Umut, öfke ve suçluluk gibi duyguları dolaylı olarak etkilemek, barış inşa etmek isteyen arabulucular için yararlı bir strateji olabilir mi?
Katharine Gammon’un İsviçreli sinir bilimci, psikolog ve arabulucu Olga Maria Klimecki-Lenz ile yaptığı ve Nautilus internet sitesinde yayımlanan röportaj, bu soruya yanıt arıyor.
Öne çıkan bölümleri aktarıyoruz:
“İsrailliler ve Filistinliler arasında toprak, devlet olma, zulüm ve sömürgeci güç konusunda yüzyıllardır süren acımasız çatışmaların sonuncusu 7 Ekim’de başladı. Bu savaşın çözüme ulaşması, muhtemelen arabuluculuk becerilerinden daha fazlasını gerektirecek.
İsviçreli sinir bilimci, psikolog ve arabulucu Olga Maria Klimecki-Lenz, sosyal bilimlerin son derece düşmanca koşullar altında yürütülen uluslararası çatışmalarda nasıl işe yarayabileceğini anlatıyor.
‘Uluslararası bir çatışmada bir müzakerecinin sahip olması gereken nitelikler konusunda genel bir prensip var: Tarafsızlık, yani gerçekten tüm tarafların yararına olacak bir çözüm aramak. Ancak araştırmalar aynı zamanda müzakerecilerin başkalarının ve kendilerinin duygularını olumlu yönde etkilemeye çalışabileceğini de gösteriyor. Duyguların çatışmalarda çok önemli olduğunu, nefret gibi duyguların çatışmanın tırmanmasını körüklediğini ve umut, hatta bazen öfke gibi diğer duyguların da çatışmanın hafifletilmesine katkıda bulunduğunu biliyoruz.
Öfkenin çatışmanın hafifletilmesine nasıl katkıda bulunabileceği, müzakerecilerin bunu kendi avantajlarına nasıl kullanabileceğine gelince; diğer kişinin veya grubun doğası gereği kötü olduğu ve asla değişmeyeceğine ilişkin değerlendirmeyle ilişkilendirilen nefretin aksine, öfke, adil olmayan bir eylemin gerçekleştiğine ve kişinin durumu değiştirmek için yeterli kaynağa veya güce sahip olduğuna dair değerlendirmeyle ilgilidir. Bu durumda öfke tırmanmaya ve şiddete yol açabilir.
Ancak öfke aynı zamanda uzlaşma motivasyonu da olabilir, çünkü haksız bir eylemden kaynaklanan öfke duygusunun nihai hedefi adaletsizliğin üstesinden gelmektir. Adaletsizliğin üstesinden barışçıl yollarla da gelinebilir. Müzakereciler başkalarını veya kendilerini nefret duygusundan öfke duygusuna geçmeye motive etmek isterlerse, odağı kişinin veya grubun özelliklerinden kişi veya grup tarafından gerçekleştirilen somut eylemlere yönlendirmeye çabalayabilirler.
Müzakereciler umudu nasıl canlandırabilir?
Kendi araştırmalarımızdan ve meslektaşlarımızın özellikle İsrail ve Filistin’de yaptığı araştırmalardan, dolaylı duygu düzenleme stratejilerinin işe yaradığını giderek daha fazla görüyoruz. Bunlardan kastımız, dolaylı olarak umudu veya gelecek düşüncesini artırmaya çalıştığımız stratejilerdir.
1978’de Camp David’de ABD Başkanı Jimmy Carter, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menachem Begin arasındaki barış görüşmeleri 12 gün sürmüş ve hiçbir çözüme ulaşılamamıştı. Tam ayrılmak üzereyken Jimmy Carter, Begin ve Sedat’a şunu sormuştu: Torunlarınızın geleceğini nasıl hayal ediyorsunuz? Onların nasıl bir gelecekte yaşamasını istersiniz? Orada bulunanlar bunun bir dönüm noktası olduğunu söylüyor. Aynı gün çözüme varıldı ve aynı yıl Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldüler.
Birkaç yıl önce bunu laboratuvar ortamında test etmeye karar verdik. Bir grup insandan gelecek hakkında bir dakika düşünmeleri istendi (…). Diğer gruba ise bir dakika boyunca hayvanlar hakkında düşünmeleri ve hayvanlara isim vermeleri söylendi. Bu müdahalenin ardından bir bilgisayar oyunu oynadılar. Biz de bu esnada oyunu oynayan diğer kişilere ne kadar yardımcı olduklarını ölçtük. Sonuç, o güne kadar yaptığım araştırmalardan aldığım en güçlü sonuçtu: Sadece bir dakikalığına gelecek hakkında düşünenler, diğerlerine, hayvanları düşünenlerden çok daha fazla yardımcı olmuştu.
Bence bu dolaylı müdahaleler; yani insanlardan gelecek hakkında düşünmelerini istemek veya onlara çatışmayla ilgisi olmayan umut verebilecek metinler ya da kendi iyilik hallerini geliştirmelerinin yollarını sunmak, çatışma durumuna da aktarılabilir.
Kültür, müzakereleri nasıl etkiliyor?
Duyguların ve duygusal dışa vurumların büyük kültürel çeşitlilik içerdiğini biliyoruz. Örneğin İsrail’deki meslektaşlarımız, çatışmaların azalması için utanç duymaktansa geçmiş eylemlerden dolayı suçluluk duymanın daha fazla işe yaradığını tespit ettiler. Ancak bu tür bulguların, utancın toplumu bir arada tutmada hayati bir rol oynadığı Japonya gibi bazı Doğu Asya ülkeleri için de geçerli olup olmadığı net değil.
Sosyal psikolojide 1940’lardan beri var olan ana paradigma, farklı gruplardan insanları bir araya getirmenin önyargıyı azalttığı ve güveni artırdığına dayanan gruplar arası temas teorisidir. Ancak 2018’de yapılan bir meta analiz, söz konusu çalışmaların insanların ırksal önyargılarını hesaba katmaması nedeniyle bu paradigmanın işe yarayıp yaramadığının bile net olmadığını gösterdi.
Psikologlar olarak titiz ve kendi coğrafyalarımızın dışında deneyler yürütme konusunda oldukça başarısız olduk. Ama artık bu çalışmaları yapmaya başlıyoruz.”
Bu yazı ilk kez 16 Aralık 2023’te yayımlanmıştır.