Nesil, sübjektif bir kavram. Kuşak tartışması ise gündemdeki yerini her daim koruyor. Ancak aslında hangi kriterlerdeki insan gruplarının, hatta hangi yaş aralıklarının aynı nesil olarak sınıflandırılacağı veya nasıl adlandırılacağı konusunda nesnel kriterler ortaya konulabilmiş değil. Buna rağmen siyasetten medyaya, eğitimden reklamcılığa pek çok alanda strateji ve programlar farazi nesillerin hayli tartışmalı “genel özellikleri” üzerine kurulabiliyor. Peki, bu yaklaşım ne kadar doğru?
“The Next 100 Years” (Gelecek 100 Yıl) kitabı 20 dile çevrilen Amerikalı uluslararası ilişkiler uzmanı George Friedman bu tür nesil sınıflandırmalarının yanıltıcı ve hatta tehlikeli olabileceğine inananlardan. Friedman, Geopolitical Futures sitesinde yayınlanan yazısında, görüşlerini “benzersiz” özelikler atfedilen “Milenyum Kuşağı” üzerinden dile getiriyor ve yazısına Milenyum Kuşağı’na ilişkin öne sürülen genel özellikleri sorgulayarak başlıyor:
“Son anketler, Milenyum Kuşağı’nın daha az vatansever, daha az dindar ve önceki nesillere göre çocuk sahibi olmakla daha az ilgilendiğini gösteriyor. Milenyum Kuşağı kavramından epey etkilendiği görülen pek çok kişi, bu kuşağın olağanüstü şekilde benzersiz olduğuna, düşünme ve yaşama şeklimizdeki temel değişimlerin öncüsü olduğuna inanıyor. Dikkatlerin bu yaş grubuna odaklandığı göz önüne alındığında, söz konusu nesil özenli biçimde incelenmeyi hak ediyor.”
Yirmiliklerle kırklıklar aynı nesil olabilir mi?
Friedman’in Milenyum Kuşağı’na ilişkin ilk itirazı geniş bir yaş grubunu kapsaması:
“Milenyum Kuşağı’na 1980 ve 1996 yılları arasında doğanlar katılıyor. Bu neslin en yaşlıları 40’ına yaklaşırken en gençleri 23 yaşında. 20’li yaşlarının başında olanlarla 40’ına merdiven dayayanların aynı nesilden olduğuna düşünmek hayli zor… Kuşağın yaşlıları gençlerinden iki kat daha fazla yaşamışlar ve bundan daha da önemlisi hayatlarının farklı bir noktalarındalar. Gençler emek piyasasına özgüvenle dolu olarak yeni giriş yaparken, iş hayatında 15 ya da 20 yılı geride bırakan kuşağın yaşlıları özgüvenlerinin sınırları keşfetmiş oluyor.”
Milenyum Kuşağı ilerici mi?
George Fridman, söz konusu neslin ilerici olduğu yönündeki ön kabulü de sorguluyor:
“Nesil, keyfi bir kavramdır. Yaşamın her aşaması, siyaset veya kültüre yönelik belirli tutumlarla betimleniyor. Örneğin, Milenyum Kuşağı’nın genellikle ilerici olduğu düşünülüyor. Ancak Milenyum Kuşağı yaşamının ve düşüncesinin tanımı, diğer şeylerin yanı sıra, bilhassa sınıf, ırk ve milliyet temelinde kurulur. New York’ta Goldman Sachs Bankası’nda çalışan 30 yaşındaki bir Amerikalı, Georgia eyaletinde yaşayan 30 yaşındaki hizmetçiden farklı hayat deneyimine sahiptir. Her ikisinin yaşam deneyimi 30’lu yaşlarındaki Tibetli veya Namibyalıdan farklıdır.
Nesiller evrensel bir sınıflandırmayı amaçlıyor ama 30 yaş deneyimi, yaşanan yer ve ait olunan sınıfa göre değişiyor. Tartışmayı ABD ile sınırlasak bile, aynı kuşağa mensup insanlar arasında coğrafyaya, ekonomik koşullara vb. bağlı olarak büyük farklılıklar var.”
Hepsi okumuş çocuk mu?
George Friedman, nesillere ilişkin basmakalıp fikirleri eleştirmeye çarpıcı bir karşılaştırmayla devam ediyor:
“Milenyum Kuşağı’ndan bahsedildiğinde, üniversite mezunu, esnek saatlerde çalışan, video oyunu oynayan ve sosyalizm idealine sempati duyanlara atıfta bulunduğunu hissediyorum. Bu grupta bu tür insanlar mutlaka vardır. Ancak lise mezunlarının yüzde 70’inin üniversiteye girdiği ve bunların sadece yüzde 60’ının gerçekten mezun olabildiği unutulmamalı. Dolayısıyla Milenyum Kuşağı’nın yarısından azı üniversiteyi bitirebiliyor. Bu da neslin yarısından fazlasının bu nesille ilgili klişelerden çok farklı bir hayat yaşadığını gösteriyor.”
Her kuşak farklı olma iddiası taşıyor
Friedman, nesiller arasında farklılıkların ileri sürüldüğü kadar büyük olmadığı kanısında:
“Ben, İkinci Dünya Savaşı sonrası “Bebek Patlaması” kuşağındayım. Bizim kuşağımız da, bugün Milenyum Kuşağı gibi, her şeyi değiştirecek ve önceki nesillerce tarafından anlaşılamayan olağanüstü bir benzersizlikte bir nesil olarak görülüyordu. Belki de en iyi Bob Dylan’ın ‘The Times They Are A Changing’ (Değişim Zamanı) şarkısındaki şu sözleri anlatıyordu: ‘Gelin anneler ve babalar / bütün ülkedekiler / ve eleştirmeyin / anlamadığınız şeyleri.’
Bu durum tüm kuşaklar için geçerlidir ve bazılarının diğerlerinden daha fazla haklı gerekçesi vardır. Her nesil çok sayıda farklılıkları kapsıyor ve daha da önemlisi, her nesil yaşlandıkça değişiyor. Bebek Patlaması nesli, “zihinlerini özgürleştiren uyuşturucuların” etkisiyle yeni bir cinsellik teorisi geliştirdiklerini düşünüyordu. En azından böyle görülüyorlardı çünkü büyük çoğunluğu partiye davet edilmiyordu.”
Birbirinin tekrarı yaşamlar
“Ergenlik ve genç yetişkinliğimiz kendini beğenmişlik ve mutlak kendine güvenle doluydu. Sonra evlendik ve yapmayacağımıza yemin etmemize rağmen anne ve babalarımızın hayatlarını ufak tefek icatlar katıp tekrarladık. Çocuk sahibi olmanın coşku ve sevincinde kaybolduk ve bu ruh halinden çıktığımızda, ebeveynlerimizde olduğu gibi, artık genç veya havalı olmadığımızı, dahası bizlere ıstırap veren mesleklere mahkûm olduğumuzu fark ettik.
1960’larda New York’ta yaşadığımı ve orada yaptığımızın daha önce hiç yaşanmadığını düşündüğümü hatırlıyorum. Ta ki yaşamlarımızın insan olmanın sonsuz dramının bir tekrarı olduğunu keşfedene kadar… Şimdi, en yaşlı Milenyum Kuşağı mensupları, bu binyıl mitine hiç katılmamış olanlar kadar bu dersi aldılar.”
Aydınlanmacı ilerlemenin illüzyonu
Amerikalı yazara göre nesillerin önceliklerden daha yenilikçi olduğu fikrinin ardından “Aydınlanmacı zaman” algısı var:
“Platon ve İncil, sonsuz yaşam süreci ile doludur. Ancak Aydınlanma, ilerleme kavramını; insanlığın mükemmelliğe giden bir yolda olduğu, her kuşağın öncekinin omuzlarında yükseldiği ve öncesine göre çok daha ileriyi görebildiği fikrini ortaya attı. Bu bilginin merkezinde bilim ve teknoloji vardı. Bilim ve teknoloji insanlığın evriminin mihenk taşlarıdır.
Aydınlanmanın yarattığı bir kültürde yaşıyoruz. Eskiler yaş ve bilgeliği bağlantılı görürlerdi. Aydınlanma, zamana daha fazla anlam kattı. Daha sonra gelenler daha akıllı olmayabilirler ama tanım gereği doğa, bilim ve teknoloji hakkında ebeveynlerinden daha bilgiliydiler.
Yaşlı bilgeliğini aramak yerine, sahip oldukları bilgiyi takdir ettiler ve yaşlanmayla bilgelik arasında ilişki olmadığına kanaat getirdiler. Önceki nesillerin sahip olmadığı teknoloji bunun kanıtıydı.
Milenyum Kuşağı, yeni yaşam ve düşünme yolları getirdiği, Dylan’ın şarkı sözlerindeki gibi anne babaların anlayamayacağı şekilde düşündüğü varsayılan geçen yüzyılın nesillerin sonuncusudur. Getirdikleri şeyler kesinlikle yenidir ama her zaman daha iyi değildir. Ben hâlâ Blackberry’nin iPhone’dan daha iyi olduğu konusunda ısrar ediyorum. Ama sonra, tüm zamanların en havalısı olan Bebek Patlaması Kuşağı’nın görevi de yeni havalı bir nesle o da bir yenisine bırakacak.
Hangi milenyum?
Gerçekten Milenyum Kuşağı diye bir şey yok. Yaş, kültür ve sınıf farklılıkları, birçok insanın aynı çuvala konulmasını imkânsız hale getiriyor. Bebek Patlaması Kuşağı da bir efsaneydi. Birçoğu, Vietnam’da savaşanların da bu kuşaktan olduğunu unutuyor. Ancak Vietnam’a gidenler bu kuşağın yaygın olarak kabul edilen özelliklerine uymuyordu.
Bebek Patlaması ve Milenyum kavramlarının tehlikesi, geleceğin ne getireceği konusunda bir yanılsama yaratmalarıdır. 20’li ve 30’lu yaşlarındaki hayallerinin gerçekleşeceğini hayal ediyorlar. Ayrıca bu kavramlar, efsanevi neslin hayallerini hayal etme fırsatı bulamayan nesillerin pek çok üyesini dışlıyor.
Nasıl bir hayat istediğimizle nasıl bir hayata sahip olacağımız çok farklıdır. Milenyum Kuşağı’na şimdi ne istediklerini soran tüm anketler, hayatın gerçekleri bizi vurmadan önce hepimizin hayal ettiği şeyleri ortaya çıkaracaktır. Ama kesin olan bir şey var: Bir sonraki nesil, yani Milenyum Kuşağı’nın çocukları, ebeveynlerinin ilkel video oyunlarına ve sosyal medya fikrine gülecekler, bu kez her şeyin farklı olacağını vaat edecekler.”
Bu yazı ilk kez 9 Temmuz 2020’de yayımlanmıştır.