“Normal” diye bir şey var mı?

Bazı özelliklerinizin normal olmadığını mı düşünüyorsunuz? O zaman kendinize bir de şu soruları sorun: Normal nedir? Neye göre belirlenir? Normal olan, her zaman ideal ve doğru olan mıdır?

Hepimiz “Bu yaptığın, söylediğin normal mi?” ve benzeri sorularla karşılaşmış, kendimizle ilgili pek çok özelliğinizin normal olmadığını düşünmüşüzdür. Peki, neye göre normal ya da değil?

Londra’da bulunan Oueen Mary Duygular Tarihi Merkezi’nden araştırma görevlisi Sarah Chaney, Psyche’de yayımlanan yazısında, “normal” kavramının bazı ön kabuller ve önyargılardan muaf olmadığını, bu yüzden kendimizi ortalama ya da normale göre değerlendirmenin, hatta yargılamanın çok da doğru olmadığını anlatıyor.

Yazıdan öne çıkan bazı bölümleri aktarıyoruz:

“Normal olup olmadığınızı hiç merak ettiniz mi? Kendinize bu soruyu en son ne zaman sorduğunuzu düşünün. Ne için sordunuz? Belki bir özelliğinizin sağlıklı olup olmadığını düşünüyordunuz. Belki görünüşünüzün veya davranış şeklinizin algılanan bir ideali tam olarak karşılamadığından endişe ettiniz. Belki de sadece uyup uymadığınızı merak ettiniz: ‘Herkes gibi’ düşünüyor, hareket ediyor ve yaşıyor musunuz?

(…) 20’li yaşlarımı bu gizemli duruma takıntılı olarak geçirdim. Biraz daha diğer insanlar gibi olabilseydim, daha iyi bir hayatım olacağından ve daha mutlu olacağımdan emindim. Ama sonra bir gün kendime farklı bir soru sordum: Dışarıdaki bu sözde normal insanlar kimler? Hatta varlar mı?

‘Normal’ algısı nasıl oluşmaya başladı?

19’uncu yüzyılın başlarından önce, ‘normal’ kelimesi insanlar için geçerli değildi. Dik açı anlamına gelen matematiksel bir terimdi. İnsanlar elbette kendilerini birbirleriyle karşılaştırıyorlardı, ancak bu büyük ölçüde bireysel düzeydeydi. Genel bir olma ya da davranma hali olarak normal, mevcut değildi. Modern normal kavramlarımız, 1835’te Belçika’da 39 yaşındaki astronom ve istatistikçi Adolphe Quetelet’in insan özelliklerini bir ortalamayla karşılaştırma eğilimini başlatmasıyla ortaya çıktı. Quetelet, büyük bir veri kümesi bir grafiğe aktarıldığında (örneğin binlerce insanın boyu), bunun genellikle çan şeklinde bir eğri oluşturduğunu keşfetti. En fazla sayıda insanın boyları, ortalamadan çok daha kısa veya daha uzun olan daha az insanın olduğu her iki tarafta da merkezdeki zirveden aşağı hızla düşüyordu. (…)

Belirli bir boyda olmanın özünde arzu edilen hiçbir şey yoktur. Ama ‘normal dağılım’ (böyle anılmaya başlandı) aynı zamanda, 1800’den kısa bir süre sonra matematikçi Carl Friedrich Gauss ve Pierre-Simon Laplace tarafından popüler hale getirilen astronomun hata eğrisiydi. Astronomların ölçümleri her zaman hatalı oldu. Küçük hataların büyük hatalardan daha sık yapıldığını biliyorlardı. Aynı şeyin birden çok ölçümünü alarak, bir gezegenin veya bir yıldızın doğru mesafesini veya yörüngesini daha iyi belirleyebiliyorlardı. Astronom için çan eğrisinin merkezi yalnızca ortalama değil, aynı zamanda ‘doğru’ ölçümdü.

Quetelet, aynısının insanlar için de geçerli olduğunu varsaydı: Ortalamaya yakın olanlar, aynı zamanda doğru ya da ideal bir varoluş biçimine de daha yakındı. (…) Quetelet’in ‘ortalama insanı’ beden, zihin ve davranış olarak da ideal insandı. Bu kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet olabilir. Yatak uzunluğundan masa yüksekliğine kadar her şey ortalama boydaki biri için tasarlanmışsa, bu ortalama insan kaçınılmaz olarak o toplumdaki ideal insan haline gelir.

Ortalama ve idealin bir ve aynı şey olabileceği ve her ikisinin de ‘normal’ tanımının bir parçası olduğu fikri, bir yüzyıldan fazladır bilim ve tıp alanına da sızmış durumda ve neyin normal olduğuna dair popüler anlayışımızda bugün bile varlığını sürdürüyor.

Zamana ve mekâna göre değişen “normal”

Neyin normal davranış sayıldığına dair fikirler, zaman ve mekâna göre daha da çarpıcı bir değişim gösterir. 1898’de, Londra’daki Bethlem Hastanesi’nde yatan Edith Cotton adındaki hasta, dışarıda şapka takmayı reddettiğinde, bu bir akıl hastalığı belirtisi olarak kabul edilmişti, çünkü şapka takmak doğru ve uygun olandı. (…) Günlük, bilinçsiz tavırlarımız bile nerede olduğumuza bağlı olarak normal veya anormal görünebilir. Yabancılara ne kadar sık gülümsediğimi 10 yıl önce Polonya’ya gidene kadar fark etmemiştim. Rehberime göre, yabancılara gülümsemek bir aptallık işareti olarak görülüyordu ve karşımdakiler bana gülmüyordu.

Quetelet’nin ‘ortalama insan’ terimi, normal insan tanımındaki başka bir zorluğa da işaret ediyor. Normalin bir tür evrensel standart olduğunu varsayabiliriz, ancak beklentiler genellikle çok daha küçük bir insan alt kümesine göre belirlenir.

Herhangi bir matematiksel ortalama oluşturmak için kullanılan veriler, genellikle bir bilim insanının neyin normal olduğuna ilişkin önceki varsayımlarına göre seçilir; çarpık bir sonuç, tercih ettikleri grubun özellikle temsili olduğu fikrini güçlendirir. Quetelet için normal olmak, erkek olmak demekti. Irkçı öjenik biliminin yanı sıra ‘normal dağılım’ terimini ortaya atan Viktorya dönemi bilim insanı Francis Galton için normal, aynı zamanda orta veya üst sınıf olma anlamına da geliyordu. Cinsellik bilimci Robert L. Dickinson ve heykeltıraş Abram Belskie tarafından yaratılan ve 1945’te Cleveland Sağlık Müzesi’ne bağışlanan ortalama Amerikan heykelleri söz konusu olduğunda ise normal, beyaz ve genç olmaktı.

Dickinson ve Belskie, Normman ve Norma adını verdikleri iki heykeli oluşturmak için on binlerce Amerikalı erkek ve kadının fiziksel ölçülerini kullandılar. Kullandıkları istatistikler yalnızca beyaz Amerikalılara ve ağırlıklı olarak genç yetişkinlere aitti. Norma için bu verilerin çoğu, standartlaştırılmış giysi bedenleri geliştirmek için iki savaş arasında yapılan bir çalışmadan alınmıştı. Çalışmanın araştırmacıları, ‘bir grup içinde iyi hissetmek adına’ gönüllü olan ‘beyaz ırk dışından birkaç kadını’ ölçtüklerini, ancak daha sonra derhal ve açıklanamaz bir şekilde verilerini bir kenara bıraktıklarını belirttiler. Norma ve Normman evrensel bir ortalama olarak değerlendirilse de önyargılı bir örneklem ile yaratılmıştı.

İronik olarak bu normal Amerikalılar aslında yoktu. 1945’te yerel bir gazete, gerçek hayattaki Norma’yı bulmak için bir yarışma düzenledi. Okurlarından yalnızca dokuz yaşamsal istatistik için bir form doldurmalarını istediler: Boy, göğüs, bel, kalça, uyluk, baldır, ayak bileği, ayak ölçüleri ve kilo. Gazete, 3 bin 864 form arasından bir kazanan belirledi: Tiyatroda kasiyer olarak çalışan 23 yaşındaki beyaz kadın Martha Skidmore. Ancak Skidmore bile Norma’nın ölçülerini tam olarak karşılamıyordu; sadece ona en yakın olandı. Yarışmaya katılan kadınların yalnızca yüzde 1’i Norma’nın ölçülerine yaklaştı. Bazılarımız bir, hatta iki özellikte ortalama olabilirken, dokuz farklı ölçümde matematiksel ortalamaya ulaşma şansı istatistiksel olarak neredeyse imkânsız derecede azdır.

Ancak ‘normal’ teriminin insanlar için geçerli hale gelmesi her zaman ortalama ile arzu edileni bir araya getirdiği için Norma, belirli vücut ölçüleri ve formunun ötesine geçen bir beklenti yarattı. Norma ve Normman’ın parlak beyaz alçı heykelleri halka ‘Yerli Beyaz Amerikalı’ olarak sergilendiğinden (Cleveland Sağlık Müzesi’ndeki etiketlerinde böyleydi), bir standart oluşturdu. ‘Normal’ Amerikalı beyaz, genç ve atletikti; çalışmanın verilerinden dışlanmaları nedeniyle halihazırda marjinalize edilenler (beyaz olmayanlar, engelliler ve/veya yaşlılar) artık daha az Amerikalı olarak kabul ediliyordu. Benzer şekilde, 1917 Army Alpha IQ testi, katılımcıları orta sınıf Amerikan kültürü hakkındaki bilgilerine göre değerlendirdi ve buna daha az aşina olanların (göçmenler ve işçi sınıfından olanlar ile beyaz olmayanlar) daha az zeki olduğu sonucuna vardı. Ortalama bir insanda olduğu gibi, bu, belirli bir insan tipinin, istatistiksel olarak sayıları en fazla olmasa bile ‘normal’ olduğu fikrini güçlendirdi.

Normallik tıbbi olduğu kadar politiktir

Nadir veya sıra dışı olanla ilgili varsayımlarımızın sadece varsayım olduğunun kanıtlanması bize neredeyse hiçbir şey öğretmemiş gibi.

1889’da Psişik Araştırmalar Derneği tarafından yürütülen bir Halüsinasyon Araştırması, başkalarının görmediği şeyleri görmenin veya duymanın beklenenden daha yaygın olduğunu ve mutlaka sağlıksızlığa işaret etmediğini gösterdi. 17 bin kişiyle yapılan ankette 2 bin 272 kişi (yüzde 13) halüsinasyon gördüğünü söyledi; ateşten kaynaklanan deliryum ve rüya halleri de dahil olmak üzere bazı deneyimler araştırmacılar tarafından göz ardı edildiğinde bu rakam 1.684’e (yüzde yaklaşık 10) düştü. (…) Öte yandan, 1970’lerde geliştirilen sosyal engellilik modeli, engellilerin fiziksel özellikleri veya sağlık koşulları nedeniyle değil, ihtiyaçlarına uyum sağlayamayan, yani ortalama insan için tasarlanmış bir toplum tarafından engelli hale getirildiklerini ileri sürüyordu. Normallik tıbbi olduğu kadar politiktir de.”

Yazar, yine de birçok insanın her gün kendi normalliğini sorguladığını ve bunun bazen yararlı bir egzersiz olabileceğini söylüyor: “Hayatı tehdit eden hastalıkları fark etmemizi veya zorlu deneyimlerde kendimizi ve sevdiklerimizi desteklememizi sağlayabilir. (…) Normal fikrinin bazen faydalı olduğu gerçeği, karşılaştırma olarak hangi normları kullandığımızı kendimize sormamızı engellememeli. Farkında olmadan sınıf, ırk, toplumsal cinsiyet hakkında varsayımlarda mı bulunuyoruz? Eğer öyleyse, bunun nedeni muhtemelen yüzyıllardır bilim insanlarının bize yapmamızı söylediği şeydir ve bu kavramlar hayatımıza o kadar yerleşmiştir ki çoğu zaman onların varlığının farkına bile varmayız.

Farklılık ve benzemezlik insanlık için kural olmasına rağmen durum böyle. 1938’de Harvard Tıp Fakültesi’nde yapılan normal genç erkeklerle ilgili bir çalışmada, ABD nüfusunun küçük, seçkin bir alt kümesi incelendi. Buna rağmen büyük farklılıklar ortaya çıktı. Dinlenme nabzı 45-105 arasında ve solunum hızı dakikada 4-21 nefes arasında değişiyordu. Vücut sıcaklıkları bile 36°C-37.8°C arasında değişiyordu ve kişilerin en fazla yüzde 18’inin vücut sıcaklığı ‘genel kabul gören ortalama’ olan 37°C idi. Davranış ve kişilik daha da fazla çeşitlilik gösteriyordu. (…)

Genç halime güven vermek için geçmişe yolculuk yapabilseydim, yanıma alacağım mesaj ‘çeşitlilikler’ olurdu. ‘Kendini bir ortalamayla karşılaştırma konusunda neden endişeleniyorsun?’ derdim.

Kimse herhangi bir şeyde ortalama değildir ve ortalama da zaten sağlıklı olmakla aynı şey değildir. Kendinize ulaşacağınız bir hedef veya standart belirlemek istiyorsanız, neye ulaşmaya çalıştığınız hakkında eleştirel düşünün. Tarihimizi şekillendiren normal standartlar, genellikle (çoğu zaman da farkında olmadan) elitist ve dışlayıcı olmuş, toplumsal cinsiyet, ırk, engellilik ve sosyal sınıf hakkındaki önyargıları pekiştirmiştir. Nihayetinde, insanlık genelinde en yaygın veya olağan olan, çeşitlilik ve farklılıktır.”

Bu yazı ilk kez 3 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

 

Sarah Chaney’in Psyche internet sitesinde yayımlanan “Worried you’re not normal? Don’t be – there’s no such thing” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://psyche.co/ideas/worried-youre-not-normal-dont-be-theres-no-such-thing

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

“Normal” diye bir şey var mı?

Bazı özelliklerinizin normal olmadığını mı düşünüyorsunuz? O zaman kendinize bir de şu soruları sorun: Normal nedir? Neye göre belirlenir? Normal olan, her zaman ideal ve doğru olan mıdır?

Hepimiz “Bu yaptığın, söylediğin normal mi?” ve benzeri sorularla karşılaşmış, kendimizle ilgili pek çok özelliğinizin normal olmadığını düşünmüşüzdür. Peki, neye göre normal ya da değil?

Londra’da bulunan Oueen Mary Duygular Tarihi Merkezi’nden araştırma görevlisi Sarah Chaney, Psyche’de yayımlanan yazısında, “normal” kavramının bazı ön kabuller ve önyargılardan muaf olmadığını, bu yüzden kendimizi ortalama ya da normale göre değerlendirmenin, hatta yargılamanın çok da doğru olmadığını anlatıyor.

Yazıdan öne çıkan bazı bölümleri aktarıyoruz:

“Normal olup olmadığınızı hiç merak ettiniz mi? Kendinize bu soruyu en son ne zaman sorduğunuzu düşünün. Ne için sordunuz? Belki bir özelliğinizin sağlıklı olup olmadığını düşünüyordunuz. Belki görünüşünüzün veya davranış şeklinizin algılanan bir ideali tam olarak karşılamadığından endişe ettiniz. Belki de sadece uyup uymadığınızı merak ettiniz: ‘Herkes gibi’ düşünüyor, hareket ediyor ve yaşıyor musunuz?

(…) 20’li yaşlarımı bu gizemli duruma takıntılı olarak geçirdim. Biraz daha diğer insanlar gibi olabilseydim, daha iyi bir hayatım olacağından ve daha mutlu olacağımdan emindim. Ama sonra bir gün kendime farklı bir soru sordum: Dışarıdaki bu sözde normal insanlar kimler? Hatta varlar mı?

‘Normal’ algısı nasıl oluşmaya başladı?

19’uncu yüzyılın başlarından önce, ‘normal’ kelimesi insanlar için geçerli değildi. Dik açı anlamına gelen matematiksel bir terimdi. İnsanlar elbette kendilerini birbirleriyle karşılaştırıyorlardı, ancak bu büyük ölçüde bireysel düzeydeydi. Genel bir olma ya da davranma hali olarak normal, mevcut değildi. Modern normal kavramlarımız, 1835’te Belçika’da 39 yaşındaki astronom ve istatistikçi Adolphe Quetelet’in insan özelliklerini bir ortalamayla karşılaştırma eğilimini başlatmasıyla ortaya çıktı. Quetelet, büyük bir veri kümesi bir grafiğe aktarıldığında (örneğin binlerce insanın boyu), bunun genellikle çan şeklinde bir eğri oluşturduğunu keşfetti. En fazla sayıda insanın boyları, ortalamadan çok daha kısa veya daha uzun olan daha az insanın olduğu her iki tarafta da merkezdeki zirveden aşağı hızla düşüyordu. (…)

Belirli bir boyda olmanın özünde arzu edilen hiçbir şey yoktur. Ama ‘normal dağılım’ (böyle anılmaya başlandı) aynı zamanda, 1800’den kısa bir süre sonra matematikçi Carl Friedrich Gauss ve Pierre-Simon Laplace tarafından popüler hale getirilen astronomun hata eğrisiydi. Astronomların ölçümleri her zaman hatalı oldu. Küçük hataların büyük hatalardan daha sık yapıldığını biliyorlardı. Aynı şeyin birden çok ölçümünü alarak, bir gezegenin veya bir yıldızın doğru mesafesini veya yörüngesini daha iyi belirleyebiliyorlardı. Astronom için çan eğrisinin merkezi yalnızca ortalama değil, aynı zamanda ‘doğru’ ölçümdü.

Quetelet, aynısının insanlar için de geçerli olduğunu varsaydı: Ortalamaya yakın olanlar, aynı zamanda doğru ya da ideal bir varoluş biçimine de daha yakındı. (…) Quetelet’in ‘ortalama insanı’ beden, zihin ve davranış olarak da ideal insandı. Bu kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet olabilir. Yatak uzunluğundan masa yüksekliğine kadar her şey ortalama boydaki biri için tasarlanmışsa, bu ortalama insan kaçınılmaz olarak o toplumdaki ideal insan haline gelir.

Ortalama ve idealin bir ve aynı şey olabileceği ve her ikisinin de ‘normal’ tanımının bir parçası olduğu fikri, bir yüzyıldan fazladır bilim ve tıp alanına da sızmış durumda ve neyin normal olduğuna dair popüler anlayışımızda bugün bile varlığını sürdürüyor.

Zamana ve mekâna göre değişen “normal”

Neyin normal davranış sayıldığına dair fikirler, zaman ve mekâna göre daha da çarpıcı bir değişim gösterir. 1898’de, Londra’daki Bethlem Hastanesi’nde yatan Edith Cotton adındaki hasta, dışarıda şapka takmayı reddettiğinde, bu bir akıl hastalığı belirtisi olarak kabul edilmişti, çünkü şapka takmak doğru ve uygun olandı. (…) Günlük, bilinçsiz tavırlarımız bile nerede olduğumuza bağlı olarak normal veya anormal görünebilir. Yabancılara ne kadar sık gülümsediğimi 10 yıl önce Polonya’ya gidene kadar fark etmemiştim. Rehberime göre, yabancılara gülümsemek bir aptallık işareti olarak görülüyordu ve karşımdakiler bana gülmüyordu.

Quetelet’nin ‘ortalama insan’ terimi, normal insan tanımındaki başka bir zorluğa da işaret ediyor. Normalin bir tür evrensel standart olduğunu varsayabiliriz, ancak beklentiler genellikle çok daha küçük bir insan alt kümesine göre belirlenir.

Herhangi bir matematiksel ortalama oluşturmak için kullanılan veriler, genellikle bir bilim insanının neyin normal olduğuna ilişkin önceki varsayımlarına göre seçilir; çarpık bir sonuç, tercih ettikleri grubun özellikle temsili olduğu fikrini güçlendirir. Quetelet için normal olmak, erkek olmak demekti. Irkçı öjenik biliminin yanı sıra ‘normal dağılım’ terimini ortaya atan Viktorya dönemi bilim insanı Francis Galton için normal, aynı zamanda orta veya üst sınıf olma anlamına da geliyordu. Cinsellik bilimci Robert L. Dickinson ve heykeltıraş Abram Belskie tarafından yaratılan ve 1945’te Cleveland Sağlık Müzesi’ne bağışlanan ortalama Amerikan heykelleri söz konusu olduğunda ise normal, beyaz ve genç olmaktı.

Dickinson ve Belskie, Normman ve Norma adını verdikleri iki heykeli oluşturmak için on binlerce Amerikalı erkek ve kadının fiziksel ölçülerini kullandılar. Kullandıkları istatistikler yalnızca beyaz Amerikalılara ve ağırlıklı olarak genç yetişkinlere aitti. Norma için bu verilerin çoğu, standartlaştırılmış giysi bedenleri geliştirmek için iki savaş arasında yapılan bir çalışmadan alınmıştı. Çalışmanın araştırmacıları, ‘bir grup içinde iyi hissetmek adına’ gönüllü olan ‘beyaz ırk dışından birkaç kadını’ ölçtüklerini, ancak daha sonra derhal ve açıklanamaz bir şekilde verilerini bir kenara bıraktıklarını belirttiler. Norma ve Normman evrensel bir ortalama olarak değerlendirilse de önyargılı bir örneklem ile yaratılmıştı.

İronik olarak bu normal Amerikalılar aslında yoktu. 1945’te yerel bir gazete, gerçek hayattaki Norma’yı bulmak için bir yarışma düzenledi. Okurlarından yalnızca dokuz yaşamsal istatistik için bir form doldurmalarını istediler: Boy, göğüs, bel, kalça, uyluk, baldır, ayak bileği, ayak ölçüleri ve kilo. Gazete, 3 bin 864 form arasından bir kazanan belirledi: Tiyatroda kasiyer olarak çalışan 23 yaşındaki beyaz kadın Martha Skidmore. Ancak Skidmore bile Norma’nın ölçülerini tam olarak karşılamıyordu; sadece ona en yakın olandı. Yarışmaya katılan kadınların yalnızca yüzde 1’i Norma’nın ölçülerine yaklaştı. Bazılarımız bir, hatta iki özellikte ortalama olabilirken, dokuz farklı ölçümde matematiksel ortalamaya ulaşma şansı istatistiksel olarak neredeyse imkânsız derecede azdır.

Ancak ‘normal’ teriminin insanlar için geçerli hale gelmesi her zaman ortalama ile arzu edileni bir araya getirdiği için Norma, belirli vücut ölçüleri ve formunun ötesine geçen bir beklenti yarattı. Norma ve Normman’ın parlak beyaz alçı heykelleri halka ‘Yerli Beyaz Amerikalı’ olarak sergilendiğinden (Cleveland Sağlık Müzesi’ndeki etiketlerinde böyleydi), bir standart oluşturdu. ‘Normal’ Amerikalı beyaz, genç ve atletikti; çalışmanın verilerinden dışlanmaları nedeniyle halihazırda marjinalize edilenler (beyaz olmayanlar, engelliler ve/veya yaşlılar) artık daha az Amerikalı olarak kabul ediliyordu. Benzer şekilde, 1917 Army Alpha IQ testi, katılımcıları orta sınıf Amerikan kültürü hakkındaki bilgilerine göre değerlendirdi ve buna daha az aşina olanların (göçmenler ve işçi sınıfından olanlar ile beyaz olmayanlar) daha az zeki olduğu sonucuna vardı. Ortalama bir insanda olduğu gibi, bu, belirli bir insan tipinin, istatistiksel olarak sayıları en fazla olmasa bile ‘normal’ olduğu fikrini güçlendirdi.

Normallik tıbbi olduğu kadar politiktir

Nadir veya sıra dışı olanla ilgili varsayımlarımızın sadece varsayım olduğunun kanıtlanması bize neredeyse hiçbir şey öğretmemiş gibi.

1889’da Psişik Araştırmalar Derneği tarafından yürütülen bir Halüsinasyon Araştırması, başkalarının görmediği şeyleri görmenin veya duymanın beklenenden daha yaygın olduğunu ve mutlaka sağlıksızlığa işaret etmediğini gösterdi. 17 bin kişiyle yapılan ankette 2 bin 272 kişi (yüzde 13) halüsinasyon gördüğünü söyledi; ateşten kaynaklanan deliryum ve rüya halleri de dahil olmak üzere bazı deneyimler araştırmacılar tarafından göz ardı edildiğinde bu rakam 1.684’e (yüzde yaklaşık 10) düştü. (…) Öte yandan, 1970’lerde geliştirilen sosyal engellilik modeli, engellilerin fiziksel özellikleri veya sağlık koşulları nedeniyle değil, ihtiyaçlarına uyum sağlayamayan, yani ortalama insan için tasarlanmış bir toplum tarafından engelli hale getirildiklerini ileri sürüyordu. Normallik tıbbi olduğu kadar politiktir de.”

Yazar, yine de birçok insanın her gün kendi normalliğini sorguladığını ve bunun bazen yararlı bir egzersiz olabileceğini söylüyor: “Hayatı tehdit eden hastalıkları fark etmemizi veya zorlu deneyimlerde kendimizi ve sevdiklerimizi desteklememizi sağlayabilir. (…) Normal fikrinin bazen faydalı olduğu gerçeği, karşılaştırma olarak hangi normları kullandığımızı kendimize sormamızı engellememeli. Farkında olmadan sınıf, ırk, toplumsal cinsiyet hakkında varsayımlarda mı bulunuyoruz? Eğer öyleyse, bunun nedeni muhtemelen yüzyıllardır bilim insanlarının bize yapmamızı söylediği şeydir ve bu kavramlar hayatımıza o kadar yerleşmiştir ki çoğu zaman onların varlığının farkına bile varmayız.

Farklılık ve benzemezlik insanlık için kural olmasına rağmen durum böyle. 1938’de Harvard Tıp Fakültesi’nde yapılan normal genç erkeklerle ilgili bir çalışmada, ABD nüfusunun küçük, seçkin bir alt kümesi incelendi. Buna rağmen büyük farklılıklar ortaya çıktı. Dinlenme nabzı 45-105 arasında ve solunum hızı dakikada 4-21 nefes arasında değişiyordu. Vücut sıcaklıkları bile 36°C-37.8°C arasında değişiyordu ve kişilerin en fazla yüzde 18’inin vücut sıcaklığı ‘genel kabul gören ortalama’ olan 37°C idi. Davranış ve kişilik daha da fazla çeşitlilik gösteriyordu. (…)

Genç halime güven vermek için geçmişe yolculuk yapabilseydim, yanıma alacağım mesaj ‘çeşitlilikler’ olurdu. ‘Kendini bir ortalamayla karşılaştırma konusunda neden endişeleniyorsun?’ derdim.

Kimse herhangi bir şeyde ortalama değildir ve ortalama da zaten sağlıklı olmakla aynı şey değildir. Kendinize ulaşacağınız bir hedef veya standart belirlemek istiyorsanız, neye ulaşmaya çalıştığınız hakkında eleştirel düşünün. Tarihimizi şekillendiren normal standartlar, genellikle (çoğu zaman da farkında olmadan) elitist ve dışlayıcı olmuş, toplumsal cinsiyet, ırk, engellilik ve sosyal sınıf hakkındaki önyargıları pekiştirmiştir. Nihayetinde, insanlık genelinde en yaygın veya olağan olan, çeşitlilik ve farklılıktır.”

Bu yazı ilk kez 3 Şubat 2023’te yayımlanmıştır.

 

Sarah Chaney’in Psyche internet sitesinde yayımlanan “Worried you’re not normal? Don’t be – there’s no such thing” başlıklı yazısından öne çıkan bazı bölümler Nevra Yaraç tarafından çevrilmiş ve editoryal katkısıyla yayına hazırlanmıştır. Yazının orijinaline ve tamamına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz: https://psyche.co/ideas/worried-youre-not-normal-dont-be-theres-no-such-thing

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x