesinde’ yani doğada kendi yerinizi bulabilirsiniz. Alelade görünen şeylerde aslında birçok cevher saklıdır. Daha çok isteyin, daha fazlasını keşfedin.”
Bu yazı ilk kez 4 Haziran 2020’de yayımlanmıştır.