Pandemi yorgunluğu, aşı umudu ve yaşlılar

Türkiye’de 65 yaş ve üstündekiler, nüfusun yüzde 9,1’ini oluşturuyor. Yaşlılar pandemi döneminde neler yaşadı? Bu süreç onlarda nasıl bir iz bırakacak? Yaşlıların yaraları nasıl sarılabilir? Dr. Gülüstü Salur yazdı.

Türkiye’de 65 yaş ve üstündekiler, nüfusun yüzde 9,1’ini oluşturuyor. Sayıları 8 milyona yakın, 7 milyon 550 bin 727. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, en yüksek ölüm oranı 65-79 yaş arasındaki vakalarda görüldü, görülmeye de devam ediyor. Yaşlılar pandemi boyunca hem en büyük risk grubu hem de kısıtlamalar sebebiyle sürecin en büyük mağduru oldular. Tedbirlerin tümü onları korumak için de olsa, günde sadece birkaç saat dışarı çıkabilmek, tüm sosyal ilişkileri askıya almak ve neredeyse bir yıldır hiç kaybolmayan bir kaygıyla yaşamak kolay olmasa gerek.

Bir yıldan beri süren pandemide nihayet ümit ışığı belirdi, aşılar yapılmaya başlandı.

Ancak toplumumun 65 yaş üstü kesimi bu ümit dolu döneme de ihtiyatla yaklaşıyor. Ülkemizde ilk uygulanmaya başlanan aşı Çin aşısı olarak da bilinen Sinovac. Yapılan araştırmalar sonucunda aşıya Acil Kullanım Onayı verilmiş olsa da, ileri yaş grubunda çalışma yapılmadığı için, 65 yaş üstünde etkinlik ve yan etkiler konusunda elimizde yeteri bilgi yok. Bir yandan bu aşı inaktif aşı olduğu için daha önce ileri yaşta ve kronik hastalığı olanlara sık uygulanan grip ve zatüre aşısından çok farklı yan etkileri olmayacağını düşünüyoruz. Gene de hem günlük gelişmeleri akan verileri dikkatle izleyerek, hem de alerjisi olanlara tedbirli bir şekilde aşılanmayı önererek itidalle ilerliyoruz.

Önce aşıya tedirginlikle yaklaşan birçok kişi, aşı sırası bize ne zaman gelecek, diye sorgulamaya başladı. Yakın bir gelecekte yeni sorular da gelecek, yeni seçeneklerle birlikte. Birden fazla aşı çeşidi ülkemizde uygulanmaya başlanınca hangi aşı etkili, hangisi yaşlılara daha uygun soruları da eklenecek. Aşının yan etkilerine, yetersizliğine veyahut olası zararlarına dair soru işaretleri; sosyal medya aracılığıyla kolaylıkla yayılan komplo teorileri; ailelerine, sevdiklerine yönelik dinmeyen özlem; yalnızlığın gittikçe ağırlaşan hali; hayatlarındaki sınırlamalara pandeminin ikinci zirvesinde iyice artan kaygının eklenmesi… Listeyi uzatmak mümkün.

Yaşlılar pandemide ne yaşadı?

Şimdi en başa dönelim. İlk günler çevremize de, medya kuruluşlarına da “aman, herkes evde kalsın” dedik. Rakamlar ürkütüyordu. Eğer 60 yaşınızın üstündeyseniz, kronik hastalıklarınız varsa ağır hastalık, yoğun bakım ihtiyacı ve ölüm riskiniz yüksekti. İlk veriler 100 kişiden 80’i hafif geçiriyor, 15 kişi hastane ya da evde daha ciddi geçiriyor, 5 kişinin yoğun bakım ihtiyacı oluyor, diyordu. Eğer yaşınız 80’i geçtiyse ölüm riski %15’e çıkıyordu. Toplumlar açısından sağlık sisteminin talebi karşılayamama ihtimali, yoğun bakıma ihtiyacı olanlara yer bulamama korkusu en baştaki paniğin temel sebebiydi. Hâlâ da salgının 1. yılında bu endişeyi aşabilecek duruma gelmediğimizi görüyoruz. Mevcut kısıtlamalar halen sağlık ekibinin ve tesislerinin artan hasta sayısına yetişememe ihtimalinin çevresinde şekilleniyor, uygulanıyor.

En ağır hastalık geçirme ihtimali olan yaşlılardı, en iyi korunması gerekenler de onlardı. Nasıl korunacaklardı? Evde kalacaklardı. Nisbeten kolaydı da ekonominin ve günlük hayatın kıyısında oldukları için yaşlılara “evde kalın” demek. Öte yandan Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden İtalya, İspanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerin huzurevlerinden yüzlerce yaşlının ölüm haberi geliyordu. İlk defa ülkemizde yaşa özgü kısıtlama uygulaması başladı önce 65 yaş üstüne. Hemen ardından da hastalığı yayma riskleri çok yüksek görülen 16 yaş altına “siz de evde kalın“ dendi. Hayatın normal akışının durduğu birkaç ay geçirdik yaz gelene kadar.

Yaşlılar evde kalacaktı ama gereksinimleri ne olacaktı? Valiliklere bağlı Vefa Destek Grupları kuruldu. Gıda, sarf malzemeleri yaşlıların ayağına götürülecekti. İlaç raporları için hastaneye gitmeleri gerekmeyecekti, rapor süreleri uzatıldı. Bir de “acil bir sorununuz yoksa hastanelere pek gitmeyin” denildi herkese. Zaten hastanelerin hepsi pandemi hastanesine dönüştü. Rutin ameliyatlar, takipler, poliklinikler aksamaya başladı. Eve kapanan yaşlıların maaş, ödemeler konularında ihtiyaçları biraz arkadan da olsa, gereğinde evlerine maaşları götürülerek karşılanmaya çalışıldı. Yalnızlar ve yoksullar daha çok zorlandılar.

Yaş ayrımcılığına maruz kaldılar

Kısıtlamaların erken döneminde yapılan bazı açıklamalar yaş ayrımcılığını tetikledi. Yaşlılar hastalığı yaydıkları için değil, hastalığın mağduru oldukları için bir çeşit korunma altına alınmaya çalışılıyordu. Yaşlılara kısıtlama getirmek, yasak koymak, hesap sormak gibi anlaşıldı bazılarınca. Toplum yaşçılığa ve yaşlıya saygısızlığa çok hızla ve sert bir tepki verdi. Kullanılan dile daha dikkat edilmesi gerektiği anlaşıldı.

Bu süreçte yaşlıların ne kadar değişik ihtiyaçları olan heterojen bir grup oldukları göz ardı edildi. Birçok yaşam krizini aşmış olmanın getirdiği deneyim, kriz çözme becerisi, kendine bakabilme yeteceği ve zorluklar karşısında bilgelikle çözüm geliştirme alışkanlığı olan birçok yetişkin kişi ne kadar tedbirli, aktif, sorumlu olsalar da, onlar adına karar alınılan, edilgen bir duruma düşürüldüler. Bu durum her fırsatı bir grubu ötekileştirme meraklıların elinde bir yaş ayrımcılığına dönüştü.

Sadece yaşlıları evde tutmak korunmaya yetmedi

Bir hekim olarak konuya sadece haklar üzerinden bakmayıp, her şeyin başı sağlık denilen bir evreden geçtiğimi itiraf etmeliyim. Pandemi yaşamın doğal akışını hepimiz için durdurmuştu. Bu süreçte haklarında karar alınan kişilere pek fikir sorulmadı. “Biz sizi korumak için yapıyoruz, ihtiyaçlarınızı da biz karşılarız” yaklaşımı yaşlılar için kabul edilir bir yaklaşım olamazdı.

Önce herkese “evde kalın” derken, sadece yaşlı ve çocukların evde kalmasının salgını kontrol altına almaya yetmediğini o zaman da gördük, şimdi de görüyoruz. Zaten herkes korunmadan kimse korunmuyordu. Hep birlikte yalnız kalmayı beceremezsek salgın kontrolden çıkıyordu.

Teknolojiyle yakınlaştılar

Teknoloji, hayatı daha normale yakın yaşamamıza yardım etti. Birçok insan evden çalıştı, öğrenciler evde eğitimlerine devam ettiler. Zorlukları oldu ama çok açık kapattı teknoloji. Karantina günleri, sokağa çıkma yasağı günleri ihtiyaçlarımızı, bankacılık işlemlerimizi, sosyal ihtiyaçlarımızı dijital dünyaya alışkın olanlar olarak daha kolay karşıladık.

Dijital dünyaya henüz katılmamış veya yeterince aktif olmayan birçok 65 yaş üstü insan biraz da mecburiyetten akıllı telefonlarla, sosyalleşmeye, alışveriş yapmaya, ödemelerini yapmaya başladılar. Başlamayanlar için de bunu sağlamanın ne kadar gerekli olduğunu gördük. Aralık 2020’de yayımlanan “Yaşlıların Enformasyon Arayışı ve Enformasyon Değerlendirmesi” başlıklı rapora göre, Türkiye’de 65 yaş ve üstü bireylerin yaklaşık %52’ si akıllı telefon sahibi.

Sağlık hizmetlerinin de dijital dünya desteği ile daha ulaşılabilir olmasına gayret ettik. Acil durumlar normalde daha yavaş gelişebilecek birçok şeyi hızlandırdı. Eksiği ile gediği ile, geliştirilmesi kaçınılmaz olan bir telesağlık sistemi, hem de henüz bir yönetmeliği bile olmadan fiilen kullanıma girdi pandemi sürecinde.

Yaz ayı başta gevşeyen kısıtlamalar, mevsimin sağladığı özgürlük duygusu, seyahatlerin, memlekete gitmelerin, yazlık keyiflerinin hatırladığımız normalleri geri getirmesiyle umut dolu geçti. Ama sonbaharla birlikte birden ikinci dalgayı gördük. Salgının birinci yılını yeniden gelen kısıtlamalarla karşıladık. Bir yandan önümüzde uzun bir kış var, öte yandan dünyada ve Türkiye’de aşı kullanımına başlanmasının verdiği umut var.

Pandemide ikinci zirve ve tetiklenen sorunlar

Araştırma şirketi Konda’nın Aralık 2020’de yayımladığı Yaşlılık Raporu’na göre yaşlıların %45’i sadece eşiyle, %21’i ise yalnız yaşıyor. Çocuklarıyla yaşayanların oranı %28 iken torunlarıyla ve diğer akrabalarıyla yaşayanlar da var. Yaşlı kadınların %29’u, erkeklerin ise %14’ü tek başına hayatını sürdürüyor.

Sağlık odaklı günler geçirmemize rağmen pandemi sürecinin uzamasıyla en büyük sorun, yaşlıların fiziksel ve ruhsal sağlık sorunlarının artması ve tetiklenmesi oldu.

Sosyal izolasyon, çaresizlik hissi, uyaran eksikliği psikolojik sorunları tetiklemeye başladı. Düğünler, doğumlar, cenazeler, sevinçler, yaslar, hastalıklar alıştığımız sosyal destekle yaşanamaz oldu. İyi günde kötü günde çok birlikte olmaya alışkın bizim gibi toplumlar pandemi izolasyonunda büyük bir yoksunluk yaşadılar. Halen bu yoksunluk hali devam ediyor.

Hepimiz yalnızlığın, eve kapanmanın, temassızlığın, hastalık ve ölüm korkusu ile yaşamanın ağırlığını hissettik. Yalnız kalmak, eskiden çok rahat yaptıklarımızı yapamamak aslında yaşlanma sürecinde birçok kişinin yavaş yavaş edindiği bir hal. İleri yaş, yaşlanabilmek kaçınılmaz değişimlerle geliyor. Bu değişimlere uyum gösterebilecek bir karakter, destek olacak aile ve sosyal çevre varsa yaşlılık güzel bir yaşam evresi olarak yaşanabiliyor. Ama aniden, hiç beklemezken ve ne kadar isyan etsek de değiştirmeye gücümüzün yetmediği kısıtlanmalar, korkular ne kadar baş etmesi zor değil mi?

Yaşam koşulları değişti, hiç olmadığımız kadar yalnız, hiç olmadığımız kadar aynı gemideyiz. Elbette bu salgın bir şekilde bitecek. Sağlık çalışanları ve ileri yaşlılardan başlayarak toplumun büyük bir kısmını hızla aşılamamız gerekiyor. Bu aşılamanın besleyeceği sabır ve umut ile pandemiden çıkardığımız dersleri daha güzel yaşamlar kurmak için kullanacağız. Birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu, kuşakların bir arada olmasının vazgeçilmez olduğunu, sosyal bir devlet olmanın hepimiz için ne kadar gerekli olduğunu yakından gördük.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 25 Ocak 2021’de yayımlanmıştır.

Gülüstü Salur
Gülüstü Salur
Dr. Gülüstü Salur 1991 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun oldu, 1992-1998 yılları arasında İTF Nöroloji Anabilim dalında ihtisas yaptı ve Davranış Nörolojisi Hareket Bozuklukları yan dal eğitimi aldı. Alzheimer Derneği’nin kurucularından olan Dr. Salur, TEV Dr. Orhan Birman yurt dışı tıp bursu ile Chicago Northwestern Üniversitesi’nde 1998-2002 arasında Alzheimer hastalığı konusunda ileri eğitim gördü ve araştırmacı olarak çalıştı. İstanbul’a döndüğünden beri serbest hekim olarak Kognitif Nöroloji, Demans ve Hareket Bozuklukları alanında ağırlıklı olarak yaşlı hastalara hizmet veren Dr. Salur’un araştırma alanları nöropsikolojik testlerin standardizasyonu, dijitalleşmesi, teknoloji, sağlık ve yaşlılık çalışmalarıdır. Dr. Gülüstü Salur, yaşlılıkla ilgili konulara adanmış bir grupla birlikte 2014 yılında 65+ Yaşlı Hakları Derneği’ni kurdu. Klinik, araştırma faaliyetleri dışında dernek çalışmalarının bir parçası olarak çeşitli üniversitelerde misafir olarak dersler veriyor, kitap bölümleri yazıyor, belediyeler başta yaşlılara hizmet veren tüm kurumlarla iş birliği geliştirerek, yaşlı hukuku, yaşlılık ve finansal farkındalık, geroteknoloji ve dijital kapsayıcılık ve yaşlı dostu yaşam ve yerleşim gibi alanlarda yapılan çalışmalara da aktif olarak katılıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Pandemi yorgunluğu, aşı umudu ve yaşlılar

Türkiye’de 65 yaş ve üstündekiler, nüfusun yüzde 9,1’ini oluşturuyor. Yaşlılar pandemi döneminde neler yaşadı? Bu süreç onlarda nasıl bir iz bırakacak? Yaşlıların yaraları nasıl sarılabilir? Dr. Gülüstü Salur yazdı.

Türkiye’de 65 yaş ve üstündekiler, nüfusun yüzde 9,1’ini oluşturuyor. Sayıları 8 milyona yakın, 7 milyon 550 bin 727. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, en yüksek ölüm oranı 65-79 yaş arasındaki vakalarda görüldü, görülmeye de devam ediyor. Yaşlılar pandemi boyunca hem en büyük risk grubu hem de kısıtlamalar sebebiyle sürecin en büyük mağduru oldular. Tedbirlerin tümü onları korumak için de olsa, günde sadece birkaç saat dışarı çıkabilmek, tüm sosyal ilişkileri askıya almak ve neredeyse bir yıldır hiç kaybolmayan bir kaygıyla yaşamak kolay olmasa gerek.

Bir yıldan beri süren pandemide nihayet ümit ışığı belirdi, aşılar yapılmaya başlandı.

Ancak toplumumun 65 yaş üstü kesimi bu ümit dolu döneme de ihtiyatla yaklaşıyor. Ülkemizde ilk uygulanmaya başlanan aşı Çin aşısı olarak da bilinen Sinovac. Yapılan araştırmalar sonucunda aşıya Acil Kullanım Onayı verilmiş olsa da, ileri yaş grubunda çalışma yapılmadığı için, 65 yaş üstünde etkinlik ve yan etkiler konusunda elimizde yeteri bilgi yok. Bir yandan bu aşı inaktif aşı olduğu için daha önce ileri yaşta ve kronik hastalığı olanlara sık uygulanan grip ve zatüre aşısından çok farklı yan etkileri olmayacağını düşünüyoruz. Gene de hem günlük gelişmeleri akan verileri dikkatle izleyerek, hem de alerjisi olanlara tedbirli bir şekilde aşılanmayı önererek itidalle ilerliyoruz.

Önce aşıya tedirginlikle yaklaşan birçok kişi, aşı sırası bize ne zaman gelecek, diye sorgulamaya başladı. Yakın bir gelecekte yeni sorular da gelecek, yeni seçeneklerle birlikte. Birden fazla aşı çeşidi ülkemizde uygulanmaya başlanınca hangi aşı etkili, hangisi yaşlılara daha uygun soruları da eklenecek. Aşının yan etkilerine, yetersizliğine veyahut olası zararlarına dair soru işaretleri; sosyal medya aracılığıyla kolaylıkla yayılan komplo teorileri; ailelerine, sevdiklerine yönelik dinmeyen özlem; yalnızlığın gittikçe ağırlaşan hali; hayatlarındaki sınırlamalara pandeminin ikinci zirvesinde iyice artan kaygının eklenmesi… Listeyi uzatmak mümkün.

Yaşlılar pandemide ne yaşadı?

Şimdi en başa dönelim. İlk günler çevremize de, medya kuruluşlarına da “aman, herkes evde kalsın” dedik. Rakamlar ürkütüyordu. Eğer 60 yaşınızın üstündeyseniz, kronik hastalıklarınız varsa ağır hastalık, yoğun bakım ihtiyacı ve ölüm riskiniz yüksekti. İlk veriler 100 kişiden 80’i hafif geçiriyor, 15 kişi hastane ya da evde daha ciddi geçiriyor, 5 kişinin yoğun bakım ihtiyacı oluyor, diyordu. Eğer yaşınız 80’i geçtiyse ölüm riski %15’e çıkıyordu. Toplumlar açısından sağlık sisteminin talebi karşılayamama ihtimali, yoğun bakıma ihtiyacı olanlara yer bulamama korkusu en baştaki paniğin temel sebebiydi. Hâlâ da salgının 1. yılında bu endişeyi aşabilecek duruma gelmediğimizi görüyoruz. Mevcut kısıtlamalar halen sağlık ekibinin ve tesislerinin artan hasta sayısına yetişememe ihtimalinin çevresinde şekilleniyor, uygulanıyor.

En ağır hastalık geçirme ihtimali olan yaşlılardı, en iyi korunması gerekenler de onlardı. Nasıl korunacaklardı? Evde kalacaklardı. Nisbeten kolaydı da ekonominin ve günlük hayatın kıyısında oldukları için yaşlılara “evde kalın” demek. Öte yandan Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden İtalya, İspanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerin huzurevlerinden yüzlerce yaşlının ölüm haberi geliyordu. İlk defa ülkemizde yaşa özgü kısıtlama uygulaması başladı önce 65 yaş üstüne. Hemen ardından da hastalığı yayma riskleri çok yüksek görülen 16 yaş altına “siz de evde kalın“ dendi. Hayatın normal akışının durduğu birkaç ay geçirdik yaz gelene kadar.

Yaşlılar evde kalacaktı ama gereksinimleri ne olacaktı? Valiliklere bağlı Vefa Destek Grupları kuruldu. Gıda, sarf malzemeleri yaşlıların ayağına götürülecekti. İlaç raporları için hastaneye gitmeleri gerekmeyecekti, rapor süreleri uzatıldı. Bir de “acil bir sorununuz yoksa hastanelere pek gitmeyin” denildi herkese. Zaten hastanelerin hepsi pandemi hastanesine dönüştü. Rutin ameliyatlar, takipler, poliklinikler aksamaya başladı. Eve kapanan yaşlıların maaş, ödemeler konularında ihtiyaçları biraz arkadan da olsa, gereğinde evlerine maaşları götürülerek karşılanmaya çalışıldı. Yalnızlar ve yoksullar daha çok zorlandılar.

Yaş ayrımcılığına maruz kaldılar

Kısıtlamaların erken döneminde yapılan bazı açıklamalar yaş ayrımcılığını tetikledi. Yaşlılar hastalığı yaydıkları için değil, hastalığın mağduru oldukları için bir çeşit korunma altına alınmaya çalışılıyordu. Yaşlılara kısıtlama getirmek, yasak koymak, hesap sormak gibi anlaşıldı bazılarınca. Toplum yaşçılığa ve yaşlıya saygısızlığa çok hızla ve sert bir tepki verdi. Kullanılan dile daha dikkat edilmesi gerektiği anlaşıldı.

Bu süreçte yaşlıların ne kadar değişik ihtiyaçları olan heterojen bir grup oldukları göz ardı edildi. Birçok yaşam krizini aşmış olmanın getirdiği deneyim, kriz çözme becerisi, kendine bakabilme yeteceği ve zorluklar karşısında bilgelikle çözüm geliştirme alışkanlığı olan birçok yetişkin kişi ne kadar tedbirli, aktif, sorumlu olsalar da, onlar adına karar alınılan, edilgen bir duruma düşürüldüler. Bu durum her fırsatı bir grubu ötekileştirme meraklıların elinde bir yaş ayrımcılığına dönüştü.

Sadece yaşlıları evde tutmak korunmaya yetmedi

Bir hekim olarak konuya sadece haklar üzerinden bakmayıp, her şeyin başı sağlık denilen bir evreden geçtiğimi itiraf etmeliyim. Pandemi yaşamın doğal akışını hepimiz için durdurmuştu. Bu süreçte haklarında karar alınan kişilere pek fikir sorulmadı. “Biz sizi korumak için yapıyoruz, ihtiyaçlarınızı da biz karşılarız” yaklaşımı yaşlılar için kabul edilir bir yaklaşım olamazdı.

Önce herkese “evde kalın” derken, sadece yaşlı ve çocukların evde kalmasının salgını kontrol altına almaya yetmediğini o zaman da gördük, şimdi de görüyoruz. Zaten herkes korunmadan kimse korunmuyordu. Hep birlikte yalnız kalmayı beceremezsek salgın kontrolden çıkıyordu.

Teknolojiyle yakınlaştılar

Teknoloji, hayatı daha normale yakın yaşamamıza yardım etti. Birçok insan evden çalıştı, öğrenciler evde eğitimlerine devam ettiler. Zorlukları oldu ama çok açık kapattı teknoloji. Karantina günleri, sokağa çıkma yasağı günleri ihtiyaçlarımızı, bankacılık işlemlerimizi, sosyal ihtiyaçlarımızı dijital dünyaya alışkın olanlar olarak daha kolay karşıladık.

Dijital dünyaya henüz katılmamış veya yeterince aktif olmayan birçok 65 yaş üstü insan biraz da mecburiyetten akıllı telefonlarla, sosyalleşmeye, alışveriş yapmaya, ödemelerini yapmaya başladılar. Başlamayanlar için de bunu sağlamanın ne kadar gerekli olduğunu gördük. Aralık 2020’de yayımlanan “Yaşlıların Enformasyon Arayışı ve Enformasyon Değerlendirmesi” başlıklı rapora göre, Türkiye’de 65 yaş ve üstü bireylerin yaklaşık %52’ si akıllı telefon sahibi.

Sağlık hizmetlerinin de dijital dünya desteği ile daha ulaşılabilir olmasına gayret ettik. Acil durumlar normalde daha yavaş gelişebilecek birçok şeyi hızlandırdı. Eksiği ile gediği ile, geliştirilmesi kaçınılmaz olan bir telesağlık sistemi, hem de henüz bir yönetmeliği bile olmadan fiilen kullanıma girdi pandemi sürecinde.

Yaz ayı başta gevşeyen kısıtlamalar, mevsimin sağladığı özgürlük duygusu, seyahatlerin, memlekete gitmelerin, yazlık keyiflerinin hatırladığımız normalleri geri getirmesiyle umut dolu geçti. Ama sonbaharla birlikte birden ikinci dalgayı gördük. Salgının birinci yılını yeniden gelen kısıtlamalarla karşıladık. Bir yandan önümüzde uzun bir kış var, öte yandan dünyada ve Türkiye’de aşı kullanımına başlanmasının verdiği umut var.

Pandemide ikinci zirve ve tetiklenen sorunlar

Araştırma şirketi Konda’nın Aralık 2020’de yayımladığı Yaşlılık Raporu’na göre yaşlıların %45’i sadece eşiyle, %21’i ise yalnız yaşıyor. Çocuklarıyla yaşayanların oranı %28 iken torunlarıyla ve diğer akrabalarıyla yaşayanlar da var. Yaşlı kadınların %29’u, erkeklerin ise %14’ü tek başına hayatını sürdürüyor.

Sağlık odaklı günler geçirmemize rağmen pandemi sürecinin uzamasıyla en büyük sorun, yaşlıların fiziksel ve ruhsal sağlık sorunlarının artması ve tetiklenmesi oldu.

Sosyal izolasyon, çaresizlik hissi, uyaran eksikliği psikolojik sorunları tetiklemeye başladı. Düğünler, doğumlar, cenazeler, sevinçler, yaslar, hastalıklar alıştığımız sosyal destekle yaşanamaz oldu. İyi günde kötü günde çok birlikte olmaya alışkın bizim gibi toplumlar pandemi izolasyonunda büyük bir yoksunluk yaşadılar. Halen bu yoksunluk hali devam ediyor.

Hepimiz yalnızlığın, eve kapanmanın, temassızlığın, hastalık ve ölüm korkusu ile yaşamanın ağırlığını hissettik. Yalnız kalmak, eskiden çok rahat yaptıklarımızı yapamamak aslında yaşlanma sürecinde birçok kişinin yavaş yavaş edindiği bir hal. İleri yaş, yaşlanabilmek kaçınılmaz değişimlerle geliyor. Bu değişimlere uyum gösterebilecek bir karakter, destek olacak aile ve sosyal çevre varsa yaşlılık güzel bir yaşam evresi olarak yaşanabiliyor. Ama aniden, hiç beklemezken ve ne kadar isyan etsek de değiştirmeye gücümüzün yetmediği kısıtlanmalar, korkular ne kadar baş etmesi zor değil mi?

Yaşam koşulları değişti, hiç olmadığımız kadar yalnız, hiç olmadığımız kadar aynı gemideyiz. Elbette bu salgın bir şekilde bitecek. Sağlık çalışanları ve ileri yaşlılardan başlayarak toplumun büyük bir kısmını hızla aşılamamız gerekiyor. Bu aşılamanın besleyeceği sabır ve umut ile pandemiden çıkardığımız dersleri daha güzel yaşamlar kurmak için kullanacağız. Birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu, kuşakların bir arada olmasının vazgeçilmez olduğunu, sosyal bir devlet olmanın hepimiz için ne kadar gerekli olduğunu yakından gördük.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 25 Ocak 2021’de yayımlanmıştır.

Gülüstü Salur
Gülüstü Salur
Dr. Gülüstü Salur 1991 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun oldu, 1992-1998 yılları arasında İTF Nöroloji Anabilim dalında ihtisas yaptı ve Davranış Nörolojisi Hareket Bozuklukları yan dal eğitimi aldı. Alzheimer Derneği’nin kurucularından olan Dr. Salur, TEV Dr. Orhan Birman yurt dışı tıp bursu ile Chicago Northwestern Üniversitesi’nde 1998-2002 arasında Alzheimer hastalığı konusunda ileri eğitim gördü ve araştırmacı olarak çalıştı. İstanbul’a döndüğünden beri serbest hekim olarak Kognitif Nöroloji, Demans ve Hareket Bozuklukları alanında ağırlıklı olarak yaşlı hastalara hizmet veren Dr. Salur’un araştırma alanları nöropsikolojik testlerin standardizasyonu, dijitalleşmesi, teknoloji, sağlık ve yaşlılık çalışmalarıdır. Dr. Gülüstü Salur, yaşlılıkla ilgili konulara adanmış bir grupla birlikte 2014 yılında 65+ Yaşlı Hakları Derneği’ni kurdu. Klinik, araştırma faaliyetleri dışında dernek çalışmalarının bir parçası olarak çeşitli üniversitelerde misafir olarak dersler veriyor, kitap bölümleri yazıyor, belediyeler başta yaşlılara hizmet veren tüm kurumlarla iş birliği geliştirerek, yaşlı hukuku, yaşlılık ve finansal farkındalık, geroteknoloji ve dijital kapsayıcılık ve yaşlı dostu yaşam ve yerleşim gibi alanlarda yapılan çalışmalara da aktif olarak katılıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x