İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg ya da ABD’de George Floyd’un polis tarafından öldürülmesini kaydeden Darnella Frazier, günümüzde seslerini duyurmayı başarmış genç kızlara yurtdışından iki örnek. Peki, neden tüm kız çocukları aynı şansa sahip değil? ‘Kız çocukları seslerini kaybetmeye direniyordu ancak kültür, onların seslerini kaybetmesine yönelikti” diyor New York Üniversitesi’nden Carol Gilligan ve Aeon internet sitesinde yayımlanan yazısında kız çocuklarının neden “sustuğunu” anlatıyor.
Yazının bazı bölümlerini aktarıyoruz:
“Yeniden kız okullarındayım. Yine kız çocuklarını dinliyorum ve kadınların neden suskun olduğunu merak ediyorum. 1980’leri ABD’deki çeşitli okullarda ve okul sonrası programlarda yaşları 7-18 arasında değişen yüzlerce kızla konuşarak ve dinleyerek geçirdim. (…) En çok da insanların kız çocuklarını susturmaya yönelik çabalarından etkilendiğimi hatırlıyorum. Sanki onları dinleyip aynı şekilde yaşamaya devam etmek imkânsızmış gibi. (…)
Kız çocuklarından, ilişkilerin tehlikeye girdiği bir dönüm noktası olan bağlantı krizini öğrendim. Ne hissettiğinizi, düşündüğünüzü söylerseniz kimse yanınızda olmak istemez, ne hissettiğinizi, düşündüğünüzü söylemezseniz kimse yanınızda olmaz. Her iki durumda da büsbütün yalnız kalacaksınızdır. (…)
İnsanlar bana kız çocuklarının da kendi seslerini duyurmasını istediklerini söylediğinde aklıma şehirdeki bir devlet okulunda beşinci sınıf öğrencisi olan Elise geliyor. Yalan söylemenin iyi olup olmadığıyla ilgili bir sohbet esnasında 11 yaşındaki Elise şöyle diyor: ‘Evim yalanlarla dolu.’ Euripides’in trajedisinde Iphigenia, babası Agamemnon’a, Yunan ordusunu Truva’ya taşıyacak rüzgârları kazanmak için kendisini feda etmeyi düşündüğü için ‘deli’ olduğunu söyler. Babasının savunduğu kültüre, erkeğin onurunu hayattan üstün tutan bir kültüre meydan okur. Haifaa al-Mansour’un yazıp yönettiği (Suudi Arabistan’da bir kadın olarak bir minibüsün içinden yönetmek zorunda kaldığı) Wadjda (2012) filmde 10 yaşındaki Wadjda bisiklet ister. Kadınların araba kullanamadığı ve kız çocuklarının bisiklete binemediği kültür onu yıldırmaz. Kur’an okuma yarışmasına katılır ve kazanır, annesinin yardımıyla çok istediği yeşil bisikleti alır ve filmin sonunda onu bisiklete binerken görürüz. (…)
Bu yüzden okullara geri döndüm. Artık kız okullarının müdürleri bir kez daha alarm veriyor, daha doğrusu liderlik ediyor, anı yakalıyor ve kız çocuklarıyla başlayan ve onların eğitimini de kapsayan dönüşüm potansiyelini görüyor.
Kız çocuklarının kendi sesleri var
İşte kız çocuklarını dinleyerek öğrendiklerim ve beni şaşırtanlar. İnsanlar kız çocuklarının kendi seslerini bulmasından bahsediyor; ama zaten onların kendi sesleri var. Açık sözlülükleri, özgüvenleri, netlikleri ve cesaretleri şaşırtıcı olabilir.
Bir kararla ilgili ne yapması gerektiğinden emin olmadığı bir zaman sorulduğunda, sekiz yaşındaki Diane kendini kötü hissettiğini, çünkü her akşam yemekte konuşmaya çalıştığında erkek ve kız kardeşinin sözünü keserek annesinin dikkatini ‘çaldığını’ söylüyor. Görüşmeyi yapan kişi soruyor: ‘Peki ne yaptın?’ Diane, bir akşam yemek masasına düdük getirdiğini ve sözü kesilince düdüğü çaldığını söylüyor. ‘Annem, erkek ve kız kardeşim aniden konuşmayı bırakıp bana döndüler ve ben de normal bir sesle şöyle dedim: Böylesi çok daha iyi’.
Geçen baharda birinci sınıfa giden bir öğrenciyi dinlerken, onun ilişkisel dünyasında olup bitenleri adlandırmada da aynı netliği ve bildiklerine karşılık vermede aynı kontrol duygusunu hissettim. Talya bana ‘Harika arkadaşları olduğunu’ söyledi ama aynı zamanda bir ‘dost görünümlü düşmanı’ da vardı. Bu kişi ‘anaokulunda gözüne kum atmış’, birinci sınıfta ‘davranışlarından pek hoşlanmadığı halde bütün sınıfın kendisi gibi davranmasını sağlamıştı. Sanki şunu söylemek istiyordu: Ben bu sınıfın sahibiyim… Herkes benim kurallarıma uysun.’ Buna karşılık bir şey yapıp yapmadığı sorulduğunda Talya şöyle diyor: ‘Ben sadece… görmezden gelmenin gücünü kullanmalıyız.’
Bu küçük kız çocukları, sinir bilimci Antonio Damasio’nun 1999 tarihli Olan Bitenin Verdiği His (The Feeling of What Happens) adlı kitabında anlattığı bilince ışık tutuyor. Bedenlerinde ve duygularında, deneyimlerini anbean kaydederler, olan bitenin müziğini ya da hissini alırlar ve daha sonra zihinlerinde ve düşüncelerinde çalarlar. Böylece ilişkisel suçlar ve kabahatler olarak düşünülebilecek şeyleri (birinin dikkatini çalmak, başkalarının sahibiymiş gibi davranmak) adlandırırlar ve bu konuda bir şeyler yapma kabiliyetlerine veya güçlerine güvenirler.
Bildiklerinin üzerini örtmek
Lyn Mike ile birlikte yazdığımız 1992 tarihli Yol Ayrımında Buluşma (Meeting at the Crossroads) isimli kitabımızda 7-18 yaşları arasındaki 100’e yakın kız çocuğuyla yaptığımız beş yıllık çalışmanın bulgularına yer vermiştik. İlişki dünyasında bu genç kızlara ‘ispiyoncular’ deniyor ve başlarına ne geldiğini bilirsiniz!
‘Bilmiyorum… Bilmiyorum… Bilmiyorum…’ Kızların çocukluktan ergenliğe geçişlerinde bu cümle görüşme kayıtlarımıza damgasını vurmuştu. Yakından dinlenip kendilerine soru sorulduğunda kız çocuklarının bilmediklerini iddia ettikleri şeyleri genellikle bildikleri ortaya çıkmıştı. Kendileri, başkaları ve yaşadıkları dünya hakkında… Sanki bilgilerine olan güvenlerini kaybetmişler ya da gücenme ya da yanlış cevap verme korkusuyla bildiklerini kendi deneyimlerine dayanarak örtmeyi öğrenmişler gibiydi: Başkalarının duymak istediklerini söylememek. (…)
Yol Ayrımında Buluşma, 1992’de New York Times tarafından yılın kitabı seçildi. Boston Globe’da eleştiri yazısı kaleme alan yazar, kitabı ‘açıklayıcı’ olarak nitelendirerek, ‘Ulusal düzeyde alarm verilmeli’ diyordu. Araştırma, kız çocuklarının seslerini kaybetmeye direndiklerini gösteriyordu ancak kültür, onların seslerini kaybetmesine yönelikti. (…)
Benliğin ilişkilerden ayrılması
Psikiyatrist Judith Herman, 1992 tarihli Travma ve İyileşme (Trauma and Recovery) adlı kitabında şu noktaya değiniyor: Bir zamanlar bağımlılıktan bağımsızlığa geçiş olarak görülen ve olgunluğun işareti olarak kutlanan benliğin ilişkilerden ayrılması, aslında bir travma kalıntısıdır, benliğin bunalmış olma deneyimine verdiği tepkidir.
(…) Kız çocuklarını dinlemek, dikkatimi, bu bölünmelerin cinsiyete dayalı doğasına ve bunların, çocukların kendileriyle ve başkalarıyla ilişki içinde yaşama becerilerini tehlikeye atacak bir geçiş töreninin ne kadar ayrılmaz bir parçası olduğuna çekti. İnsan kapasitelerinin bu cinsiyet kodlaması düşünceyi (‘eril’) duygudan (‘dişil’) ayırarak ve benliği (‘eril’) ilişkilerden (‘dişil’) ayırarak bir bağlantı krizi yaratır. Sıradan görünen şeyler (söz sahibi olmak ve ilişki içinde yaşamak) artık olağanüstü hale gelir.
Bütün bunları açığa çıkaranlar genç kızlardı. Çünkü ilişkiler söz sahibi olmaya, ataerkillik kültürü ise kadınların sessizliğine bağlıdır.
Sesi dünyayı değiştiren iki genç kız
Bunu, iki genç kızın seslerinin aslında çok büyük bir etki yarattığı bir zamanda söylüyorum. İsveç parlamentosunun önünde el yapımı pankartıyla tek başına duran 15 yaşındaki Greta Thunberg’i düşünüyorum. Onun tek kişilik okul grevi, dünya çapında milyonlarca insanın politikacıların iklim krizini ciddiye almadaki başarısızlığını protesto etmek için ortaya çıkmasıyla tarihte o zamana kadarki en büyük iklim eylemini ateşledi. ABD Kongre Binası’na geldiğinde Kongre üyeleri ona teşekkür etmek için akın ettiğinde Greta, ‘Bana teşekkür etmeyin, bir şeyler yapın’ demişti. Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda söylediği gibi: ‘Benim her gün hissettiğim korkuyu sizin de hissetmenizi ve sonra da harekete geçmenizi istiyorum.’ Okula gitmesi gerektiğini söyleyenlere de ‘Siz yetişkinler benim geleceğimi umursamadığınız için ben de umursamayacağım’ diyordu.
17 yaşındaki Darnella Frazier da George Floyd’un polis Derek Chauvin tarafından öldürülmesine tanık olan kalabalık arasında cep telefonunu çıkarıp kamerayla tüm olayı kaydeden tek kişiydi. Onun kaydı Chauvin’in mahkûm edilmesini sağlayan delil oldu. Gördüklerini kaydetmeseydi kimsenin ona inanmayacağını söyledi. Kendi sözleriyle ‘Floyd acı çekiyordu ve bu doğru değildi’. Bir bakıma olup bitenler apaçık ortadaydı ama yine de bu konuda bir şeyler yapan tek kişi Darnella’ydı.”
Yazar 2023 tarihli yeni kitabına İnsan Sesinde (In a Human Voice) adını verdiğini, çünkü bir zamanlar kafa karıştırıcı olan şeyin artık belirginleştiğini belirtiyor: ‘Farklı ses’ (özen etiğinin sesi), başlangıçta ‘kadınsı’ olarak duyulsa ve kadınlarla ilişkilendirilse de aslında insan sesidir. Toplumsal cinsiyet ikiliğine ve hiyerarşilere bağlı ataerkil ses ile farklılaşır. Ataerkilliğin yürürlükte olduğu ve dayatıldığı yerlerde insan sesi, direnişin sesidir. (…)
Kaybetmemek için susmak
ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerine göre, ABD’deki genç kızlar şu anda benzeri görülmemiş düzeyde depresyon ve intihar düşüncesinden muzdarip.
Yine ABD’de 10 binden fazla genç kızla yapılan Girls’ Index anketine göre, insanların kendilerini beğenmelerini istedikleri için gerçekte ne düşündüklerini ya da bir fikre katılmadıklarını (aslında aynı fikirde olmasalar da) söyleyip söylemedikleri sorulduğunda, genç kızların yüzde 46’sı söylemediğini ifade ediyor; bu oran, not ortalaması 4,0 ve üzeri olan kızlar arasında yüzde 62’ye kadar çıkıyor. Bunun, daha fazla fırsata sahip olduklarında kaybedecekleri daha fazla şey olmasından kaynaklanabileceğini düşünüyorum.
İnsanlar kız çocuklarındaki yüksek düzeyli psikolojik sıkıntıyı sosyal medyanın etkilerine bağlıyor ve bu yanlış değil. (…) Ama aynı zamanda kız çocukları ve kadınların üzerinde, kendilerine daha fazla fırsat kapısı açıldıkça, bağlantılarını tehlikeye atmamak ve dolayısıyla ilerleme şanslarını azaltmamak için gerçekte ne düşündüklerini ve hissettiklerini söylememeleri konusunda daha fazla baskı oluştuğunu da düşünüyorum.”
Benliğini susturmak depresyona davetiye
Yazar, benliği susturmanın depresyona davetiye çıkardığını ve ilişki kaybının umutsuzluğa ve kopukluğa yol açabileceğini vurguluyor: “Bağlantı krizi, psikolojik sıkıntı belirtilerini beraberinde getirir. Ama toplumun bakış açısından kız çocuklarının susturulması, kadınların aşikâr olanı isimlendirmeden, sorun çıkarmadan ataerkil yapılara girebilmelerini sağlamanın bir yoludur.
Kız okullarına geri döndüm, çünkü onları laboratuvar okullar olarak görmeye başladım: Demokrasiyi ataerkillikten kurtarmaya yönelik eğitici deneylerin yapıldığı yerler. Bunun anlamı, ilişki mücadelesinin savaşmaya değer bir mücadele ve kız çocuklarının eğitiminin kaçınılmaz bir parçası olduğudur. Kız çocuklarını eğitmek için öncelikle onların sağlıklı direnişlerine katılmak ve kötü bir pazarlık, yani kadınların ataerkillikle yaptığı sessizlik pazarlığını yapmamaları için cesaretlerini artırmak gerekiyor. Sonra da, özellikle çatışma ve anlaşmazlıklar karşısında, hem kendinizle hem de başkalarıyla nasıl derin bir bağ kurup yaşayacağınızı keşfetmenin zorluğunu üstlenmek.”
Bu yazı ilk kez 5 Mart 2024’te yayımlanmıştır.