Şirazesi bozulmuş dünyada sosyopati

Sosyopatlar kimlerdir, hangi koşullarda ortaya çıkarlar? Onları nasıl tanırız, nasıl karşı koyarız? Adalete güveni yeniden sağlamak, sosyopatlarla ve suçlarıyla mücadelede neden çok önemli? Prof. Dr. Erol Göka yazdı.

Günümüz düşünürlerinden Byung Chul-Han’ın düşüncelerini çok önemsediğimi ama aynı zamanda onu eleştirdiğimi okuyucumuz bilir. Geçenlerde bir yazımda şöyle söylemiştim:

“Han’ın düşüncelerini artık bir felsefi bakış etrafında derli toplu hale getirmesini bekliyorum. Yorgunluk toplumu üzerine neredeyse tamamen tıbbi metaforlara dayalı tespitlerinin de önemli olduğunu düşünmekle birlikte bu kadar tıbbi metafor kullanmanın belki ilgiyi arttırdığı ama düşünce kalitesi açısından pek de hayra alamet olmadığını belirtmek isterim. Ondan bolca tıbbi metafor kullanmasını değil ciddi bir tıp ve psikiyatri eleştirisi bekliyorum ve genelleme yapmakta acele etmemesini diliyorum. ‘Başka’nın yerini ‘fark’ın aldığıyla ilgili görüşlerinin Avrupa’da artan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı karşısında nasıl döküldüğünü görmemesi mümkün değildir.  Sanıyorum Gazze’de işlenen soykırım sırasında vatandaşı olduğu Alman devletinin ve Habermas gibi düşünürlerin işbirlikçi tutumlarını analiz etme görevinin de farkındadır…”

Buradan devam edecek olursam… Han’ın hatasının geleneksel dünyada, özellikle Müslüman düşünürler tarafından pek önemsenen, şehirlerin, toplumun sağlıklı işleyişine uyarlanmaya çalışılan (Bakınız: Ömer Türker, “İslam siyaset düşüncesinde şehir-beden benzetmesi”) daha sonra da modern sosyologlar tarafından da gündeme alınan “beden” metaforundan ziyade “hastalık” metaforundan yola çıkması olduğunu söyleyebilirim.

Günümüzde öne çıkan hastalıklardan yola çıkarak ilgiyi üzerine toplamak yerine nasıl olup da küresel ve toplumsal beden(ler)in işleyişinin bozulduğu üzerine kafa yormuş olsaydı daha işe yarar fikirler ortaya koyabilirdi. Gerçekten de tıp ve sağlık felsefesinin temelini oluşturan denge ve muvazene (equlibrium ve homestaz), dünyanın ve toplum düzeninin işleyişini, bu işleyişin bozulduğu alanları düşünürken hayli işlevsel ama dünyanın dertlerine bir hekim gibi yaklaşan bir aydın basiretine sahip değilseniz bunları göremiyor, semptomların palyatif tedavileriyle ömür geçiriyorsunuz.

Dünya-insanlık bedeni birçok yerden hasar aldı

Her neyse entelektüel eleştirel bir girişle başlamamızın nedeni, günümüzde şiddet probleminin çok çetrefil olduğunu, ‘dünya-insanlık bedeni’nin birçok yerden hasar aldığını, tüm bu etmenlerin birbirini etkilemesi nedeniyle ortaya dev bir şiddet ve vahşet tablosu çıktığını belirtebilmek…

Benzeri bir ifadeyi ülkemiz toplumsallığı için de kurmak mümkün ama Türkiye’den konuşurken şuna da değinmek zorundayız: son yıllarda uygulanan ekonomik politikaların sonucunda ciddi sıkıntılar, gelir dağılımında uçurum ve dev bir yoksullaşma ortaya çıktı ve hiç hesapta olmayan sosyopsikolojik komplikasyonlar belirdi.

Bu yazının asıl konusu bunlar da değil; böyle puslu havaları, hemen öne fırlayıp bozulmuş dengeler üzerinde kendi mafyöz hâkimiyetini kurmak isteyen sosyopatları ele alacağız bu yazıda…

Sosyopati nedir?

“Sosyopati” sözüyle, kişilik özellikleri açısından benzer özellikler gösteren bir insan kümesini kastediyoruz. Onların sergiledikleri kişilik özelliklerine, psikolojik bilimlerde “psikopatlık” ya da “anti-sosyal kişilik bozukluğu” adı da veriliyor. Yıkıcılıklarının kendilerini, ailelerini ve yakın çevrelerini aşıp toplum-karşıtı bir hale gelmesi durumunda “sosyopati”den bahsediliyor. Kişilik bozukluklarından kaynaklanan davranışlarıyla toplum-karşıtı özellikler sergileyen kişilere “sosyopat” deniyor. Yani sosyopatinin kökeninde psikopatlık bulunuyor.

Ahlak, enikonu diğer insanlara, canlılara, tabiata, kısacası ötekine ne yapacağımızla ilgili kurallar bütünüdür. Ahlaklı olmaya müsait bir yapıyla dünyaya geliyoruz. Ötekini, içine doğduğumuz aileyi, yaşadığımız toplumu gözeten, merhamete, şefkate yatkın ahlaki bir koreografi bulunuyor yaratılışımızda. O yüzden olsa gerek büyük filozof, Batı’daki adamımız Immanuel Kant, göklerdeki yıldızların yanı sıra ve içimizdeki ahlakın düzenini Yaratıcı’nın varlığına kanıt olarak gösteriyor.

Ama beşerin bir de bunun tam zıddı özelliği var. İçimizdeki ahlak yasasına rağmen hepimiz onu ihlal etmeye hazırız. Ve ne yazık ki bazılarımızın ahlaki gelişiminde, vicdan oluşumunda sorunlar ve eksiklikler dolu. Suça neredeyse doğuştan yatkınlar. Ne söylersek söyleyelim, bir kulaklarından girip diğerlerinden çıkıyor. Her yaptıklarında kendilerini haklı görüyorlar, vicdanları asla sızlamıyor, daha doğrusu vicdansızlar. Onlar psikopatlar, büyük kalabalıklar yanında sayıları hayli az olmakla birlikte toplumun baş belaları. Toplumlar, değer krizi yaşadıklarında çok görünür hale geliyorlar, vicdansızlıkları toplumun olağan yaşantısı gibi görünmeye başlıyor.

Psikopatları iyi tanımalıyız.

Psikopatları tanımak için

Psikopati davranışı, hafiften şiddetliye doğru bir spektrum şeklinde kendini gösteriyor. Psikopatların çoğu zaman mafyöz çeteler halinde yaşayanlarına, her an saldırgan, şiddete, vahşete yönelik suç işleme potansiyeli barındıranlarına ve fırsat bulduklarında hayata geçirenlerine “sosyopat” diyor, hepsine birden psikiyatride “antisosyal kişilik bozukluğu” adını veriyoruz.

Psikopatların nispeten topluma uyum sağlamayı başarabilenleri yanı başımızda yaşıyorlar. Kimi zaman sevimli çapkın kimi zaman dolandırıcı ve hatta kimi zaman çocuksu, sempatik serseri kılığında aramızda dolaşıyorlar. Onları yegâne amaçlarının karşısındakini sömürmek olmaları özelliklerinden tanıyoruz.

İnsanla, toplumla, değerle, prensiple ilgili ne varsa küçümsemek, alaya almak da psikopatların ortak özelliği. Yasa ve kural tanımıyorlar; onları çiğnemeyi bir tür hayat başarısı olarak görüyorlar. Tutuklanmaya zemin hazırlayacak eylemleri tekrar tekrar yapmaları bu nedenle. Menfaatleri için suiistimal etmeyecekleri bir şey yok. Yalan, kandırma ve inkâr, sıradan ve olağan davranış kalıpları psikopatların. Voliyi vurmak, malı götürmek için fırsat kollarlar. Herkesten zeki olduklarına inanırlar. İkna yetenekleri acayip gelişmiş, ağızları iyi laf yapar. Sizi kolayca haklıyken zayıf bir yerinizden yakalayıp haksız duruma düşürebilirler. Konunun odak noktasını değiştiriverirler. Hep zeytinyağı gibi üste çıkarlar. Başkalarını zerrece önemsemez, bulundukları yeri hem yaşanmaz hale getirir, hem rahatsız olan gitsin, derler. Sürekli mazeretleri vardır ve hep asabidirler. Aslında kimsenin kendilerini istemediğini düşünür, onlara karşı varlıklarını kanıtlamaya çalışırlar. “Ben buradayım asıl siz yoksunuz”, demek isterler. Hayat kurtlar sofrasıdır onlara göre, bir sömürme yarışıdır. O, başkalarını istismar edip sömürmeye çalışmasa, başkaları aynı şeyi kendisine yapacaktır…

Öfke ve saldırganlık sırasında normal insandaki fizyolojik değişimler psikopatlarda olmaz, tehlikeli durumlarda heyecanlanmazlar. O yüzden güvenlik kurallarına da asla dikkat etmezler. Onlara riskleri anlatmak bir işe yaramaz. Hep “ne olacak canım hallederiz” diye düşünürler. Pişman olmazlar, çünkü olamazlar. Kendilerini cesur ve fırsatı değerlendiren, normal insanları korkak ve pısırık, diye nitelerler. Ürkütme ve tehdit en belli başlı yöntemleridir. “Damarıma basmayın, haksızlığa dayanamam” deyip dururlar. “Ben yaptım oldu”culardır. Kendilerine bir şey olmayacağına inanırlar, olduğunda da suçu başkasına atarlar. Hiçbir işte sebat etmezler, sabır nedir bilmezler. Psikopatların arasından sabrı başarabilenler, uzun vadeli zarar verme planları yapabilir. Antisosyal çetelerin başları genellikle bu tiplerdir.

Psikopat ebeveynden psikopat evlat olma ihtimali epey yüksektir. Bu yüzden bu kişilik bozukluğunda genetik faktörler üzerinde çok durulur.

Çocuklukları suiistimallerle dolu bir ortamda geçer. Bazı psikopatların yetiştirilmeleri sırasında ebeveynin aşırı disiplin ile aşırı şımartılma arasında bir tavır takındığından ve bu nedenle şaşkına döndüklerinden söz edilir.

Sonuç olarak, psikopatlık da onun şiddetli bir görünümü olan sosyopati de evrensel; yani her toplumda sanki beşer safhasında takılıp kalmış bu kimselerden var. Ama her toplumda öyle kolay etkili olamıyorlar, toplumsal değerleri ifsat edip başa bela kesilemiyorlar.

Sosyopatlardan korunmak mümkün mü?

Toplumsal kriz zamanlarında, değerlerin alt-üst olduğu vakitlerde sosyopatlara adeta gün doğuyor, ellerini ovuşturarak hep böyle zamanları kolluyorlar.

Her siyasi kültürün, her toplumsal düzenin temel misyonlarından birisi de sessiz yığınların haklarını sosyopatlara karşı korumak; sosyopatiyi dizginlemek, mümkünse entegre etmek. Bunu her toplum başaramıyor.

Batı uygarlığını ve toplumlarını birçok bakımdan kıyasıya eleştirdiğimize okuyucularımız tanıktır. Asla onların yolunu izlemeyi ve tam olarak onlar gibi olmayı savunmuyoruz. Elbette biz kendi medeniyet yolumuzdan yürüyeceğiz. Ama teslim etmek zorundayız ki, modern zamanlarda sosyopatiye karşı en başarılı manevraları da onlar yapmış. Devlet-sivil toplum ilişkisi, birçok gerilim hattına rağmen, sözleşmeye dayalı olarak kurulmuş, insan haklarına dayalı bir hukuksal çerçeveye kavuşmuş. Otorite toplumsal ve siyasal süreçlerin neticesinde içselleştirilmiş, sosyopati büyük ölçüde dizginlenebilmiş. Bu toplumlarda kamu görevlisi de sivil yurttaş da yasalardan, o yasaları üreten sistemden ürküyor.

Sosyopati, kamu düzeninin bireyin psikolojisinde kök salmadığı, otoritenin içselleşmediği geçiş toplumlarında kendisi için en mümbit araziye kavuşur. Biz de iki yüz yıldır bir geçiş toplumuyuz. Sosyopatların ağızlarının suyunu akıtan derin kamusal çatlaklarımız, hukuki zaaflarımız, toplumsal dertlerimiz var. Kamu düzeninin sağlanması için devlet, hukuka saygılı, otoriteyi içselleştirmiş bireyler yetiştirmek yerine ceberrutluğu seçmiş. Bırakın güçlü olmayı vergi bile toplayamamış, imar planı dahi yapamamış, çareyi gövde gösterisinde aramış. Devletin bıraktığı boşluğu, maddi çıkar şebekeleri, feodal ve mafyöz güç odakları doldurmaya çalışmış. Her yere kolayca risk alan sosyopatlar sızmış. Devletinden umudu kalmayan toplum, kendi bütünlüğünü sağlayabilmek için kamu düzeninin olduğu zamanlardaki tarihsel anlatıya ve inançlarına tutunmuş. Ama şimdi galiba toplumun can havliyle sarıldığı alanları da sosyopati kuşatmış vaziyette. Eğer öyleyse, burası, çok dikkatli olunması gereken bir hat zira çaresi, umudun kalmayan toplumlar, kaosun arefesindedir.

Sessiz yığınlar, sosyopatiyi dizginlemek için değerlere sarılmanın yanı sıra devleti demokratikleştirmek, milletin, hukukun (“yargıcın değil hukuk”un) devleti haline getirmek lazım geldiğini her geçen gün biraz daha iyi anlıyorlar ama bunu nasıl hayata geçireceklerini doğal olarak bilemiyorlar.

Psikopatlarla nasıl mücadele etmeli?

Psikopatlarla mücadelede, güvenlik güçlerinin ve adalet sisteminin caydırıcı kararlılıkları her zaman birinci sırada…

Ne yapıp edip toplum olarak devlete ve adalet sistemine güveni sağlamak ve canlı tutmak mecburiyetindeyiz ve bu misyonu ancak siyaset yerine getirebilir.

Biz yurttaşlara düşen ise, bu tehlikeli insanları tanımak, onlara aldanmamak ve olabildiğince uzak durmaya çalışmak… Onlara karşı bireysel değil toplu biçimde tavır almalı, bize, zararlı davranışlarda işbirliği önerdiklerinde “Mahkemeler, kurullar var, ben yapamam, korkarım” demeli, gereksiz cesaret gösterisinde bulunmamalı. Suç niteliğindeki ya da başkalarına zararlı önerileri, asla kabul edilmemeli.

Yazımızın başına “şirazesi bozulmuş” diye nitelemiştik yaşadığımız dünyayı. Şu karşılaştığımız feci insanlık hali manzaraları karşısında belki “şaftı kaymış” dememiz daha tanımlayıcı olabilirdi. İster şirazemiz bozulmuş ister şaftımız kaymış olsun, kendi toplumumuz için önümüzde duran zor görev belli!…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Şirazesi bozulmuş dünyada sosyopati

Sosyopatlar kimlerdir, hangi koşullarda ortaya çıkarlar? Onları nasıl tanırız, nasıl karşı koyarız? Adalete güveni yeniden sağlamak, sosyopatlarla ve suçlarıyla mücadelede neden çok önemli? Prof. Dr. Erol Göka yazdı.

Günümüz düşünürlerinden Byung Chul-Han’ın düşüncelerini çok önemsediğimi ama aynı zamanda onu eleştirdiğimi okuyucumuz bilir. Geçenlerde bir yazımda şöyle söylemiştim:

“Han’ın düşüncelerini artık bir felsefi bakış etrafında derli toplu hale getirmesini bekliyorum. Yorgunluk toplumu üzerine neredeyse tamamen tıbbi metaforlara dayalı tespitlerinin de önemli olduğunu düşünmekle birlikte bu kadar tıbbi metafor kullanmanın belki ilgiyi arttırdığı ama düşünce kalitesi açısından pek de hayra alamet olmadığını belirtmek isterim. Ondan bolca tıbbi metafor kullanmasını değil ciddi bir tıp ve psikiyatri eleştirisi bekliyorum ve genelleme yapmakta acele etmemesini diliyorum. ‘Başka’nın yerini ‘fark’ın aldığıyla ilgili görüşlerinin Avrupa’da artan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı karşısında nasıl döküldüğünü görmemesi mümkün değildir.  Sanıyorum Gazze’de işlenen soykırım sırasında vatandaşı olduğu Alman devletinin ve Habermas gibi düşünürlerin işbirlikçi tutumlarını analiz etme görevinin de farkındadır…”

Buradan devam edecek olursam… Han’ın hatasının geleneksel dünyada, özellikle Müslüman düşünürler tarafından pek önemsenen, şehirlerin, toplumun sağlıklı işleyişine uyarlanmaya çalışılan (Bakınız: Ömer Türker, “İslam siyaset düşüncesinde şehir-beden benzetmesi”) daha sonra da modern sosyologlar tarafından da gündeme alınan “beden” metaforundan ziyade “hastalık” metaforundan yola çıkması olduğunu söyleyebilirim.

Günümüzde öne çıkan hastalıklardan yola çıkarak ilgiyi üzerine toplamak yerine nasıl olup da küresel ve toplumsal beden(ler)in işleyişinin bozulduğu üzerine kafa yormuş olsaydı daha işe yarar fikirler ortaya koyabilirdi. Gerçekten de tıp ve sağlık felsefesinin temelini oluşturan denge ve muvazene (equlibrium ve homestaz), dünyanın ve toplum düzeninin işleyişini, bu işleyişin bozulduğu alanları düşünürken hayli işlevsel ama dünyanın dertlerine bir hekim gibi yaklaşan bir aydın basiretine sahip değilseniz bunları göremiyor, semptomların palyatif tedavileriyle ömür geçiriyorsunuz.

Dünya-insanlık bedeni birçok yerden hasar aldı

Her neyse entelektüel eleştirel bir girişle başlamamızın nedeni, günümüzde şiddet probleminin çok çetrefil olduğunu, ‘dünya-insanlık bedeni’nin birçok yerden hasar aldığını, tüm bu etmenlerin birbirini etkilemesi nedeniyle ortaya dev bir şiddet ve vahşet tablosu çıktığını belirtebilmek…

Benzeri bir ifadeyi ülkemiz toplumsallığı için de kurmak mümkün ama Türkiye’den konuşurken şuna da değinmek zorundayız: son yıllarda uygulanan ekonomik politikaların sonucunda ciddi sıkıntılar, gelir dağılımında uçurum ve dev bir yoksullaşma ortaya çıktı ve hiç hesapta olmayan sosyopsikolojik komplikasyonlar belirdi.

Bu yazının asıl konusu bunlar da değil; böyle puslu havaları, hemen öne fırlayıp bozulmuş dengeler üzerinde kendi mafyöz hâkimiyetini kurmak isteyen sosyopatları ele alacağız bu yazıda…

Sosyopati nedir?

“Sosyopati” sözüyle, kişilik özellikleri açısından benzer özellikler gösteren bir insan kümesini kastediyoruz. Onların sergiledikleri kişilik özelliklerine, psikolojik bilimlerde “psikopatlık” ya da “anti-sosyal kişilik bozukluğu” adı da veriliyor. Yıkıcılıklarının kendilerini, ailelerini ve yakın çevrelerini aşıp toplum-karşıtı bir hale gelmesi durumunda “sosyopati”den bahsediliyor. Kişilik bozukluklarından kaynaklanan davranışlarıyla toplum-karşıtı özellikler sergileyen kişilere “sosyopat” deniyor. Yani sosyopatinin kökeninde psikopatlık bulunuyor.

Ahlak, enikonu diğer insanlara, canlılara, tabiata, kısacası ötekine ne yapacağımızla ilgili kurallar bütünüdür. Ahlaklı olmaya müsait bir yapıyla dünyaya geliyoruz. Ötekini, içine doğduğumuz aileyi, yaşadığımız toplumu gözeten, merhamete, şefkate yatkın ahlaki bir koreografi bulunuyor yaratılışımızda. O yüzden olsa gerek büyük filozof, Batı’daki adamımız Immanuel Kant, göklerdeki yıldızların yanı sıra ve içimizdeki ahlakın düzenini Yaratıcı’nın varlığına kanıt olarak gösteriyor.

Ama beşerin bir de bunun tam zıddı özelliği var. İçimizdeki ahlak yasasına rağmen hepimiz onu ihlal etmeye hazırız. Ve ne yazık ki bazılarımızın ahlaki gelişiminde, vicdan oluşumunda sorunlar ve eksiklikler dolu. Suça neredeyse doğuştan yatkınlar. Ne söylersek söyleyelim, bir kulaklarından girip diğerlerinden çıkıyor. Her yaptıklarında kendilerini haklı görüyorlar, vicdanları asla sızlamıyor, daha doğrusu vicdansızlar. Onlar psikopatlar, büyük kalabalıklar yanında sayıları hayli az olmakla birlikte toplumun baş belaları. Toplumlar, değer krizi yaşadıklarında çok görünür hale geliyorlar, vicdansızlıkları toplumun olağan yaşantısı gibi görünmeye başlıyor.

Psikopatları iyi tanımalıyız.

Psikopatları tanımak için

Psikopati davranışı, hafiften şiddetliye doğru bir spektrum şeklinde kendini gösteriyor. Psikopatların çoğu zaman mafyöz çeteler halinde yaşayanlarına, her an saldırgan, şiddete, vahşete yönelik suç işleme potansiyeli barındıranlarına ve fırsat bulduklarında hayata geçirenlerine “sosyopat” diyor, hepsine birden psikiyatride “antisosyal kişilik bozukluğu” adını veriyoruz.

Psikopatların nispeten topluma uyum sağlamayı başarabilenleri yanı başımızda yaşıyorlar. Kimi zaman sevimli çapkın kimi zaman dolandırıcı ve hatta kimi zaman çocuksu, sempatik serseri kılığında aramızda dolaşıyorlar. Onları yegâne amaçlarının karşısındakini sömürmek olmaları özelliklerinden tanıyoruz.

İnsanla, toplumla, değerle, prensiple ilgili ne varsa küçümsemek, alaya almak da psikopatların ortak özelliği. Yasa ve kural tanımıyorlar; onları çiğnemeyi bir tür hayat başarısı olarak görüyorlar. Tutuklanmaya zemin hazırlayacak eylemleri tekrar tekrar yapmaları bu nedenle. Menfaatleri için suiistimal etmeyecekleri bir şey yok. Yalan, kandırma ve inkâr, sıradan ve olağan davranış kalıpları psikopatların. Voliyi vurmak, malı götürmek için fırsat kollarlar. Herkesten zeki olduklarına inanırlar. İkna yetenekleri acayip gelişmiş, ağızları iyi laf yapar. Sizi kolayca haklıyken zayıf bir yerinizden yakalayıp haksız duruma düşürebilirler. Konunun odak noktasını değiştiriverirler. Hep zeytinyağı gibi üste çıkarlar. Başkalarını zerrece önemsemez, bulundukları yeri hem yaşanmaz hale getirir, hem rahatsız olan gitsin, derler. Sürekli mazeretleri vardır ve hep asabidirler. Aslında kimsenin kendilerini istemediğini düşünür, onlara karşı varlıklarını kanıtlamaya çalışırlar. “Ben buradayım asıl siz yoksunuz”, demek isterler. Hayat kurtlar sofrasıdır onlara göre, bir sömürme yarışıdır. O, başkalarını istismar edip sömürmeye çalışmasa, başkaları aynı şeyi kendisine yapacaktır…

Öfke ve saldırganlık sırasında normal insandaki fizyolojik değişimler psikopatlarda olmaz, tehlikeli durumlarda heyecanlanmazlar. O yüzden güvenlik kurallarına da asla dikkat etmezler. Onlara riskleri anlatmak bir işe yaramaz. Hep “ne olacak canım hallederiz” diye düşünürler. Pişman olmazlar, çünkü olamazlar. Kendilerini cesur ve fırsatı değerlendiren, normal insanları korkak ve pısırık, diye nitelerler. Ürkütme ve tehdit en belli başlı yöntemleridir. “Damarıma basmayın, haksızlığa dayanamam” deyip dururlar. “Ben yaptım oldu”culardır. Kendilerine bir şey olmayacağına inanırlar, olduğunda da suçu başkasına atarlar. Hiçbir işte sebat etmezler, sabır nedir bilmezler. Psikopatların arasından sabrı başarabilenler, uzun vadeli zarar verme planları yapabilir. Antisosyal çetelerin başları genellikle bu tiplerdir.

Psikopat ebeveynden psikopat evlat olma ihtimali epey yüksektir. Bu yüzden bu kişilik bozukluğunda genetik faktörler üzerinde çok durulur.

Çocuklukları suiistimallerle dolu bir ortamda geçer. Bazı psikopatların yetiştirilmeleri sırasında ebeveynin aşırı disiplin ile aşırı şımartılma arasında bir tavır takındığından ve bu nedenle şaşkına döndüklerinden söz edilir.

Sonuç olarak, psikopatlık da onun şiddetli bir görünümü olan sosyopati de evrensel; yani her toplumda sanki beşer safhasında takılıp kalmış bu kimselerden var. Ama her toplumda öyle kolay etkili olamıyorlar, toplumsal değerleri ifsat edip başa bela kesilemiyorlar.

Sosyopatlardan korunmak mümkün mü?

Toplumsal kriz zamanlarında, değerlerin alt-üst olduğu vakitlerde sosyopatlara adeta gün doğuyor, ellerini ovuşturarak hep böyle zamanları kolluyorlar.

Her siyasi kültürün, her toplumsal düzenin temel misyonlarından birisi de sessiz yığınların haklarını sosyopatlara karşı korumak; sosyopatiyi dizginlemek, mümkünse entegre etmek. Bunu her toplum başaramıyor.

Batı uygarlığını ve toplumlarını birçok bakımdan kıyasıya eleştirdiğimize okuyucularımız tanıktır. Asla onların yolunu izlemeyi ve tam olarak onlar gibi olmayı savunmuyoruz. Elbette biz kendi medeniyet yolumuzdan yürüyeceğiz. Ama teslim etmek zorundayız ki, modern zamanlarda sosyopatiye karşı en başarılı manevraları da onlar yapmış. Devlet-sivil toplum ilişkisi, birçok gerilim hattına rağmen, sözleşmeye dayalı olarak kurulmuş, insan haklarına dayalı bir hukuksal çerçeveye kavuşmuş. Otorite toplumsal ve siyasal süreçlerin neticesinde içselleştirilmiş, sosyopati büyük ölçüde dizginlenebilmiş. Bu toplumlarda kamu görevlisi de sivil yurttaş da yasalardan, o yasaları üreten sistemden ürküyor.

Sosyopati, kamu düzeninin bireyin psikolojisinde kök salmadığı, otoritenin içselleşmediği geçiş toplumlarında kendisi için en mümbit araziye kavuşur. Biz de iki yüz yıldır bir geçiş toplumuyuz. Sosyopatların ağızlarının suyunu akıtan derin kamusal çatlaklarımız, hukuki zaaflarımız, toplumsal dertlerimiz var. Kamu düzeninin sağlanması için devlet, hukuka saygılı, otoriteyi içselleştirmiş bireyler yetiştirmek yerine ceberrutluğu seçmiş. Bırakın güçlü olmayı vergi bile toplayamamış, imar planı dahi yapamamış, çareyi gövde gösterisinde aramış. Devletin bıraktığı boşluğu, maddi çıkar şebekeleri, feodal ve mafyöz güç odakları doldurmaya çalışmış. Her yere kolayca risk alan sosyopatlar sızmış. Devletinden umudu kalmayan toplum, kendi bütünlüğünü sağlayabilmek için kamu düzeninin olduğu zamanlardaki tarihsel anlatıya ve inançlarına tutunmuş. Ama şimdi galiba toplumun can havliyle sarıldığı alanları da sosyopati kuşatmış vaziyette. Eğer öyleyse, burası, çok dikkatli olunması gereken bir hat zira çaresi, umudun kalmayan toplumlar, kaosun arefesindedir.

Sessiz yığınlar, sosyopatiyi dizginlemek için değerlere sarılmanın yanı sıra devleti demokratikleştirmek, milletin, hukukun (“yargıcın değil hukuk”un) devleti haline getirmek lazım geldiğini her geçen gün biraz daha iyi anlıyorlar ama bunu nasıl hayata geçireceklerini doğal olarak bilemiyorlar.

Psikopatlarla nasıl mücadele etmeli?

Psikopatlarla mücadelede, güvenlik güçlerinin ve adalet sisteminin caydırıcı kararlılıkları her zaman birinci sırada…

Ne yapıp edip toplum olarak devlete ve adalet sistemine güveni sağlamak ve canlı tutmak mecburiyetindeyiz ve bu misyonu ancak siyaset yerine getirebilir.

Biz yurttaşlara düşen ise, bu tehlikeli insanları tanımak, onlara aldanmamak ve olabildiğince uzak durmaya çalışmak… Onlara karşı bireysel değil toplu biçimde tavır almalı, bize, zararlı davranışlarda işbirliği önerdiklerinde “Mahkemeler, kurullar var, ben yapamam, korkarım” demeli, gereksiz cesaret gösterisinde bulunmamalı. Suç niteliğindeki ya da başkalarına zararlı önerileri, asla kabul edilmemeli.

Yazımızın başına “şirazesi bozulmuş” diye nitelemiştik yaşadığımız dünyayı. Şu karşılaştığımız feci insanlık hali manzaraları karşısında belki “şaftı kaymış” dememiz daha tanımlayıcı olabilirdi. İster şirazemiz bozulmuş ister şaftımız kaymış olsun, kendi toplumumuz için önümüzde duran zor görev belli!…

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 9 Ekim 2024’te yayımlanmıştır.

Erol Göka
Erol Göka
Prof. Dr. Erol Göka - Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Şehir Hastanesi'nde "Psikiyatri Bölümü Eğitim ve İdari Sorumlusu" olarak görevli. Psikiyatrinin birçok alanında yapılan bilimsel çalışmalarda yer almasına rağmen ilgisi, daha çok psikiyatrinin sosyal bilimlerle ve felsefe ile kesişim noktalarında yoğunlaşmıştır. İnsanın dinamik özelliklerine ve grup-varlığına olan ilgisi onu psikodinamik yönelimli klinik uygulamalara ve grup psikoterapilerine yöneltmiştir. “Hoşçakal: Kayıp, Matem ve Hayatın Zorlukları”, "Hayatın Anlamı Var Mı?", “Yalnızlık ve Umut” ve "Kalpten" psikiyatriye bakışındaki özgün varoluşçu-dinamik çerçeveyi ortaya koymaktadır. “Türk Grup Davranışı” kitabı ile Türkiye Yazarlar Birliği 2006 yılı “Yılın Fikir Adamı Ödülü”ne layık görülen Erol Göka’ya 2008 yılında, Türk Ocakları tarafından “ilmi çalışmalarıyla Türk milletinin ufkunu açan eserler ortaya koyması” dolayısıyla, “Ziya Gökalp/ Türk Ocakları İlim ve Teşvik Armağanı” verilmiştir. Erol Göka, 2020 yılında ise, kültür ve sanat hayatına uzun süreli katkıları nedeniyle Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Üstün Hizmet Ödülü”nü almaya hak kazanmıştır.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x