20’li yaşlarımın sonlarında iflah olmaz bir tüketiciydim. Maaşım az olduğu için sürekli indirim peşinde koşar, bu sefer de odağımı kaçırıp bana uygun olsun olmasın sırf ucuz diye karşıma çıkan bir sürü gereksiz şeyi satın alırdım. Yeni yaygınlaşan e-ticaret sitelerine girer, outlet sayfalarında çok fazla vakit geçirir ve tabii para harcardım. Alışveriş konusunda hiçbir bilincim yoktu.
Tam da bu bilinçsiz tüketicilik yıllarımda karşıma çıkan iki kavram hayatımda gerçek anlamda yeni bir sayfa açmamı sağladı: Dağınıklığın azalması (declutter) ve minimalizm.
Hayatta mutlu olmanın yolunun daha çok alabilmekten, evde ihtiyacım olmayan eşya biriktirmekten geçmediğini ve az eşyanın nasıl bir huzur yaratabileceğini fark etmeye başladım. İki kişilik bir ailenin evinde neden 30 kişiye yetecek kadar çay bardağı vardı? Çalıştığımız ofislerde, niçin ihtiyacımızdan çok daha fazla kalem masamızı işgal ediyordu? Bu sorular ufak ufak aklımı kurcalamaya başladı.
İşte benim ‘minimalizm’ maceram yaklaşık 10 yıl önce böyle başladı. Bu yaklaşım hayatıma girdikten sonra hem huzurum hem de mutluluğum arttı. Ve bence hayat daha kolaylaştı. Önceliklerimi belirlemek, kendime ve hayatta sevdiğim şeylere yoğunlaşabilmek için kazandığım zaman da cabası. Sadeleşen hayatım ve törpülenen tüketim alışkanlıklarımla, daha çok zaman ve para bana kaldı, evimde alan açıldı. Böylece eşyaya daha az odaklanıp zamanımı ve bütçemi kendime ve hayattan asıl istediklerime yöneltebildim. Daha mutlu oldum, kendimi geliştirdim, tutkularımın peşinden koştum, daha çok deneyim kazandım.
Hayatta mutlu olmanın yolunun daha çok alabilmekten, evde ihtiyacım olmayan eşya biriktirmekten geçmediğini ve az eşyanın nasıl bir huzur yaratabileceğini fark etmeye başladım. İki kişilik bir ailenin evinde neden 30 kişiye yetecek kadar çay bardağı vardı? Çalıştığımız ofislerde, niçin ihtiyacımızdan çok daha fazla kalem masamızı işgal ediyordu?
Minimalizm hayatımıza nasıl girdi?
Peki, minimalizm ne? Nasıl doğdu? Hayatımıza nasıl girdi? Bizim kültürümüze ne kadar uygun?
Kapitalizmin bu denli hayatımızı sarıp sarmaladığı bir çağda, karşı bir hareketin oluşması aslında sürpriz sayılmaz. Minimalizm de tüketimin hızla artması ve birçok insanın mutluluğu daha çok eşyaya sahip olmakta aramasına bir tepki olarak ortaya çıktı. Katı sınırlarla çevrili bir tanımı da yok.
Bu akım özünde “az çoktur” anlayışına dayanıyor, bunu bir insanın hayatında kendisini mutlu edecek az ve öz eşyayla yaşaması olarak tanımlamak mümkün.
Eşyaların içinde boğulmak
İşte bu “az çoktur” anlayışı sanata ve mimariye 1960’larda girmiş olsa da hayat felsefesi olarak günlük yaşamımıza girmesi 2010’lu yıllarda gerçekleşti.
Neden şimdi sorusu elbette akla gelebilir. Cevapsa net: Çünkü artık eşyalar içinde boğulmaya başladık. Fütürist James Wallman’ın “İstif Çağı” kitabında da stuffocation (boğulma) olarak tarif ettiği bu durum birçoklarınıza tanıdık gelecektir.
Sabah giyinmek için gardırobunuzu açtığınızda bir askıda üst üste üç dört benzer gömlek görüyorsanız, dolabınız birbiriyle ilgili ilgisiz pek çok kıyafetle doluyken yine de her sabah “giyecek hiçbir şeyim yok” isyanı yaşıyorsanız, evinizin muhtelif köşeleri çeşitli süs eşyaları ve biblolarla doluysa, çantanız ya da cüzdanınızda tıkıştırılmış gerekli gereksiz pek çok kağıt varsa siz de eşyaların arasında boğuluyor olabilirsiniz.
Kalabalıklar içinde bir umut ışığı
Bence minimalizm, işte bu bahsettiğim kalabalıklar içinde bir umut ışığı.
Bu akım ülkemizde daha çok son 3-4 yıldır bilinmeye ve benimsenmeye başladı. Merak eden ya da şans eseri rastlayanlar yabancı dillerdeki bloglarda, makalelerde daha önce denk gelseler de, kavramın asıl yayılması Instagram sayesinde oldu. Instagram’da isminde ‘sade’ kelimesi geçen hesapların ortaya çıkması ve hızla artmasıysa son 3 yıla denk geliyor.
İyi bir blog okuyucusu olarak sanıyorum ki bu akımı ülkemizde ilk keşfeden şanslılardanım. Deneyimlediğim bu olumlu değişimi başkalarıyla paylaşma arzumun sonucunda ise 10 yılı aşkın süredir yazdığım blogum Türk İşi Minimalizm fikri doğdu.
Hayatımıza nasıl uygularız?
Ben, minimalizmin etki alanını eşyalar ve iç dünyamız olarak ikiye ayırıyorum. Eğer dıştan içe biriyseniz önce etrafınızı sadeleştirip sonra da içe dönmek ve burada çalışmak lazım. Aslında her şey bir bütün. İçinize döndüğünüzde mindfullness denen bilinçli farkındalık konusunda çalışmak, meditasyon yapmak çok önemli. Zira modern hayatın getirisi olarak hiç durmuyoruz. The Minimalists ekibinin (Amerika’da minimalizmin ilk anlatıcılarından) bu konuda çok güzel bir sözü var: Meşgul olmayı marifet sanmak.
İç dünyamızı sadeleştirmenin yoluysa iki temel kuralı zorunlu kılıyor. Birincisi, ‘hayır’ demeyi öğrenmek ve her şeye yetişemeyeceğini kabullenmek. İkincisiyse, minimalizmi dijital hayata da uygulamak, çok kolay tüketilen sosyal medyayı dikkatli ve ölçülü kullanmak.
İç dünyamızı sadeleştirmenin yoluysa iki temel kuralı zorunlu kılıyor. Birincisi, ‘hayır’ demeyi öğrenmek ve her şeye yetişemeyeceğini kabullenmek. İkincisiyse, minimalizmi dijital hayata da uygulamak, çok kolay tüketilen sosyal medyayı dikkatli ve ölçülü kullanmak.
Minimalizm bizim kültürümüze ne kadar uygun?
Aslında bire bir karşılamasa da minimalizmi Türkçede genelde ‘sadeleşme’ diye kullanıyoruz. Sadeleşme aşamasında ise kültürün çok etkisi var. Acaba ‘sadeleşmek’ bizim kültürümüze ne kadar uygun?
Mesela mutfaklarımızı düşünelim, “Evde 4 kişi yaşıyoruz, bize 4 tabak, bardak, çatal, bıçak yeter” demeden önce, ”Bizim alışkanlıklarımız ne? Ne sıklıkla misafir ağırlıyoruz, hayat dinamiklerimiz sürekli elde bulaşık yıkamaya elverişli mi yoksa makine mi kullanmayı tercih ediyoruz?” gibi soruları sormalıyız. Çünkü bu sorulara verilen cevapların hepsi sadeleşme kararlarımızda etkili.
Sadeleşmek için ilk kural, hayatınızdaki hangi eşyalara gerçekten ihtiyacınız olduğuna karar vermek.
Tuzaklara dikkat!
Minamilizm içselleştirilmeden, üzerine uzun uzun düşünülmeden kulaktan dolma bilgilerle sadeleşildiğinde sadece evde yeni eşyalara yer açılıyor. Daha sonra yine bu yerler yeni bir indirimle, “aaa artık herkesin evinde şunlar bunlar var” duygusuyla dolduruluyor.
Oysa niyetimiz amaçsızca eşya azaltmak olmamalı, hele atmak hiç olmamalı. Bu eşyalar neden evimizde, hangisini neden artık kullanmıyoruz, hayatımızda neler değişti ve nasıl bir hayatımız var; bu hayata göre nelere ihtiyacımız var, bunları belirlemeliyiz.
Bu belirlemeden sonra elimizde kalan eşyalara bir de bizi gerçekten mutlu eden bazı objeleri ekleyebiliriz. “Ay ama bu bana hediyeydi”, “Bunu geçen tatilde almıştım” gibi kendimizi bir şekilde kalmasına ikna ettiğimiz eşyalar değil de, baktığımızda gerçekten bizi mutlu eden varlıklarımızdan bahsediyorum. Belki bir tablo, belki her baktığınızda içinizi açan bir vazo ve içindeki taze çiçekler gibi…
Minimalist olmak için ne gerekli?
Benim deneyimime göre, minimalist olmak için iki temel nokta elzem: Sadeleşme niyeti ve buna ayırılacak zaman.
Benim deneyimime göre, minimalist olmak için iki temel nokta elzem: Sadeleşme niyeti ve buna ayırılacak zaman.
Yıllarca evinizde yavaş yavaş biriken eşyalar elbette bir hafta sonunda azalmayacaktır ama ilk adımları atarken belki her gün veya birkaç hafta sonu birkaç saatinizi bu işe adamanız daha verimli ilerlemenizi sağlayacaktır. Sahip olduğunuz eşyaları nasıl eleyeceğiniz ise tamamen kendinizi nasıl rahat hissettiğinize bağlı. Bu konuda pek çok farklı öneri var.
Mesela ünlü Japon minimalist ve ev düzenleme uzmanı Marie Kondo evdeki eşyaları kıyafetler, kitaplar, kağıtlar, diğer şeyler (mutfak ve banyo başta olmak üzere diğer eşyalar bu kategoride yer alıyor) ve duygusal eşyalar olarak beş ana kategoriye bölüp kıyafetlerden başlayarak en sonda da duygusal yönü olan eşyalara geçilmesini tavsiye ediyor. Minimalistleşmek isteyenlere her gün 15 dakika oda oda gezmeyi öneren yöntemler de var.
Benim önerimse, daha farklı. Ben size ikisinin karışımıyla başlamayı tavsiye ediyorum. Öncelikle çok bariz olan kalabalıklardan başlayabilirsiniz. Tarihi geçmiş ilaçlar ya da kozmetik ürünleri, teki olmayan çoraplar, zamanı geçmiş soslar, içecekler, evde çocuk varsa kırılmış, parçası eksik oynanamaz halde olan oyuncaklar ilk aklıma gelenler…
Sonrasında ise evdeki bütün kıyafetlerden bir dağ yapmadan önce giymediğinizden emin olduğunuz giysileri eleyebilir ya da bütün kitaplardan kuleler dikmeden önce kitaplığınıza bir göz atarak bir ön eleme yapabilirsiniz.
Mesela kıyafetler için çok pratik bir öneri, tüm askılardaki giysileri ters çevirmek ve bir kıyafeti giyip geri koyarken düz koymak; bu yöntem size bir ay içinde en çok giydiğiniz kıyafetleri gösterecektir. Geriye kalan parçaları ise bir yığın yapıp neyi neden giymediğinizi sorgulayabilirsiniz.
Yeni ufuklar
Sadeleşme hayatınıza yer ettikçe önünüzde yeni ufuklar da açılıyor.
Kendi adıma sadeleştikçe hayatıma kattığım bir başka şey de atığımı azaltmak oldu. Dünyada plastik kullanımının artmasına karşılık ortaya çıkan ‘sıfır atık akımı’ insanlara çok ütopik veyahut uygulaması zor gibi gelebiliyor. Oysa bir yandan çöpünüzü azaltırken atabileceğiniz başka basit adımlar da var. Kendi suyunuzu ya da termosunuzu taşımak, alışverişler için yanınızda bir bez çanta bulundurmak, genel olarak tek kullanımlık plastiklerden kaçınmak gibi.
Bu şekilde hayatımı değiştirirken, zamanla ‘daha büyük bir katkım ne olabilir’ sorusunu kendime sormaya başladım ve içindeki plastik kaplama yüzünden geri dönüşümü olmayan kağıt bardakları kendime hedef aldım. Bu doğrultuda bu yılın Ocak ayında #kahvemtermosta diye bir hareket başlattım. Amacı, özellikle al götür kahve alan kişilerin kendi termoslarını taşıyarak kağıt bardak tüketimini azaltmaları ve mekanların da termosunu getiren kişileri sembolik de olsa bir indirimle desteklemeleri… Kısa sürede gelinen nokta gerçekten umut verici. An itibariyle 20 ilde 148 mekan ve yüzlerce birey bu akımı benimsedi.
Kapitalizmin kıskacından kurtulmak kolay mı?
Tabii, başta kendinize yardımcı olmak için, ilk adım olarak e-ticaret firmalarının bültenlerinden çıkabilir, sosyal medyada sadece size ürün tanıtan ya da baktıkça sizi eksik hissettiren hesapları takipten çıkarabilirsiniz. Bunlar yama çözümler olsa da sürecin başında çok faydası olacaktır.
Siz ne kadar sadeleşme yolunda ilerleseniz de, sizi yine cezbeden şeyler her zaman olacak; reklamlar, e-posta kutunuza düşen ürün bültenleri, sosyal medyada görüp tek bir parmak hareketiyle alabileceğiniz ürünler gibi…
Elbette içinde yaşadığımız, aşırı tüketime dayalı kapitalist sistem minimalizmin yeşermesini önlemek için elinden geleni yapıyor. Peki, her yerde karşımıza çıkan gizli ya da açık reklam bombardımanından, tüketim çılgınlığından korunmanın yolu ne?
Bu aşamada genellikle iki tür insan davranışıyla karşı karşıya kalıyoruz. Biri, bu bombardımandan etkilenmeyen, diğeri de en ufak bir uyarıcı ile (arkadaşının yeni ayakkabısı, dergideki bir reklam, vs.) aklı hemen alışverişe giden. Minimalistliği gerçekten özümsediğinizde, ilk kategoriye daha yaklaşıyorsunuz. Bu bir düğme değil tabii, bir günde hop açılıp kapansın ama gerçek ihtiyaç ve mutlulukla size dayatılan değerleri ayırt edebilir duruma geldikçe bu bombardıman sizi etkilemez oluyor.
Tabii, başta kendinize yardımcı olmak için, ilk adım olarak e-ticaret firmalarının bültenlerinden çıkabilir, sosyal medyada sadece size ürün tanıtan ya da baktıkça sizi eksik hissettiren hesapları takipten çıkarabilirsiniz. Bunlar yama çözümler olsa da sürecin başında çok faydası olacaktır.
Ama eğer sizin için neyin önemli olduğunu keşfetmiş, üstelik de sadeleşince size kalan zaman ve gereksiz alışverişlerden arta kalan bütçeyle neler yapabileceğinizi fark etmişseniz, bunlara karşı koymak çok daha kolay olacak.
Peki, siz de sadeleşerek özgürleşmek ister misiniz?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 30 Eylül 2019’da yayımlanmıştır.