Kutuplaşmayı azaltmada medyanın rolü: Almanya örneği

Son yıllarda kutuplaşma gelişmiş demokrasilerde de arttı. 30 yıl önce bölünmüş bir ülke olan Almanya’da ise kutuplaşmada ciddi bir azalma yaşandı. Bunda medyanın rolü ne? Peki, Almanya bunu nasıl başardı?

Günümüzde çok sayıda ülkede, hatta zengin demokrasilerde bile artan kutuplaşma demokrasinin kendisi için önemli bir tehdit. Öte yandan araştırmalar, kamu yayıncılığına yatırımların artırıldığı Almanya gibi ülkelerde kutuplaşmanın azaldığını ortaya koyuyor. Atlantic Council’ın yönetici editörü Uri Friedman, The Atlantic’te yayımlanan yazısında bu araştırmalar ve yazarlarının görüşlerini temel alarak Almanya modelinin neden ve nasıl bir örnek oluşturduğunu anlatıyor. Yazının öne çıkan bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“Nazilerden kaçan Viyanalı bir Yahudi olan Hen Edmund Schechter, 1945 yılında savaş sonrası Almanya’ya geldiğinde sadece fiziksel olarak değil, ‘psikolojik olarak’ da bir ‘çorak arazi’ ile karşılaşmıştı.

Bütün gazeteler yayınlarını durdurmuş, radyo istasyonları yok edilmiş ve Nazi personel kalmamıştı. ‘Sessiz’ medya ortamı, ‘her şeyi gerçekten sıfırdan inşa etmek için bakir bir alan sağladı’ diyor Schechter. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’ya gitmek için savaş esirlerinin tutulduğu bir kamptan ABD’ye kaçmıştı. Amacı, onu yok etmekle tehdit eden karanlık güçleri yok etmeye yardımcı olmaktı.

Kendi ülkelerindeki medyadan esinlenen Amerikan, İngiliz ve Fransız yetkililer, Batı Almanya’da demokrasinin tesis edilmesine yönelik çabaların parçası olarak kontrolleri altındaki bölgelerde kamu hizmeti yayını yapıları oluşturdular. Sistemler, Nazilerin propaganda aygıtının benzerlerinin yeniden ortaya çıkmasını önlemek üzere bilinçli olarak tasarlandı. Schechter’in o dönem açıkladığı şekilde, istasyonların hükümetin bir ‘sözcüsü’ haline gelmemeleri, ‘toplumun her seviyesini’ temsil etmelerinin güvence altına alınması amaçlanmıştı.

Schechter, Batı Almanya’nın Amerikan bölgesindeki radyo faaliyetlerini denetleyecek ve meslektaşlarıyla birlikte, şu anda dünyanın en iyilerden biri olan Alman kamu medyası sisteminin temellerinin atılmasına yardımcı olacaktı. Öğrenilenlerin, siyasi kutuplaşmayla boğuşan ve farklı türden bir demokratik canlanma yolunda mücadele eden ABD’ye aktarılmasının zamanı geldi.

Güçlü kamu yayıncılığı popülizmi can evinden vuruyor

ABD’de son birkaç on yılda kutuplaşma, diğer zengin demokrasilere göre daha fazla arttı. Ancak iktisatçı Levi Boxell, Matthew Gentzkow ve Jesse Shapiro’nun araştırmalarına göre belki de daha çarpıcı olan, bu tür demokrasilerdeki kutuplaşmadaki en önemli azalmanın, 30 yıl önce bölünmüş bir ülke olan Almanya’da meydana gelmesiydi. (…) Yazarlar, verilerinde ilgi çekici bir model fark etmişti. Stanford Üniversitesi’nde doktora adayı Boxell’e göre ‘Kutuplaşmanın azaldığı ülkeler, kamu yayıncılığına çok daha fazla harcama yapanlardı.’

Almanya, kamu yayıncılığının gözden kaçan bir mükemmellik örneği. Adolf Hitler ve yandaşları tarafından kitle iletişim araçlarının sömürülmesine karşı bir panzehir olarak kurulan sistem, ülkenin çoğunu paylaşılan bir gerçeklik etrafında birleştirme konusunda dünyanın en etkili modellerinden biri. ABD tarzı federalizm, İngiliz tarzı kamu yayıncılığının özgürlüğü ve refah devleti tarzı medya düzenlemesinin bir karması olarak halkı yakın, hükümeti ise belli bir mesafede tutmak için tasarlanmıştı. Alman kamu yayıncıları, ABD’dekileri gölgede bırakan yatırım seviyelerinin yanı sıra siyasi yelpazede kayda değer ölçüde geniş kitlelere hitap ediyor ve yaygın güvene sahip.

New York Üniversitesi’nden medya araştırmacısı ve önde gelen demokrasilerde kamu medyasıyla ilgili iki araştırmanın yazarlarından olan Rodney Benson, Almanya’daki siyasi kutuplaşmayı azaltmada ‘denklemin bir parçası kesinlikle güçlü kamu medyası diyor.” (…)

Yazar, Almanya da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki popülistlerin sürekli olarak kamu yayıncılarına saldırmasının bir mantığı olduğunu söylüyor: “Güçlü kamu yayıncılığı, popülizmin can damarı olan kutuplaşmayı azaltıyor.

Medyanın bağımsızlığı ve yayın özgürlüğü

Almanya’nın kamu medyasının başarı öyküsü, 70 yıl önce, Schechter ve meslektaşlarının yeni gazeteler ve istasyonlar açması, demokrasi yanlısı Alman çalışanlar istihdam etmesi ve medyanın devletten bağımsızlığını korumak üzere yerel yasaların şekillendirilmesine yardımcı olmalarıyla başladı. Bütün bunlar, televizyon ortaya çıktığında yasal ve kurumsal bir çerçeve sağlamıştı.

1950 yılında bölgesel radyo istasyonları, yeni bir ulusal kamu yayıncısı olan ARD çatısı altına taşındı. Kamu medyası, bölgesel yayıncılar ağını ve Batı Alman eyaletlerine devredilen yayın yasalarını ve programlama sorumluluklarını içeren benzersiz bir federal yapı geliştirdi. Savaş sonrası anayasası, yayın özgürlüğü ve devletin medyaya müdahale etmemesi gibi ilkeleri içeriyordu.

Brookings Enstitüsü’nden Almanya uzmanı ve Alman haftalık Die Zeit dergisinden eski bir gazeteci olan Constanze Stelzenmüller, Alman kamu yayıncılığının ‘Almanya’da demokratik yeniden eğitim ve siyasi çoğulculuğu yeniden tesis etme aracı olarak başladığını, Soğuk Savaş sırasında özellikle Doğu’dan gelen dezenformasyon veya propaganda biçimlerini önleme aracına dönüştüğünü’ söylüyor. Ayrıca bugün, kamu yayıncılığının yeni bir görevi olduğunu da belirtiyor: Alman toplumunu Rus ve Çin propaganda ve dezenformasyon çabalarına karşı daha dirençli hale getirmeye yardımcı olmak.”

Yazar, günümüzde sosyal medya ve çevrimiçi akışın, belli bir saatte televizyon karşısında olma kavramını yerle bir etmesine karşın milyonlarca Almanın her akşam saat 8’de ARD’nin 15 dakikalık ulusal haber bültenini (Tagesschau) izlediğinin altını çiziyor: “İlk olarak 1952’de yayınlanan ve gazeteci Marie-Sophie Schwarzer’in ‘Batı dünyasının en başarılı haber programı’ olarak nitelediği program, her gün yaklaşık 10 milyon izleyici ile Almanların yüzde 12’sine hitap ediyor. ABD’deki en popüler akşam haberlerini izleyenler, Amerikalıların yaklaşık yüzde 3’ü. (…)

En güvenilir haber kaynakları

ARD’nin tarafsız siyasi talk show’ları da popüler. Her gün Almanların yüzde 53’ü ARD’nin 60’tan fazla radyo istasyonundan birini dinliyor. Yaklaşık yüzde 40’ı (siyasi sol ve sağda benzer yüzdelerle) ana haber kaynağı olarak ARD’yi veya ikinci ulusal kamu yayıncısı olan ZDF’yi gösteriyor. Soldakilerin yüzde 82’si, sağdakilerin ise yüzde 72’si ARD’ye güvendiklerini söylüyor.

Neticede kamu yayıncılarının, Almanya’daki en güvenilir haber kaynakları olduğu görülüyor. (…) Ancak popülist görüşlere sahip Almanlar, diğerlerine göre kamu medyasına daha az güveniyor. Mannheim Üniversitesi’nden medya araştırmacısı Hartmut Wessler, haberlerini internetten ve sosyal medyadan izleme eğiliminde olan genç Almanların Tagesschau ile bağının ‘biraz daha gevşek’ olduğunu söylüyor. (…)

Finansman düzeyi ve modeli

Alman kamu yayıncılığını destekleyen en önemli faktör, yüksek finansman düzeyi. Alman kamu medyası, kamu finansmanından kişi başına 135 dolar ve toplam finansmandan (reklam ve sponsorluklar gibi ek gelir kaynakları dahil) kişi başına 157 dolar alıyor. ABD’de kamu yayıncıları, devlet finansmanından kişi başına yalnızca 3 dolar; bireysel bağışlar, kurumsal destekler ve vakıf destekleri hesaba katıldığında kişi başına sadece 9 dolar alıyor.

Finansman modeli de aynı derecede önemli. Almanya’nın kamu yayıncıları, ayda neredeyse her hane tarafından ödenen yaklaşık 20 dolarlık sabit bir yayın ücretiyle finanse edilen milyarlarca Euro’luk işletmeler. Yayıncılar doğrudan devlet sübvansiyonu almıyor. Bu nedenle örneğin Kongre’den yıllık ödenek alan ABD Kamu Yayıncılığı Kurumu’na göre devletin nazını daha az çekiyorlar. (…) Wessler, kamu yayıncılarının ‘toplumsal gözetiminin’ bütçeler, liderlik, standartlar ve programlama gibi konuları denetleyen ve sendikalar, işveren dernekleri, dini kuruluşlar ve siyasi partiler gibi çeşitli grupları temsil etmeyi amaçlayan yayın konseyleri aracılığıyla gerçekleştiğini belirtiyor.

Yerelleşme ve rekabet

Bir ulusal kanal ve ülkenin 16 eyaletinde çok sayıda bölgesel yayıncı ile ARD’nin federal yapısı da önemli. Stelzenmüller, bu düzen, ‘sistemi daha gerçekçi bir temsilci haline getirmede büyük ölçüde yardımcı oldu. Kamu yayıncılığının gerçekten tüketiciye istediğini vermesi gerekiyor ve bu bölgesel ve siyasi olarak farklılık gösterebilir’ diyor.

Rekabet de işe yarıyor. Stelzenmüller, 1980’lerde Alman televizyonunu özelleştirmek için yapılan baskının bir sonucu olarak, ‘kamu yayıncıları biraz eski kafalı olduklarını ve uyum sağlamaları gerektiğini fark ettiler’ diyor. (Tagesschau artık TikTok’ta; ARD ve ZDF ise “Funk” adlı bir internet televizyonunu destekliyor.) (…)

Alman siyaseti, Avrupalı emsalleriyle karşılaştırıldığında nispeten istikrarlı ve merkezi kalsa da Doğu ve Batı Almanya’nın yeniden bütünleşmesi halen devam eden zorlu bir süreç. Almanya, aşırı sağcı Almanya için Alternatif partisinin yükselişi ve göç gibi konulardaki bölücü tartışmalarla birlikte, kutuplaşmanın getirdiği zorluklardan kesinlikle nasibini alıyor. (…)

Medya reformları somut ilerleme getirebilir

Kuşkusuz ABD’nin Almanya’nın başarısından öğrenebileceklerinin sınırı var. Kamu yayıncılığına artan yatırım; seçim hileleri, ekonomik eşitsizlik ve ülkenin çoğunlukçu siyasi kurumları gibi Amerikan kutuplaşmasının yapısal itici güçlerine karşı koymayacaktır. Ancak bir yerden başlamak gerekiyor. Medya reformları, bazı somut ilerlemelerin kaydedilebileceği girişimlerdir.

Biden yönetiminin kamu yayıncılığını artırma yönünde baskı yapma niyetinden bahsettiğimde, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’ndan demokrasi uzmanı Thomas Carothers, böyle bir çabanın kök salması için belki de çok geç kalındığını öne sürerek şüpheci davranıyor. Democracies Divided: The Global Challenge of Political Polarization (Bölünmüş Demokrasiler: Siyasi Kutuplaşmanın Küresel Meydan Okuması) kitabının editörlerinden Carothers, ‘Bir kez gerçekten kutuplaştınız mı, daha fazla kamu yayıncılığı veya daha fazla kamusal alan yaratmak gerçekten zordur, çünkü insanlar ya halihazırda kamusal alanı terk etmiş ya da çoktan kararlarını vermişlerdir’ diyor. ‘ABD’nin çoğu yerleşik demokrasiden çok daha fazla kutuplaşmasının bir nedeni kesinlikle ABD’de televizyonun özelleşmesi ve ardından diğer ülkelerden çok daha kapsamlı ve hızlı şekilde aşırıya kaçılması gerçeğidir’ diye ekliyor Carothers. Boxell ve meslektaşları da çalışmalarında, Fox News ve MSNBC’nin yayına başladığı 1990’ların ortalarından sonra ABD’de kutuplaşmanın hızlandığını ortaya koyuyor.

Yerel gazeteciliğe destek

Kamu yayıncılığında büyük adımlar atmak için pencerenin (az da olsa) açıldığı yer burası. Nitekim hem sağ hem de sol, mevcut partizan medya ortamıyla ilgili şikâyetlerde birleşiyor. Çoğu Amerikalının gözünde hiçbir medya kuruluşu iyi durumda olmasa da kamu medyası diğerlerine göre daha az yara almış ve hırpalanmış konumda. Bu da kamu hizmeti medyasının en güvenilir haber kaynağı olduğu demokrasilerdeki eğilimlere uygun düşüyor. (…)

Benson, kamu medyasına yönelik finansman artışı için iki partili desteği elde etmenin bir yolunun, yatırımların ‘ulusal medyadan daha popüler ve güvenilir görülen yerel gazeteciliğe destek’ biçimini alabileceğini söylüyor. Daha önce bunun siyasi kutuplaşmaya karşı bir siper görevi gördüğü görülmüştü. Buradaki ilham, ARD’nin Almanya’daki bölgesel yapısından ve BBC’nin yakın zamanda başlattığı Yerel Demokrasi Haber Servisi’nden geliyor. (…)

Böyle bir yaklaşım, ABD kamu yayıncılarının mevcut yerel istasyon ağlarıyla uyumlu olabilir ve yerel gazeteciliği desteklemek üzere iki partili yasama tekliflerini temel alabilir. Federal eylem mümkün olmazsa eyaletler bu çabayı üstlenmek için koalisyonlar oluşturabilir.

Benson, ulusal düzeyde böyle bir girişimin uygulanmasının zor olacağını kabul ediyor. Ancak bunun, ticari medyanın taraflılığı ve kutuplaştırıcı etkileriyle mücadeleye odaklanan ‘sosyal medya çağı için Adalet Doktrini’ gibi politika reformları yoluyla yapılabileceğini savunuyor. (…)

Mannheim Üniversitesi’nden Wessler, Almanya’da revaçta olan ve Amerikalı serbest pazarlamacıların daha çok ilgisini çekebilecek başka bir fikir ortaya atıyor: ‘Hem piyasa odaklı hem de kamu hizmeti veren haber-medya kuruluşlarından gelen kaliteli teklifleri bir araya getiren’, kısmen ülkenin yayın lisansı ücretiyle finanse edilen ‘ortak medya platformları’ kurmak.

Bu tür çabalar kesinlikle siyasi muhalefetle karşılaşacak olsa da Benson, ‘Bir kez tesis edildikten sonra evrensel hükümet hizmetleri çok popüler oluyor ve nadiren yürürlükten kaldırılıyor. ABD’nin deki kamu medyası çok savunmasız durumda, çünkü evrensel değil’ diyor.”

Bu yazı ilk kez 5 Ağustos 2021’de yayımlanmıştır.

 

Uri Friedman’ın The Atlantic’te yayımlanan “Germany Found a Way to Reduce Polarization. Could It Work in the U.S.?” başlıklı yazıdan öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2021/07/what-germany-can-teach-america-about-polarization/619582/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Kutuplaşmayı azaltmada medyanın rolü: Almanya örneği

Son yıllarda kutuplaşma gelişmiş demokrasilerde de arttı. 30 yıl önce bölünmüş bir ülke olan Almanya’da ise kutuplaşmada ciddi bir azalma yaşandı. Bunda medyanın rolü ne? Peki, Almanya bunu nasıl başardı?

Günümüzde çok sayıda ülkede, hatta zengin demokrasilerde bile artan kutuplaşma demokrasinin kendisi için önemli bir tehdit. Öte yandan araştırmalar, kamu yayıncılığına yatırımların artırıldığı Almanya gibi ülkelerde kutuplaşmanın azaldığını ortaya koyuyor. Atlantic Council’ın yönetici editörü Uri Friedman, The Atlantic’te yayımlanan yazısında bu araştırmalar ve yazarlarının görüşlerini temel alarak Almanya modelinin neden ve nasıl bir örnek oluşturduğunu anlatıyor. Yazının öne çıkan bazı bölümlerini aktarıyoruz:

“Nazilerden kaçan Viyanalı bir Yahudi olan Hen Edmund Schechter, 1945 yılında savaş sonrası Almanya’ya geldiğinde sadece fiziksel olarak değil, ‘psikolojik olarak’ da bir ‘çorak arazi’ ile karşılaşmıştı.

Bütün gazeteler yayınlarını durdurmuş, radyo istasyonları yok edilmiş ve Nazi personel kalmamıştı. ‘Sessiz’ medya ortamı, ‘her şeyi gerçekten sıfırdan inşa etmek için bakir bir alan sağladı’ diyor Schechter. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’ya gitmek için savaş esirlerinin tutulduğu bir kamptan ABD’ye kaçmıştı. Amacı, onu yok etmekle tehdit eden karanlık güçleri yok etmeye yardımcı olmaktı.

Kendi ülkelerindeki medyadan esinlenen Amerikan, İngiliz ve Fransız yetkililer, Batı Almanya’da demokrasinin tesis edilmesine yönelik çabaların parçası olarak kontrolleri altındaki bölgelerde kamu hizmeti yayını yapıları oluşturdular. Sistemler, Nazilerin propaganda aygıtının benzerlerinin yeniden ortaya çıkmasını önlemek üzere bilinçli olarak tasarlandı. Schechter’in o dönem açıkladığı şekilde, istasyonların hükümetin bir ‘sözcüsü’ haline gelmemeleri, ‘toplumun her seviyesini’ temsil etmelerinin güvence altına alınması amaçlanmıştı.

Schechter, Batı Almanya’nın Amerikan bölgesindeki radyo faaliyetlerini denetleyecek ve meslektaşlarıyla birlikte, şu anda dünyanın en iyilerden biri olan Alman kamu medyası sisteminin temellerinin atılmasına yardımcı olacaktı. Öğrenilenlerin, siyasi kutuplaşmayla boğuşan ve farklı türden bir demokratik canlanma yolunda mücadele eden ABD’ye aktarılmasının zamanı geldi.

Güçlü kamu yayıncılığı popülizmi can evinden vuruyor

ABD’de son birkaç on yılda kutuplaşma, diğer zengin demokrasilere göre daha fazla arttı. Ancak iktisatçı Levi Boxell, Matthew Gentzkow ve Jesse Shapiro’nun araştırmalarına göre belki de daha çarpıcı olan, bu tür demokrasilerdeki kutuplaşmadaki en önemli azalmanın, 30 yıl önce bölünmüş bir ülke olan Almanya’da meydana gelmesiydi. (…) Yazarlar, verilerinde ilgi çekici bir model fark etmişti. Stanford Üniversitesi’nde doktora adayı Boxell’e göre ‘Kutuplaşmanın azaldığı ülkeler, kamu yayıncılığına çok daha fazla harcama yapanlardı.’

Almanya, kamu yayıncılığının gözden kaçan bir mükemmellik örneği. Adolf Hitler ve yandaşları tarafından kitle iletişim araçlarının sömürülmesine karşı bir panzehir olarak kurulan sistem, ülkenin çoğunu paylaşılan bir gerçeklik etrafında birleştirme konusunda dünyanın en etkili modellerinden biri. ABD tarzı federalizm, İngiliz tarzı kamu yayıncılığının özgürlüğü ve refah devleti tarzı medya düzenlemesinin bir karması olarak halkı yakın, hükümeti ise belli bir mesafede tutmak için tasarlanmıştı. Alman kamu yayıncıları, ABD’dekileri gölgede bırakan yatırım seviyelerinin yanı sıra siyasi yelpazede kayda değer ölçüde geniş kitlelere hitap ediyor ve yaygın güvene sahip.

New York Üniversitesi’nden medya araştırmacısı ve önde gelen demokrasilerde kamu medyasıyla ilgili iki araştırmanın yazarlarından olan Rodney Benson, Almanya’daki siyasi kutuplaşmayı azaltmada ‘denklemin bir parçası kesinlikle güçlü kamu medyası diyor.” (…)

Yazar, Almanya da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki popülistlerin sürekli olarak kamu yayıncılarına saldırmasının bir mantığı olduğunu söylüyor: “Güçlü kamu yayıncılığı, popülizmin can damarı olan kutuplaşmayı azaltıyor.

Medyanın bağımsızlığı ve yayın özgürlüğü

Almanya’nın kamu medyasının başarı öyküsü, 70 yıl önce, Schechter ve meslektaşlarının yeni gazeteler ve istasyonlar açması, demokrasi yanlısı Alman çalışanlar istihdam etmesi ve medyanın devletten bağımsızlığını korumak üzere yerel yasaların şekillendirilmesine yardımcı olmalarıyla başladı. Bütün bunlar, televizyon ortaya çıktığında yasal ve kurumsal bir çerçeve sağlamıştı.

1950 yılında bölgesel radyo istasyonları, yeni bir ulusal kamu yayıncısı olan ARD çatısı altına taşındı. Kamu medyası, bölgesel yayıncılar ağını ve Batı Alman eyaletlerine devredilen yayın yasalarını ve programlama sorumluluklarını içeren benzersiz bir federal yapı geliştirdi. Savaş sonrası anayasası, yayın özgürlüğü ve devletin medyaya müdahale etmemesi gibi ilkeleri içeriyordu.

Brookings Enstitüsü’nden Almanya uzmanı ve Alman haftalık Die Zeit dergisinden eski bir gazeteci olan Constanze Stelzenmüller, Alman kamu yayıncılığının ‘Almanya’da demokratik yeniden eğitim ve siyasi çoğulculuğu yeniden tesis etme aracı olarak başladığını, Soğuk Savaş sırasında özellikle Doğu’dan gelen dezenformasyon veya propaganda biçimlerini önleme aracına dönüştüğünü’ söylüyor. Ayrıca bugün, kamu yayıncılığının yeni bir görevi olduğunu da belirtiyor: Alman toplumunu Rus ve Çin propaganda ve dezenformasyon çabalarına karşı daha dirençli hale getirmeye yardımcı olmak.”

Yazar, günümüzde sosyal medya ve çevrimiçi akışın, belli bir saatte televizyon karşısında olma kavramını yerle bir etmesine karşın milyonlarca Almanın her akşam saat 8’de ARD’nin 15 dakikalık ulusal haber bültenini (Tagesschau) izlediğinin altını çiziyor: “İlk olarak 1952’de yayınlanan ve gazeteci Marie-Sophie Schwarzer’in ‘Batı dünyasının en başarılı haber programı’ olarak nitelediği program, her gün yaklaşık 10 milyon izleyici ile Almanların yüzde 12’sine hitap ediyor. ABD’deki en popüler akşam haberlerini izleyenler, Amerikalıların yaklaşık yüzde 3’ü. (…)

En güvenilir haber kaynakları

ARD’nin tarafsız siyasi talk show’ları da popüler. Her gün Almanların yüzde 53’ü ARD’nin 60’tan fazla radyo istasyonundan birini dinliyor. Yaklaşık yüzde 40’ı (siyasi sol ve sağda benzer yüzdelerle) ana haber kaynağı olarak ARD’yi veya ikinci ulusal kamu yayıncısı olan ZDF’yi gösteriyor. Soldakilerin yüzde 82’si, sağdakilerin ise yüzde 72’si ARD’ye güvendiklerini söylüyor.

Neticede kamu yayıncılarının, Almanya’daki en güvenilir haber kaynakları olduğu görülüyor. (…) Ancak popülist görüşlere sahip Almanlar, diğerlerine göre kamu medyasına daha az güveniyor. Mannheim Üniversitesi’nden medya araştırmacısı Hartmut Wessler, haberlerini internetten ve sosyal medyadan izleme eğiliminde olan genç Almanların Tagesschau ile bağının ‘biraz daha gevşek’ olduğunu söylüyor. (…)

Finansman düzeyi ve modeli

Alman kamu yayıncılığını destekleyen en önemli faktör, yüksek finansman düzeyi. Alman kamu medyası, kamu finansmanından kişi başına 135 dolar ve toplam finansmandan (reklam ve sponsorluklar gibi ek gelir kaynakları dahil) kişi başına 157 dolar alıyor. ABD’de kamu yayıncıları, devlet finansmanından kişi başına yalnızca 3 dolar; bireysel bağışlar, kurumsal destekler ve vakıf destekleri hesaba katıldığında kişi başına sadece 9 dolar alıyor.

Finansman modeli de aynı derecede önemli. Almanya’nın kamu yayıncıları, ayda neredeyse her hane tarafından ödenen yaklaşık 20 dolarlık sabit bir yayın ücretiyle finanse edilen milyarlarca Euro’luk işletmeler. Yayıncılar doğrudan devlet sübvansiyonu almıyor. Bu nedenle örneğin Kongre’den yıllık ödenek alan ABD Kamu Yayıncılığı Kurumu’na göre devletin nazını daha az çekiyorlar. (…) Wessler, kamu yayıncılarının ‘toplumsal gözetiminin’ bütçeler, liderlik, standartlar ve programlama gibi konuları denetleyen ve sendikalar, işveren dernekleri, dini kuruluşlar ve siyasi partiler gibi çeşitli grupları temsil etmeyi amaçlayan yayın konseyleri aracılığıyla gerçekleştiğini belirtiyor.

Yerelleşme ve rekabet

Bir ulusal kanal ve ülkenin 16 eyaletinde çok sayıda bölgesel yayıncı ile ARD’nin federal yapısı da önemli. Stelzenmüller, bu düzen, ‘sistemi daha gerçekçi bir temsilci haline getirmede büyük ölçüde yardımcı oldu. Kamu yayıncılığının gerçekten tüketiciye istediğini vermesi gerekiyor ve bu bölgesel ve siyasi olarak farklılık gösterebilir’ diyor.

Rekabet de işe yarıyor. Stelzenmüller, 1980’lerde Alman televizyonunu özelleştirmek için yapılan baskının bir sonucu olarak, ‘kamu yayıncıları biraz eski kafalı olduklarını ve uyum sağlamaları gerektiğini fark ettiler’ diyor. (Tagesschau artık TikTok’ta; ARD ve ZDF ise “Funk” adlı bir internet televizyonunu destekliyor.) (…)

Alman siyaseti, Avrupalı emsalleriyle karşılaştırıldığında nispeten istikrarlı ve merkezi kalsa da Doğu ve Batı Almanya’nın yeniden bütünleşmesi halen devam eden zorlu bir süreç. Almanya, aşırı sağcı Almanya için Alternatif partisinin yükselişi ve göç gibi konulardaki bölücü tartışmalarla birlikte, kutuplaşmanın getirdiği zorluklardan kesinlikle nasibini alıyor. (…)

Medya reformları somut ilerleme getirebilir

Kuşkusuz ABD’nin Almanya’nın başarısından öğrenebileceklerinin sınırı var. Kamu yayıncılığına artan yatırım; seçim hileleri, ekonomik eşitsizlik ve ülkenin çoğunlukçu siyasi kurumları gibi Amerikan kutuplaşmasının yapısal itici güçlerine karşı koymayacaktır. Ancak bir yerden başlamak gerekiyor. Medya reformları, bazı somut ilerlemelerin kaydedilebileceği girişimlerdir.

Biden yönetiminin kamu yayıncılığını artırma yönünde baskı yapma niyetinden bahsettiğimde, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’ndan demokrasi uzmanı Thomas Carothers, böyle bir çabanın kök salması için belki de çok geç kalındığını öne sürerek şüpheci davranıyor. Democracies Divided: The Global Challenge of Political Polarization (Bölünmüş Demokrasiler: Siyasi Kutuplaşmanın Küresel Meydan Okuması) kitabının editörlerinden Carothers, ‘Bir kez gerçekten kutuplaştınız mı, daha fazla kamu yayıncılığı veya daha fazla kamusal alan yaratmak gerçekten zordur, çünkü insanlar ya halihazırda kamusal alanı terk etmiş ya da çoktan kararlarını vermişlerdir’ diyor. ‘ABD’nin çoğu yerleşik demokrasiden çok daha fazla kutuplaşmasının bir nedeni kesinlikle ABD’de televizyonun özelleşmesi ve ardından diğer ülkelerden çok daha kapsamlı ve hızlı şekilde aşırıya kaçılması gerçeğidir’ diye ekliyor Carothers. Boxell ve meslektaşları da çalışmalarında, Fox News ve MSNBC’nin yayına başladığı 1990’ların ortalarından sonra ABD’de kutuplaşmanın hızlandığını ortaya koyuyor.

Yerel gazeteciliğe destek

Kamu yayıncılığında büyük adımlar atmak için pencerenin (az da olsa) açıldığı yer burası. Nitekim hem sağ hem de sol, mevcut partizan medya ortamıyla ilgili şikâyetlerde birleşiyor. Çoğu Amerikalının gözünde hiçbir medya kuruluşu iyi durumda olmasa da kamu medyası diğerlerine göre daha az yara almış ve hırpalanmış konumda. Bu da kamu hizmeti medyasının en güvenilir haber kaynağı olduğu demokrasilerdeki eğilimlere uygun düşüyor. (…)

Benson, kamu medyasına yönelik finansman artışı için iki partili desteği elde etmenin bir yolunun, yatırımların ‘ulusal medyadan daha popüler ve güvenilir görülen yerel gazeteciliğe destek’ biçimini alabileceğini söylüyor. Daha önce bunun siyasi kutuplaşmaya karşı bir siper görevi gördüğü görülmüştü. Buradaki ilham, ARD’nin Almanya’daki bölgesel yapısından ve BBC’nin yakın zamanda başlattığı Yerel Demokrasi Haber Servisi’nden geliyor. (…)

Böyle bir yaklaşım, ABD kamu yayıncılarının mevcut yerel istasyon ağlarıyla uyumlu olabilir ve yerel gazeteciliği desteklemek üzere iki partili yasama tekliflerini temel alabilir. Federal eylem mümkün olmazsa eyaletler bu çabayı üstlenmek için koalisyonlar oluşturabilir.

Benson, ulusal düzeyde böyle bir girişimin uygulanmasının zor olacağını kabul ediyor. Ancak bunun, ticari medyanın taraflılığı ve kutuplaştırıcı etkileriyle mücadeleye odaklanan ‘sosyal medya çağı için Adalet Doktrini’ gibi politika reformları yoluyla yapılabileceğini savunuyor. (…)

Mannheim Üniversitesi’nden Wessler, Almanya’da revaçta olan ve Amerikalı serbest pazarlamacıların daha çok ilgisini çekebilecek başka bir fikir ortaya atıyor: ‘Hem piyasa odaklı hem de kamu hizmeti veren haber-medya kuruluşlarından gelen kaliteli teklifleri bir araya getiren’, kısmen ülkenin yayın lisansı ücretiyle finanse edilen ‘ortak medya platformları’ kurmak.

Bu tür çabalar kesinlikle siyasi muhalefetle karşılaşacak olsa da Benson, ‘Bir kez tesis edildikten sonra evrensel hükümet hizmetleri çok popüler oluyor ve nadiren yürürlükten kaldırılıyor. ABD’nin deki kamu medyası çok savunmasız durumda, çünkü evrensel değil’ diyor.”

Bu yazı ilk kez 5 Ağustos 2021’de yayımlanmıştır.

 

Uri Friedman’ın The Atlantic’te yayımlanan “Germany Found a Way to Reduce Polarization. Could It Work in the U.S.?” başlıklı yazıdan öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2021/07/what-germany-can-teach-america-about-polarization/619582/

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x