Silahlı örgütler nasıl sonlandı: FARC, ETA, IRA örnekleri

Abdullah Öcalan PKK’ya kendini feshetme ve silahları bırakma çağrısı yaptı. Dünyadaki diğer silahlı örgütler kendilerini nasıl feshetti? Kolombiya, İspanya ve İrlanda’da neler yaşandı? Balkan Talu yazdı.

Türkiye, 2013 yılına çözüm süreci rüzgarıyla girmişti. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “Adayla görüşmeler halen var. Çünkü netice almamız lazım” demişti. Yine İmralı’yla görüşmeler yapılıyordu, 21 Mart 2013’te, Nevruz kutlamalarında Öcalan’ın PKK’ya ateşkes çağrısı yaptığı, silahlı güçlerin Türkiye’den çekilmesini istediği mektup okunuyordu. Süreci halka anlatmak için kurulan Akil İnsanlar Heyeti, Türkiye’nin dört bir yanında toplantılar yapıyordu. 6-8 Ekim 2014’te, IŞİD’in Suriye’nin kuzeybatısındaki Kobani’ye yönelik saldırılarına karşı Türkiye’de düzenlenen protesto ve şiddet olaylarında 37 kişi yaşamını yitirdi, 761 kişi de yaralandı. Buna rağmen devam eden süreç Temmuz 2015’te sona erdi ya da rafa kalktı.

Kürt sorunuyla ilgili ikinci hamle, tam 10 yıl sonra 22 Ekim 2024’te, bu kez sürpriz bir isim MHP lideri ve Cumhur İttifakı ortağı, Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli tarafından yapıldı. Bahçeli, doğrudan PKK lideri Abdullah Öcalan’a çağrı yaparak, Öcalan’ın PKK’yı lağvettiğini açıklaması karşılığında umut hakkından yararlanmak için başvuru yapabileceğini söyledi.

Öcalan 27 Şubat’ta örgüte kendini feshetmesi için çağrı yaptı. Türkiye’de Kürt Sorunu hep kritik dönemeçlerden geçti. Oldukça sert inişler, çıkışlar, dönüşümler yaşandı. Şimdi tekrar bir barış umudu ortaya çıktı.

Peki, dünyanın diğer ülkelerinde ayrılıkçı silahlı örgütlerle devlet arasındaki barış süreçleri nasıl ilerledi, neler yaşandı? Kolombiya, İspanya ve İrlanda süreçlerini mercek altına almak faydalı olabilir.

Kolombiya’da ne oldu?

Kolombiya’da, 1948 yılında, popülist milliyetçi lider Jorge Eliecer Gaitan’ın seçim kampanyası sırasında öldürülmesiyle bir çatışma ve şiddet dalgası (La Violencia) başladı. 1958 yılına kadar süren iç savaşta 200 bin kişi hayatını kaybetti.

Aynı dönemde başlayan Soğuk Savaş’ın yarattığı antikomünist bir dalga hakimdi, bu süreçte sol hareketlerin sürekli baskılanmasıyla sosyalist ve komünist partiler, örgütler marjinalleşti. La Violenca dalgasıyla başlayan Milli Cephe’yle beraber (Frente Nacional) ülkeyi dönüşümlü olarak muhafazakâr ve liberal partiler yönetti.

Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) ise, 1964 yılında, Komünist Parti’nin silahlı kanadı olarak kuruldu. ABD kaynaklarına göre, FARC 1980 yılı itibariyle uyuşturucu ticareti, kaçak madencilik ve adam kaçırma gibi faaliyetlerin içine de girdi. FARC içeride desteğini metropollerden daha çok kırsal bölgelerde alıyordu. Dışarıda ise Küba tarafından destekleniyordu. Nitekim, barış müzakereleri devam ederken arabulucu ülkeler o dönemde sosyalist bir sistem kurmuş olan Venezüella ve Küba’ydı. FARC, genellikle kırsal bölgelerde, sadece devletle ve onun paramiliter güçleriyle değil; ELN ve M 19 gibi diğer sol gerilla örgütleriyle de çatışmalar yaşıyordu.

FARC ve devlet arasındaki çatışmalar tarihin en uzun iç çatışmalarından biri olarak biliniyor. Ateşkesin ilan edildiği 2016 yılına kadar toplam 220 bin kişi hayatını kaybetti. 6 milyondan fazla kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı.

2016 yılında, FARC ve Kolombiya hükümeti bir ateşkes anlaşması imzaladı. Ateşkes imzalandığında FARC’ın yaklaşık 16 bin üyesi vardı. Süreç, FARC’a karşı sert ve tavizsiz politikalarıyla bilinen Alvaro Uribe döneminde başladı.

Sürecin dönüm noktaları

2006 yılında patlayan yanlış pozitifler (false positive) skandalı, ilk dönüm noktalarından biri oldu. Yanlış pozitifler skandalında, paramiliterlerin engelli köylüleri iş vaadiyle kandırıp infaz ettikleri sonra devlete bu infaz ettikleri kişileri gerilla olarak tanıttıkları ortaya çıktı. Zira paramiliter milisler öldürdükleri gerilla başına para alıyorlardı.

İkinci dönüm noktası ise 2008 yılında Ekvador’a yapılan sınırötesi operasyonlardan birinde örgüt liderlerinden Raul Reyes’in öldürülmesiydi. Olay, büyük bir diplomatik krize sebep oldu. Aynı yıl örgütün tarihsel, kült liderlerinden Manuel Marulanda kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. 2007 yılında Venezüella’nın sosyalist Devlet Başkanı Hugo Chavez arabuluculuğunda karşılıklı esir takasına başlandı. 2007 Ağustos ayında başlayan süreç Kasım ayında Uribe tarafından durduruldu. Buna rağmen FARC tek taraflı olarak gene Chavez’in desteğiyle esirleri tek taraflı olarak serbest bıraktı.

2010 yılında, Uribe döneminde savunma bakanlığı yapmış olan, şahin kimliğiyle bilinen Juan Manuel Santos devlet başkanı oldu. Santos, ilk başta şahin tutumunu ve örgüte yönelik operasyonları sürdürürken diyalog kapısını da açık tuttu. 2011 yılında ilk gizli görüşmeler başladı. Müzakereler, Oslo ve Havana’da Küba, Şili ve Venezüella’nın arabuluculuğunda ve Norveç’in ikinci garantörlüğünde gerçekleştiriliyordu. 2012 yılında FARC ile müzakereler yapıldığı kamuoyuna duyuruldu.

Neden uzlaştılar?

Uzun süre şahin politikalarına devam eden devlet neden birdenbire barış görüşmelerine başlamıştı?

BBC’nin haberine göre, iki taraf da bu çatışmanın artık sürdürülebilirliğinin kalmadığını anlamıştı. FARC’ın üye sayısı azalmıştı ve lider kadrolarından da çok fazla kayıp vermişti. Santos ise sorunun askerî yollarla asla çözülemeyeceğini kabul etti ve ekonomik istikrar için de bunu kaçınılmaz olduğunu gördü. Bölge ülkeleri ve ABD’den de bu yönde destek geldi. 2017 yılında hükümet başka bir sol silahlı örgüt ELN ile de ateşkes imzaladı. FARC ise Comunes adıyla kendi siyasi partisini kurdu.

Kolay olmadı

Öte yandan 2022 yılında ilk sorunlar gün yüzüne çıkmaya başladı, ateşkes anlaşması sonrası ortaya düzensiz farklı silahlı gruplar çıktı. Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin (ICRC) 2023 tarihli İnsani Sorunlar 2023 başlıklı raporuna göre, özellikle ülkenin kırsal ve sınır bölgelerinde çok sayıda silahlı çatışma halen devam ediyor ve bölgede zorla alıkoyma, orantısız güç kullanımı, cinsel şiddet ve küçük yaştakilerin zorla silah altına alınması gibi vakalar da görülüyor. Yine ICRC’ye göre, barış anlaşmasından sonra 1122 kişi kayboldu ve 6 yıl içerisinde 56 kişi patlayıcı cihazların infilak etmesiyle hayatını kaybetti.

ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) verilerine göre, Kolombiya’da terör eylemleri sebebiyle sadece 2012’de 45 bin 22 kişi yerinden edilmişti. Ateşkes kararı bu sayının azalmasını sağlasa da yerinden edilmeler sona ermedi; 2021’de 82 bin 846 kişi ve 2022 de ise 123 bini aşkın kişi zorla yerinden edildi.

Hükümet ve FARC arasında şimdilik bir uzlaşma sağlanmış gözüküyor ama FARC ve farklı silahlı yapılar, çeşitli gerekçelerle çatışmaları sürdürüyor.

İspanya’da ne oldu?

Ülkesindeki silahlı örgüt ETA’yı bitirmek için müzakere yürüten ülkelerden biri de İspanya’ydı. Üstelik İspanya bu müzakereleri 40 yıllık faşist bir diktatörlük ortadan kalkınca, onu da ancak faşist lider Franco ölünce yapabildi.

İspanya’da Katalanların ayrılıkçı örgütü ETA, 1959 yılında, Franco diktatörlüğüyle mücadele etmek için kuruldu. Aslında 1968 yılına kadar pek silahlı eylemleri yoktu. 1973 yılında Franco cuntasının güçlü simalarından biri olan Carrero Blanco’yu öldürerek adından söz ettirdi. 1978 yılında ETA’nın siyasi parti kanadı Batasuna kuruldu.

İspanya’nın demokrasiye geçiş süreci epey sancılı oldu. 1936-1939 yılları arasında süren iç savaştan sonra Franco’nun diktatörlüğü 40 sene sürdü. 1976 yılında Franco ölünce daha önce Franco’yu desteklemiş olan Batı devletleri kral Juan Carlos liderliğinde bir anayasal monarşi kurmayı hedefliyordu. Yeni dönemin ilk başbakanlardan biri Milliyetçi Cephe liderlerinden Adolfo Suarez idi. Suarez, hem de ETA silahlı eylemlere görece bir ağırlık vermişken, ılımlı liberal bir çizgi izledi. İspanyol siyasetçi sosyal demokrat PSOE partisiyle ilişki kurdu, ardından siyasi af ilan etti. Franco’nun gizli polis örgütünü dağıttı. Grev yapma, sendika kurma hakkı tanındı. Öte yandan ordu, Komünist Partisi PCE’nin yasallaşmasına ayak diriyordu. Bir yandan da ETA silahlı eylemler yapmaya başlamış, normalleşme adımları atmaya çalışan Suarez’i epey zora sokmuştu. Buna rağmen hazırlanan 1978 Anayasası’nda İspanyol halklarının özerk hakları anayasal güvence altına alındı.[1] 1979 yılında ise bir referandum yapılarak Katalanların özerklik statüsü genişletildi.

ETA, ilk ateşkesini 1998 yılında ilan etti, 1999 yılında da ateşkesi bozdu. Yaklaşık üç yıl sonra, 11 Eylül 2001’de New York’ta El Kaide’nin İkiz Kuleler’e yaptığı intihar saldırısından sonra ABD bir terörle savaş politikası başlattı. Aynı yıl ETA da bombalı araçlarla stadyumlara, turistik noktalara yönelik saldırılarını çoğaltınca devlet de ETA’ya karşı sertleşmeye başladı. Öte yandan dönemin başbakanı ve sağcı Halk Partisi lideri Jose Maria Aznar, 2004 yılında Madrid’de demiryolu ağına yapılan ve 190’dan fazla insanın ölümüne yol açan saldırıdan ETA’yı sorumlu tuttu. Seçim kampanyası sırasında da bu terör söylemini köpürtmeye çalıştı ama küçük bir sorun vardı. Sonradan faşist rejimden arta kalan gayrimeşru GAL gibi paramiliter kurumlara yönelik soruşturmalar açmasıyla, gene cunta tarafından öldürülmüş ünlü şair ve oyun yazarı Federico Garcia Lorca’nın mezarını bulmasıyla da ünlenen terörle mücadele yargıcı Baltasar Garzon, saldırıların ETA değil El Kaide tarafından yapıldığını ortaya çıkarmıştı.

Halkçı Parti seçimleri kaybetti, sosyal demokrat PSOE lideri José Luis Rodríguez Zapatero başbakan oldu. Zapatero, demokratikleşme ve sosyal politikalara ağırlık verdi. Kadınlara yönelik şiddete karşı yasalar çıkardı. 2007 yılında faşist cuntanın da işlediği savaş suçlarının ortaya çıkmasına önayak olan Tarihsel Hafıza Yasası’nı çıkardı.

Zapatero, 2003 yılında Barcelona’da yaptığı bir seçim konuşmasında, Katalonya’nın statüsüyle ilgili reform yapmayı ve Katalan Parlamentosu tarafından onaylanacak yeni statüyü tanımayı kabul etti. 2006 yılında ETA süresiz ve kalıcı ateşkes ilan etti. İspanyol hükümeti ve ETA arasında barış müzakereleri başladı. 2006 yılının Haziran ayında Katalonya’nın özerk statüsünün genişletilmesi için yeni bir referandum yapıldı. Öte yandan bu referandum teşebbüsü İspanya’da orduyla hükümetin arasını açtı. Kara Kuvvetleri Komutanı Jose Mena Aguado, darbe tehdidinde bulunmasının ardından görevden alındı. Gene de statükocu sağ kanat reform tasarısını engellemeyi başardı. Aynı yılın Aralık ayında ise ETA Uluslararası Barajas Havaalanı’na yaptığı saldırıyla ateşkesi bozdu. ETA’nın ateşkesi bozması Zapatero’nun reform ve ETA’yla diyalog çabalarını da zora soktu. İspanya’da terör ve ETA karşıtı yürüyüşler düzenlendi. 2004’teki saldırıyı El Kaide’nin yapıp yapmadığı bile sorgulanır oldu. 2008 ve 2009 yılında ETA silahlı eylemlerine devam etti. Bu şekilde ETA kamuoyu desteğini kaybetmeye başladı. 2010 yılında ETA silahlı mücadeleyi bıraktığını, demokratik yollarla mücadele edeceğini açıkladı. 2017 yılında da ETA tamamen silahsızlanacağını ilan etti.

İngiltere’de ne oldu?

İngiltere’nin deneyimi ise bambaşka oldu. 1916 yılında Dublin’de kurulan İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) aslında İrlanda’nın ilk bağımsızlık savaşında (1919-1922) İngilizlere karşı silahlı mücadele vermişti, Örgütün siyasi kanadı Sinn Fein ise 1905 yılında kuruldu. IRA İngilizlere karşı silahlı direnişi yürütüyordu. Sinn Fein ise pasif direniş, vergi toplanması, İrlanda Yönetim Konseyi ve bağımsız mahkemelerin kurulmasını kapsayan siyasi direnişi yönetiyordu. 1922 yılında İrlanda’nın bağımsızlığını İngiltere Başbakanı Lloyd George ile müzakere etmek için gerilla mücadelesinin liderlerinden biri olan Michael Collins gönderildi. 1922’de Ada’nın güneyinde bağımsız İrlanda Cumhuriyeti kuruldu. Ada’nın kuzey kısmıysa Birleşik Krallık şemsiyesi altında olmaya devam edecekti. Bu durum toplumda infial yarattı. Toplumun tepkisi bir iç savaşa (1922-1923) sebep oldu. Aynı yıl Collins hain ilan edildi ve öldürüldü.

Kuzey İrlanda’daki Katolikler kendilerine yönelik temsil, barınma ve çalışma haklarıyla ilgili ayrımcı uygulamaları ilk defa 1960’lı yıllarda dillendirmeye başladılar. Aynı yıllarda IRA, İngiltere’den ayrılıp birleşik bir İrlanda devleti kurmak amacıyla, yeniden kuruldu.

IRA ilk silahlı eylemlerine 1970’li yıllarda başladı, İngiltere kentlerini hedef aldı. En fazla ses getiren eylemlerinden biri de 1979’da o zamanın Galler Prensi şimdinin İngiltere Kralı olan Charles’ın amcası Lord Mountbatten’ı öldürmeleri oldu.

1994 yılına kadar süren silahlı eylemlerde, 600’ü sivil 1800 kişinin öldürüldüğü düşünülüyor. 1972 yılında Kanlı Pazar olarak anılan protestolarda, İngiliz ordusu şiddete başvurmamış oldukları halde 13 Katolik eylemciyi öldürünce zayıflamış ve marjinalize olmuş IRA tekrar destek kazanmaya başladı.

1969 yılında Sinn Fein’da tekrar bir iç tartışma yaşandı. Parti silahlı mücadeleyi desteklemeyi veya desteklememeyi tartışıyordu. Kendilerine Geçiciler (Provisional) adını veren grup silahlı mücadelenin yanında olmayı savunuyordu. 1972 yılında ise resmî kanat şiddeti reddettiğini açıkladı. Siyasi mücadele taktiklerine ve parlamentoda mücadeleye vurgu yaptı.

1972 yılında yapılmış olan bir hukuki düzenleme sayesinde Kuzey İrlandalı, IRA’lı tutuklular savaş esiri (SCS) sayılıyordu. Bu statüleri Cenevre Konvansiyonu gibi uluslararası sözleşmelerle de tanınmıştı. Öte yandan 1976 yılında SCS imtiyazları kaldırıldı. IRA ve diğer fraksiyonlardan örgütlerden tutuklanan mahkumlar diğer adi suçlularla aynı haklara sahip olacaklar, tek tip üniformalar giyecek ve diğer suçluların yaptığı angarya işleri yapacaklardı. Buna ek olarak cezaevlerinde Kuzeyli mahkumlara yönelik kötü muameleler de başlamıştı. Bu yüzden 1981’de IRA mahkumları açlık grevine başladı. Hapishanede açlık grevindeyken Kuzey İrlanda’dan bağımsız milletvekili seçilerek İngiltere Parlamentosu’na giren 27 yaşındaki Bobby Sands grev sırasında öldü. Bobby Sands’in Batı Belfast’taki cenazesine 100 bin kişi katıldı. Bu olay IRA ile İngiltere arasındaki çatışma sürecinin dönüm noktalarından biriydi.

Aynı dönemde Sinn Fein da bir dönüşümden geçiyordu. 1983 yılında parti liderliğine gelen reformist kanat lideri Gerry Adams ve Martin Mc Guiness 1986 yılında parti politikası olan boykotçuluğu terk ettiklerini söylediler. Sinn Fein İngiltere’de hem Lordlar Kamarası hem de Avam Kamarası’nı boykot ederek İrlanda’nın birleşimci politikasının (Kuzey İrlanda’nın resmî İrlanda’nın ve Birleşik Krallık’ın otoritesini kabul etmesini savunan politika) uygulanmasını engellemeye çalışıyordu. Reformcu kanadın boykot politikalarını terk etmesinin ardından bir grup Sinn Fein’dan koparak Cumhuriyetçi Sinn Fein adıyla ayrı bir parti kurdu. Partinin lideri olan Adams ve McGuiness ise barış sürecinin aktif birer aktörü oldular. Gerry Adams, 1983’te milletvekili seçilerek İngiltere parlamentosuna girdi.

Dönemin İngiltere Başbakanı ‘Demir Leydi’ lakaplı Margaret Thatcher IRA’yla görüşmelerin başlayabilmesi için silahların susması ön koşulunu koydu. Thatcher’ın yerini alan yine muhafazakâr John Major’un görüşme çağrısı üzerine IRA 1994’te silahlı mücadeleyi sona erdirdiğini açıkladı. Müzakerelere ilk başta Sinn Fein da katıldı. Öte yandan John Major parlamentoda birleşimci kanadın desteğini alabilmek içi Sinn Fein’ı görüşmelerden dışladı. IRA da silah bırakmaktan vazgeçti.

1994’te başlayan müzakereler meyvesini 1997’de bu kez İşçi Partili Tony Blair başbakanlık koltuğuna oturunca verdi. Blair, birleşimcilerin desteğine ihtiyaç duymadığı için, herhangi bir ön şart koymadan Gerry Adams’la görüştü ve Sinn Fein barış sürecine dahil edildi.

1998’de Kuzey İrlanda Anlaşması imzalandı. IRA silah bıraktı, İngiltere de, IRA mahkumlarını serbest bırakmayı, Kuzey İrlanda’dan askerlerini çekmeyi, Kuzey İrlanda’ya yerinden yönetim hakkı vermeyi kabul etti. Hem İngiltere hem de İrlanda, Kuzey İrlanda konusunda halkın çoğunluğunun rızasını kabul etmeyi taahhüt etti.

Silah bırakma süreçleri zaman alıyor

Hayırlı Cuma Anlaşmaları 1998 yılında imzalandı ama IRA silahlarını 2005 yılında gömmüştü. Yani arada yedi sene vardı Katalanların özerk statüsü, üstelik kırk yıl süren bir Franco rejiminden sonra 1979 yılında genişletildi.  ETA, silah ve cephanelerinin bulunduğu sekiz ayrı konumu Fransızlara 2017 yılında açıkladı. Örgüt kendini feshettiğini ise 2018 yılında açıkladı. Yani silahlı örgütlerin silah bırakması biraz zaman alabiliyor.

Son olarak silahın her zaman yenildiğini teslim etmek de yerinde olabilir. Diğer ülkelerde barış müzakereleri örgütlerin en fazla kan döktüğü dönemlerde yapılmaya devam edilebilirken Türkiye örneğinde silah konuşurken devlete adım attırmak her zaman daha zor oldu.

Farklı deneyimler gösteriyor ki silah bırakmalar, ateşkesler ardından demokratikleşme adımları geldiğinde başarılı oluyor. Barış ortamının kalıcı olabilmesi için demokratikleşme adımlarının etrafından dolanmadan, bahane üretmeden uygulanabilmesi gerekiyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Mart 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Ercan, M. S. (2022). İspanya Anayasası’nın Yapım Sürecine İlişkin Bir İnceleme. İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 9(2), 271-296.

Balkan Talu
Balkan Talu
Balkan Talu - 1978 yılında İstanbul’da doğdu. 2003 yılında Bilgi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Hürriyet Gösteri, Radikal, Nokta Aktüel, EKOIQ, Gazete Duvar Artı Gerçek gibi gazete ve dergilerde dış haber ve ekoloji haberleri editörlüğü, muhabirliği yaptı. 2004 yılında TESEV için Ruşen Çakır ve İrfan Bozan’la birlikte İmam Hatip Liseleri Efsaneler Ve Gerçekler raporunun hazırlanmasında rol oynadı. 2012 yılında Marmara Üniversitesi’nde Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkileri alanında yüksek lisansını tamamladı. Aynı okulda doktorasına devam ediyor ve Kadir Has Üniversitesi’nde kütüphanecilik yapıyor. İlgi alanları arasında tarih, bilimkurgu, Ortadoğu, çevre ve sürdürülebilirlik bulunuyor

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Silahlı örgütler nasıl sonlandı: FARC, ETA, IRA örnekleri

Abdullah Öcalan PKK’ya kendini feshetme ve silahları bırakma çağrısı yaptı. Dünyadaki diğer silahlı örgütler kendilerini nasıl feshetti? Kolombiya, İspanya ve İrlanda’da neler yaşandı? Balkan Talu yazdı.

Türkiye, 2013 yılına çözüm süreci rüzgarıyla girmişti. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “Adayla görüşmeler halen var. Çünkü netice almamız lazım” demişti. Yine İmralı’yla görüşmeler yapılıyordu, 21 Mart 2013’te, Nevruz kutlamalarında Öcalan’ın PKK’ya ateşkes çağrısı yaptığı, silahlı güçlerin Türkiye’den çekilmesini istediği mektup okunuyordu. Süreci halka anlatmak için kurulan Akil İnsanlar Heyeti, Türkiye’nin dört bir yanında toplantılar yapıyordu. 6-8 Ekim 2014’te, IŞİD’in Suriye’nin kuzeybatısındaki Kobani’ye yönelik saldırılarına karşı Türkiye’de düzenlenen protesto ve şiddet olaylarında 37 kişi yaşamını yitirdi, 761 kişi de yaralandı. Buna rağmen devam eden süreç Temmuz 2015’te sona erdi ya da rafa kalktı.

Kürt sorunuyla ilgili ikinci hamle, tam 10 yıl sonra 22 Ekim 2024’te, bu kez sürpriz bir isim MHP lideri ve Cumhur İttifakı ortağı, Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli tarafından yapıldı. Bahçeli, doğrudan PKK lideri Abdullah Öcalan’a çağrı yaparak, Öcalan’ın PKK’yı lağvettiğini açıklaması karşılığında umut hakkından yararlanmak için başvuru yapabileceğini söyledi.

Öcalan 27 Şubat’ta örgüte kendini feshetmesi için çağrı yaptı. Türkiye’de Kürt Sorunu hep kritik dönemeçlerden geçti. Oldukça sert inişler, çıkışlar, dönüşümler yaşandı. Şimdi tekrar bir barış umudu ortaya çıktı.

Peki, dünyanın diğer ülkelerinde ayrılıkçı silahlı örgütlerle devlet arasındaki barış süreçleri nasıl ilerledi, neler yaşandı? Kolombiya, İspanya ve İrlanda süreçlerini mercek altına almak faydalı olabilir.

Kolombiya’da ne oldu?

Kolombiya’da, 1948 yılında, popülist milliyetçi lider Jorge Eliecer Gaitan’ın seçim kampanyası sırasında öldürülmesiyle bir çatışma ve şiddet dalgası (La Violencia) başladı. 1958 yılına kadar süren iç savaşta 200 bin kişi hayatını kaybetti.

Aynı dönemde başlayan Soğuk Savaş’ın yarattığı antikomünist bir dalga hakimdi, bu süreçte sol hareketlerin sürekli baskılanmasıyla sosyalist ve komünist partiler, örgütler marjinalleşti. La Violenca dalgasıyla başlayan Milli Cephe’yle beraber (Frente Nacional) ülkeyi dönüşümlü olarak muhafazakâr ve liberal partiler yönetti.

Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) ise, 1964 yılında, Komünist Parti’nin silahlı kanadı olarak kuruldu. ABD kaynaklarına göre, FARC 1980 yılı itibariyle uyuşturucu ticareti, kaçak madencilik ve adam kaçırma gibi faaliyetlerin içine de girdi. FARC içeride desteğini metropollerden daha çok kırsal bölgelerde alıyordu. Dışarıda ise Küba tarafından destekleniyordu. Nitekim, barış müzakereleri devam ederken arabulucu ülkeler o dönemde sosyalist bir sistem kurmuş olan Venezüella ve Küba’ydı. FARC, genellikle kırsal bölgelerde, sadece devletle ve onun paramiliter güçleriyle değil; ELN ve M 19 gibi diğer sol gerilla örgütleriyle de çatışmalar yaşıyordu.

FARC ve devlet arasındaki çatışmalar tarihin en uzun iç çatışmalarından biri olarak biliniyor. Ateşkesin ilan edildiği 2016 yılına kadar toplam 220 bin kişi hayatını kaybetti. 6 milyondan fazla kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı.

2016 yılında, FARC ve Kolombiya hükümeti bir ateşkes anlaşması imzaladı. Ateşkes imzalandığında FARC’ın yaklaşık 16 bin üyesi vardı. Süreç, FARC’a karşı sert ve tavizsiz politikalarıyla bilinen Alvaro Uribe döneminde başladı.

Sürecin dönüm noktaları

2006 yılında patlayan yanlış pozitifler (false positive) skandalı, ilk dönüm noktalarından biri oldu. Yanlış pozitifler skandalında, paramiliterlerin engelli köylüleri iş vaadiyle kandırıp infaz ettikleri sonra devlete bu infaz ettikleri kişileri gerilla olarak tanıttıkları ortaya çıktı. Zira paramiliter milisler öldürdükleri gerilla başına para alıyorlardı.

İkinci dönüm noktası ise 2008 yılında Ekvador’a yapılan sınırötesi operasyonlardan birinde örgüt liderlerinden Raul Reyes’in öldürülmesiydi. Olay, büyük bir diplomatik krize sebep oldu. Aynı yıl örgütün tarihsel, kült liderlerinden Manuel Marulanda kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. 2007 yılında Venezüella’nın sosyalist Devlet Başkanı Hugo Chavez arabuluculuğunda karşılıklı esir takasına başlandı. 2007 Ağustos ayında başlayan süreç Kasım ayında Uribe tarafından durduruldu. Buna rağmen FARC tek taraflı olarak gene Chavez’in desteğiyle esirleri tek taraflı olarak serbest bıraktı.

2010 yılında, Uribe döneminde savunma bakanlığı yapmış olan, şahin kimliğiyle bilinen Juan Manuel Santos devlet başkanı oldu. Santos, ilk başta şahin tutumunu ve örgüte yönelik operasyonları sürdürürken diyalog kapısını da açık tuttu. 2011 yılında ilk gizli görüşmeler başladı. Müzakereler, Oslo ve Havana’da Küba, Şili ve Venezüella’nın arabuluculuğunda ve Norveç’in ikinci garantörlüğünde gerçekleştiriliyordu. 2012 yılında FARC ile müzakereler yapıldığı kamuoyuna duyuruldu.

Neden uzlaştılar?

Uzun süre şahin politikalarına devam eden devlet neden birdenbire barış görüşmelerine başlamıştı?

BBC’nin haberine göre, iki taraf da bu çatışmanın artık sürdürülebilirliğinin kalmadığını anlamıştı. FARC’ın üye sayısı azalmıştı ve lider kadrolarından da çok fazla kayıp vermişti. Santos ise sorunun askerî yollarla asla çözülemeyeceğini kabul etti ve ekonomik istikrar için de bunu kaçınılmaz olduğunu gördü. Bölge ülkeleri ve ABD’den de bu yönde destek geldi. 2017 yılında hükümet başka bir sol silahlı örgüt ELN ile de ateşkes imzaladı. FARC ise Comunes adıyla kendi siyasi partisini kurdu.

Kolay olmadı

Öte yandan 2022 yılında ilk sorunlar gün yüzüne çıkmaya başladı, ateşkes anlaşması sonrası ortaya düzensiz farklı silahlı gruplar çıktı. Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin (ICRC) 2023 tarihli İnsani Sorunlar 2023 başlıklı raporuna göre, özellikle ülkenin kırsal ve sınır bölgelerinde çok sayıda silahlı çatışma halen devam ediyor ve bölgede zorla alıkoyma, orantısız güç kullanımı, cinsel şiddet ve küçük yaştakilerin zorla silah altına alınması gibi vakalar da görülüyor. Yine ICRC’ye göre, barış anlaşmasından sonra 1122 kişi kayboldu ve 6 yıl içerisinde 56 kişi patlayıcı cihazların infilak etmesiyle hayatını kaybetti.

ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) verilerine göre, Kolombiya’da terör eylemleri sebebiyle sadece 2012’de 45 bin 22 kişi yerinden edilmişti. Ateşkes kararı bu sayının azalmasını sağlasa da yerinden edilmeler sona ermedi; 2021’de 82 bin 846 kişi ve 2022 de ise 123 bini aşkın kişi zorla yerinden edildi.

Hükümet ve FARC arasında şimdilik bir uzlaşma sağlanmış gözüküyor ama FARC ve farklı silahlı yapılar, çeşitli gerekçelerle çatışmaları sürdürüyor.

İspanya’da ne oldu?

Ülkesindeki silahlı örgüt ETA’yı bitirmek için müzakere yürüten ülkelerden biri de İspanya’ydı. Üstelik İspanya bu müzakereleri 40 yıllık faşist bir diktatörlük ortadan kalkınca, onu da ancak faşist lider Franco ölünce yapabildi.

İspanya’da Katalanların ayrılıkçı örgütü ETA, 1959 yılında, Franco diktatörlüğüyle mücadele etmek için kuruldu. Aslında 1968 yılına kadar pek silahlı eylemleri yoktu. 1973 yılında Franco cuntasının güçlü simalarından biri olan Carrero Blanco’yu öldürerek adından söz ettirdi. 1978 yılında ETA’nın siyasi parti kanadı Batasuna kuruldu.

İspanya’nın demokrasiye geçiş süreci epey sancılı oldu. 1936-1939 yılları arasında süren iç savaştan sonra Franco’nun diktatörlüğü 40 sene sürdü. 1976 yılında Franco ölünce daha önce Franco’yu desteklemiş olan Batı devletleri kral Juan Carlos liderliğinde bir anayasal monarşi kurmayı hedefliyordu. Yeni dönemin ilk başbakanlardan biri Milliyetçi Cephe liderlerinden Adolfo Suarez idi. Suarez, hem de ETA silahlı eylemlere görece bir ağırlık vermişken, ılımlı liberal bir çizgi izledi. İspanyol siyasetçi sosyal demokrat PSOE partisiyle ilişki kurdu, ardından siyasi af ilan etti. Franco’nun gizli polis örgütünü dağıttı. Grev yapma, sendika kurma hakkı tanındı. Öte yandan ordu, Komünist Partisi PCE’nin yasallaşmasına ayak diriyordu. Bir yandan da ETA silahlı eylemler yapmaya başlamış, normalleşme adımları atmaya çalışan Suarez’i epey zora sokmuştu. Buna rağmen hazırlanan 1978 Anayasası’nda İspanyol halklarının özerk hakları anayasal güvence altına alındı.[1] 1979 yılında ise bir referandum yapılarak Katalanların özerklik statüsü genişletildi.

ETA, ilk ateşkesini 1998 yılında ilan etti, 1999 yılında da ateşkesi bozdu. Yaklaşık üç yıl sonra, 11 Eylül 2001’de New York’ta El Kaide’nin İkiz Kuleler’e yaptığı intihar saldırısından sonra ABD bir terörle savaş politikası başlattı. Aynı yıl ETA da bombalı araçlarla stadyumlara, turistik noktalara yönelik saldırılarını çoğaltınca devlet de ETA’ya karşı sertleşmeye başladı. Öte yandan dönemin başbakanı ve sağcı Halk Partisi lideri Jose Maria Aznar, 2004 yılında Madrid’de demiryolu ağına yapılan ve 190’dan fazla insanın ölümüne yol açan saldırıdan ETA’yı sorumlu tuttu. Seçim kampanyası sırasında da bu terör söylemini köpürtmeye çalıştı ama küçük bir sorun vardı. Sonradan faşist rejimden arta kalan gayrimeşru GAL gibi paramiliter kurumlara yönelik soruşturmalar açmasıyla, gene cunta tarafından öldürülmüş ünlü şair ve oyun yazarı Federico Garcia Lorca’nın mezarını bulmasıyla da ünlenen terörle mücadele yargıcı Baltasar Garzon, saldırıların ETA değil El Kaide tarafından yapıldığını ortaya çıkarmıştı.

Halkçı Parti seçimleri kaybetti, sosyal demokrat PSOE lideri José Luis Rodríguez Zapatero başbakan oldu. Zapatero, demokratikleşme ve sosyal politikalara ağırlık verdi. Kadınlara yönelik şiddete karşı yasalar çıkardı. 2007 yılında faşist cuntanın da işlediği savaş suçlarının ortaya çıkmasına önayak olan Tarihsel Hafıza Yasası’nı çıkardı.

Zapatero, 2003 yılında Barcelona’da yaptığı bir seçim konuşmasında, Katalonya’nın statüsüyle ilgili reform yapmayı ve Katalan Parlamentosu tarafından onaylanacak yeni statüyü tanımayı kabul etti. 2006 yılında ETA süresiz ve kalıcı ateşkes ilan etti. İspanyol hükümeti ve ETA arasında barış müzakereleri başladı. 2006 yılının Haziran ayında Katalonya’nın özerk statüsünün genişletilmesi için yeni bir referandum yapıldı. Öte yandan bu referandum teşebbüsü İspanya’da orduyla hükümetin arasını açtı. Kara Kuvvetleri Komutanı Jose Mena Aguado, darbe tehdidinde bulunmasının ardından görevden alındı. Gene de statükocu sağ kanat reform tasarısını engellemeyi başardı. Aynı yılın Aralık ayında ise ETA Uluslararası Barajas Havaalanı’na yaptığı saldırıyla ateşkesi bozdu. ETA’nın ateşkesi bozması Zapatero’nun reform ve ETA’yla diyalog çabalarını da zora soktu. İspanya’da terör ve ETA karşıtı yürüyüşler düzenlendi. 2004’teki saldırıyı El Kaide’nin yapıp yapmadığı bile sorgulanır oldu. 2008 ve 2009 yılında ETA silahlı eylemlerine devam etti. Bu şekilde ETA kamuoyu desteğini kaybetmeye başladı. 2010 yılında ETA silahlı mücadeleyi bıraktığını, demokratik yollarla mücadele edeceğini açıkladı. 2017 yılında da ETA tamamen silahsızlanacağını ilan etti.

İngiltere’de ne oldu?

İngiltere’nin deneyimi ise bambaşka oldu. 1916 yılında Dublin’de kurulan İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) aslında İrlanda’nın ilk bağımsızlık savaşında (1919-1922) İngilizlere karşı silahlı mücadele vermişti, Örgütün siyasi kanadı Sinn Fein ise 1905 yılında kuruldu. IRA İngilizlere karşı silahlı direnişi yürütüyordu. Sinn Fein ise pasif direniş, vergi toplanması, İrlanda Yönetim Konseyi ve bağımsız mahkemelerin kurulmasını kapsayan siyasi direnişi yönetiyordu. 1922 yılında İrlanda’nın bağımsızlığını İngiltere Başbakanı Lloyd George ile müzakere etmek için gerilla mücadelesinin liderlerinden biri olan Michael Collins gönderildi. 1922’de Ada’nın güneyinde bağımsız İrlanda Cumhuriyeti kuruldu. Ada’nın kuzey kısmıysa Birleşik Krallık şemsiyesi altında olmaya devam edecekti. Bu durum toplumda infial yarattı. Toplumun tepkisi bir iç savaşa (1922-1923) sebep oldu. Aynı yıl Collins hain ilan edildi ve öldürüldü.

Kuzey İrlanda’daki Katolikler kendilerine yönelik temsil, barınma ve çalışma haklarıyla ilgili ayrımcı uygulamaları ilk defa 1960’lı yıllarda dillendirmeye başladılar. Aynı yıllarda IRA, İngiltere’den ayrılıp birleşik bir İrlanda devleti kurmak amacıyla, yeniden kuruldu.

IRA ilk silahlı eylemlerine 1970’li yıllarda başladı, İngiltere kentlerini hedef aldı. En fazla ses getiren eylemlerinden biri de 1979’da o zamanın Galler Prensi şimdinin İngiltere Kralı olan Charles’ın amcası Lord Mountbatten’ı öldürmeleri oldu.

1994 yılına kadar süren silahlı eylemlerde, 600’ü sivil 1800 kişinin öldürüldüğü düşünülüyor. 1972 yılında Kanlı Pazar olarak anılan protestolarda, İngiliz ordusu şiddete başvurmamış oldukları halde 13 Katolik eylemciyi öldürünce zayıflamış ve marjinalize olmuş IRA tekrar destek kazanmaya başladı.

1969 yılında Sinn Fein’da tekrar bir iç tartışma yaşandı. Parti silahlı mücadeleyi desteklemeyi veya desteklememeyi tartışıyordu. Kendilerine Geçiciler (Provisional) adını veren grup silahlı mücadelenin yanında olmayı savunuyordu. 1972 yılında ise resmî kanat şiddeti reddettiğini açıkladı. Siyasi mücadele taktiklerine ve parlamentoda mücadeleye vurgu yaptı.

1972 yılında yapılmış olan bir hukuki düzenleme sayesinde Kuzey İrlandalı, IRA’lı tutuklular savaş esiri (SCS) sayılıyordu. Bu statüleri Cenevre Konvansiyonu gibi uluslararası sözleşmelerle de tanınmıştı. Öte yandan 1976 yılında SCS imtiyazları kaldırıldı. IRA ve diğer fraksiyonlardan örgütlerden tutuklanan mahkumlar diğer adi suçlularla aynı haklara sahip olacaklar, tek tip üniformalar giyecek ve diğer suçluların yaptığı angarya işleri yapacaklardı. Buna ek olarak cezaevlerinde Kuzeyli mahkumlara yönelik kötü muameleler de başlamıştı. Bu yüzden 1981’de IRA mahkumları açlık grevine başladı. Hapishanede açlık grevindeyken Kuzey İrlanda’dan bağımsız milletvekili seçilerek İngiltere Parlamentosu’na giren 27 yaşındaki Bobby Sands grev sırasında öldü. Bobby Sands’in Batı Belfast’taki cenazesine 100 bin kişi katıldı. Bu olay IRA ile İngiltere arasındaki çatışma sürecinin dönüm noktalarından biriydi.

Aynı dönemde Sinn Fein da bir dönüşümden geçiyordu. 1983 yılında parti liderliğine gelen reformist kanat lideri Gerry Adams ve Martin Mc Guiness 1986 yılında parti politikası olan boykotçuluğu terk ettiklerini söylediler. Sinn Fein İngiltere’de hem Lordlar Kamarası hem de Avam Kamarası’nı boykot ederek İrlanda’nın birleşimci politikasının (Kuzey İrlanda’nın resmî İrlanda’nın ve Birleşik Krallık’ın otoritesini kabul etmesini savunan politika) uygulanmasını engellemeye çalışıyordu. Reformcu kanadın boykot politikalarını terk etmesinin ardından bir grup Sinn Fein’dan koparak Cumhuriyetçi Sinn Fein adıyla ayrı bir parti kurdu. Partinin lideri olan Adams ve McGuiness ise barış sürecinin aktif birer aktörü oldular. Gerry Adams, 1983’te milletvekili seçilerek İngiltere parlamentosuna girdi.

Dönemin İngiltere Başbakanı ‘Demir Leydi’ lakaplı Margaret Thatcher IRA’yla görüşmelerin başlayabilmesi için silahların susması ön koşulunu koydu. Thatcher’ın yerini alan yine muhafazakâr John Major’un görüşme çağrısı üzerine IRA 1994’te silahlı mücadeleyi sona erdirdiğini açıkladı. Müzakerelere ilk başta Sinn Fein da katıldı. Öte yandan John Major parlamentoda birleşimci kanadın desteğini alabilmek içi Sinn Fein’ı görüşmelerden dışladı. IRA da silah bırakmaktan vazgeçti.

1994’te başlayan müzakereler meyvesini 1997’de bu kez İşçi Partili Tony Blair başbakanlık koltuğuna oturunca verdi. Blair, birleşimcilerin desteğine ihtiyaç duymadığı için, herhangi bir ön şart koymadan Gerry Adams’la görüştü ve Sinn Fein barış sürecine dahil edildi.

1998’de Kuzey İrlanda Anlaşması imzalandı. IRA silah bıraktı, İngiltere de, IRA mahkumlarını serbest bırakmayı, Kuzey İrlanda’dan askerlerini çekmeyi, Kuzey İrlanda’ya yerinden yönetim hakkı vermeyi kabul etti. Hem İngiltere hem de İrlanda, Kuzey İrlanda konusunda halkın çoğunluğunun rızasını kabul etmeyi taahhüt etti.

Silah bırakma süreçleri zaman alıyor

Hayırlı Cuma Anlaşmaları 1998 yılında imzalandı ama IRA silahlarını 2005 yılında gömmüştü. Yani arada yedi sene vardı Katalanların özerk statüsü, üstelik kırk yıl süren bir Franco rejiminden sonra 1979 yılında genişletildi.  ETA, silah ve cephanelerinin bulunduğu sekiz ayrı konumu Fransızlara 2017 yılında açıkladı. Örgüt kendini feshettiğini ise 2018 yılında açıkladı. Yani silahlı örgütlerin silah bırakması biraz zaman alabiliyor.

Son olarak silahın her zaman yenildiğini teslim etmek de yerinde olabilir. Diğer ülkelerde barış müzakereleri örgütlerin en fazla kan döktüğü dönemlerde yapılmaya devam edilebilirken Türkiye örneğinde silah konuşurken devlete adım attırmak her zaman daha zor oldu.

Farklı deneyimler gösteriyor ki silah bırakmalar, ateşkesler ardından demokratikleşme adımları geldiğinde başarılı oluyor. Barış ortamının kalıcı olabilmesi için demokratikleşme adımlarının etrafından dolanmadan, bahane üretmeden uygulanabilmesi gerekiyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 10 Mart 2025’te yayımlanmıştır.

[1] Ercan, M. S. (2022). İspanya Anayasası’nın Yapım Sürecine İlişkin Bir İnceleme. İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 9(2), 271-296.

Balkan Talu
Balkan Talu
Balkan Talu - 1978 yılında İstanbul’da doğdu. 2003 yılında Bilgi Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Hürriyet Gösteri, Radikal, Nokta Aktüel, EKOIQ, Gazete Duvar Artı Gerçek gibi gazete ve dergilerde dış haber ve ekoloji haberleri editörlüğü, muhabirliği yaptı. 2004 yılında TESEV için Ruşen Çakır ve İrfan Bozan’la birlikte İmam Hatip Liseleri Efsaneler Ve Gerçekler raporunun hazırlanmasında rol oynadı. 2012 yılında Marmara Üniversitesi’nde Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkileri alanında yüksek lisansını tamamladı. Aynı okulda doktorasına devam ediyor ve Kadir Has Üniversitesi’nde kütüphanecilik yapıyor. İlgi alanları arasında tarih, bilimkurgu, Ortadoğu, çevre ve sürdürülebilirlik bulunuyor

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x