Pandemi: Eğitim için fırsat mı yoksa dönüm noktası mı?

COVID-19 eğitim ve öğretimi nasıl etkiledi, etkileyecek? Yerini bilgisayar ekranlarına bırakan okullar önemini yitirecek mi? Dijital teknolojilerin eğitime etkisi artı mı eksi mi oldu? Öğretmenlerden öğrencilere, okullardan karar alıcılara COVID-19 neleri düşündürdü? Eğitim politikaları uzmanı Batuhan Aydagül yazdı.

Eğitim, COVID-19 virüsünün yol açtığı pandemi boyunca en çok konuşulan konulardan biri oldu. Pandeminin dünya üzerinde bir milyar altı yüz milyon çocuğun yüz yüze öğretim sürecini sekteye uğrattığı iddia ediliyor. Bu boyutta bir küresel kriz bir yandan bugüne dair çözülmesi gereken devasa sorunlar ortaya çıkarırken diğer yandan eğitimin pandemi sonrası dünyada geleceğine dair merakı körükledi. Pandemiyi eğitim için bir fırsattan çok uzaktan öğrenmede bilişim teknolojilerinin kullanımını yaygın ölçekte deneyimlememizi sağlayan bir dönüm noktası olarak görüyorum. Ayrıca, çocukların akranlarına, büyüklerin de günlük yaşamlarında çocuksuz alan ve zamanlara olan ihtiyacı ve okulun bu açıdan önemi aşikâr oldu.

Eğitimin orta ve uzun vadede dönüşümünde yüz yüze ile çevrimiçi öğrenmenin bir arada olacağı harmanlanmış öğrenme modelinin yaygınlaşacağını ve bu bağlamda öğretmenin rolünün, öğretim programlarının, okul deneyiminin ve eğitimin mekanlarının yeniden tasarımının kritik olacağını öngörüyorum.

İnsanlık olarak yaşadığımız kriz ortak derdimizi oluştursa da aslında pandemiyi hepimiz farklı deneyimledik. Henüz bu farklı deneyimleri anlamlandırmak ve bütüncül bir değerlendirmede bulunmak için erken olduğunu hatırlayalım. Bu, bizi pandeminin etkilerine ve sonuçlarına dair kolay genellemeler yapmaktan alıkoymalı. Böyle bir durumda eğitime dair görüşlerimizi oluştururken kullanabileceğimiz veriler henüz çok sınırlı. Dolayısıyla eğitimin geleceğine dair karşınıza çıkacak çoğu içeriğin, okuduğunuz bu yazı dahil, en iyi olasılıkla daha önceki deneyimler ve bilgiler temelinde ve pandemi sırasındaki gözlemlerle varılan görüşler olduğunu unutmamakta ve tümüne eleştirel bir şekilde yaklaşmakta yarar var.

Öğretmenin önemi ve uzaktan öğrenme deneyiminden dersler

Geçtiğimiz dokuz ayda öğretmenin önemini bir kere daha gördük. Öğrencilerin uzaktan eğitim için açtıkları tüm ekranlarda karşılarına çıkan bir öğretmen vardı. Öğretmenler kendilerini bir anda eğitsel ve teknolojik altyapısı eksik bir sistemde görevlerini farklı şekilde gerçekleştirirken buldular ve olağanüstü esneklik, uyum ve gayret gösterdiler. Bu dönemde özellikle öğretmenlerin kaleminden onların duygu ve düşüncelerini okumak pandemi boyunca onların dünyasına dair etkisini daha iyi anlamamı sağladı. Hiç kuşkusuz bir ekran ya da dijital mecra üzerinden öğretmenlik yapmak yeni beceriler ve hatta öğretmenliğin bu mecralarda icrasına dair yeni tasarımlar gerektiriyor. Önümüzdeki süreçte öğretmenlerin katkısının hem dijital hem yüz yüze ortamlarda özellikle etkileşimli öğrenmeyi kolaylaştıracak şekilde zenginleşeceğini söyleyebilirim.

Zorda kaldığımızda uzaktan da öğrenebildiğimize dair önemli bir deneyim yaşadık. Henüz bu deneyim ile yüz yüze öğrenme deneyimini karşılaştırmak için yeterli veri yok. 2020 – 2021’de yapılacak ve bir önceki yılı esas alacak araştırmalarda ortaya çıkabilecek öğrenme kayıpları ya da diğer olumsuz sonuçlarda pandeminin etkisinden bağımsız olarak teknolojinin katma değerine dair bilgi sahibi olmak çok zor olacak. Pandemi sırasında Rusya’da yapılan rastlantısal bir deneyde araştırmacılar dijital teknoloji kullanımın eğitimde çıktılara etkisinin konkav (içbükey) bir eğri şeklinde olduğunu buldular. Yani, dijital teknoloji bir noktaya kadar artı değer yarattıktan sonra bu tepe noktasına ulaşıyor ve sonra azalmaya başlıyor. Bu bulgunun eğitimcilerin deneyimlerini de destekleyeceğini tahmin ediyorum.

Pandeminin yüz yüze eğitimi sekteye uğratmasıyla öğrencilerin uzaktan eğitime erişimi ve evde yetişkinlerden aldıkları destek önem kazandı. Evlerde kesintisiz video ve ses aktarımına elverişli internet bağlantısı ve çocukların çevrimiçi eğitime erişimi için kullanabilecekleri bilgisayar ya da tabletler artık öğrenme için kritik kaynaklar. Yetişkinlerin evde çocuklara ayırdıkları zaman ve verdikleri destek de uzaktan öğrenme süreçleri için ön plana çıkan ve ailelerin ekonomik ve kültürel sermayeleri ile ilişkili olan kaynaklar olarak gözüküyor. Bu kaynaklara erişimde var olan farklılıklar bundan böyle politika yapıcıların dikkatle gözetmesi gereken sosyoekonomik eşitsizlikler arasında yer alacak.

Okulun önemi ve dönüşüm ihtiyacı

Bu dönemde dijital teknolojilerin eğitime yapabilecekleri katkı kadar sınırlılıklarını da beraber gözlemledik. Uzaktan eğitimle içerik dinleyerek öğrenmek mümkün olabilirken, dijital mecralarda öğrencilerin dinleme, görüş oluşturma, bunları paylaşabilme gibi aslında eleştirel düşünme için çok öneme sahip yetkinlikleri geliştirebileceği etkileşim ortamları oluşturmanın çok zor olduğunu deneyimledik. Bir arada olmayı ve etkileşimi sağlayacak mekanların eğitimin geleceğinde vazgeçilmez bir yeri olacağını rahatlıkla öngörebiliriz.

Bir kere daha okulun sadece öğrenmek için var olmadığını, öğrencilerin iyi olma halini korumak ve sosyal duygusal gelişimleri için çok değerli olduğunu gördük. ‘Okul Şart mı?’ sorusuna 2014’te farklı disiplinlerden verilen cevaplar okulun geleceğini merak edenler için halen geçerli öngörüler sunuyor. O cevaplar arasında Bilgi Üniversitesi’nden Pınar Uyan Semerci ve Boğaziçi Üniversitesi’nden Başak Ekim Akan’ın kaleme aldıkları “Bir Refah Alanı olarak Okul” yazısında öne sürdükleri tez pandemi boyunca daha da güçlendi. Okul, ilgili kamu birimlerinin sağlık ve koruma hizmetleriyle çocukların kolayca buluşabildiği bir alan. Gelecekte teknolojik gelişmeler ne olursa olsun okulun çocuklara ve bulundukları mahallere katabileceği değer kalıcı olacak.

Öğrenmek için bir araya gelebileceğimiz mekanların okulla sınırlı olmadığını ve gelecekte okula alternatif ya da tamamlayıcı fiziksel mekanların çeşitleneceğini ve yaygınlaşabileceğini gözlemledik. Doğa ve müzeler pandemi öncesinde eğitimde kullanılan fiziksel mekanlar olarak öne çıkıyordu. Pandemi sonrası dünyada eğitimi düşünürken hem doğayı daha sık kullanacağımızı hem de müzeler gibi alternatif öğrenme mekanlarına yenilerinin ekleneceğini görebiliyorum.

Son olarak, öğretim ve eğitimi kavramlarını çok sık bir arada ve benzer şekilde kullanmamıza rağmen eğitimin formal öğrenme ötesinde çok geniş bir dünyayı kapsadığını unutmamalıyız. Pandemi yüz yüze eğitimi sekteye uğratınca, çocukların “geride kaldıkları” ya da “öğrenme yoksulluğu” yaşadıklarını öne sürerken bu bakış açısının fazlasıyla öğretim ve öğretim programlarındaki formal içerikle sınırlı olduğunu düşünüyorum. Öğrenciler bu dönemde öğrenme süreçlerinde zorlanmış ve hatta geri kalmış olabilirler ancak bu süreçte çok farklı bilgiler, beceriler ve yetenekler elde etmiş olabilirler.

Pandemi eğitimin geleceği için bir fırsat mı dönüm noktası mı?

Eski Amerikan başkanlarından Kennedy’nin Çincede krizin yazılımından yola çıkarak krizlerin fırsatlar barındırdığına dair argümanı adeta modern bir mit olarak kabul gördü. Bu, ister istemez, krizlerden fırsatlar çıkartmak odaklı bazen çok da üretken olmayan bir hal alıyor. Halbuki, Kennedy’nin bu argümanının yanlış bir yoruma dayandığı ve aslında krizin Çince yazılımdaki iki sembolün tehlike ve dönüm noktası anlamına geldiği de yazılıyor. Dijital çağda eğitimin geleceği açısından da pandemiyi bir fırsat değil de dönüm noktası olarak görmek çok daha yerinde olacaktır.

Yukarıda özetlediğim izlenimler temelinde, bireylerin dijital çağda bilgi, beceri ve tutum öğrenimlerinin günlük yaşamlarında farklı mekanlarda erişebilecekleri yüz yüze ortamlarla dijital mecralarda ulaşabilecekleri çevrimiçi ortamlarda harmanlamış olarak gerçekleşeceğini öne sürebilirim. Bu, eğitim kamuoyunda zaten sıkça tartışılan, dile getirilen bir öngörüydü ve sınırlı ölçekte özel kurumlarda uygulanıyordu. Pandemi, bu deneyimi daha geniş ölçekte edinmemizi sağladı ve herkesin farkındalığını artırdı. Bu açıdan gerçekten bir dönüm noktasındayız.

Kısa vadede özel sektörün ve özel eğitim kurumlarının daha atılgan ve çevik olarak yeni model ve program tasarımları deneyeceğini ancak kamusal eğitimden sorumlu merkezi veya yerel yönetimlerin yavaş ve sabırlı harekete edeceğini düşünüyorum. Tabii ki kamu idaresinin sınırlayıcı olduğu ülkelerde özel sektörün yenilik alanı sınırlı olacaktır. Ancak, eğitimin dijital çağda orta ve uzun vadede yaygın olarak dönüşümü yine kamu politikaları ve uygulamalarında dönüşümle mümkün olacağı için ülkelerin veya ülkelerde söz sahibi yerel yönetimlerin bu konuya yaklaşımları ve mevcut altyapıları belirleyici olacak. Türkiye özelinde dijital çağda eğitimin geleceği için Eğitim Reformu Girişimi’nin Research Triangle Institute ile beraber FATİH Projesi’ni değerlendirdiği raporundaki önerilerin hâlâ geçerliliğini koruduğunu düşünüyorum.

Eğitim sosyokültürel bir fenomen; hayat içinde ve hayat için eğitim insanlık tarihi boyunca olduğu gibi ortama uyum sağlayarak sürecek. Pandemi özellikle örgütlü öğrenme için bir dönüm noktası oluşturuyor ancak eğitimin geleceğini düşünürken önümüzdeki iklim değişikliği, sistematik ayrımcılık ve sosyoekonomik eşitsizlikler gibi tehlikeleri de dikkate almak zorundayız. Bu pencereden bakınca aslında ihtiyacımız olan eğitim ve öğretime dair epistemolojik kabulleri ve kökenindeki ekonomi-politiği sorgulayarak işe başlamak.

Bunun için insanlara, hayvanlara ve doğaya bütüncül değer veren ve beraberce haysiyetli hayatlar yaşamamızı amaçlayan yeni bir eğitim felsefesi düşünelim. Böylesi derin ve samimi sorgulama olmaksızın eğitim – öğretimin geleceğini sadece teknolojiyle ilişkisi üzerinden kurgulamaya çalışmak bir kere daha yaşadığımız önemli bir dönüm noktasında ezberciliğe ve kolaycılığa teslim olmamız anlamına gelir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 4 Ocak 2021’de yayımlanmıştır.

Batuhan Aydagül
Batuhan Aydagül
Batuhan Aydagül - University of Wisconsin-Madison’da Eğitim Politikası Çalışmaları alanında doktora yapıyor, Anne Çocuk Eğitim Vakfı’nda (AÇEV) yönetim kurulunda ve Öğretmen Ağı’nın kurucu ekibinde uygulamaya katkı vermeye devam ediyor. Mesleki birikimini üniversite öncesi kademelere ilişkin eğitim politikası alanında geliştirdi, 2003 - 2019 arasında Türkiye’de Eğitim Reformu Girişimi’nde çalıştı. Daha önce, Darüşşafaka Derneği, ENKA Okulu ve Öğretmen Akademisi Vakfı’nda yönetim kurulu üyesi olarak hizmet etti. Uluslararası alanda AÇEV, Liberya Eğitim Bakanlığı, Network of Education Policy Centers ve OECD gibi kurumlarla farklı rollerde kısa ve uzun süreli görevlerde deneyimler edindi. Öğretmenler arasında farklı iş birliği formları, eğitimden işgücüne geçişin kültürel ve sosyal değerlendirmesi ve şehir-üniversite etkileşimi Batuhan’ın güncel merak alanlarını oluşturuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Pandemi: Eğitim için fırsat mı yoksa dönüm noktası mı?

COVID-19 eğitim ve öğretimi nasıl etkiledi, etkileyecek? Yerini bilgisayar ekranlarına bırakan okullar önemini yitirecek mi? Dijital teknolojilerin eğitime etkisi artı mı eksi mi oldu? Öğretmenlerden öğrencilere, okullardan karar alıcılara COVID-19 neleri düşündürdü? Eğitim politikaları uzmanı Batuhan Aydagül yazdı.

Eğitim, COVID-19 virüsünün yol açtığı pandemi boyunca en çok konuşulan konulardan biri oldu. Pandeminin dünya üzerinde bir milyar altı yüz milyon çocuğun yüz yüze öğretim sürecini sekteye uğrattığı iddia ediliyor. Bu boyutta bir küresel kriz bir yandan bugüne dair çözülmesi gereken devasa sorunlar ortaya çıkarırken diğer yandan eğitimin pandemi sonrası dünyada geleceğine dair merakı körükledi. Pandemiyi eğitim için bir fırsattan çok uzaktan öğrenmede bilişim teknolojilerinin kullanımını yaygın ölçekte deneyimlememizi sağlayan bir dönüm noktası olarak görüyorum. Ayrıca, çocukların akranlarına, büyüklerin de günlük yaşamlarında çocuksuz alan ve zamanlara olan ihtiyacı ve okulun bu açıdan önemi aşikâr oldu.

Eğitimin orta ve uzun vadede dönüşümünde yüz yüze ile çevrimiçi öğrenmenin bir arada olacağı harmanlanmış öğrenme modelinin yaygınlaşacağını ve bu bağlamda öğretmenin rolünün, öğretim programlarının, okul deneyiminin ve eğitimin mekanlarının yeniden tasarımının kritik olacağını öngörüyorum.

İnsanlık olarak yaşadığımız kriz ortak derdimizi oluştursa da aslında pandemiyi hepimiz farklı deneyimledik. Henüz bu farklı deneyimleri anlamlandırmak ve bütüncül bir değerlendirmede bulunmak için erken olduğunu hatırlayalım. Bu, bizi pandeminin etkilerine ve sonuçlarına dair kolay genellemeler yapmaktan alıkoymalı. Böyle bir durumda eğitime dair görüşlerimizi oluştururken kullanabileceğimiz veriler henüz çok sınırlı. Dolayısıyla eğitimin geleceğine dair karşınıza çıkacak çoğu içeriğin, okuduğunuz bu yazı dahil, en iyi olasılıkla daha önceki deneyimler ve bilgiler temelinde ve pandemi sırasındaki gözlemlerle varılan görüşler olduğunu unutmamakta ve tümüne eleştirel bir şekilde yaklaşmakta yarar var.

Öğretmenin önemi ve uzaktan öğrenme deneyiminden dersler

Geçtiğimiz dokuz ayda öğretmenin önemini bir kere daha gördük. Öğrencilerin uzaktan eğitim için açtıkları tüm ekranlarda karşılarına çıkan bir öğretmen vardı. Öğretmenler kendilerini bir anda eğitsel ve teknolojik altyapısı eksik bir sistemde görevlerini farklı şekilde gerçekleştirirken buldular ve olağanüstü esneklik, uyum ve gayret gösterdiler. Bu dönemde özellikle öğretmenlerin kaleminden onların duygu ve düşüncelerini okumak pandemi boyunca onların dünyasına dair etkisini daha iyi anlamamı sağladı. Hiç kuşkusuz bir ekran ya da dijital mecra üzerinden öğretmenlik yapmak yeni beceriler ve hatta öğretmenliğin bu mecralarda icrasına dair yeni tasarımlar gerektiriyor. Önümüzdeki süreçte öğretmenlerin katkısının hem dijital hem yüz yüze ortamlarda özellikle etkileşimli öğrenmeyi kolaylaştıracak şekilde zenginleşeceğini söyleyebilirim.

Zorda kaldığımızda uzaktan da öğrenebildiğimize dair önemli bir deneyim yaşadık. Henüz bu deneyim ile yüz yüze öğrenme deneyimini karşılaştırmak için yeterli veri yok. 2020 – 2021’de yapılacak ve bir önceki yılı esas alacak araştırmalarda ortaya çıkabilecek öğrenme kayıpları ya da diğer olumsuz sonuçlarda pandeminin etkisinden bağımsız olarak teknolojinin katma değerine dair bilgi sahibi olmak çok zor olacak. Pandemi sırasında Rusya’da yapılan rastlantısal bir deneyde araştırmacılar dijital teknoloji kullanımın eğitimde çıktılara etkisinin konkav (içbükey) bir eğri şeklinde olduğunu buldular. Yani, dijital teknoloji bir noktaya kadar artı değer yarattıktan sonra bu tepe noktasına ulaşıyor ve sonra azalmaya başlıyor. Bu bulgunun eğitimcilerin deneyimlerini de destekleyeceğini tahmin ediyorum.

Pandeminin yüz yüze eğitimi sekteye uğratmasıyla öğrencilerin uzaktan eğitime erişimi ve evde yetişkinlerden aldıkları destek önem kazandı. Evlerde kesintisiz video ve ses aktarımına elverişli internet bağlantısı ve çocukların çevrimiçi eğitime erişimi için kullanabilecekleri bilgisayar ya da tabletler artık öğrenme için kritik kaynaklar. Yetişkinlerin evde çocuklara ayırdıkları zaman ve verdikleri destek de uzaktan öğrenme süreçleri için ön plana çıkan ve ailelerin ekonomik ve kültürel sermayeleri ile ilişkili olan kaynaklar olarak gözüküyor. Bu kaynaklara erişimde var olan farklılıklar bundan böyle politika yapıcıların dikkatle gözetmesi gereken sosyoekonomik eşitsizlikler arasında yer alacak.

Okulun önemi ve dönüşüm ihtiyacı

Bu dönemde dijital teknolojilerin eğitime yapabilecekleri katkı kadar sınırlılıklarını da beraber gözlemledik. Uzaktan eğitimle içerik dinleyerek öğrenmek mümkün olabilirken, dijital mecralarda öğrencilerin dinleme, görüş oluşturma, bunları paylaşabilme gibi aslında eleştirel düşünme için çok öneme sahip yetkinlikleri geliştirebileceği etkileşim ortamları oluşturmanın çok zor olduğunu deneyimledik. Bir arada olmayı ve etkileşimi sağlayacak mekanların eğitimin geleceğinde vazgeçilmez bir yeri olacağını rahatlıkla öngörebiliriz.

Bir kere daha okulun sadece öğrenmek için var olmadığını, öğrencilerin iyi olma halini korumak ve sosyal duygusal gelişimleri için çok değerli olduğunu gördük. ‘Okul Şart mı?’ sorusuna 2014’te farklı disiplinlerden verilen cevaplar okulun geleceğini merak edenler için halen geçerli öngörüler sunuyor. O cevaplar arasında Bilgi Üniversitesi’nden Pınar Uyan Semerci ve Boğaziçi Üniversitesi’nden Başak Ekim Akan’ın kaleme aldıkları “Bir Refah Alanı olarak Okul” yazısında öne sürdükleri tez pandemi boyunca daha da güçlendi. Okul, ilgili kamu birimlerinin sağlık ve koruma hizmetleriyle çocukların kolayca buluşabildiği bir alan. Gelecekte teknolojik gelişmeler ne olursa olsun okulun çocuklara ve bulundukları mahallere katabileceği değer kalıcı olacak.

Öğrenmek için bir araya gelebileceğimiz mekanların okulla sınırlı olmadığını ve gelecekte okula alternatif ya da tamamlayıcı fiziksel mekanların çeşitleneceğini ve yaygınlaşabileceğini gözlemledik. Doğa ve müzeler pandemi öncesinde eğitimde kullanılan fiziksel mekanlar olarak öne çıkıyordu. Pandemi sonrası dünyada eğitimi düşünürken hem doğayı daha sık kullanacağımızı hem de müzeler gibi alternatif öğrenme mekanlarına yenilerinin ekleneceğini görebiliyorum.

Son olarak, öğretim ve eğitimi kavramlarını çok sık bir arada ve benzer şekilde kullanmamıza rağmen eğitimin formal öğrenme ötesinde çok geniş bir dünyayı kapsadığını unutmamalıyız. Pandemi yüz yüze eğitimi sekteye uğratınca, çocukların “geride kaldıkları” ya da “öğrenme yoksulluğu” yaşadıklarını öne sürerken bu bakış açısının fazlasıyla öğretim ve öğretim programlarındaki formal içerikle sınırlı olduğunu düşünüyorum. Öğrenciler bu dönemde öğrenme süreçlerinde zorlanmış ve hatta geri kalmış olabilirler ancak bu süreçte çok farklı bilgiler, beceriler ve yetenekler elde etmiş olabilirler.

Pandemi eğitimin geleceği için bir fırsat mı dönüm noktası mı?

Eski Amerikan başkanlarından Kennedy’nin Çincede krizin yazılımından yola çıkarak krizlerin fırsatlar barındırdığına dair argümanı adeta modern bir mit olarak kabul gördü. Bu, ister istemez, krizlerden fırsatlar çıkartmak odaklı bazen çok da üretken olmayan bir hal alıyor. Halbuki, Kennedy’nin bu argümanının yanlış bir yoruma dayandığı ve aslında krizin Çince yazılımdaki iki sembolün tehlike ve dönüm noktası anlamına geldiği de yazılıyor. Dijital çağda eğitimin geleceği açısından da pandemiyi bir fırsat değil de dönüm noktası olarak görmek çok daha yerinde olacaktır.

Yukarıda özetlediğim izlenimler temelinde, bireylerin dijital çağda bilgi, beceri ve tutum öğrenimlerinin günlük yaşamlarında farklı mekanlarda erişebilecekleri yüz yüze ortamlarla dijital mecralarda ulaşabilecekleri çevrimiçi ortamlarda harmanlamış olarak gerçekleşeceğini öne sürebilirim. Bu, eğitim kamuoyunda zaten sıkça tartışılan, dile getirilen bir öngörüydü ve sınırlı ölçekte özel kurumlarda uygulanıyordu. Pandemi, bu deneyimi daha geniş ölçekte edinmemizi sağladı ve herkesin farkındalığını artırdı. Bu açıdan gerçekten bir dönüm noktasındayız.

Kısa vadede özel sektörün ve özel eğitim kurumlarının daha atılgan ve çevik olarak yeni model ve program tasarımları deneyeceğini ancak kamusal eğitimden sorumlu merkezi veya yerel yönetimlerin yavaş ve sabırlı harekete edeceğini düşünüyorum. Tabii ki kamu idaresinin sınırlayıcı olduğu ülkelerde özel sektörün yenilik alanı sınırlı olacaktır. Ancak, eğitimin dijital çağda orta ve uzun vadede yaygın olarak dönüşümü yine kamu politikaları ve uygulamalarında dönüşümle mümkün olacağı için ülkelerin veya ülkelerde söz sahibi yerel yönetimlerin bu konuya yaklaşımları ve mevcut altyapıları belirleyici olacak. Türkiye özelinde dijital çağda eğitimin geleceği için Eğitim Reformu Girişimi’nin Research Triangle Institute ile beraber FATİH Projesi’ni değerlendirdiği raporundaki önerilerin hâlâ geçerliliğini koruduğunu düşünüyorum.

Eğitim sosyokültürel bir fenomen; hayat içinde ve hayat için eğitim insanlık tarihi boyunca olduğu gibi ortama uyum sağlayarak sürecek. Pandemi özellikle örgütlü öğrenme için bir dönüm noktası oluşturuyor ancak eğitimin geleceğini düşünürken önümüzdeki iklim değişikliği, sistematik ayrımcılık ve sosyoekonomik eşitsizlikler gibi tehlikeleri de dikkate almak zorundayız. Bu pencereden bakınca aslında ihtiyacımız olan eğitim ve öğretime dair epistemolojik kabulleri ve kökenindeki ekonomi-politiği sorgulayarak işe başlamak.

Bunun için insanlara, hayvanlara ve doğaya bütüncül değer veren ve beraberce haysiyetli hayatlar yaşamamızı amaçlayan yeni bir eğitim felsefesi düşünelim. Böylesi derin ve samimi sorgulama olmaksızın eğitim – öğretimin geleceğini sadece teknolojiyle ilişkisi üzerinden kurgulamaya çalışmak bir kere daha yaşadığımız önemli bir dönüm noktasında ezberciliğe ve kolaycılığa teslim olmamız anlamına gelir.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 4 Ocak 2021’de yayımlanmıştır.

Batuhan Aydagül
Batuhan Aydagül
Batuhan Aydagül - University of Wisconsin-Madison’da Eğitim Politikası Çalışmaları alanında doktora yapıyor, Anne Çocuk Eğitim Vakfı’nda (AÇEV) yönetim kurulunda ve Öğretmen Ağı’nın kurucu ekibinde uygulamaya katkı vermeye devam ediyor. Mesleki birikimini üniversite öncesi kademelere ilişkin eğitim politikası alanında geliştirdi, 2003 - 2019 arasında Türkiye’de Eğitim Reformu Girişimi’nde çalıştı. Daha önce, Darüşşafaka Derneği, ENKA Okulu ve Öğretmen Akademisi Vakfı’nda yönetim kurulu üyesi olarak hizmet etti. Uluslararası alanda AÇEV, Liberya Eğitim Bakanlığı, Network of Education Policy Centers ve OECD gibi kurumlarla farklı rollerde kısa ve uzun süreli görevlerde deneyimler edindi. Öğretmenler arasında farklı iş birliği formları, eğitimden işgücüne geçişin kültürel ve sosyal değerlendirmesi ve şehir-üniversite etkileşimi Batuhan’ın güncel merak alanlarını oluşturuyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x