Sanal samimiyet histerisi ve güven krizi sarmalında dünya

Sosyal medya ve dijital yaşamın hayatımızdaki kalıcı izleri neler? İçeriklerdeki radikal değişim bize ne söylüyor? Influencer’ları biricik kılan ne? Bireyselleşme, samimiyet, güven, tüketim ve iletişim arasındaki yeni ilişkiyi sosyolog Prof. Dr. Zafer Yenal yazdı.

Bundan kısa bir süre önce Amerika’nın en önemli gazetelerinden New York Times’da orta çaplı bir deprem yaşandı. Gazetenin “Fikirler” (Opinion) bölümünün editörlüğünü yapan James Bennet hayli çalkantılı bir süreçten sonra görevinden ayrıldı. Bu olayla ilgili tartışmalar gazetenin başta kendi sayfalarında olmak üzere birçok mecrada devam etti.

Bennet’in istifasını getiren silsileyi başlatan kıvılcım, ABD Başkanı Donald Trump’ın en sadık ve vokal destekçilerinden Tom Cotton’ın “Send in the troops” başlıklı yazısıydı.[efn_note]https://www.nytimes.com/2020/06/03/opinion/tom-cotton-protests-military.html[/efn_note] Gelecekte Cumhuriyetçi Parti’de hayli önemli mevkilere geleceği tahmin edilen genç Arkansas senatörü Cotton bu yazıda geçen haftalarda tüm ABD’yi kaplayan ırkçılık karşıtı hareketleri bastırmak için gerekirse ordunun sokağa inmesini savunuyordu. Söz ve düşünce özgürlüğü çerçevesinde illa gazetenin siyasi çizgisinde olmayan görüşlerin de ifade edilmesi için ayrılmış “Fikirler” bölümünde bu yazının yayınlanması nihayetinde editör Bennet’in verdiği bir karardı ama söz konusu yazı, ırkçı ve devlet şiddetine davetiye çıkardığı gerekçesiyle gazetenin diğer çalışanlarının büyük tepkisini çekti. Gazete yönetimi her ne kadar en başta Bennet’in yanında duruyor gibi olduysa da protestoların büyümesi ve özellikle sosyal medyada NYT çalışanlarının başını çektiği bir kampanyaya dönüşmesiyle geri adım attı ve sonrasında Bennet’in istifası geldi.[efn_note]https://www.vanityfair.com/news/2020/06/nyt-generational-watershed-as-james-bennet-resigns[/efn_note]

Bu olaydan bir iki hafta önce Amerika’da medya dünyasını sallayan başka bir gelişme daha yaşanmıştı. O da Spotify’ın 100 milyon dolardan daha fazla bir bedelle “The Joe Rogan Experience” isimli şu anda belki de bütün dünyanın en meşhur podcast programını satın almasıydı.[efn_note]https://www.wsj.com/articles/spotify-strikes-exclusive-podcast-deal-with-joe-rogan-11589913814[/efn_note] Böylece milyonlarca sosyal medya takipçisi ve yayın hakkıyla birlikte Joe Rogan artık Spotify’a transfer oluyordu. Anlaşma çerçevesinde podcast yayınlarına YouTube ve Apple üzerinden erişilebilmesi de 2020 sonunda bitecek ve Spotify podcast’lere ulaşılabilme noktasında tek mecra olarak kalacak. Bu operasyonun hemen ardından Spotify hisseleri 2 milyar doların üzerinde değer kazandı.[efn_note]https://www.gq.com.au/entertainment/celebrity/joe-rogans-spotify-move-added-2-billion-to-the-streaming-platforms-value-in-30-minutes/news-story/d93467bf0106d616f9688b31de36fdd1[/efn_note]

Dijitalleşen yaşam ve iletişim hayatımızda bıraktığı kalıcı izler

Bennet’ın istifasıyla Joe Rogan transferini birlikte düşündüğümüzde ve satır aralarını dikkatle okuduğumuzda dijitalleşen hayatımızda zamanımızın çok büyük bir bölümünü içinde geçirdiğimiz iletişim alanının günümüzde geçirdiği muazzam dönüşümlere dair ipuçlarına ulaşmak mümkün. Aynı zamanda bu okuma yine bize hem bu iletişim ikliminde yeşeren hem de bu iklimi yaratan başta tüketim olmak üzere egemen toplumsal ilişkilenme biçimlerini, siyasi tercihleri ve kültürel gerilimleri anlamada yol gösterici olabilir. COVID-19’un başını çektiği yoğun gündem ve krizler silsilesi içerisinde üzerine düşünmeye çok vakit ayıramadığımız bu alanlarda yaşananlar hiç şüphesiz toplumsal hayatımızda kalıcı izler bırakacak.

Öncelikle not edilmesi gereken New York Times’ın sadece Amerika’nın en bilinir gazetelerinden birisi değil, aynı zamanda dijitalleşmeye yani iletişim araçlarının geçirdiği dönüşüme en çabuk ve en iyi uyum sağlayan dünyanın sayılı medya kurumlarından birisi olması.[efn_note]https://digital.hbs.edu/platform-digit/submission/turn-off-the-press-the-new-york-times-is-winning-with-digital/[/efn_note] Son dönemlerde yazılı basının okuyucu sayılarıyla, reklam gelirleriyle ciddi bir kan kaybına uğradığı herkesin malumu. Amerika’da da bu böyle, Türkiye’de de böyle, dünyada başka yerlerde de…

Belki de COVID-19’un yazılı basının tabutuna son çiviyi çaktığı bile söylenebilir. Giderek çok sayıda insanın sadece tanıdıklarıyla iletişimde olmasının değil, habere ve yorumlara ulaşmasının yegâne yolu artık başta sosyal medya olmak üzere diğer dijital mecralar… Bu mecralar arasına son yıllarda podcast’ler de katılmış durumda.

Türkiye dâhil olmak üzere, birçok ülkede podcast yayınlarının popülerliği artıyor. Podcast’ler, insanların yürürken de yemek yaparken de rahatlıkla dinleyebileceği ve dinleyemediğinde içeriğine dair bir kayıp yaşamayacağı hemen her alanda habere, yoruma, magazine en uygun ulaşma biçimlerinden.

Tüketimin yuttuğu iletişim

Rogan’ın podcast’lerini diğerlerinden farklı kılan ve kendisine çok sadık bir takipçi kitlesini yıllar içerisinde oluşturmasının arkasındaki belki de en önemli özellik, Joe Rogan’ın programındaki konuklarıyla hemen her konuda dobra dobra ve herhangi bir süzgeçten geçirmeden sohbet etmesi. En azından bu yönde bir üne sahip olması… Örneğin roket ve uzay mekiği üreticisi SpaceX veya elektrikli otomobiller üreten Tesla Motors gibi son yılların en gözde yatırımlarının sahibi Elon Musk’la olan program gerek YouTube’da gerekse diğer kanallarda milyonlarca insanın hâlâ tıklamaya devam ettiği bir bölüm.[efn_note]https://www.youtube.com/watch?v=ycPr5-27vSI[/efn_note] Yaklaşık 3 saat süren programda Joe Rogan ile Elon Musk ot ve viski içerek sohbet etmişler ve bu da sayısız habere konu olmuştu.

Başka bir deyişle, günümüzde sadece haber alma ve iletişim kanallarında muazzam bir dönüşüm yaşanmıyor, aynı zamanda dolaşıma giren içeriğin genel özellikleri de radikal biçimde değişiyor. İletişimin hiyerarşik, formel ve sınırlı sayıda merkez (haber ajansları, gazeteler, televizyon kanalları, vs.) tarafından örgütlendiği bir dünyada değil; herkesin haberci olabildiği, isteyenin Youtube kanalıyla takipçilerini yaratmak için çabaladığı, çocukların fenomen olma hayali kurduğu dijital bir düzlemde yaşıyoruz artık. Bu düzlemi tariflerken verdiğim örneklerin iletişimle tüketimin yan yana üstünde durduğu oldukça kaygan bir zeminden geldiği ortada. Bu durum tam da bugün içerikle ilgili yaşadığımız dönüşümün belki de en önemli niteliğinden kaynaklanıyor. O da, tüketimin giderek iletişim alanını da yutması, tüketimin omurgasını oluşturan piyasa ilişkilerindeki egemen yönelim ve değerlerin iletişim dünyasını da etkilemesi.

Dijital düzlemin yönelimleri: Bireyselleşme ve öznellik

Bu dijital düzlemde öncelikle altı çizilmesi gereken yönelim bireyselleşme. Sosyal medya kanallarında olduğu gibi podcast’lerde de karşımıza çıkan içeriği çoğunlukla bireysel deneyim ve bakış açıları oluşturuyor.[efn_note]Bari Weiss, Joe Rogan Is the New Mainstream Media: Talking to the podcasting king about his monster Spotify deal. New York Times, 25 Mayıs 2020. https://www.nytimes.com/2020/05/25/opinion/joe-rogan-spotify-podcast.html[/efn_note] Bu içerik yöneticilerine, hissedarlarına, reklam verenlerine hesap vermek zorunda olan tam teşekküllü ekiplerin hazırladığı dört dörtlük olma hedefindeki haberlerin, şovların, programlarınkinden farklı gibi duruyor. İçerisinde birçok sıradanlığı ve tanıdık olanı ama aynı zamanda sürprizleri ve eğretiliği de barındırıyor. Doğası gereği öznel; nesnel olmaya dair bir iddiası da yok zaten. Kutuplaşmış, kamplara ayrılmış, düşünce ve ifadelerin de iyice dijitalleştiği, 1’ler ya da 0’lardan oluştuğu bir dünyada revaçta olan bakış açısına da çok uygun bu haliyle. Gündelik siyasetin sıcaklığının yanı sıra New York Times’ı Bennet’le yol ayrımına getiren tam da bu nokta belki de: İyice polarize olmuş bir dünyada, liberal değerlere yakınlığıyla bilinen gazete, sadık okuyucu kitlesini küstürme ya da soğutma riski taşıyan herhangi bir “görüşü” sayfasına taşıma esnekliğini eskisi gibi rahat gösteremiyor.[efn_note]Ben Smith, “Inside the Revolts Erupting in America’s Big Newsrooms,” New York Times, 7 Haziran 2020. https://www.nytimes.com/2020/06/07/business/media/new-york-times-washington-post-protests.html?login=email&auth=login-email[/efn_note] Hem okuyucunun bu yönde bir beklentisinin kalıp kalmadığı tartışılır, hem de zaten en farklısından görüşlere ulaşmak sonuçta bir kaç tweet’lik mesafeye inmiş durumda. Başka türlü Putin’den Taliban lideri Hakkani’ye birçok “muhalif” görüşe sayfalarında yer vermiş bir gazetede Cotton’un yazısı da pekâlâ farklı fikirlere saygının başka bir nişanesi olarak gürültüsüzce arşive kalkabilirdi herhalde.

Influencer’ları biricik kılan ne?

Peki, bir öznel duruşu diğerlerinden daha çok takip edilir kılan, bir bireysel deneyimi diğerlerinden daha çekici hale getiren nedir? En başta “samimiyetleri.”

Joe Rogan’ın programının en çok eleştiri aldığı bölümü Twitter CEO’su Jack Dorsey’le sohbeti olmuş.[efn_note]https://www.youtube.com/watch?v=_mP9OmOFxc4[/efn_note] Çok tekdüze geçen programdan sonra hayranları yeterince üzerine gitmediği, zor sorular sormadığı ve iki yüzlü davrandığı için Rogan’ı kıyasıya eleştirmişler.[efn_note]https://www.forbes.com/sites/danidiplacido/2019/03/07/jack-dorsey-returned-to-joe-rogans-podcast-to-have-a-real-conversation/#2f14f4b15e65[/efn_note] Hatta Rogan’ın Spotify’la anlaşmasından sonra yeni yerinde programın genel tavrının ve karakterinin değişmeyeceğine dair takipçilerine sürekli mesajlar verdiği biliniyor.

Dünyada birçok yerde takipçi sayıları yüzbinleri, milyonları bulan influencer’lar gibi Rogan’ı takipçilerinin gözünde biricik kılan özelliği, bir yandan kendileri gibi sıradanlığı bir yandan da önceden tahmin edilemezliği ve sürprizleri. Konuşmasıyla, güreş merakıyla, politik doğruculuğa gıcık olmasıyla, bir yandan Demokrat Parti’nin başkan adaylarından Bernie Sanders’ı desteklemesi bir yandan da aşırı sağdan birçok ünlüyü programına konuk etmesiyle Rogan hem çok ortalama biri hem de böyle olduğunu stüdyo hileleriyle, makyajla saklamaya çalışmıyor.[efn_note]Devin Gordon. Atlantic. Why Is Joe Rogan So Popular? He understands men in America better than most people do. The rest of the country should start paying attention. Atlantic. 19 Ağustos 2019. https://www.theatlantic.com/entertainment/archive/2019/08/my-joe-rogan-experience/594802/[/efn_note] Tanıdıklıklarıyla ve bu tanıdıklıklar içerisinde evcilleşmiş farklılıklarıyla takipçilerinin nezdinde güvenilir olabiliyor ve onları samimi olduğuna ikna edebiliyor.

Bu güven tabii ki kırılgan, bu samimiyet tabii ki kurgusal ve geçici, aynı tüketimdeki modalar, bu modaların oluşturduğu tüketim kabileleri gibi.[efn_note]Michel Maffesoli. The Time of the Tribes: The Decline of Individualism in Mass Society. London: Sage. 1996.[/efn_note] Ama sonuçta sanal da olsa, uçucu da olsa güven satıyor.[efn_note]Zafer Yenal ve Ayşegül Toker. “Influencerlardan Öğrendiklerimiz: Parçalanmış Gerçeklik ve Güven Dünyasında Markalama,” Harvard Business Review Türkiye. Ekim 2019, pp. 98-102.[/efn_note] Çünkü geleceğe dair belirsizliklerin tavan yaptığı günümüzün dünyasında insanların belki de yokluğunu en çok hissettiği şey güven.

Güven kaybını dayatan yeni kapitalizm

Güven kaybının toplumsal dokuda yaratacağı tahribatı en iyi irdeleyen sosyal bilimcilerden biri Richard Sennett’tir. 1998 yılında yazdığı Karakter Aşınması adlı kitapta, 1980’lerle birlikte girilen “esnek kapitalizm” düzeninde güvenceli ve uzun dönemli sözleşmelere dayanan işlerin azalmasının sosyal ilişkilere ve çalışanların hayata bakışlarına yansımalarını inceler.[efn_note]Sennett, Richard. The Corrosion of Character: The Personal Consequences of Work in the New Capitalism, 1998. Türkçesi, Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri. (Çev: Barış Yıldırım). İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017.[/efn_note] Sennett’e göre, sermayenin ve piyasanın önceliklerine göre şekillenen “yeni ekonomide” kısa dönem hedefleri üzerine odaklanan üretim ve çalışma süreçleri çalışanlarda sadakat ve bağlılık ilişkilerini yok ederken, belirsizlik ve güvenli gelecek fikrinin zayıflaması, toplumsal ilişkilerde güven kaybına yol açar. İnsanların kendi hayatları ve kimlikleriyle ilgili istikrarlı ve bütünsel bir anlatı oluşturamamaları, ortak gelecek ideallerinin zayıflamasını ve sosyal dokunun parçalanmasını beraberinde getirir.

Sennett’in kitabının yayınlanmasının üzerinden yaklaşık 20 yıl geçti. Kitabında öne sürdüğü tezler maalesef hâlâ geçerliliğini koruyor. Hatta o zamandan bu yana dünyanın dört bir yanında “iyi” işler azalırken,[efn_note]Dani Rodrik ve Stefanie Stantcheva, “The Post-Pandemic Social Contract,” Project Syndicate, 11 Haziran, 2020. https://www.project-syndicate.org/commentary/new-social-contract-must-target-good-job-creation-by-dani-rodrik-and-stefanie-stantcheva-2020-06[/efn_note] güvencesiz, kısmi zamanlı, düşük ücretli istihdam norm haline geldi. Böyle bir dünyada tüketim ve üzerinde yükseldiği piyasa ilişkileri, bir yandan insan gruplarını birleştirirken bir yandan da sürekli dönüştürmeye, parçalamaya, yeni kabileler yaratmaya ve topluluklar arasındaki mesafeleri artırmaya devam ediyor. Ekonomik kırılganlığın ve buna bağlı eşitsizliklerin ve yoksullukların daha da derinleşmesi, bu sürecin toplumsal ve siyasi maliyetlerini daha da belirgin hale getiriyor: Kurumlara ve uzmanlara güven azaldı, akademik ve bilimsel bilginin toplumsal itibarı hiç olmadığı kadar geriledi, siyasi kutuplaşma şiddetlendi ve otoriter popülist siyasi eğilimler yükseldi. Böylelikle yeni doğanlar ebeveynlerinin tam olarak doktorlarına güvenmediği, eğitim kurumları da dahil birçok kurumun vaatlerini yerine getiremediği, insanların sadece kendi kabilesinden olanların sözlerine itibar ettiği ve sadece onlarla Facebook grupları oluşturduğu, farklı olanı dışlayan söylemlerin siyasi güç getirdiği bir dünyaya gözlerini açıyor.

Bütün bu gelişmeler, “Bundan sonra neler olabilir?” sorusunun sadece arka planını oluşturuyor. Bu cevabın neleri içerebileceği de açık sanki: Trump destekçileri arasında çok yaygın olan aşırı sağcı komplo teorisi QAnon, aşı karşıtlığı, Antifa istilaları, iklim krizi inkârcılığı… Nasıl mı? Ya da durum bu kadar umutsuz mu? Dilerseniz bu sorular üzerine başka bir yazıda düşünmeye devam edelim hep birlikte…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Haziran 2020’de yayımlanmıştır.

Zafer Yenal
Zafer Yenal
Prof. Dr. Zafer Yenal - Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi. Tüketim Çalışmaları, Yemek Kültürü, Tarım ve Kır Sosyolojisi, Tarihsel Sosyoloji Yenal’ın başlıca çalışma alanları arasında yer alıyor. Türkiye’de tarımsal dönüşümler, yemek kültürü ve tüketim sosyolojisi konularında çok sayıda çalışması olan Yenal’ın Bildiğimiz Tarımın Sonu: Küresel İktidar ve Köylülük (Çağlar Keyder’le birlikte, İletişim Yayınları, 2013) ve Aradığınız Kişiye Şu An Ulaşılamıyor: Türkiye’de Hayat Tarzı Temsilleri, 1980-2005 (Meltem Ahıska ile birlikte, Osmanlı Bankası Yayınları, 2006) başlıklı kitapları bulunuyor. Prof. Dr. Yenal, New Perspectives on Turkey ve Irish Journal of Sociology dergilerinin yayın kurulunda yer alıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Sanal samimiyet histerisi ve güven krizi sarmalında dünya

Sosyal medya ve dijital yaşamın hayatımızdaki kalıcı izleri neler? İçeriklerdeki radikal değişim bize ne söylüyor? Influencer’ları biricik kılan ne? Bireyselleşme, samimiyet, güven, tüketim ve iletişim arasındaki yeni ilişkiyi sosyolog Prof. Dr. Zafer Yenal yazdı.

Bundan kısa bir süre önce Amerika’nın en önemli gazetelerinden New York Times’da orta çaplı bir deprem yaşandı. Gazetenin “Fikirler” (Opinion) bölümünün editörlüğünü yapan James Bennet hayli çalkantılı bir süreçten sonra görevinden ayrıldı. Bu olayla ilgili tartışmalar gazetenin başta kendi sayfalarında olmak üzere birçok mecrada devam etti.

Bennet’in istifasını getiren silsileyi başlatan kıvılcım, ABD Başkanı Donald Trump’ın en sadık ve vokal destekçilerinden Tom Cotton’ın “Send in the troops” başlıklı yazısıydı.[efn_note]https://www.nytimes.com/2020/06/03/opinion/tom-cotton-protests-military.html[/efn_note] Gelecekte Cumhuriyetçi Parti’de hayli önemli mevkilere geleceği tahmin edilen genç Arkansas senatörü Cotton bu yazıda geçen haftalarda tüm ABD’yi kaplayan ırkçılık karşıtı hareketleri bastırmak için gerekirse ordunun sokağa inmesini savunuyordu. Söz ve düşünce özgürlüğü çerçevesinde illa gazetenin siyasi çizgisinde olmayan görüşlerin de ifade edilmesi için ayrılmış “Fikirler” bölümünde bu yazının yayınlanması nihayetinde editör Bennet’in verdiği bir karardı ama söz konusu yazı, ırkçı ve devlet şiddetine davetiye çıkardığı gerekçesiyle gazetenin diğer çalışanlarının büyük tepkisini çekti. Gazete yönetimi her ne kadar en başta Bennet’in yanında duruyor gibi olduysa da protestoların büyümesi ve özellikle sosyal medyada NYT çalışanlarının başını çektiği bir kampanyaya dönüşmesiyle geri adım attı ve sonrasında Bennet’in istifası geldi.[efn_note]https://www.vanityfair.com/news/2020/06/nyt-generational-watershed-as-james-bennet-resigns[/efn_note]

Bu olaydan bir iki hafta önce Amerika’da medya dünyasını sallayan başka bir gelişme daha yaşanmıştı. O da Spotify’ın 100 milyon dolardan daha fazla bir bedelle “The Joe Rogan Experience” isimli şu anda belki de bütün dünyanın en meşhur podcast programını satın almasıydı.[efn_note]https://www.wsj.com/articles/spotify-strikes-exclusive-podcast-deal-with-joe-rogan-11589913814[/efn_note] Böylece milyonlarca sosyal medya takipçisi ve yayın hakkıyla birlikte Joe Rogan artık Spotify’a transfer oluyordu. Anlaşma çerçevesinde podcast yayınlarına YouTube ve Apple üzerinden erişilebilmesi de 2020 sonunda bitecek ve Spotify podcast’lere ulaşılabilme noktasında tek mecra olarak kalacak. Bu operasyonun hemen ardından Spotify hisseleri 2 milyar doların üzerinde değer kazandı.[efn_note]https://www.gq.com.au/entertainment/celebrity/joe-rogans-spotify-move-added-2-billion-to-the-streaming-platforms-value-in-30-minutes/news-story/d93467bf0106d616f9688b31de36fdd1[/efn_note]

Dijitalleşen yaşam ve iletişim hayatımızda bıraktığı kalıcı izler

Bennet’ın istifasıyla Joe Rogan transferini birlikte düşündüğümüzde ve satır aralarını dikkatle okuduğumuzda dijitalleşen hayatımızda zamanımızın çok büyük bir bölümünü içinde geçirdiğimiz iletişim alanının günümüzde geçirdiği muazzam dönüşümlere dair ipuçlarına ulaşmak mümkün. Aynı zamanda bu okuma yine bize hem bu iletişim ikliminde yeşeren hem de bu iklimi yaratan başta tüketim olmak üzere egemen toplumsal ilişkilenme biçimlerini, siyasi tercihleri ve kültürel gerilimleri anlamada yol gösterici olabilir. COVID-19’un başını çektiği yoğun gündem ve krizler silsilesi içerisinde üzerine düşünmeye çok vakit ayıramadığımız bu alanlarda yaşananlar hiç şüphesiz toplumsal hayatımızda kalıcı izler bırakacak.

Öncelikle not edilmesi gereken New York Times’ın sadece Amerika’nın en bilinir gazetelerinden birisi değil, aynı zamanda dijitalleşmeye yani iletişim araçlarının geçirdiği dönüşüme en çabuk ve en iyi uyum sağlayan dünyanın sayılı medya kurumlarından birisi olması.[efn_note]https://digital.hbs.edu/platform-digit/submission/turn-off-the-press-the-new-york-times-is-winning-with-digital/[/efn_note] Son dönemlerde yazılı basının okuyucu sayılarıyla, reklam gelirleriyle ciddi bir kan kaybına uğradığı herkesin malumu. Amerika’da da bu böyle, Türkiye’de de böyle, dünyada başka yerlerde de…

Belki de COVID-19’un yazılı basının tabutuna son çiviyi çaktığı bile söylenebilir. Giderek çok sayıda insanın sadece tanıdıklarıyla iletişimde olmasının değil, habere ve yorumlara ulaşmasının yegâne yolu artık başta sosyal medya olmak üzere diğer dijital mecralar… Bu mecralar arasına son yıllarda podcast’ler de katılmış durumda.

Türkiye dâhil olmak üzere, birçok ülkede podcast yayınlarının popülerliği artıyor. Podcast’ler, insanların yürürken de yemek yaparken de rahatlıkla dinleyebileceği ve dinleyemediğinde içeriğine dair bir kayıp yaşamayacağı hemen her alanda habere, yoruma, magazine en uygun ulaşma biçimlerinden.

Tüketimin yuttuğu iletişim

Rogan’ın podcast’lerini diğerlerinden farklı kılan ve kendisine çok sadık bir takipçi kitlesini yıllar içerisinde oluşturmasının arkasındaki belki de en önemli özellik, Joe Rogan’ın programındaki konuklarıyla hemen her konuda dobra dobra ve herhangi bir süzgeçten geçirmeden sohbet etmesi. En azından bu yönde bir üne sahip olması… Örneğin roket ve uzay mekiği üreticisi SpaceX veya elektrikli otomobiller üreten Tesla Motors gibi son yılların en gözde yatırımlarının sahibi Elon Musk’la olan program gerek YouTube’da gerekse diğer kanallarda milyonlarca insanın hâlâ tıklamaya devam ettiği bir bölüm.[efn_note]https://www.youtube.com/watch?v=ycPr5-27vSI[/efn_note] Yaklaşık 3 saat süren programda Joe Rogan ile Elon Musk ot ve viski içerek sohbet etmişler ve bu da sayısız habere konu olmuştu.

Başka bir deyişle, günümüzde sadece haber alma ve iletişim kanallarında muazzam bir dönüşüm yaşanmıyor, aynı zamanda dolaşıma giren içeriğin genel özellikleri de radikal biçimde değişiyor. İletişimin hiyerarşik, formel ve sınırlı sayıda merkez (haber ajansları, gazeteler, televizyon kanalları, vs.) tarafından örgütlendiği bir dünyada değil; herkesin haberci olabildiği, isteyenin Youtube kanalıyla takipçilerini yaratmak için çabaladığı, çocukların fenomen olma hayali kurduğu dijital bir düzlemde yaşıyoruz artık. Bu düzlemi tariflerken verdiğim örneklerin iletişimle tüketimin yan yana üstünde durduğu oldukça kaygan bir zeminden geldiği ortada. Bu durum tam da bugün içerikle ilgili yaşadığımız dönüşümün belki de en önemli niteliğinden kaynaklanıyor. O da, tüketimin giderek iletişim alanını da yutması, tüketimin omurgasını oluşturan piyasa ilişkilerindeki egemen yönelim ve değerlerin iletişim dünyasını da etkilemesi.

Dijital düzlemin yönelimleri: Bireyselleşme ve öznellik

Bu dijital düzlemde öncelikle altı çizilmesi gereken yönelim bireyselleşme. Sosyal medya kanallarında olduğu gibi podcast’lerde de karşımıza çıkan içeriği çoğunlukla bireysel deneyim ve bakış açıları oluşturuyor.[efn_note]Bari Weiss, Joe Rogan Is the New Mainstream Media: Talking to the podcasting king about his monster Spotify deal. New York Times, 25 Mayıs 2020. https://www.nytimes.com/2020/05/25/opinion/joe-rogan-spotify-podcast.html[/efn_note] Bu içerik yöneticilerine, hissedarlarına, reklam verenlerine hesap vermek zorunda olan tam teşekküllü ekiplerin hazırladığı dört dörtlük olma hedefindeki haberlerin, şovların, programlarınkinden farklı gibi duruyor. İçerisinde birçok sıradanlığı ve tanıdık olanı ama aynı zamanda sürprizleri ve eğretiliği de barındırıyor. Doğası gereği öznel; nesnel olmaya dair bir iddiası da yok zaten. Kutuplaşmış, kamplara ayrılmış, düşünce ve ifadelerin de iyice dijitalleştiği, 1’ler ya da 0’lardan oluştuğu bir dünyada revaçta olan bakış açısına da çok uygun bu haliyle. Gündelik siyasetin sıcaklığının yanı sıra New York Times’ı Bennet’le yol ayrımına getiren tam da bu nokta belki de: İyice polarize olmuş bir dünyada, liberal değerlere yakınlığıyla bilinen gazete, sadık okuyucu kitlesini küstürme ya da soğutma riski taşıyan herhangi bir “görüşü” sayfasına taşıma esnekliğini eskisi gibi rahat gösteremiyor.[efn_note]Ben Smith, “Inside the Revolts Erupting in America’s Big Newsrooms,” New York Times, 7 Haziran 2020. https://www.nytimes.com/2020/06/07/business/media/new-york-times-washington-post-protests.html?login=email&auth=login-email[/efn_note] Hem okuyucunun bu yönde bir beklentisinin kalıp kalmadığı tartışılır, hem de zaten en farklısından görüşlere ulaşmak sonuçta bir kaç tweet’lik mesafeye inmiş durumda. Başka türlü Putin’den Taliban lideri Hakkani’ye birçok “muhalif” görüşe sayfalarında yer vermiş bir gazetede Cotton’un yazısı da pekâlâ farklı fikirlere saygının başka bir nişanesi olarak gürültüsüzce arşive kalkabilirdi herhalde.

Influencer’ları biricik kılan ne?

Peki, bir öznel duruşu diğerlerinden daha çok takip edilir kılan, bir bireysel deneyimi diğerlerinden daha çekici hale getiren nedir? En başta “samimiyetleri.”

Joe Rogan’ın programının en çok eleştiri aldığı bölümü Twitter CEO’su Jack Dorsey’le sohbeti olmuş.[efn_note]https://www.youtube.com/watch?v=_mP9OmOFxc4[/efn_note] Çok tekdüze geçen programdan sonra hayranları yeterince üzerine gitmediği, zor sorular sormadığı ve iki yüzlü davrandığı için Rogan’ı kıyasıya eleştirmişler.[efn_note]https://www.forbes.com/sites/danidiplacido/2019/03/07/jack-dorsey-returned-to-joe-rogans-podcast-to-have-a-real-conversation/#2f14f4b15e65[/efn_note] Hatta Rogan’ın Spotify’la anlaşmasından sonra yeni yerinde programın genel tavrının ve karakterinin değişmeyeceğine dair takipçilerine sürekli mesajlar verdiği biliniyor.

Dünyada birçok yerde takipçi sayıları yüzbinleri, milyonları bulan influencer’lar gibi Rogan’ı takipçilerinin gözünde biricik kılan özelliği, bir yandan kendileri gibi sıradanlığı bir yandan da önceden tahmin edilemezliği ve sürprizleri. Konuşmasıyla, güreş merakıyla, politik doğruculuğa gıcık olmasıyla, bir yandan Demokrat Parti’nin başkan adaylarından Bernie Sanders’ı desteklemesi bir yandan da aşırı sağdan birçok ünlüyü programına konuk etmesiyle Rogan hem çok ortalama biri hem de böyle olduğunu stüdyo hileleriyle, makyajla saklamaya çalışmıyor.[efn_note]Devin Gordon. Atlantic. Why Is Joe Rogan So Popular? He understands men in America better than most people do. The rest of the country should start paying attention. Atlantic. 19 Ağustos 2019. https://www.theatlantic.com/entertainment/archive/2019/08/my-joe-rogan-experience/594802/[/efn_note] Tanıdıklıklarıyla ve bu tanıdıklıklar içerisinde evcilleşmiş farklılıklarıyla takipçilerinin nezdinde güvenilir olabiliyor ve onları samimi olduğuna ikna edebiliyor.

Bu güven tabii ki kırılgan, bu samimiyet tabii ki kurgusal ve geçici, aynı tüketimdeki modalar, bu modaların oluşturduğu tüketim kabileleri gibi.[efn_note]Michel Maffesoli. The Time of the Tribes: The Decline of Individualism in Mass Society. London: Sage. 1996.[/efn_note] Ama sonuçta sanal da olsa, uçucu da olsa güven satıyor.[efn_note]Zafer Yenal ve Ayşegül Toker. “Influencerlardan Öğrendiklerimiz: Parçalanmış Gerçeklik ve Güven Dünyasında Markalama,” Harvard Business Review Türkiye. Ekim 2019, pp. 98-102.[/efn_note] Çünkü geleceğe dair belirsizliklerin tavan yaptığı günümüzün dünyasında insanların belki de yokluğunu en çok hissettiği şey güven.

Güven kaybını dayatan yeni kapitalizm

Güven kaybının toplumsal dokuda yaratacağı tahribatı en iyi irdeleyen sosyal bilimcilerden biri Richard Sennett’tir. 1998 yılında yazdığı Karakter Aşınması adlı kitapta, 1980’lerle birlikte girilen “esnek kapitalizm” düzeninde güvenceli ve uzun dönemli sözleşmelere dayanan işlerin azalmasının sosyal ilişkilere ve çalışanların hayata bakışlarına yansımalarını inceler.[efn_note]Sennett, Richard. The Corrosion of Character: The Personal Consequences of Work in the New Capitalism, 1998. Türkçesi, Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri. (Çev: Barış Yıldırım). İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017.[/efn_note] Sennett’e göre, sermayenin ve piyasanın önceliklerine göre şekillenen “yeni ekonomide” kısa dönem hedefleri üzerine odaklanan üretim ve çalışma süreçleri çalışanlarda sadakat ve bağlılık ilişkilerini yok ederken, belirsizlik ve güvenli gelecek fikrinin zayıflaması, toplumsal ilişkilerde güven kaybına yol açar. İnsanların kendi hayatları ve kimlikleriyle ilgili istikrarlı ve bütünsel bir anlatı oluşturamamaları, ortak gelecek ideallerinin zayıflamasını ve sosyal dokunun parçalanmasını beraberinde getirir.

Sennett’in kitabının yayınlanmasının üzerinden yaklaşık 20 yıl geçti. Kitabında öne sürdüğü tezler maalesef hâlâ geçerliliğini koruyor. Hatta o zamandan bu yana dünyanın dört bir yanında “iyi” işler azalırken,[efn_note]Dani Rodrik ve Stefanie Stantcheva, “The Post-Pandemic Social Contract,” Project Syndicate, 11 Haziran, 2020. https://www.project-syndicate.org/commentary/new-social-contract-must-target-good-job-creation-by-dani-rodrik-and-stefanie-stantcheva-2020-06[/efn_note] güvencesiz, kısmi zamanlı, düşük ücretli istihdam norm haline geldi. Böyle bir dünyada tüketim ve üzerinde yükseldiği piyasa ilişkileri, bir yandan insan gruplarını birleştirirken bir yandan da sürekli dönüştürmeye, parçalamaya, yeni kabileler yaratmaya ve topluluklar arasındaki mesafeleri artırmaya devam ediyor. Ekonomik kırılganlığın ve buna bağlı eşitsizliklerin ve yoksullukların daha da derinleşmesi, bu sürecin toplumsal ve siyasi maliyetlerini daha da belirgin hale getiriyor: Kurumlara ve uzmanlara güven azaldı, akademik ve bilimsel bilginin toplumsal itibarı hiç olmadığı kadar geriledi, siyasi kutuplaşma şiddetlendi ve otoriter popülist siyasi eğilimler yükseldi. Böylelikle yeni doğanlar ebeveynlerinin tam olarak doktorlarına güvenmediği, eğitim kurumları da dahil birçok kurumun vaatlerini yerine getiremediği, insanların sadece kendi kabilesinden olanların sözlerine itibar ettiği ve sadece onlarla Facebook grupları oluşturduğu, farklı olanı dışlayan söylemlerin siyasi güç getirdiği bir dünyaya gözlerini açıyor.

Bütün bu gelişmeler, “Bundan sonra neler olabilir?” sorusunun sadece arka planını oluşturuyor. Bu cevabın neleri içerebileceği de açık sanki: Trump destekçileri arasında çok yaygın olan aşırı sağcı komplo teorisi QAnon, aşı karşıtlığı, Antifa istilaları, iklim krizi inkârcılığı… Nasıl mı? Ya da durum bu kadar umutsuz mu? Dilerseniz bu sorular üzerine başka bir yazıda düşünmeye devam edelim hep birlikte…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 22 Haziran 2020’de yayımlanmıştır.

Zafer Yenal
Zafer Yenal
Prof. Dr. Zafer Yenal - Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi. Tüketim Çalışmaları, Yemek Kültürü, Tarım ve Kır Sosyolojisi, Tarihsel Sosyoloji Yenal’ın başlıca çalışma alanları arasında yer alıyor. Türkiye’de tarımsal dönüşümler, yemek kültürü ve tüketim sosyolojisi konularında çok sayıda çalışması olan Yenal’ın Bildiğimiz Tarımın Sonu: Küresel İktidar ve Köylülük (Çağlar Keyder’le birlikte, İletişim Yayınları, 2013) ve Aradığınız Kişiye Şu An Ulaşılamıyor: Türkiye’de Hayat Tarzı Temsilleri, 1980-2005 (Meltem Ahıska ile birlikte, Osmanlı Bankası Yayınları, 2006) başlıklı kitapları bulunuyor. Prof. Dr. Yenal, New Perspectives on Turkey ve Irish Journal of Sociology dergilerinin yayın kurulunda yer alıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x