Tüm dünyayı etkileyen sorunlar ve belirsizlikler çağında iyimser olmak hayalcilik mi? Bilim, teknoloji ve gelecek konularında yazan ve kısa bir süre önce Bardağın Dolu Tarafı: Neden İyimserler Dünyayı Değiştirme Gücüne Sahiptir (The Bright Side: Why Optimists Have the Power to Change the World) başlıklı kitabı yayımlanan Sumit Paul-Choudhury, Psyche internet sitesindeki yazısında, Alman filozof Leibniz’in iyimserlik düşüncesinden yola çıkarak “Dünya ve gelecek her zaman olasılıklarla doludur ve onu her zaman mümkün olan tüm dünyaların en iyisi yapmak için çabalayabiliriz” diyor.
Yazının öne çıkan bazı bölümlerini aktarıyoruz.
“İyimser olmak ne anlama gelir? Genellikle iyimserliği, işlerin en iyi şekilde sonuçlanacağı beklentisi olarak düşünürüz. Bu tür beklentilerin motivasyonel bir değeri olduğunu kabul etsek de ki bunlar günlük hayatın iniş çıkışlarıyla ve dünyada gördüğümüz mücadele ve çekişmelerle başa çıkmayı kolaylaştırır ancak entelektüel bakış açısından bu konuda hâlâ şüphe duyabiliriz. Sonuçta iyimserlik doğası gereği yanıltıcıdır; ‘gerçekçilik’ veya düpedüz kötümserlik, günümüzün sorunları ve geleceğin belirsizlikleri göz önüne alındığında daha haklı görünebilir.
Voltaire’in ünlü romanı Candide ya da İyimserlik’e (Candide or Optimism) (1759) aşina olanlarımız, roman kahramanı Dr. Pangloss’u ve her şeyin ‘mümkün olan en iyi dünyada’ en iyisi için olması gerektiği ifadesini hatırlayabilir. Pangloss ve arkadaşları felakete, savaşa, sakatlanmaya, zulme ve hastalığa maruz kaldıkça, inanç daha da körleşir. ‘Metafiziko-teolojik-kozmolo-nigoloji’ profesörü olan Pangloss, büyük Alman bilgini Gottfried Wilhelm Leibniz’in bir karikatürüdür ve bahsi geçen sloganı, Leibniz’in iyimserlik için mantıksal bir argüman sağlama girişimine dair Voltaire’in bakış açısını ifade eder.
Dünyada neden kötülük var?
Ya da bu gerçekten teolojik bir argümandı. Leibniz, bazı insanların beklentileri konusunda neden sürekli neşe içinde olduklarını açıklamaya koyulmamış, aynı zamanda her şeye gücü yeten, her şeyi gören ve her şeyi seven bir Tanrı’nın dünyada kötülüğün var olmasına neden izin verdiğini açıklamıştı. Bu ‘kötülük sorunu’ binlerce yıldır tartışılıyor, ancak bir cevaba ulaşmak için kutsal metinlere bakmak yerine akıl yürütmeyi ilk deneyen Leibniz’di. İlhamını, 1680’lerin başında, ışığın prizma veya aynalar sisteminden geçtiği yolun her zaman kaynaktan hedefe ‘en kolay’ veya ‘en uygun’ yolu izlediğini fark etmesinden aldı. Çağdaş filozof Jeffrey McDonough’un Mucize İnancı (A Miracle Creed) (2022) adlı eserinde ileri sürdüğü gibi, kısa sürede birçok başka olgunun da benzer bir ‘en uygun olma ilkesini’ izlediğini fark etti ki buna belki de Tanrı’nın yarattığı her şey dahildi.
O noktaya kadar, evrenin tam olarak olması gerektiği gibi olduğu varsayılmıştı. Leibniz ise Tanrı’nın dünyayı yaratırken birçok yasa ve bileşen arasından seçim yapmış olabileceğini, ancak bazı kombinasyonların içsel olarak tutarlı olmayacağını savundu. Bu yüzden Tanrı, bilgeliğiyle, hem ‘hipotezler açısından en basit hem de fenomenler açısından en zengin’ bir dünyayı oluşturan kombinasyonu seçti. Acı veya kötülük içermeyen mükemmel bir dünya olmayabilir, ancak mümkün olan tüm dünyaların en iyisi olacaktı. Bir dünya yaratmanın birçok olası yolu olabilirken, yalnızca bir tane en iyi yol vardır. Ve bu dünya görüşü iyimserlik olarak bilinir hale geldi.
Leibniz’in Teodise (Theodic) (1710) adlı kitabında ortaya koyduğu görüş hemen beğeni kazanmadı. Eleştirmenler, Tanrı’nın güdülerinin bu şekilde deşifre edilebileceği fikrine burun kıvırdılar. Ancak öldürücü darbeyi neredeyse yarım yüzyıl sonra vuran Voltaire oldu. Candide muazzam bir başarı yakaladı. Aynı anda beş ülkede yayımlanan eserin, sadece ilk yılında 20 binden fazla sattığı tahmin ediliyor. (…) Bugün bile birçok kişi Leibniz’in rasyonel bakış açısından çok daha fazla Voltaire’in hicivli bakış açısına aşina.
Peki Leibniz bir şey mi bulmuştu? Dünya görüşü, günümüzde iyimser olmanın daha net bir yolunu bulmamıza yardımcı olabilir miydi? Onun zamanında, dünyanın farklı bir şekilde düzenlenebileceği fikri, tuhaflık derecesinde yeniydi. Yüzyıllar boyunca, kozmosun Dünya’ya hiç benzemeyen yerleri barındırdığı ve gezegenimizin kendisinin geçmişte önemli ölçüde farklı olduğu daha da netleştikçe bu durum da yavaş yavaş değişti. Ancak 20’nci yüzyılın ortalarında, hem felsefenin hem de fiziğin, bizimkinin birçok olası evrenden yalnızca biri olduğu, yani en azından bunun mantık ve kuantum teorisindeki bazı problemleri düşünmenin yararlı bir yolu olduğu fikrinde birleşmeleriyle öne çıktı.
Aynısı pek çok başka sorun için de geçerliydi. Bu entelektüel saygınlık kültürel yaygınlığa dönüştü: Giderek daha az insanın ilahi bir plan fikrini kabul ettiği bir zamanda, birçok olası dünya olduğu fikri sezgisel olarak cazip geliyor. Geleceğin açık olduğuna, bugünden yarına gidebileceğimiz birçok alternatif yola inanma olasılığımız daha yüksek. Bilimsel değerleri ne olursa olsun, çoklu evren, hayatlarımızın ve toplumlarımızın gidişatının, aldığımız kararlar, yaptığımız eylemler ve başımıza gelen olaylar tarafından belirlendiği bir metafor olarak her yerde karşımıza çıkıyor. Bir zamanlar, kaderimizin tanrıların elinde olduğunu veya her hareketimizi amansız fizik yasalarının belirlediğini varsaymış olabiliriz. Bugün, sorumluluğun bizde olduğunu düşünüyoruz.
Bütün bunlar, Leibnizci iyimserliği yüzyıllardır olduğundan daha çekici hale getiriyor; merkezi metaforunun yenilenen geçerliliğinin yanı sıra bize dünyanın tüm tasarımını göremeyeceğimizi veya anlayamayacağımızı hatırlatıyor. Bir sorunu bir anda ve bir yerde çözmeye çalışmamız, muhtemelen tahmin edemeyeceğimiz başka yerlerde sonuçlar doğuracaktır. İklim değişikliği, Sanayi Devrimi’nin yarattığı muazzam ekonomik yükselişin bir yan ürünü. Birçok toplumun çöken demografisi, kısmen bebek ölüm oranlarındaki ve yaşam beklentisindeki büyük gelişmelerden kaynaklanıyor. Burada fikirlerimi okumanıza olanak tanıyan teknoloji, toplumsal normları da yeniden şekillendiriyor ve politikalarımızda büyük değişimler yaratıyor.”
“Mümkün olan en iyi dünyalar”
Yazar, bu durumun, dünyayı iyileştirmeye çalışmaktan vazgeçmemiz değil, mükemmelliğin sürekli olarak erişilemez kalmasını beklememiz gerektiği anlamına geldiğini söylüyor: “Kabullenilmesi o kadar da zor bir durum değil: Birkaç teknoloji fantezisi bir yana, kimse ütopyanın yarın veya ondan sonraki gün gelmesini beklemiyor. Ancak yine de mümkün olan en iyi dünyalar için çabalayabiliriz. Leibniz’in iyimserlik versiyonunu seküler, 21’inci yüzyıl dünya görüşüyle alakalı hale getirmenin anahtarı, ‘mümkün olan en iyi dünyalar’ı bir inanç ifadesi değil, bir özlem haline getirmektir. (…)
Kulağa soyut veya hayal ürünüymüş gibi gelebilir. Ancak aslında Bardağın Dolu Tarafı: Neden İyimserler Dünyayı Değiştirme Gücüne Sahiptir (The Bright Side: Why Optimists Have the Power to Change the World) adlı kitabımda ayrıntılı olarak açıkladığım gibi, çoklu evren düşüncesi hâlihazırda uygulamada yer buluyor, bunların çoğu da gerçekçi ve ciddi. İklimin geleceği ve buna vereceğimiz karşılıklar için senaryolar tasarlıyoruz; piyasaların nasıl krize sürüklenebileceğini, çatışmaların nasıl ortaya çıkabileceğini ve pandemilerin nasıl kontrol altına alınabileceğini canlandırıyoruz. (….) Milyarlarca dolar, milyonlarca hayat, endüstrilerin, toplumların ve ulusların yörüngesi, neredeyse açık bir şekilde, olası dünyalar düşüncesi tarafından belirleniyor.
Evet, iyimserlik geleceğin bugünden daha parlak olacağına dair kör bir inanç biçimini alabilir. Çoğumuz, günlük hayatımızda, koşullar zorlaştığında, engeller ortaya çıktığında ve gelecek bilinmezliklerle dolu olduğunda ilerlemeye devam etmek için bu inanca ihtiyaç duyarız. Ancak içinde yaşadığımız dünya ve hepimizin karşılaştığı zorluklar hakkında nasıl düşündüğümüze gelince, Leibnizci iyimserlik -orijinal iyimserlik- seçeneklerimizi değerlendirmek ve kadercilik duygularımızdan kurtulmak için verimli bir yol sunuyor. Dünya ve gelecek her zaman olasılıklarla doludur ve onu her zaman mümkün olan tüm dünyaların en iyisi yapmak için çabalayabiliriz.”
Bu yazı ilk kez 4 Mart 2025’te yayımlanmıştır.
