“Like”lara giden yol: Çocuğum

Çocuğun her halinin fotoğraflarının sosyal medyada paylaşılması, çocuğun üzerinde sonsuz hak sahibi olduğunu zanneden ebeveynlerin vazgeçemediği alışkanlığa dönüştü. Fakat sosyal medyayı yasaklamaya çalışmak da çözüm değil. O zaman ne yapmalı? İsmihan Şimşek yazdı.

Günümüzde tüketilen her nesne, insanın kendinde var olmayan bir kimliğin inşasına anlam yüklüyor. Giysiler, cep telefonu ya da arabasının markası insanlar arası ilişkilerinde kişinin kendisini daha değerli hissetmesini sağlıyor.

Bugün nesneler üzerinden kendini pazarlamanın üstüne, dijital dünya üzerinden ilgi odağı olma dürtüsü eklendi. Hatta bu dürtü sahip olamayacağı nesneler olduğunu fark eden dijital köleler için daha güçlü ve işlevsel. Çok lüks bir arabaya sahip olamasanız da sosyal medyada kendinizle ilgili şeyleri pazarlayarak yüzbinlerce takipçi elde edebilir, daha sonra o lüks arabaya giden yolu açabilirsiniz. Artık insan, kendisini sosyal mecralarda gönüllü olarak teşhir ediyor, çoğu kez iltifata tabi bir marifet sergilemeksizin sürekli başkalarından takdir ve onay bekliyor, bir bakıma kendisini nesneleştirerek bir özne olmaktan uzaklaşıyor.

Bu çağın en acınası tarafı “değersizleştirme” denebilir. Var olan kadim değerleri anlamsızlaştırdığı yetmez gibi yeni bir değer olarak pazarladığı şeyleri de çok çabuk tüketiyor. Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek, merhamet, yardım kavramlarının kuşatıcılığından uzaklaşan insan, parçalanmış, bölünmüş sevgilerde değer arıyor. Sosyal medyada hayvan sevgisi propagandası ile bir hevesle sahiplendiği -çoğu zaman satın aldığı- kediyi 2-3 hafta sonra sıkılıp sokağa atıyor. Aşk, muhabbet, aile kavramlarını yitiren insan, sanal ilişkiler kurup, ertesi gün sıkılıp başından atabileceği geçici heveslerle tatmin arıyor. Hatta aynı anda birçok kişiyle flörtleşmek çok yaygın bir hal aldı.

Dijital medya, bir yandan çocuk ve gençlere yeni sosyalleşme ve eğitim fırsatları sunarken; öte yandan aile içi ilişkilerde birtakım sorunların, pedagojik veya sosyal problemlerin ortaya çıkmasına yol açıyor. Dijital dönüşümden etkilenen önemli alanlardan birisi şüphesiz aile… Dijitalleşme; aile, ebeveyn-çocuk ilişkileri ile gençlerin yaşamlarında farklı düzey ve biçimlerde kapsamlı değişikliklere yol açtı.

Dijital ağın içine düşen kurban çocuklar

Çocuklar anne karnına düştüğü zamandan itibaren dijital ağın içine de düşüyor. Aileler, bebeklerinin anne karnındaki ultrason görüntülerini ve gelişim aşamalarının fotoğraflarını, hamilelik sürecini dijital medyadan paylaşmaya başlıyor önce. Sonra aşama aşama doğum, baby shower partisi paylaşımları, yapılan alışverişler, çocuğun parkta, denizde, okulda her halinin fotoğraflarının sosyal medyada paylaşılması, çocuğun üzerinde sonsuz hak sahibi olduğunu zanneden ebeveynlerin vazgeçemediği alışkanlığa dönüştü.

Bu paylaşımların etkisinin hangi boyutlara varacağını düşünemeyen ebeveynler çocukları üzerinden üstünlük kurma, ilgi odağı olma peşine düşüyorlar. Ayrıca çocuğun fotoğrafının üçüncü kişilerin de erişimine açık olacak şekilde paylaşılması daha da büyük sorunlara sebep oluyor. Üçüncü kişiler, bu fotoğrafları ya da videoları ele geçirdiğinde üzerinde bazı değişiklikler yapıp daha farklı internet siteleri üzerinde paylaşım yaparak çocuğun kişilik hakkı üzerinde telafisi olmayan büyük sorunlara sebep olabiliyor. Böyle bir durumun ortaya çıkması hem çocuğun kişilik hakkına bir tecavüz hem de kötü niyetli üçüncü kişiler tarafından çocukların istismar edilmesine zemin oluşturuyor.

Kişi hayatında yaşadığı bazı şeylerin üçüncü kişiler tarafından bilinmesini istemeyebilir ya da sadece kendilerine açıkladığı kimseler tarafından bilinmesini ister. Fakat aileler çocuklarının kişilik hakları konusunda son derece bilinçsizler. 2012 tarihli bir araştırmada,[1] annelerin %98’inin ve babaların %89’unun çocuğunun fotoğraflarını Facebook’a yükledikleri belirlenmiş. 2014 yılının sonunda, Michigan Üniversitesi C.S. Mott Çocuk Hastanesi Çocuk Sağlığı Ulusal Anket sonucuna göre, annelerin yarısından fazlasının, babaların üçte birinin sosyal medyada çocukları ve ebeveynlikleri ile ilgili paylaşımlarda bulunduğu saptanmış.

Özellikle Türkiye’de çocuk, ebeveynlerin mülkü gibi görülüyor, özel hayatı, onuru, itibarı göz ardı ediliyor. Çocuklarına bağımlı ebeveynler onların kimliğini, karakterini şekillendirirken onlara kendilerinin bir uzvuymuş gibi davranıyorlar. Üstelik bunu çoğunlukla “Onun iyiliği için yapıyorum” kılıfına sığınarak yapıyorlar.

Anne babanın bu fotoğrafları hangi amaçla paylaştıklarını kendilerine sormaları gerekir. Arkadaşları ve akrabaları görebilsin diye mi, yoksa kendi psikolojik arzularını tatmin ve çocuk üzerinden takdir toplamak için mi? 2018 yılının başlarında 16 yaşındaki bir çocuk İtalya’da kendi rızası dışında sosyal paylaşım ağlarında fotoğraflarını paylaşan annesine karşı açmış olduğu davayı kazandı. Dava neticesinde mahkeme, çocuğun kişilik haklarının korunması amacıyla şikâyete konu olan paylaşımların silinmesine hükmetti. Annenin gelecekte benzer davranışlarda bulunması durumunda da önleyici tedbir olarak 10 bin euro tazminat ödemesine karar verildi. Benzer örnekleri Avrupa’da sıklıkla görüyoruz.

Türkiye’de ise 200 bine yakın takipçisi olan ünlü bir blogger anne hakkında eşi tarafından açılan davada; annenin, çocuklarının video ve fotoğraflarını sosyal medya platformlarında paylaşarak kendi tanınırlığı ve takipçi sayısını artırma gayretinde olduğu, paylaşımların herkese açık şekilde yapıldığı, kamuya sunulduğu ve çocuklarının istismar edilmesine davetiye çıkardığı iddia ederek çocukların babası velayetlerinin kendisine verilmesi talebinde bulundu. Babanın taleplerini haklı bulan mahkeme, davanın sonuçlanmasını beklemeden aldığı ara kararla, çocukların velayetlerinin babaya verilmesine karar verdi ve annenin çocuklarının fotoğraflarını sosyal medya üzerinden yayınlanmasına yasak getirdi.

Ebeveynler sosyal medyayı genelde bir fotoğraf depolama alanı olarak da kullanıyor. Pedofili vakalarının internet üzerinden ne kadar yaygınlaştığı göz önüne alındığında anne ve babaya sevimli görünen bir fotoğraf ya da videonun bir sapkının önüne düştüğünde teşhir metası olmaktan öteye gitmediğinin altını çizmemiz gerekir. Avustralya hükümetinin güvenlik birimi tarafından yürütülen bir araştırmada, pedofili sitelerinde paylaşılan görüntülerin yaklaşık %50’sinin sosyal medya sitelerinden alındığı belirtiliyor.

Yine yapılan araştırmalarda, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki çocukların %92’sinin 2 yaşından önce çevrim içi var olduğunu ve yaklaşık üçte birinin ise hayatlarının ilk 24 saatinde sosyal medya sitelerinde gösterildiği belirtiliyor. Yine bu araştırmalara göre göre sosyal medya hesabı kullanan bir ebeveynin beşinci yaş güne kadar çocuklarının ortalama 1000 fotoğrafını paylaşmış olacağı, bunun yanı sıra aile yakınları, sağlık personelleri, doğum fotoğrafçıları ve öğretmenleri çocukların fotoğraflarını kontrolsüzce sosyal medyaya yükleyebiliyor.

Oyuncu anne, müzisyen anne, sporcu anne, çalışan anne, gezgin anne, doğal anne ya da olaya biraz daha ciddiyet katmak amaçlı akademisyen anne, uzman anne, öğretmen anne gibi kullanıcı adları ile oluşturulan sosyal medya hesaplarının günden güne sayıları artarak çoğalıyor. Bu şekilde birçok ebeveyn, ebeveynlik görevlerini en iyi şekilde yerine getirebildikleri konusunda toplumsal bir onay almak için çocuğunun resimlerini aşırı şekilde paylaşıyor ve çocuklarını psikolojik tatmin aracı olarak kullanıyor. Bu “Instagram anneleri” çocukları üzerinden para kazanmaktan da geri durmuyorlar. Çocuklarını kucağına alarak sokakta dilenen anneleri kınayanlar yine çocuklarını öne sürerek link paylaşıp para kazananları hayranlıkla takip ediyor.

Böylesine hak gaspının olduğu dijital ortamların kullanımıyla beraber unutulma hakkı kavramı hayatımıza girmiş oldu. “Unutulma hakkı” çocuklar için de önem arz ediyor. Çocuğun dijital ortamlarda yer alan ve başkalarının erişim ve takibini istemediği kendisine ait ses, fotoğraf, resim, görüntü ve diğer şahsi verilerinin ortadan kaldırılmasını, geçmişinde onunla ilgili ailesinin ya da başkalarının dijital medyada yaptığı paylaşımların, rızası olmayan bilgilerin arama motorlarından silinmesini, unutulmasını isteme hakkı var. Hatta bu hak Japonya’da birdenbire ortadan kaybolan gençlerin polis tarafından aranmasına bile engel oluyor. Çocuklarının peşine düşen ailelerin çocukları şüpheli bir durum olmadığı için polisler tarafından aranmıyor ve bu unutulma hakkını korumak olarak adlandırılıyor.

İnternet cahili ebeveynler

Bir yanda sosyal ağlarla bu kadar içli dışlı bir ebeveyn türü varken diğer yanda çocuğunun internette ne yaptığını, neden bu kadar ekran bağımlısı olduğunu anlamayan dijital dünyadan uzak kalan ebeveynler var. Çocuklarını ekranın malzemesi haline getiren ile ekranın sunduğu malzemeleri tüketen çocuklarını koruyamayan ebeveynler dijital çağa karşı bir denge tutturamıyor.

Gençler çocukluklarının ilk yıllarından itibaren, önceki nesillere kıyasla hayal bile edilemeyecek bir çeşitlilikte medya cihazları ve medya içeriği ile çevrelenmiş durumdalar. Çocuk ve gençlerin önemli bir kısmı da çevrelerindeki dünyayı bu dijital cihazlarla keşfetmeye başlamakta ve aile içinde başlayan dinî ya da sosyal kimlik kazanma süreçlerini sosyal medya platformlarında devam ettiriyorlar. Onlar bu internet çağının içine doğdular ve tüm hayatlarını internet ağında geçirmek onların normali…

Özellikle gündelik yaşamdaki sosyalleşme ve boş zaman etkinlikleri için ilgi çekici ortamların yetersizliği, gençleri her yerden erişebilecekleri daha ucuz olan sosyal ağlara yöneltiyor. Bu durum, çocukların ve gençlerin Tiktok, Tinder Facebook, X (Twitter), Instagram veya benzeri sosyal medyada geçirdikleri zamanın artmasına, sosyal çevrelerinin daralmasına ve dijital kültürün bu yaş grupları üzerinde daha belirleyici bir rol oynamasına yol açıyor. Bu doğrultuda medya, sosyalleşme üzerindeki potansiyel etkisini arttırarak; ebeveynler, öğretmenler, diğer sosyalleştirme vasıtaları veya otorite figürlerinin etkisini azaltıyor. Evlatlarının kafasını ekrandan kaldırmadığından şikâyet eden ebeveynlerin de evlatlarından pek bir farkı kalmadı. Ekrana bağımlı olmayan ebeveynler ise maalesef bilinçli bir tercihten ziyade dijital dünyanın cahili oldukları için uzak durmak zorunda kalıyorlar.

Fakat bu cahillik çocuklarının internette ne yapıp ettiklerini takip edememelerini, yeni dünya düzenini algılamakta geri kalmalarını, çocuklarının ellerinden kayıp gitmesini beraberinde getiriyor. Sadece yasaklar koyup, tepki göstererek çocuklarını ekrandan koparamayacaklarını anlamaları gerekiyor. Zaten bir süre sonra bu konuda başarılı olamayınca çocukları kendi haline bırakıp bir kenara çekilmek zorunda kalıyorlar. O sırada da çocuğun / gencin kimliğini, karakterini aileler değil yeni dünya düzenini kuranlar şekillendirmiş oluyor.

Dijital dünya gençleri nasıl etkiliyor?

Farklı medya biçimlerinin, içeriklerin, mesaj ve reklamların, yetişkinlerden ziyade ergenleri ve gençleri hedef alma eğiliminde olduğu da görülüyor. Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir araştırmaya göre ABD’de ankete katılan 18 yaşın altında en az bir çocuğu olan ebeveynlerin çoğunluğu (%66), bugün ebeveynlik yapmanın 20 yıl öncesine göre daha zor olduğunu ifade ediyor. Aynı araştırmaya katılan birçok ebeveyn de sosyal medya ve akıllı telefon ile benzeri teknolojileri buna sebep olarak gösteriyor.

Ekranlardan metin okumaya alışık, iletişimde sınır tanımayan, hızlı alışıp, sürekli değişen bu nesil; dikkat süreleri çok kısa, sabırsız, yakın çevresi ve akranları yerine dijital ortamda sosyalleşen ve linklerle oradan oraya savrulan bir nesil olarak karşımıza çıkıyor. Eğitimin dijital kaynaklarını tercih eden bu nesil; e-kitaplar, videolar, podcastler ve görsellerden bilgi ediniyor. Dolayısıyla yetiştirilme tarzları ve teknolojiyle olan deneyimlerinin bir sonucu olarak gençler, önceki nesillerle farklılık arz eden öğrenme tercihlerine ve stillerine sahipler.

Gençlerin yaşantıları genelde sanal ortamda olduğu için, aileye bakış açısı da farklılaşmaya başladı. 1-2 nesil öncesini tanımadığı ya da 2. dereceden akrabalarıyla diyalog kurmak istemiyorlar. Ebeveynlerinin kendilerini anlamadığını düşünerek, içlerine kapanıp kendilerine daha cazip imkanlar sunduğunu düşündükleri sanal dünyaya daha bağımlı hale geliyorlar. Ekonomik özgürlüklerini ellerine aldıktan sonra da aileden uzakta kalmaya başlıyorlar ve anne-baba-kardeş üçgeninin haricindeki kimseyi de aileden saymıyorlar. Çünkü artık onların internet ortamında “sanal ailesi” var. Doğum gününde “Facebook hatırlatmasıyla” kutlama paylaşımı yapan, bir fotoğraf paylaşımında beğen butonuna basan, 2 saniyeden fazla vakti varsa “kralsın kardeşim” yazan sanal yakınları, sanal aileleri var.

Yeni bir ebeveynlik anlayışı

Dijital mecralarda gençlerin karşısına çıkan bilgi kirliliği bir kısım gençleri deizm veya ateizme, illegal örgüt sempatizanlığı gibi ailelerinin ya da sosyal çevrelerinin onaylamayacağı düşüncelere yöneltiyor. Çocukların şüpheye düştüğü meselelerde ebeveynler tarafından tatmin edici cevapların verilememesi veya sorularının geçiştirilmesinin çocuğu dinî, sosyal, siyasi gibi pek çok konuda daha da şüpheye sevk edebileceği bir gerçek. Bu sebeple ebeveynlerin hem dinî okuryazarlık hem de medya okuryazarlığı açısından gerekli donanıma sahip olmalarının bu tarz şüphelerin giderilmesinde önemli bir yeri var.

Sözü edilen sorunların çözümü noktasında yeni bir ebeveynlik anlayışına ihtiyaç var ve ailelere büyük sorumluluklar düşüyor. Aslında burada sürekli gençlerin üzerine yüklenen yüklerin önce yetişkinler tarafından yüklenilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamak lazım. Yetişkinler “gençler kitap okumuyor, gençler internet bağımlısı, gençlerin idealleri yok” derken kendilerinin bu konuda nasıl davrandıklarına dönüp bir bakmaları gerekiyor.

Yeniden hatırlamamız gereken en önemli şeylerden biri de mahremiyetimiz… İnsanların en temel bir motivasyon kaynağı beğenilme, takdir görme, statü elde etme, fark edilme duyguları şüphesiz. Para ve güç kazanma arzusunun altında bile bu üstünlüğü kurma güdüsü yatıyor.  Bu kimlik arayışı yüzünden sosyal medyada daha fazla bulunma ve daha fazla görünme ihtiyacı duyuyor. Sürekli yeni bir şeyler paylaşma gereksinimi hissettiren sosyal medya, mahremiyetin de ortaya dökülmesine sebep oluyor. Toplum, dikizleme toplumundan dikizlenen topluma doğru evrilirken baş sorumlu olarak sosyal ağlar görülüyor. Beğenilme isteği nedeniyle sosyal ağlarda görsellik son hızda yayılıyor. Bu kendini gösterme isteği kimlik, statü, para, meslek, aile, beden, ev, araba, tatil, gittiği mekân, siyasal düşünce gibi birçok şey üzerinden sergileniyor.

Teşhir dürtüsünü törpüleyip mahremiyeti hatırladığımızda ebeveyn ve çocuk ilişkileri, aile içi huzur yeniden inşa edilebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Eylül 2024’te yayımlanmıştır.

[1] M. Bartholomew, S. Schoppe-Sullivan, M. Glassman, C. Kamp Dush, & J. Sullivan, “New parents’ Facebook use at the transition to parenthood. Family Relations” adlı araştırma

İsmihan Şimşek
İsmihan Şimşek
İsmihan Şimşek - 1984 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde lisansını, İstanbul Ticaret Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri’nde yüksek lisansını tamamladı. Kamu kurumları ve özel sektörde basın danışmanlığı ve iletişim departmanlarında yöneticilik yaptı. ÖNDER İmam Hatipliler Derneği’nde genel başkan yardımcılığı, KADEM Kadın ve Demokrasi Derneği’nde komisyon başkanlığı görevlerinde bulundu. Farklı dergilerde yayın yönetmenliği yaptı. Hazırladığı yazılar, haberler ve dosyalar dergi, internet sitesi ve gazetelerde yayımlandı. Medya ve din üzerine çalışmalarına devam ediyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

“Like”lara giden yol: Çocuğum

Çocuğun her halinin fotoğraflarının sosyal medyada paylaşılması, çocuğun üzerinde sonsuz hak sahibi olduğunu zanneden ebeveynlerin vazgeçemediği alışkanlığa dönüştü. Fakat sosyal medyayı yasaklamaya çalışmak da çözüm değil. O zaman ne yapmalı? İsmihan Şimşek yazdı.

Günümüzde tüketilen her nesne, insanın kendinde var olmayan bir kimliğin inşasına anlam yüklüyor. Giysiler, cep telefonu ya da arabasının markası insanlar arası ilişkilerinde kişinin kendisini daha değerli hissetmesini sağlıyor.

Bugün nesneler üzerinden kendini pazarlamanın üstüne, dijital dünya üzerinden ilgi odağı olma dürtüsü eklendi. Hatta bu dürtü sahip olamayacağı nesneler olduğunu fark eden dijital köleler için daha güçlü ve işlevsel. Çok lüks bir arabaya sahip olamasanız da sosyal medyada kendinizle ilgili şeyleri pazarlayarak yüzbinlerce takipçi elde edebilir, daha sonra o lüks arabaya giden yolu açabilirsiniz. Artık insan, kendisini sosyal mecralarda gönüllü olarak teşhir ediyor, çoğu kez iltifata tabi bir marifet sergilemeksizin sürekli başkalarından takdir ve onay bekliyor, bir bakıma kendisini nesneleştirerek bir özne olmaktan uzaklaşıyor.

Bu çağın en acınası tarafı “değersizleştirme” denebilir. Var olan kadim değerleri anlamsızlaştırdığı yetmez gibi yeni bir değer olarak pazarladığı şeyleri de çok çabuk tüketiyor. Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek, merhamet, yardım kavramlarının kuşatıcılığından uzaklaşan insan, parçalanmış, bölünmüş sevgilerde değer arıyor. Sosyal medyada hayvan sevgisi propagandası ile bir hevesle sahiplendiği -çoğu zaman satın aldığı- kediyi 2-3 hafta sonra sıkılıp sokağa atıyor. Aşk, muhabbet, aile kavramlarını yitiren insan, sanal ilişkiler kurup, ertesi gün sıkılıp başından atabileceği geçici heveslerle tatmin arıyor. Hatta aynı anda birçok kişiyle flörtleşmek çok yaygın bir hal aldı.

Dijital medya, bir yandan çocuk ve gençlere yeni sosyalleşme ve eğitim fırsatları sunarken; öte yandan aile içi ilişkilerde birtakım sorunların, pedagojik veya sosyal problemlerin ortaya çıkmasına yol açıyor. Dijital dönüşümden etkilenen önemli alanlardan birisi şüphesiz aile… Dijitalleşme; aile, ebeveyn-çocuk ilişkileri ile gençlerin yaşamlarında farklı düzey ve biçimlerde kapsamlı değişikliklere yol açtı.

Dijital ağın içine düşen kurban çocuklar

Çocuklar anne karnına düştüğü zamandan itibaren dijital ağın içine de düşüyor. Aileler, bebeklerinin anne karnındaki ultrason görüntülerini ve gelişim aşamalarının fotoğraflarını, hamilelik sürecini dijital medyadan paylaşmaya başlıyor önce. Sonra aşama aşama doğum, baby shower partisi paylaşımları, yapılan alışverişler, çocuğun parkta, denizde, okulda her halinin fotoğraflarının sosyal medyada paylaşılması, çocuğun üzerinde sonsuz hak sahibi olduğunu zanneden ebeveynlerin vazgeçemediği alışkanlığa dönüştü.

Bu paylaşımların etkisinin hangi boyutlara varacağını düşünemeyen ebeveynler çocukları üzerinden üstünlük kurma, ilgi odağı olma peşine düşüyorlar. Ayrıca çocuğun fotoğrafının üçüncü kişilerin de erişimine açık olacak şekilde paylaşılması daha da büyük sorunlara sebep oluyor. Üçüncü kişiler, bu fotoğrafları ya da videoları ele geçirdiğinde üzerinde bazı değişiklikler yapıp daha farklı internet siteleri üzerinde paylaşım yaparak çocuğun kişilik hakkı üzerinde telafisi olmayan büyük sorunlara sebep olabiliyor. Böyle bir durumun ortaya çıkması hem çocuğun kişilik hakkına bir tecavüz hem de kötü niyetli üçüncü kişiler tarafından çocukların istismar edilmesine zemin oluşturuyor.

Kişi hayatında yaşadığı bazı şeylerin üçüncü kişiler tarafından bilinmesini istemeyebilir ya da sadece kendilerine açıkladığı kimseler tarafından bilinmesini ister. Fakat aileler çocuklarının kişilik hakları konusunda son derece bilinçsizler. 2012 tarihli bir araştırmada,[1] annelerin %98’inin ve babaların %89’unun çocuğunun fotoğraflarını Facebook’a yükledikleri belirlenmiş. 2014 yılının sonunda, Michigan Üniversitesi C.S. Mott Çocuk Hastanesi Çocuk Sağlığı Ulusal Anket sonucuna göre, annelerin yarısından fazlasının, babaların üçte birinin sosyal medyada çocukları ve ebeveynlikleri ile ilgili paylaşımlarda bulunduğu saptanmış.

Özellikle Türkiye’de çocuk, ebeveynlerin mülkü gibi görülüyor, özel hayatı, onuru, itibarı göz ardı ediliyor. Çocuklarına bağımlı ebeveynler onların kimliğini, karakterini şekillendirirken onlara kendilerinin bir uzvuymuş gibi davranıyorlar. Üstelik bunu çoğunlukla “Onun iyiliği için yapıyorum” kılıfına sığınarak yapıyorlar.

Anne babanın bu fotoğrafları hangi amaçla paylaştıklarını kendilerine sormaları gerekir. Arkadaşları ve akrabaları görebilsin diye mi, yoksa kendi psikolojik arzularını tatmin ve çocuk üzerinden takdir toplamak için mi? 2018 yılının başlarında 16 yaşındaki bir çocuk İtalya’da kendi rızası dışında sosyal paylaşım ağlarında fotoğraflarını paylaşan annesine karşı açmış olduğu davayı kazandı. Dava neticesinde mahkeme, çocuğun kişilik haklarının korunması amacıyla şikâyete konu olan paylaşımların silinmesine hükmetti. Annenin gelecekte benzer davranışlarda bulunması durumunda da önleyici tedbir olarak 10 bin euro tazminat ödemesine karar verildi. Benzer örnekleri Avrupa’da sıklıkla görüyoruz.

Türkiye’de ise 200 bine yakın takipçisi olan ünlü bir blogger anne hakkında eşi tarafından açılan davada; annenin, çocuklarının video ve fotoğraflarını sosyal medya platformlarında paylaşarak kendi tanınırlığı ve takipçi sayısını artırma gayretinde olduğu, paylaşımların herkese açık şekilde yapıldığı, kamuya sunulduğu ve çocuklarının istismar edilmesine davetiye çıkardığı iddia ederek çocukların babası velayetlerinin kendisine verilmesi talebinde bulundu. Babanın taleplerini haklı bulan mahkeme, davanın sonuçlanmasını beklemeden aldığı ara kararla, çocukların velayetlerinin babaya verilmesine karar verdi ve annenin çocuklarının fotoğraflarını sosyal medya üzerinden yayınlanmasına yasak getirdi.

Ebeveynler sosyal medyayı genelde bir fotoğraf depolama alanı olarak da kullanıyor. Pedofili vakalarının internet üzerinden ne kadar yaygınlaştığı göz önüne alındığında anne ve babaya sevimli görünen bir fotoğraf ya da videonun bir sapkının önüne düştüğünde teşhir metası olmaktan öteye gitmediğinin altını çizmemiz gerekir. Avustralya hükümetinin güvenlik birimi tarafından yürütülen bir araştırmada, pedofili sitelerinde paylaşılan görüntülerin yaklaşık %50’sinin sosyal medya sitelerinden alındığı belirtiliyor.

Yine yapılan araştırmalarda, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki çocukların %92’sinin 2 yaşından önce çevrim içi var olduğunu ve yaklaşık üçte birinin ise hayatlarının ilk 24 saatinde sosyal medya sitelerinde gösterildiği belirtiliyor. Yine bu araştırmalara göre göre sosyal medya hesabı kullanan bir ebeveynin beşinci yaş güne kadar çocuklarının ortalama 1000 fotoğrafını paylaşmış olacağı, bunun yanı sıra aile yakınları, sağlık personelleri, doğum fotoğrafçıları ve öğretmenleri çocukların fotoğraflarını kontrolsüzce sosyal medyaya yükleyebiliyor.

Oyuncu anne, müzisyen anne, sporcu anne, çalışan anne, gezgin anne, doğal anne ya da olaya biraz daha ciddiyet katmak amaçlı akademisyen anne, uzman anne, öğretmen anne gibi kullanıcı adları ile oluşturulan sosyal medya hesaplarının günden güne sayıları artarak çoğalıyor. Bu şekilde birçok ebeveyn, ebeveynlik görevlerini en iyi şekilde yerine getirebildikleri konusunda toplumsal bir onay almak için çocuğunun resimlerini aşırı şekilde paylaşıyor ve çocuklarını psikolojik tatmin aracı olarak kullanıyor. Bu “Instagram anneleri” çocukları üzerinden para kazanmaktan da geri durmuyorlar. Çocuklarını kucağına alarak sokakta dilenen anneleri kınayanlar yine çocuklarını öne sürerek link paylaşıp para kazananları hayranlıkla takip ediyor.

Böylesine hak gaspının olduğu dijital ortamların kullanımıyla beraber unutulma hakkı kavramı hayatımıza girmiş oldu. “Unutulma hakkı” çocuklar için de önem arz ediyor. Çocuğun dijital ortamlarda yer alan ve başkalarının erişim ve takibini istemediği kendisine ait ses, fotoğraf, resim, görüntü ve diğer şahsi verilerinin ortadan kaldırılmasını, geçmişinde onunla ilgili ailesinin ya da başkalarının dijital medyada yaptığı paylaşımların, rızası olmayan bilgilerin arama motorlarından silinmesini, unutulmasını isteme hakkı var. Hatta bu hak Japonya’da birdenbire ortadan kaybolan gençlerin polis tarafından aranmasına bile engel oluyor. Çocuklarının peşine düşen ailelerin çocukları şüpheli bir durum olmadığı için polisler tarafından aranmıyor ve bu unutulma hakkını korumak olarak adlandırılıyor.

İnternet cahili ebeveynler

Bir yanda sosyal ağlarla bu kadar içli dışlı bir ebeveyn türü varken diğer yanda çocuğunun internette ne yaptığını, neden bu kadar ekran bağımlısı olduğunu anlamayan dijital dünyadan uzak kalan ebeveynler var. Çocuklarını ekranın malzemesi haline getiren ile ekranın sunduğu malzemeleri tüketen çocuklarını koruyamayan ebeveynler dijital çağa karşı bir denge tutturamıyor.

Gençler çocukluklarının ilk yıllarından itibaren, önceki nesillere kıyasla hayal bile edilemeyecek bir çeşitlilikte medya cihazları ve medya içeriği ile çevrelenmiş durumdalar. Çocuk ve gençlerin önemli bir kısmı da çevrelerindeki dünyayı bu dijital cihazlarla keşfetmeye başlamakta ve aile içinde başlayan dinî ya da sosyal kimlik kazanma süreçlerini sosyal medya platformlarında devam ettiriyorlar. Onlar bu internet çağının içine doğdular ve tüm hayatlarını internet ağında geçirmek onların normali…

Özellikle gündelik yaşamdaki sosyalleşme ve boş zaman etkinlikleri için ilgi çekici ortamların yetersizliği, gençleri her yerden erişebilecekleri daha ucuz olan sosyal ağlara yöneltiyor. Bu durum, çocukların ve gençlerin Tiktok, Tinder Facebook, X (Twitter), Instagram veya benzeri sosyal medyada geçirdikleri zamanın artmasına, sosyal çevrelerinin daralmasına ve dijital kültürün bu yaş grupları üzerinde daha belirleyici bir rol oynamasına yol açıyor. Bu doğrultuda medya, sosyalleşme üzerindeki potansiyel etkisini arttırarak; ebeveynler, öğretmenler, diğer sosyalleştirme vasıtaları veya otorite figürlerinin etkisini azaltıyor. Evlatlarının kafasını ekrandan kaldırmadığından şikâyet eden ebeveynlerin de evlatlarından pek bir farkı kalmadı. Ekrana bağımlı olmayan ebeveynler ise maalesef bilinçli bir tercihten ziyade dijital dünyanın cahili oldukları için uzak durmak zorunda kalıyorlar.

Fakat bu cahillik çocuklarının internette ne yapıp ettiklerini takip edememelerini, yeni dünya düzenini algılamakta geri kalmalarını, çocuklarının ellerinden kayıp gitmesini beraberinde getiriyor. Sadece yasaklar koyup, tepki göstererek çocuklarını ekrandan koparamayacaklarını anlamaları gerekiyor. Zaten bir süre sonra bu konuda başarılı olamayınca çocukları kendi haline bırakıp bir kenara çekilmek zorunda kalıyorlar. O sırada da çocuğun / gencin kimliğini, karakterini aileler değil yeni dünya düzenini kuranlar şekillendirmiş oluyor.

Dijital dünya gençleri nasıl etkiliyor?

Farklı medya biçimlerinin, içeriklerin, mesaj ve reklamların, yetişkinlerden ziyade ergenleri ve gençleri hedef alma eğiliminde olduğu da görülüyor. Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir araştırmaya göre ABD’de ankete katılan 18 yaşın altında en az bir çocuğu olan ebeveynlerin çoğunluğu (%66), bugün ebeveynlik yapmanın 20 yıl öncesine göre daha zor olduğunu ifade ediyor. Aynı araştırmaya katılan birçok ebeveyn de sosyal medya ve akıllı telefon ile benzeri teknolojileri buna sebep olarak gösteriyor.

Ekranlardan metin okumaya alışık, iletişimde sınır tanımayan, hızlı alışıp, sürekli değişen bu nesil; dikkat süreleri çok kısa, sabırsız, yakın çevresi ve akranları yerine dijital ortamda sosyalleşen ve linklerle oradan oraya savrulan bir nesil olarak karşımıza çıkıyor. Eğitimin dijital kaynaklarını tercih eden bu nesil; e-kitaplar, videolar, podcastler ve görsellerden bilgi ediniyor. Dolayısıyla yetiştirilme tarzları ve teknolojiyle olan deneyimlerinin bir sonucu olarak gençler, önceki nesillerle farklılık arz eden öğrenme tercihlerine ve stillerine sahipler.

Gençlerin yaşantıları genelde sanal ortamda olduğu için, aileye bakış açısı da farklılaşmaya başladı. 1-2 nesil öncesini tanımadığı ya da 2. dereceden akrabalarıyla diyalog kurmak istemiyorlar. Ebeveynlerinin kendilerini anlamadığını düşünerek, içlerine kapanıp kendilerine daha cazip imkanlar sunduğunu düşündükleri sanal dünyaya daha bağımlı hale geliyorlar. Ekonomik özgürlüklerini ellerine aldıktan sonra da aileden uzakta kalmaya başlıyorlar ve anne-baba-kardeş üçgeninin haricindeki kimseyi de aileden saymıyorlar. Çünkü artık onların internet ortamında “sanal ailesi” var. Doğum gününde “Facebook hatırlatmasıyla” kutlama paylaşımı yapan, bir fotoğraf paylaşımında beğen butonuna basan, 2 saniyeden fazla vakti varsa “kralsın kardeşim” yazan sanal yakınları, sanal aileleri var.

Yeni bir ebeveynlik anlayışı

Dijital mecralarda gençlerin karşısına çıkan bilgi kirliliği bir kısım gençleri deizm veya ateizme, illegal örgüt sempatizanlığı gibi ailelerinin ya da sosyal çevrelerinin onaylamayacağı düşüncelere yöneltiyor. Çocukların şüpheye düştüğü meselelerde ebeveynler tarafından tatmin edici cevapların verilememesi veya sorularının geçiştirilmesinin çocuğu dinî, sosyal, siyasi gibi pek çok konuda daha da şüpheye sevk edebileceği bir gerçek. Bu sebeple ebeveynlerin hem dinî okuryazarlık hem de medya okuryazarlığı açısından gerekli donanıma sahip olmalarının bu tarz şüphelerin giderilmesinde önemli bir yeri var.

Sözü edilen sorunların çözümü noktasında yeni bir ebeveynlik anlayışına ihtiyaç var ve ailelere büyük sorumluluklar düşüyor. Aslında burada sürekli gençlerin üzerine yüklenen yüklerin önce yetişkinler tarafından yüklenilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamak lazım. Yetişkinler “gençler kitap okumuyor, gençler internet bağımlısı, gençlerin idealleri yok” derken kendilerinin bu konuda nasıl davrandıklarına dönüp bir bakmaları gerekiyor.

Yeniden hatırlamamız gereken en önemli şeylerden biri de mahremiyetimiz… İnsanların en temel bir motivasyon kaynağı beğenilme, takdir görme, statü elde etme, fark edilme duyguları şüphesiz. Para ve güç kazanma arzusunun altında bile bu üstünlüğü kurma güdüsü yatıyor.  Bu kimlik arayışı yüzünden sosyal medyada daha fazla bulunma ve daha fazla görünme ihtiyacı duyuyor. Sürekli yeni bir şeyler paylaşma gereksinimi hissettiren sosyal medya, mahremiyetin de ortaya dökülmesine sebep oluyor. Toplum, dikizleme toplumundan dikizlenen topluma doğru evrilirken baş sorumlu olarak sosyal ağlar görülüyor. Beğenilme isteği nedeniyle sosyal ağlarda görsellik son hızda yayılıyor. Bu kendini gösterme isteği kimlik, statü, para, meslek, aile, beden, ev, araba, tatil, gittiği mekân, siyasal düşünce gibi birçok şey üzerinden sergileniyor.

Teşhir dürtüsünü törpüleyip mahremiyeti hatırladığımızda ebeveyn ve çocuk ilişkileri, aile içi huzur yeniden inşa edilebilir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Eylül 2024’te yayımlanmıştır.

[1] M. Bartholomew, S. Schoppe-Sullivan, M. Glassman, C. Kamp Dush, & J. Sullivan, “New parents’ Facebook use at the transition to parenthood. Family Relations” adlı araştırma

İsmihan Şimşek
İsmihan Şimşek
İsmihan Şimşek - 1984 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde lisansını, İstanbul Ticaret Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri’nde yüksek lisansını tamamladı. Kamu kurumları ve özel sektörde basın danışmanlığı ve iletişim departmanlarında yöneticilik yaptı. ÖNDER İmam Hatipliler Derneği’nde genel başkan yardımcılığı, KADEM Kadın ve Demokrasi Derneği’nde komisyon başkanlığı görevlerinde bulundu. Farklı dergilerde yayın yönetmenliği yaptı. Hazırladığı yazılar, haberler ve dosyalar dergi, internet sitesi ve gazetelerde yayımlandı. Medya ve din üzerine çalışmalarına devam ediyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x