Pandemi ve dokunmadan kaçınmanın bedeli

Dokunma ruh ve bedenlerimizin ilişki kurmasında, sosyal bağlarımızda çok önemli bir araç, adeta kendine özgü bir dili var. Ancak pandemi sürecinde bundan mahrum kaldık. Dokunmadan yaşamaya çalışmanın bedeli ne olacak?

COVID-19 pandemisinin yaşamımızdan götürdükleri arasında sarılma ve dokunma da var. Sosyal mesafe kuralları insanların birbirinden fiziksel anlamda uzaklaşmasına neden oldu. Ancak İtalyan sinirbilimci Laura Crucianelli’ye göre, dokunmadan kaçınmanın sosyal ve psikolojik bedeli son derece ağır olacak.

Stockholm’deki Karolinska Enstitüsü Sinirbilim Bölümü’nde Beyin, Vücut ve Kendilik Laboratuvarı’nda Marie Skłodowska-Curie araştırma görevlisi olan, aynı zamanda University College London’da Klinik, Eğitim ve Sağlık Psikolojisi Araştırma Departmanı’nda onursal akademik üyeliği bulunan Crucianelli, Aeon.co için kaleme aldığı yazıda, dokunmanın tabu hale getirmenin hastalıkla baş etmeyi de zorlaştırdığını savunuyor. Yazıdan öne çıkan bazı bölümleri aktarıyoruz:

“Dokunma, dünyayla karşılaştığımız ilk duygudur ve ölümün sınırına yaklaşırken bizi terk eden son duygudur. Margaret Atwood, “Kör Suikastçı” (2000) adlı romanında ‘Dokunma, görmeden ve konuşmadan önce gelir. İlk ve son dildir ve her zaman doğruyu söyler’ diye yazıyor. İnsan fetüsleri, hamileliğin yaklaşık 16’ıncı haftasında ortaya çıkan lanugo olarak bilinen ince tüylerle kaplıdır. Bazı araştırmacılar, bu hassas iplikçiklerin, annemizin amniyotik sıvısının cildimizi nazikçe yıkamasının hoş hislerini artırdığına, bir çocuğun doğduktan sonra kucaklandığında duyduğu sıcak ve sakinleştirici hissin habercisi olduğuna inanıyor.”

Dokunma açlığı çekiyoruz

Laura Crucianelli insanların daha az birbirine dokunduğu İsveç’te yaşayan bir İtalyan olarak dokunma açlığı çektiğini belirttikten sonra pandemide tüm insanların aynı duruma düştüğünü belirtiyor:

“Ancak son zamanlarda, dokunma bir ‘yasak döneminden’ geçiyor. En önemli duyu için oldukça zor zamanlar… 2020 pandemisi, öksürme ve hapşırmanın yanı sıra dokunmanın da tabu haline gelmesine yol açtı. COVID-19’dan muzdarip insanlar koku ve tat alma duyusunu kaybedebilirken, testi pozitif çıksın çıkmasın, hastalık belirtisi taşısın taşımasın, hastaneye yatırılsın yatırılmasın hepimiz için azalan bir duygu oldu. Açıkçası dokunma en yüksek bedeli ödeyen duyu oldu.”

Hastalar dokunmadan iyileşebilir mi?

Bununla beraber fiziksel mesafe bizi koruyorsa aynı zamanda bakım ve beslenmenin de önüne geçiyor.

Başka bir insanın bakımını üstlenmek, neredeyse kaçınılmaz olarak onlara dokunmayı da içerir. Yıkamak, giydirmek, kaldırmak, yürümesine yardımcı olmak ve tıbbi muayeneden geçirmek gibi en temel ihtiyaçlardan iletişim kurmayı, rahatlatmak ve destek sunmaya (…) kadar her türlü eylemde dokunma gerekir. (…) Örneğin araştırmalar, masaj terapisinin etkisinin doktor müdahalelerinden daha etkili olduğunu gösteriyor. (…) Dokunmadan bakım da tedavi de mümkün değil.

Sosyal medya fiziksel teması azalttı

Laura Crucianelli, insanlar arasındaki fiziksel temasın pandemi öncesinde özellikle sosyal medya kullanımının gençlerde artmasıyla azaldığına dikkat çektikten sonra, #metoo hareketinin de mesafelerin açılmasına katkıda bulunduğunu belirtiyor:

“Dokunma şüpheciliğinin bir başka nedeni de, dokunmanın erkeklerin kadınlara güçlerini empoze etmek için kullandıkları bir silah olduğuna dair artan küresel farkındalıktır. #MeToo hareketi, kadınların, belli fırsatlara erişim elde etmenin bedeli olarak uygunsuz dokunuşlara ses çıkarmamalarının beklendiğini ortaya çıkardı. Bu arada doktor, hemşire, öğretmen ve satış görevlileri fazla ‘el sürmemeleri’ konusunda uyarıldı. Yine de araştırmalar, dokunmanın söz konusu meslek erbabından herhangi biriyle yaşanan deneyimlerin kalitesini ve memnuniyeti artırdığını gösteriyor. (…)

Diğer duyulara karşı kurulduğunda dokunmanın benzersiz yanı, karşılıklı olmasıdır. Bizimle göz teması sağlanmasa bile birisine bakabiliriz ama dokunulmadan dokunamıyoruz. Pandemi sırasında hemşire ve doktorların, bu benzersiz dokunma özelliğinin hastalarla iletişim kurmalarına nasıl yardımcı olduğunu söylediğine şahit olduk. Sağlık çalışanları, koruyucu donanımları nedeniyle konuşamadıkları, gülümsemedikleri veya düzgün bir şekilde görülmediklerinde, hastaları rahatlatmak ve onlara yalnız olmadıklarını hissettirmek için omuzlarına hafifçe vurmaya, bir elini tutmaya veya bir kolu sıkmaya dikkat ettiler.

Dokunmak, pandemide hem kanıtlanmış bir faktör hem de paradoksal olarak tedavinin bir parçası oldu. Dokunma gerçekten sosyal bağlantı için en önemli araç ve biz, bundan en iyi şekilde yararlanmak için gerekli aksesuarla donatılmış halde doğuyoruz.”

Dokunmanın ruh sağlığına etkisi

İtalyan uzman, dokunmanın fiziksel ve psikolojik etkilerini bilimsel araştırmalar ışığında aktarıyor:

“1990’larda, dokunma yoksunluğunun insani gelişme üzerindeki şaşkına çevirici sonuçlarını gösteren çok sayıda araştırma peş peşe gelmişti. Birkaç çalışma, Romanya’daki yetimhanelerde yaşamlarının ilk yıllarında neredeyse hiç dokunulmadan geçirmiş çocuklarda daha sonra bilişsel ve davranışsal sorunlar çıktığı gibi beyin gelişiminde önemli farklılıklar olduğunu gösterdi.

Yetişkinlikte, sosyal ilişkileri azalmış kişiler, güçlü sosyal ilişkileri olan insanlara kıyasla daha erken ölme riskine sahip. Dokunma özellikle yaşlandıkça da önem kazanır. Örneğin, kurumlarda bakım altına alınmış bir grup yaşlı erişkine hafifçe dokunmanın onların gıda tüketimini artırdığını araştırmalar gösterdi. Eskiden olduğu gibi göremediğimiz, duyamadığımız veya konuşamadığımız zaman bile, çevremizdeki dünyayı keşfetmek, başkalarıyla iletişim kurmak ve bizimle iletişim kurmalarına izin vermek için neredeyse her zaman dokunmaya bel bağlayabiliriz.”

Dokunmak hormonları nasıl etkiler?

“Bilim bugün, dokunmanın neden bu kadar önemli olduğunun bir açıklamaya başladı. Cilde dokunmak hem yetişkinlerde hem de bebeklerde nabız, kan basıncı ve kortizol düzeyleri gibi stresle ilgili tüm faktörlerde, azalma sağlayabiliyor.

Dokunma ayrıca dinginlik, gevşeme ve dünya ile barışık olma hissi veren bir hormon olan oksitosinin salgısını kolaylaştırıyor. Ne zaman bir arkadaşımıza veya bir evcil hayvana sarılsak, vücudumuz da oksitosin salgılar ve bu bize kendimizi iyi hissettirir. Oksitosin belli ki aynı yolla, insanların (…) başkalarıyla iletişim kurma ve sürdürme motivasyonunu da artırıyor. Oksitosin, kendimizle olan ilişkimizde de hayati bir rol oynar. (…)

Dokunma, gelişen ilk duyudur ve en büyük organımız olan deri aracılığıyla gerçekleşir. Gelişimimizin yörüngesinde bu kadar erken doğan az sayıdaki memeliden biriyiz. Motor sistemimiz tam olarak gelişmemiştir, kendimizi besleyemeyiz, kendi sıcaklığımızı belirli bir eşiğin ötesinde düzenleyemiyoruz. Tüm bunlar hayatta kalmak için başkalarına güvenmemiz gerektiği anlamına geliyor. Çocukken bakılmak, öncelikle dokunsal temasa ve ‘tutulmaya’ bağlıdır. Bebek bezlerini değiştirmek, yıkanmak, beslenmek, uyumak ve tabii ki sarılmak gibi temel aktiviteler dokunmayı içerir.

Hayatın ilk birkaç ayını atlattıktan sonra bile, sosyal dokunsal etkileşimler gelişimimiz için çok önemlidir. Örneğin, doğum sonrası depresyonun bebekler için olumsuz sonuçları olduğu bilinir ancak anne dokunuşu da koruyucu bir etkiye sahip olabilir. Bu nedenle, depresyonlu anneler ile bebekleri arasındaki dokunsal etkileşimleri teşvik etmek, daha sonraki yaşamlarında çocuklar için olumsuz sonuçların önüne geçebilir. En önemlisi, sağlanan fayda karşılıklıdır: Bebekle ebeveyn arasındaki cilt teması, annelerde, babalarda ve bebeklerde oksitosin düzeylerini artırır, iyi hissettirir, sağlıklı bir ilişkinin gelişmesini teşvik eder ve ebeveynlerle bebekler arasında etkileşimleri güçlendirir.”

Dokunmanın dili

Laura Crucianelli, dokunmanın toplumsal yaşamda kendine özgü bir dili olduğunu da belirtiyor:

“Bebeklik ve çocuklukta özellikle önemli olan sadece aldığımız dokunuş miktarı değil, aynı zamanda doğası ve kalitesidir. Meslektaşlarımla birlikte kısa süre önce yaptığımız bir çalışma, 12 aylık küçük çocukların bile oyun sırasında veya birlikte kitap paylaşırken olduğu gibi günlük aktiviteler sırasında annelerinin onlara dokunma şeklini algılayabildiklerini gösterdi. (…) Annelerin bebeklerinin ihtiyaçlarını anlama becerilerinin bir tür dokunsal dile çevrildiğini de bulguladık. Örneğin, bebeklerine daha az uyumlu veya duyarlı olan anneler de daha kaba ve kısıtlayıcı dokunuşlar kullanma eğilimindeydiler. Bebekler de annelerine (…) aynı agresiflikte yanıt veriyorlardı.

Dokunmadan bir dil olarak bahsetmek kesinlikle abartılı olmaz. Konuşma dili gibi onu da hayatımızın ilk aşamalarından itibaren sevdiklerimizle sosyal etkileşimler yoluyla öğreniriz. Duygularımızı iletmek ve birine korktuğumuzu, mutlu olduğumuzu, aşık olduğumuzu, üzgün olduğumuzu, cinsel olarak uyarıldığımızı ve çok daha fazlasını anlatmak için her gün dokunmayı kullanırız.

Buna karşılık, bize dokunma şekillerine göre başkalarının niyet ve duygularını okumakta da oldukça iyiyiz. Kısa süre önce yaptığımız çalışmada insanları laboratuvara davet ettik ve deneycinin dokunarak onlara iletmeye çalıştığı duyguları ve niyetleri tespit etmelerini istedik. (…) Sonuçta yavaş, okşamaya benzer dokunuşun, bir yabancıdan gelse bile aşkı iletme olasılığının daha yüksek olduğunu gördük. Bunun aksine, katılımcılar, hızlı dokunuşlara özel bir anlam veya duygu atfetmediler.”

El sıkışmak mühürdür

“Yalnızca sosyal bağlar kurmak için değil, aynı zamanda güç ilişkileri kurmak için karşılıklı dokusal jestleri paylaşıyoruz. Batı dünyasının iş yaşamında insanlar genellikle biriyle ilk kez tanıştıklarında el sıkışırken belli miktarda baskı uygularlar. El sıkışma, yeterlilik ve güveni temsil eder. Diğer kişinin bize dokunduğunu hissederiz ve kendimize sorarız: ‘Onlara bir iş teklif edecek kadar güveniyor muyum?’ veya ‘Çocuklarıma bakıcılık yapmalarına izin vermeli miyim?’ Bir araştırma, düzgün bir el sıkışmanın bir iş görüşmesinde başarının anahtarlarından biri olduğunu gösterdi. Bu belki de el sıkışmanın bizimle başkaları arasındaki fiziksel mesafeyi kapatmanın ilk yolu olduğu içindir. El sıkışma aynı zamanda imza veya sözleşme yoluyla sağlanan anlaşmaların üzerine vurulan mühür yerine de geçer. (…)

Dokunma dili aynı zamanda yaşam boyu kendimizle ve bedenimizle ilişki kurma şeklimizi de etkiler ve psikolojik sağlığımız üzerinde derin etkiler yaratır. (…) Anoreksiya nevroza hastalarıyla yapılan araştırmalar (…) şiddetli yetersiz beslenme ile dokunmadan duyulan rahatsızlık arasında bağ olduğunu gösterdi. Bu bulgu, diğer çalışmalarla birlikte, sosyal dokunuş ile ruh sağlığı arasında kesinlikle yakın bir bağlantı olduğunu gösteriyor. Hayatımız boyunca gelişmek için dokunmaya ihtiyacımız var.”

Dokunmadan kaçınmak felaket getirir

Laura Crucianelli, pandeminin hayatımızı kırılganlaştırdığını ve dokunmaya en fazla ihtiyaç duyduğumuz dönemde temasın tamamen kısıtlanmasının sonuçlarının felaket olacağı uyarısında bulunuyor:

“Pandemi, bize hayatın dokunmadan nasıl olacağına dair bir fikir verdi. Diğerleri, bulaşma veya dokunma korkusu, çoğumuzun o an içimizden gelen sarılmaları, tokalaşmaları ve dokunuşları ne kadar özlediğimizi ortaya çıkardı. Fiziksel mesafe, cildimizde görünmez yaralar bırakıyor. Nitekim çok sayıda insan, salgın sona erdiğinde yapmak istedikleri ilk şeylerden birinin sevdiklerine sarılmak olduğunu söylüyor.

Dokunma o kadar önemlidir ki, dijital iletişimin dili bile dokunmatik metaforlarla dolmuş durumda. (…) Bazı araştırmacılar, okşama cihazlarıyla (…) teknolojinin başkalarıyla fiziksel bağımızı geliştirebileceğini öne sürüyor. Bu cihazlar için, özellikle yaşlılar, yalnız yaşayanlar veya yetimhanelerdeki çocuklar gibi dokunmadan yoksun kişiler için çok fazla potansiyel var. Dünya çapında insanların yüzde 15’i yalnız ve genellikle sevdiklerinden uzakta yaşıyor. Üstelik istatistikler giderek daha fazla insanın yalnız öldüğünü gösteriyor. Çok uzak olsa bile fiziksel olarak yakın olma olasılığına sahip olmak büyük fark yaratırdı.

Bununla birlikte, bu cihazlar, tensel dokunmanın yerine geçmek yerine onun tamamlayıcısı olmalıdır. Hiçbir şey, dokunmaya genellikle koku, ses ve vücut ısısı gibi diğer duyusal sinyallerin eşlik ettiği fiziksel olarak yakın bir anın büyüsüyle kıyaslanamaz.

Dokunma, fiziksel ve zamansal olarak proksimal, yani “birbirimize yakınız ve şimdi buradayız” anlamına gelir. Birinin yüzünü görmek ve onlarla Zoom üzerinden konuşmak gibi dijitalleştirilebilen diğer duyuların aksine, dokunma aynı yerde, aynı zamanda başka bir insanla olmanızı gerektirir. Dokunmanın dijitalleştirilmiş bir versiyonu, uzay ve zamanda belirli bir anın bu zengin paylaşımını kaçıracak ve bir sarılmanın neler sağlayabileceğine dair daha sınırlı bir deneyime izin verecektir. (…)”

Daha iyi dünya bir kucak ötede

İtalyan uzman yazısına uyarılarda bulunarak son veriyor:

“Kendimizi temastan mahrum bırakarak çok şey kaybediyoruz. Öncelikle de kendimizi konuştuğumuz en karmaşık dillerden birinden mahrum bırakıyoruz. Yeni ilişkiler kurma fırsatlarını kaybediyoruz. Hatta mevcut olanları zayıflatıyoruz. Bozulan sosyal ilişkiler yoluyla kendimizden de kopuyoruz.

İnsanların birbirlerine dokunabilme ihtiyacı, pandemi sonrası ‘yeni normal’i tanımlamada bir öncelik olmalıdır. Daha iyi bir dünya genellikle sadece bir kucak ötede… Bir bilim insanı ve aynı zamanda bir insan olarak, dokunma ve kimsenin temassız olmayacağı bir gerçekliği hayal etme hakkına sahip olduğumu iddia ediyorum.”

Bu yazı ilk kez 29 Ekim 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Pandemi ve dokunmadan kaçınmanın bedeli

Dokunma ruh ve bedenlerimizin ilişki kurmasında, sosyal bağlarımızda çok önemli bir araç, adeta kendine özgü bir dili var. Ancak pandemi sürecinde bundan mahrum kaldık. Dokunmadan yaşamaya çalışmanın bedeli ne olacak?

COVID-19 pandemisinin yaşamımızdan götürdükleri arasında sarılma ve dokunma da var. Sosyal mesafe kuralları insanların birbirinden fiziksel anlamda uzaklaşmasına neden oldu. Ancak İtalyan sinirbilimci Laura Crucianelli’ye göre, dokunmadan kaçınmanın sosyal ve psikolojik bedeli son derece ağır olacak.

Stockholm’deki Karolinska Enstitüsü Sinirbilim Bölümü’nde Beyin, Vücut ve Kendilik Laboratuvarı’nda Marie Skłodowska-Curie araştırma görevlisi olan, aynı zamanda University College London’da Klinik, Eğitim ve Sağlık Psikolojisi Araştırma Departmanı’nda onursal akademik üyeliği bulunan Crucianelli, Aeon.co için kaleme aldığı yazıda, dokunmanın tabu hale getirmenin hastalıkla baş etmeyi de zorlaştırdığını savunuyor. Yazıdan öne çıkan bazı bölümleri aktarıyoruz:

“Dokunma, dünyayla karşılaştığımız ilk duygudur ve ölümün sınırına yaklaşırken bizi terk eden son duygudur. Margaret Atwood, “Kör Suikastçı” (2000) adlı romanında ‘Dokunma, görmeden ve konuşmadan önce gelir. İlk ve son dildir ve her zaman doğruyu söyler’ diye yazıyor. İnsan fetüsleri, hamileliğin yaklaşık 16’ıncı haftasında ortaya çıkan lanugo olarak bilinen ince tüylerle kaplıdır. Bazı araştırmacılar, bu hassas iplikçiklerin, annemizin amniyotik sıvısının cildimizi nazikçe yıkamasının hoş hislerini artırdığına, bir çocuğun doğduktan sonra kucaklandığında duyduğu sıcak ve sakinleştirici hissin habercisi olduğuna inanıyor.”

Dokunma açlığı çekiyoruz

Laura Crucianelli insanların daha az birbirine dokunduğu İsveç’te yaşayan bir İtalyan olarak dokunma açlığı çektiğini belirttikten sonra pandemide tüm insanların aynı duruma düştüğünü belirtiyor:

“Ancak son zamanlarda, dokunma bir ‘yasak döneminden’ geçiyor. En önemli duyu için oldukça zor zamanlar… 2020 pandemisi, öksürme ve hapşırmanın yanı sıra dokunmanın da tabu haline gelmesine yol açtı. COVID-19’dan muzdarip insanlar koku ve tat alma duyusunu kaybedebilirken, testi pozitif çıksın çıkmasın, hastalık belirtisi taşısın taşımasın, hastaneye yatırılsın yatırılmasın hepimiz için azalan bir duygu oldu. Açıkçası dokunma en yüksek bedeli ödeyen duyu oldu.”

Hastalar dokunmadan iyileşebilir mi?

Bununla beraber fiziksel mesafe bizi koruyorsa aynı zamanda bakım ve beslenmenin de önüne geçiyor.

Başka bir insanın bakımını üstlenmek, neredeyse kaçınılmaz olarak onlara dokunmayı da içerir. Yıkamak, giydirmek, kaldırmak, yürümesine yardımcı olmak ve tıbbi muayeneden geçirmek gibi en temel ihtiyaçlardan iletişim kurmayı, rahatlatmak ve destek sunmaya (…) kadar her türlü eylemde dokunma gerekir. (…) Örneğin araştırmalar, masaj terapisinin etkisinin doktor müdahalelerinden daha etkili olduğunu gösteriyor. (…) Dokunmadan bakım da tedavi de mümkün değil.

Sosyal medya fiziksel teması azalttı

Laura Crucianelli, insanlar arasındaki fiziksel temasın pandemi öncesinde özellikle sosyal medya kullanımının gençlerde artmasıyla azaldığına dikkat çektikten sonra, #metoo hareketinin de mesafelerin açılmasına katkıda bulunduğunu belirtiyor:

“Dokunma şüpheciliğinin bir başka nedeni de, dokunmanın erkeklerin kadınlara güçlerini empoze etmek için kullandıkları bir silah olduğuna dair artan küresel farkındalıktır. #MeToo hareketi, kadınların, belli fırsatlara erişim elde etmenin bedeli olarak uygunsuz dokunuşlara ses çıkarmamalarının beklendiğini ortaya çıkardı. Bu arada doktor, hemşire, öğretmen ve satış görevlileri fazla ‘el sürmemeleri’ konusunda uyarıldı. Yine de araştırmalar, dokunmanın söz konusu meslek erbabından herhangi biriyle yaşanan deneyimlerin kalitesini ve memnuniyeti artırdığını gösteriyor. (…)

Diğer duyulara karşı kurulduğunda dokunmanın benzersiz yanı, karşılıklı olmasıdır. Bizimle göz teması sağlanmasa bile birisine bakabiliriz ama dokunulmadan dokunamıyoruz. Pandemi sırasında hemşire ve doktorların, bu benzersiz dokunma özelliğinin hastalarla iletişim kurmalarına nasıl yardımcı olduğunu söylediğine şahit olduk. Sağlık çalışanları, koruyucu donanımları nedeniyle konuşamadıkları, gülümsemedikleri veya düzgün bir şekilde görülmediklerinde, hastaları rahatlatmak ve onlara yalnız olmadıklarını hissettirmek için omuzlarına hafifçe vurmaya, bir elini tutmaya veya bir kolu sıkmaya dikkat ettiler.

Dokunmak, pandemide hem kanıtlanmış bir faktör hem de paradoksal olarak tedavinin bir parçası oldu. Dokunma gerçekten sosyal bağlantı için en önemli araç ve biz, bundan en iyi şekilde yararlanmak için gerekli aksesuarla donatılmış halde doğuyoruz.”

Dokunmanın ruh sağlığına etkisi

İtalyan uzman, dokunmanın fiziksel ve psikolojik etkilerini bilimsel araştırmalar ışığında aktarıyor:

“1990’larda, dokunma yoksunluğunun insani gelişme üzerindeki şaşkına çevirici sonuçlarını gösteren çok sayıda araştırma peş peşe gelmişti. Birkaç çalışma, Romanya’daki yetimhanelerde yaşamlarının ilk yıllarında neredeyse hiç dokunulmadan geçirmiş çocuklarda daha sonra bilişsel ve davranışsal sorunlar çıktığı gibi beyin gelişiminde önemli farklılıklar olduğunu gösterdi.

Yetişkinlikte, sosyal ilişkileri azalmış kişiler, güçlü sosyal ilişkileri olan insanlara kıyasla daha erken ölme riskine sahip. Dokunma özellikle yaşlandıkça da önem kazanır. Örneğin, kurumlarda bakım altına alınmış bir grup yaşlı erişkine hafifçe dokunmanın onların gıda tüketimini artırdığını araştırmalar gösterdi. Eskiden olduğu gibi göremediğimiz, duyamadığımız veya konuşamadığımız zaman bile, çevremizdeki dünyayı keşfetmek, başkalarıyla iletişim kurmak ve bizimle iletişim kurmalarına izin vermek için neredeyse her zaman dokunmaya bel bağlayabiliriz.”

Dokunmak hormonları nasıl etkiler?

“Bilim bugün, dokunmanın neden bu kadar önemli olduğunun bir açıklamaya başladı. Cilde dokunmak hem yetişkinlerde hem de bebeklerde nabız, kan basıncı ve kortizol düzeyleri gibi stresle ilgili tüm faktörlerde, azalma sağlayabiliyor.

Dokunma ayrıca dinginlik, gevşeme ve dünya ile barışık olma hissi veren bir hormon olan oksitosinin salgısını kolaylaştırıyor. Ne zaman bir arkadaşımıza veya bir evcil hayvana sarılsak, vücudumuz da oksitosin salgılar ve bu bize kendimizi iyi hissettirir. Oksitosin belli ki aynı yolla, insanların (…) başkalarıyla iletişim kurma ve sürdürme motivasyonunu da artırıyor. Oksitosin, kendimizle olan ilişkimizde de hayati bir rol oynar. (…)

Dokunma, gelişen ilk duyudur ve en büyük organımız olan deri aracılığıyla gerçekleşir. Gelişimimizin yörüngesinde bu kadar erken doğan az sayıdaki memeliden biriyiz. Motor sistemimiz tam olarak gelişmemiştir, kendimizi besleyemeyiz, kendi sıcaklığımızı belirli bir eşiğin ötesinde düzenleyemiyoruz. Tüm bunlar hayatta kalmak için başkalarına güvenmemiz gerektiği anlamına geliyor. Çocukken bakılmak, öncelikle dokunsal temasa ve ‘tutulmaya’ bağlıdır. Bebek bezlerini değiştirmek, yıkanmak, beslenmek, uyumak ve tabii ki sarılmak gibi temel aktiviteler dokunmayı içerir.

Hayatın ilk birkaç ayını atlattıktan sonra bile, sosyal dokunsal etkileşimler gelişimimiz için çok önemlidir. Örneğin, doğum sonrası depresyonun bebekler için olumsuz sonuçları olduğu bilinir ancak anne dokunuşu da koruyucu bir etkiye sahip olabilir. Bu nedenle, depresyonlu anneler ile bebekleri arasındaki dokunsal etkileşimleri teşvik etmek, daha sonraki yaşamlarında çocuklar için olumsuz sonuçların önüne geçebilir. En önemlisi, sağlanan fayda karşılıklıdır: Bebekle ebeveyn arasındaki cilt teması, annelerde, babalarda ve bebeklerde oksitosin düzeylerini artırır, iyi hissettirir, sağlıklı bir ilişkinin gelişmesini teşvik eder ve ebeveynlerle bebekler arasında etkileşimleri güçlendirir.”

Dokunmanın dili

Laura Crucianelli, dokunmanın toplumsal yaşamda kendine özgü bir dili olduğunu da belirtiyor:

“Bebeklik ve çocuklukta özellikle önemli olan sadece aldığımız dokunuş miktarı değil, aynı zamanda doğası ve kalitesidir. Meslektaşlarımla birlikte kısa süre önce yaptığımız bir çalışma, 12 aylık küçük çocukların bile oyun sırasında veya birlikte kitap paylaşırken olduğu gibi günlük aktiviteler sırasında annelerinin onlara dokunma şeklini algılayabildiklerini gösterdi. (…) Annelerin bebeklerinin ihtiyaçlarını anlama becerilerinin bir tür dokunsal dile çevrildiğini de bulguladık. Örneğin, bebeklerine daha az uyumlu veya duyarlı olan anneler de daha kaba ve kısıtlayıcı dokunuşlar kullanma eğilimindeydiler. Bebekler de annelerine (…) aynı agresiflikte yanıt veriyorlardı.

Dokunmadan bir dil olarak bahsetmek kesinlikle abartılı olmaz. Konuşma dili gibi onu da hayatımızın ilk aşamalarından itibaren sevdiklerimizle sosyal etkileşimler yoluyla öğreniriz. Duygularımızı iletmek ve birine korktuğumuzu, mutlu olduğumuzu, aşık olduğumuzu, üzgün olduğumuzu, cinsel olarak uyarıldığımızı ve çok daha fazlasını anlatmak için her gün dokunmayı kullanırız.

Buna karşılık, bize dokunma şekillerine göre başkalarının niyet ve duygularını okumakta da oldukça iyiyiz. Kısa süre önce yaptığımız çalışmada insanları laboratuvara davet ettik ve deneycinin dokunarak onlara iletmeye çalıştığı duyguları ve niyetleri tespit etmelerini istedik. (…) Sonuçta yavaş, okşamaya benzer dokunuşun, bir yabancıdan gelse bile aşkı iletme olasılığının daha yüksek olduğunu gördük. Bunun aksine, katılımcılar, hızlı dokunuşlara özel bir anlam veya duygu atfetmediler.”

El sıkışmak mühürdür

“Yalnızca sosyal bağlar kurmak için değil, aynı zamanda güç ilişkileri kurmak için karşılıklı dokusal jestleri paylaşıyoruz. Batı dünyasının iş yaşamında insanlar genellikle biriyle ilk kez tanıştıklarında el sıkışırken belli miktarda baskı uygularlar. El sıkışma, yeterlilik ve güveni temsil eder. Diğer kişinin bize dokunduğunu hissederiz ve kendimize sorarız: ‘Onlara bir iş teklif edecek kadar güveniyor muyum?’ veya ‘Çocuklarıma bakıcılık yapmalarına izin vermeli miyim?’ Bir araştırma, düzgün bir el sıkışmanın bir iş görüşmesinde başarının anahtarlarından biri olduğunu gösterdi. Bu belki de el sıkışmanın bizimle başkaları arasındaki fiziksel mesafeyi kapatmanın ilk yolu olduğu içindir. El sıkışma aynı zamanda imza veya sözleşme yoluyla sağlanan anlaşmaların üzerine vurulan mühür yerine de geçer. (…)

Dokunma dili aynı zamanda yaşam boyu kendimizle ve bedenimizle ilişki kurma şeklimizi de etkiler ve psikolojik sağlığımız üzerinde derin etkiler yaratır. (…) Anoreksiya nevroza hastalarıyla yapılan araştırmalar (…) şiddetli yetersiz beslenme ile dokunmadan duyulan rahatsızlık arasında bağ olduğunu gösterdi. Bu bulgu, diğer çalışmalarla birlikte, sosyal dokunuş ile ruh sağlığı arasında kesinlikle yakın bir bağlantı olduğunu gösteriyor. Hayatımız boyunca gelişmek için dokunmaya ihtiyacımız var.”

Dokunmadan kaçınmak felaket getirir

Laura Crucianelli, pandeminin hayatımızı kırılganlaştırdığını ve dokunmaya en fazla ihtiyaç duyduğumuz dönemde temasın tamamen kısıtlanmasının sonuçlarının felaket olacağı uyarısında bulunuyor:

“Pandemi, bize hayatın dokunmadan nasıl olacağına dair bir fikir verdi. Diğerleri, bulaşma veya dokunma korkusu, çoğumuzun o an içimizden gelen sarılmaları, tokalaşmaları ve dokunuşları ne kadar özlediğimizi ortaya çıkardı. Fiziksel mesafe, cildimizde görünmez yaralar bırakıyor. Nitekim çok sayıda insan, salgın sona erdiğinde yapmak istedikleri ilk şeylerden birinin sevdiklerine sarılmak olduğunu söylüyor.

Dokunma o kadar önemlidir ki, dijital iletişimin dili bile dokunmatik metaforlarla dolmuş durumda. (…) Bazı araştırmacılar, okşama cihazlarıyla (…) teknolojinin başkalarıyla fiziksel bağımızı geliştirebileceğini öne sürüyor. Bu cihazlar için, özellikle yaşlılar, yalnız yaşayanlar veya yetimhanelerdeki çocuklar gibi dokunmadan yoksun kişiler için çok fazla potansiyel var. Dünya çapında insanların yüzde 15’i yalnız ve genellikle sevdiklerinden uzakta yaşıyor. Üstelik istatistikler giderek daha fazla insanın yalnız öldüğünü gösteriyor. Çok uzak olsa bile fiziksel olarak yakın olma olasılığına sahip olmak büyük fark yaratırdı.

Bununla birlikte, bu cihazlar, tensel dokunmanın yerine geçmek yerine onun tamamlayıcısı olmalıdır. Hiçbir şey, dokunmaya genellikle koku, ses ve vücut ısısı gibi diğer duyusal sinyallerin eşlik ettiği fiziksel olarak yakın bir anın büyüsüyle kıyaslanamaz.

Dokunma, fiziksel ve zamansal olarak proksimal, yani “birbirimize yakınız ve şimdi buradayız” anlamına gelir. Birinin yüzünü görmek ve onlarla Zoom üzerinden konuşmak gibi dijitalleştirilebilen diğer duyuların aksine, dokunma aynı yerde, aynı zamanda başka bir insanla olmanızı gerektirir. Dokunmanın dijitalleştirilmiş bir versiyonu, uzay ve zamanda belirli bir anın bu zengin paylaşımını kaçıracak ve bir sarılmanın neler sağlayabileceğine dair daha sınırlı bir deneyime izin verecektir. (…)”

Daha iyi dünya bir kucak ötede

İtalyan uzman yazısına uyarılarda bulunarak son veriyor:

“Kendimizi temastan mahrum bırakarak çok şey kaybediyoruz. Öncelikle de kendimizi konuştuğumuz en karmaşık dillerden birinden mahrum bırakıyoruz. Yeni ilişkiler kurma fırsatlarını kaybediyoruz. Hatta mevcut olanları zayıflatıyoruz. Bozulan sosyal ilişkiler yoluyla kendimizden de kopuyoruz.

İnsanların birbirlerine dokunabilme ihtiyacı, pandemi sonrası ‘yeni normal’i tanımlamada bir öncelik olmalıdır. Daha iyi bir dünya genellikle sadece bir kucak ötede… Bir bilim insanı ve aynı zamanda bir insan olarak, dokunma ve kimsenin temassız olmayacağı bir gerçekliği hayal etme hakkına sahip olduğumu iddia ediyorum.”

Bu yazı ilk kez 29 Ekim 2020’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x