Tekno-demokraside sınıfta kalmak!

Demokrasi, kişiden kişiye, ülkeden ülkeye ve dönemden döneme değişebilen bir kavram. Ancak teknoloji ve dijitalleşme yeni bir demokrasi kavramını beraberinde getirdi: dijital demokrasi yahut tekno-demokrasi. Peki, nedir bu? Devletin rolü ne?

Dijital Demokrasi… Belki daha önce pek duymadığınız bir sözcük öbeği. Ancak teknolojinin giderek hayatımızı sarması ve dijitalleşmenin hızlı gelişimi bu yeni medya kavramını gündeme soktu. Ve domino taşları gibi birbiri üstüne devrildi nice şey. Böylece yeni medya terimi gündelik, akademik, ekonomik, kültürel ve siyasal dilin bir parçası haline geldi.

Lakin korona kaynaklı salgın bazı şeyleri yeniden düşünmemize sebep oldu. Eve kapanan kitleler dijital platformlarda vakit geçirince, taşlar biraz yerinden oynadı.

Berlin Dijital Gelecek İçin Einstein Merkezi üyesi Prof. Dr. Ayad Al-Ani, IPG Journal’de yayımlanan “Der Ruf nach der Techno-Demokratie” adlı makalesinde, devletin dijitalleşme söz konusu olduğunda oldukça geride kaldığını söylüyor:

“Salgın bu geride kalışı açıkça göstermiştir. Devletin dijitalleşme konusunda haklarını saklı tutma konusundaki kararı tehlikelidir. Almanya’da, dijitalleşme bağlamında devletin oynaması gereken rol hakkında gerçekleştirilen tartışmalarda, henüz bir adım dahi ilerleme kaydedilememiştir. Vatandaş konseyleri haricinde, demokrasinin daha da gelişmesine yönelik ilerleme fazlasıyla kısıtlı… Bizler açısından dijitalleşme durumundan yeni girişimciler ve çok ortaklı şirketler sorumludur. Aslında demokrasi ve özgürlük hakları, özellikle de veri koruma alanında gerçekleştirilen düzenlemelerle kesin olarak daha fazla geliştirilememiş olsa bile, en azından korunmuştur.

Ne var ki, devletin rolüne ilişkin bu görüşün giderek savunulamaz hale geldiği gerçeği, pandemiyle birlikte son zamanlarda çok daha fazla belirgin hale geldi. Krizin başlangıcında, salgınla savaşmak için teknolojinin nasıl kullanılması gerektiği gibi oldukça iddialı, belki de bir o kadar da endişe verici yaklaşımlar ortaya çıkmıştı. Yapay zeka, enfeksiyon zincirlerini ortaya çıkarması ve aynı zamanda yeni salgınların tahminlerini sağlaması gereken bir tür geriye ve ileriye doğru analiz eden zaman makinesi olarak düşünülmüştü. Bu kavramların neden uygulanmadığı hâlâ belirsizliğini korumakta… Pandemi yönetiminin geçmişi henüz yazılmamış durumda zira.”

Elon Musk bile kamu fonuyla desteklenmiş

Prof. Dr. Ayad Al-Ani endişeli. Dolayısıyla soruyor: Bu geçmişin yazılamamasının sebebi veri koruma endişesi midir, yoksa sadece idarelerin bu tür karmaşık projeleri uygulayamaması mıdır? Ve kendi sorusuna yanıt bulmaya çalışıyor: “Almanların bakış açısına göre, devlet faaliyetlerinin büyüklüğünün olduğu haliyle zaten merkezi bir role işaret etmesi paradoksaldır. Filozof Peter Sloterdijk geçtiğimiz günlerde küstahça bir açıklama yaparak, ‘boş laflarla yürütülen ilişki koşulları altında her gün üstünlüğün girişimcilikte olduğuna dair bizleri ikna etmeye’ çalışıyor olsalar da, ‘artı/eksi % 50’ hükümet kotasıyla Almanya’nın çoktan ‘yarı sosyalizme’ ulaştığını söylüyor. Bu sorunun merkezi, işte bu bağlamda devletin ekonomideki yetersiz payından dolayı kaynaklanıyor olamaz. Bununla birlikte, çoğu zaman dijitalleşme hususunda sesli olarak ifade edilmese de önemli olan durum ise, devletin sadece idari görevlerin düzenlenmesi ve modernleştirilmesinin ötesinde girişimci bir rol oynamasının gerekliliğidir: Hem Çin, hem de ABD’de savunma sanayisinde, teknolojik yeniliklerin motoru konumunda olmuştur ve devlet, beklentilerini karşılamayınca bu sanayilere cesurca müdahale etmiştir.

Ancak burada, devletin artık kendisinin harekete geçmemesiyle, şirketleri ya da girişimcileri ‘araçsallaştırması’ dikkat çekici… Elon Musk bile, otomobil ve uzay uçuşu fikirlerini uygulamak için on milyarca kamu fonuyla finanse edilmiş. Çin’de de aslında durum çok farklı gelişmemiş: Görünüşte büyük şirketlerin kararları özel ellerdedir, ancak onların bu kararları bile, aşağı yukarı devletin fikirlerine karşılık gelmektedir.”

Büyük Sıfırlama Projesi

Almanya’nın iş dünyasında (örneğin otomotiv endüstrisinde), tekrarlanan tartışmalara dikkat çeken Prof. Dr. Ayad Al-Ani, diyor ki: “Bu tartışmaların ulusal bir stratejiyle sonuçlanmadıkları aşikârdır. Her halükârda, şayet böyle bir strateji varsa bile, henüz ekonomik veya sosyo-politik eyleme giden bir yol bulamayacaktır.

Dijital öğrenme, tele-sağlık, teknoloji stratejileri, aynı zamanda çevre koruma ve sosyal eşitsizlik nedenlerinden dolayı, küresel olarak organize olmuş şirketlerin (özellikle Amerikan şirketlerinin), çeşitli nedenlerle demokratik devletin artık etkili olmadığı veya şirketlere öncelik verildiği alanlarda kendilerini giderek daha fazla konumlandırmaları şaşırtıcı olmasa gerek.

Küresel Batılı teknoloji şirketleri çerçevesinde yukarıda belirtilen konular açısından çözümler geliştirmek için yapılan girişimler, son olarak Dünya Ekonomik Forumu’nun Büyük Sıfırlama Stratejisi’nde[efn_note]Time dergisinin kasım ayı kapağının konusu “The Great Reses”, yani “Büyük Sıfırlama”ydı. Ve bu kavram, “Petro-Dolar” sisteminin dünyayı esir aldığı, sistemin artık böyle yürümediği, yeni bir başlangıca ihtiyaç duyulduğu anlamına geliyordu. Kavramın içini dolduran şeyler, Dünya Ekonomi Forumu, daha genel adıyla Davos Zirvesi’nde görüşüldü. ABD’de sistemsel dönüşümünü başlama tarihi 6 Ocak 2021 olarak görülüyor. Senato’nun işgal edildiği gün yani…[/efn_note] açıkça görülmüştür. Yıldızı parlayan ekonomist Nouriel Roubini ile geçtiğimiz günlerde yapılmış olan bir röportaj, Amerikan devletinin ‘kendi’ şirketleri aracılığıyla ne kadar güçlü olduğunu göstermiştir. Onun görüşleri, büyük Amerikan şirketlerinin parçalanmasına karşı çıkmaktadır, çünkü onun görüşüne göre Amerikan şirketleri ‘ulusal güvenlik endüstrisi kompleksinin bir parçası olacaktır’ ve araçsallaştırılan Çin dijital şirketlerine karşı rekabet etmek zorunda kalacaklardır.”

Verinin demokrasi ile uzlaşması

Prof. Dr. Ayad Al-Ani tüm bu tartışmalara rağmen, henüz emekleme aşamasında olunduğunu söylüyor: “Sadece ekonominin dijitalleşmesinde devletin öncü bir kurum olarak rol olması mühim değil. Dijital koşullar altında demokrasiyi geliştirme stratejisi hâlâ belirsizliğini korumakta. Özel ve devlet aktörlerinin topladığı büyük miktarda verinin demokrasi fikri ile nasıl uzlaştırılabileceğine dair oluşan bir tez hâlâ bulunmamakta.

ABD’de, son zamanlarda Jo Biden tarafından yapılan ‘tekno-demokrasi’ çağrısının ardından, belki daha da fazlası Donald Trump’ın ‘gerçeğe aykırı’ politikasının izlenimi altında, artık verilerle demokrasiyi karşıt olarak görmeme eğilimi başladı. Aslında bu, demokrasinin elinde yeterli veri olmamasından kaynaklı… Zira birçok ‘kör nokta’ bulunmakta… Aynı zamanda verinin de demokrasiye ihtiyacı var; aksi halde bu durum tam anlamıyla ‘algoritmik bir kâbus’a dönüşebilir.”

Amazon ve Alibaba’da çok veri toplanmakta

Bu tartışma gerçekten çok hassas olduğunu belirten Prof. Dr. Ayad Al-Ani, “her zaman için veri miktarının zayıflatılması, sonuç olarak seçimleri etkileme ve hatta gereksiz hale getirme tehlikesini ortaya çıkarmaktadır” diyor. Ona göre Hiroki Azuma[efn_note]Hiroki Azuma, edebiyata ve bireysel özgürlük fikrine odaklanan Japonya’nın en etkili genç kültür eleştirmenlerinden biri…[/efn_note] gibi düşünürler bu olup bitenleri çoktan öngörerek, tüketici davranışlarımızın, internetteki isteklerimizin, projelerimizin, ilgi alanlarımızın ve aramalarımızın toplu verileri değerlendirip, Jean-Jacques Rousseau’nun ‘Volonté Générale’[efn_note]Rousseau’nun kullandığı gibi “genel irade” ifadesi, Fransız Devrimi sırasında 1789’da yazılan İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi’nin Altıncı Maddesi’nde (Fransızca: Déclaration des droits de l’Homme et du citoyen) yer almaktadır: “Kanun, genel iradenin ifadesidir. Tüm vatandaşlar, oluşumuna kişisel olarak veya temsilcileri aracılığıyla katkıda bulunma hakkına sahiptir. İster korusun, ister cezalandırsa da herkes için aynı olmalıdır. Tüm vatandaşlar, onun gözünde eşit olmak, kapasitelerine göre ve erdemlerinden ve yeteneklerinden başka bir ayrım yapmadan, tüm kamu onurlarına, pozisyonlarına ve istihdamlarına eşit derecede kabul edilebilir.”[/efn_note] dediği ‘genel irade’yi tanımlamaya çalıştılar bile: “Bu durum, istatistiksel yöntemler kullanılarak hesaplanabilen tercihlerimizin ‘katkısız’ ifadesidir. Azuma siyasi söylemi bastırmak yerine bu genel iradeyle onu çerçeveleyerek desteklemek istiyor. Bunun için müzakerelere, tartışmalara ve uzlaşmalara de kesinlikle ihtiyaç duymuyor.

Verilerin ‘doğru’ işlenmesi önemli; veriler üzerindeki egemenlik ekonominin ve toplumun yönetimini kolaylaştıracaktır. İlk mülahazalar bunu göstermiştir. Bu noktada ilginç olan şudur ki; Sloterdijk’in korkularının bir değişikliğinde, özel girişimciliğin, bazı gözlemcilerin bakış açısından, tekno planlı bir ekonomi veya hatta ‘dijital sosyalizm’ olarak tanımlanabilecek bir durum yaratabilecek olmasıdır. Amazon veya Alibaba gibi platformlarda, tüketici davranışımız hakkında büyük miktarda veri toplanmaktadır ve bu veriler Azuma’nın da belirttiği gibi sosyal tercihlerin ifadesini temsil etmektedir. Bu veriler daha sonra sözlü olarak ekstra güçlü ifade edilerek, ekonomik faaliyetlerin bir tahminin yapılmasını mümkün kılmıştır. Nihayetinde, platformlar zaten tüketici davranışımızın öngörülebilirliğini teşvik etmektedir. Böylece girişimcilik riskini en aza indiren, ancak aynı zamanda konsantrasyonu teşvik eden veya rekabeti bozan yeni, sağlam planlama seçenekleri ortaya çıkmaktadır.”

Siyasi söylem ve dijital kimlik

Prof. Dr. Ayad Al-Ani’ye göre tüm bunlar, platformlarla başa çıkabilmek için bir hükümet stratejisinin geliştirilmesi gerektiğini göstermekte: “Devletlerin kendi platformları olmalı (siyasi söylem veya dijital kimliklerin yönetimi için mesela) ve gücün kötüye kullanılmasını, yoğunlaşmasını önlemek adına özel platformları düzenleyebilmeli.

Bu noktada dikkat çekici olan şey ise, Almanya’da en azından devletin mi yoksa kamusal görevlerin bir tür platform olarak organize edilmesi gerektiği mi konusunda başlatılmış olan geçici tartışmadır. Bu bağlamda, kısa süre önce kamuoyuna açıklanması planlanan ‘ARD 2030’[efn_note]ARD, Almanya Radyo ve Televizyon Kurumları Kamusal İşbirliği örgütü… Siyasiler ARD 2030 stratejisi ile kamu hizmeti yayıncılığında reform yapmak istiyorlar.[/efn_note] stratejisi, insanların dikkatini çekmeyi başarmıştır. Kamu hizmeti veren yayıncılığı, diğer sağlayıcılar tarafından da oluşturulabilen (bilim, eğitim, sanat konularında) ‘güvenilir ve değerli gazetecilik içeriğine’ sahip ‘açık kaynak’ bir platform olarak görülmüş. Ve böylesine ‘açık’ bir yayın, yalnızca yayın yapmakla kalmayıp aynı zamanda siyasi diyaloglar için fırsatlar ve çerçeveler açan bir platform olarak düşünülmüş.

Devletin bir dijital modernizasyon ajansı olarak rolü, kendi içinde yeterince talep görmüş olsa gerek. Ancak dijitalleşme aynı zamanda, daha az politik müzakere ve rekabetle geçinme eğiliminde olan yeni bir ekonomik ve sosyal sistem için teorik bir olasılık yaratmıştır. Bu noktada tercihler müzakere edilmemiştir, ancak giderek daha fazla hesaplamalar yapılarak, yeni planlamalar türetilmiştir. Dijital bir demokrasinin gerçekleşebilmesi için, özel platformların düzenlenmeli, veriler vatandaşların menfaatleri gözetilerek koruma altına alınmalı ya da kamu malı ilan edilerek bireysel hakları korunmalıdır. Tüm bunlara ilave olarak, işlevselliklerini ve verilerini ortak fayda için kullanmak üzere devleti veya ilgili kamu görevlerini bütünleştirici (ve katılımcı) platform olarak tanımlanan bir strateji de ortaya çıkmalıdır.”

Bu yazı ilk kez 20 Mayıs 2021’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Tekno-demokraside sınıfta kalmak!

Demokrasi, kişiden kişiye, ülkeden ülkeye ve dönemden döneme değişebilen bir kavram. Ancak teknoloji ve dijitalleşme yeni bir demokrasi kavramını beraberinde getirdi: dijital demokrasi yahut tekno-demokrasi. Peki, nedir bu? Devletin rolü ne?

Dijital Demokrasi… Belki daha önce pek duymadığınız bir sözcük öbeği. Ancak teknolojinin giderek hayatımızı sarması ve dijitalleşmenin hızlı gelişimi bu yeni medya kavramını gündeme soktu. Ve domino taşları gibi birbiri üstüne devrildi nice şey. Böylece yeni medya terimi gündelik, akademik, ekonomik, kültürel ve siyasal dilin bir parçası haline geldi.

Lakin korona kaynaklı salgın bazı şeyleri yeniden düşünmemize sebep oldu. Eve kapanan kitleler dijital platformlarda vakit geçirince, taşlar biraz yerinden oynadı.

Berlin Dijital Gelecek İçin Einstein Merkezi üyesi Prof. Dr. Ayad Al-Ani, IPG Journal’de yayımlanan “Der Ruf nach der Techno-Demokratie” adlı makalesinde, devletin dijitalleşme söz konusu olduğunda oldukça geride kaldığını söylüyor:

“Salgın bu geride kalışı açıkça göstermiştir. Devletin dijitalleşme konusunda haklarını saklı tutma konusundaki kararı tehlikelidir. Almanya’da, dijitalleşme bağlamında devletin oynaması gereken rol hakkında gerçekleştirilen tartışmalarda, henüz bir adım dahi ilerleme kaydedilememiştir. Vatandaş konseyleri haricinde, demokrasinin daha da gelişmesine yönelik ilerleme fazlasıyla kısıtlı… Bizler açısından dijitalleşme durumundan yeni girişimciler ve çok ortaklı şirketler sorumludur. Aslında demokrasi ve özgürlük hakları, özellikle de veri koruma alanında gerçekleştirilen düzenlemelerle kesin olarak daha fazla geliştirilememiş olsa bile, en azından korunmuştur.

Ne var ki, devletin rolüne ilişkin bu görüşün giderek savunulamaz hale geldiği gerçeği, pandemiyle birlikte son zamanlarda çok daha fazla belirgin hale geldi. Krizin başlangıcında, salgınla savaşmak için teknolojinin nasıl kullanılması gerektiği gibi oldukça iddialı, belki de bir o kadar da endişe verici yaklaşımlar ortaya çıkmıştı. Yapay zeka, enfeksiyon zincirlerini ortaya çıkarması ve aynı zamanda yeni salgınların tahminlerini sağlaması gereken bir tür geriye ve ileriye doğru analiz eden zaman makinesi olarak düşünülmüştü. Bu kavramların neden uygulanmadığı hâlâ belirsizliğini korumakta… Pandemi yönetiminin geçmişi henüz yazılmamış durumda zira.”

Elon Musk bile kamu fonuyla desteklenmiş

Prof. Dr. Ayad Al-Ani endişeli. Dolayısıyla soruyor: Bu geçmişin yazılamamasının sebebi veri koruma endişesi midir, yoksa sadece idarelerin bu tür karmaşık projeleri uygulayamaması mıdır? Ve kendi sorusuna yanıt bulmaya çalışıyor: “Almanların bakış açısına göre, devlet faaliyetlerinin büyüklüğünün olduğu haliyle zaten merkezi bir role işaret etmesi paradoksaldır. Filozof Peter Sloterdijk geçtiğimiz günlerde küstahça bir açıklama yaparak, ‘boş laflarla yürütülen ilişki koşulları altında her gün üstünlüğün girişimcilikte olduğuna dair bizleri ikna etmeye’ çalışıyor olsalar da, ‘artı/eksi % 50’ hükümet kotasıyla Almanya’nın çoktan ‘yarı sosyalizme’ ulaştığını söylüyor. Bu sorunun merkezi, işte bu bağlamda devletin ekonomideki yetersiz payından dolayı kaynaklanıyor olamaz. Bununla birlikte, çoğu zaman dijitalleşme hususunda sesli olarak ifade edilmese de önemli olan durum ise, devletin sadece idari görevlerin düzenlenmesi ve modernleştirilmesinin ötesinde girişimci bir rol oynamasının gerekliliğidir: Hem Çin, hem de ABD’de savunma sanayisinde, teknolojik yeniliklerin motoru konumunda olmuştur ve devlet, beklentilerini karşılamayınca bu sanayilere cesurca müdahale etmiştir.

Ancak burada, devletin artık kendisinin harekete geçmemesiyle, şirketleri ya da girişimcileri ‘araçsallaştırması’ dikkat çekici… Elon Musk bile, otomobil ve uzay uçuşu fikirlerini uygulamak için on milyarca kamu fonuyla finanse edilmiş. Çin’de de aslında durum çok farklı gelişmemiş: Görünüşte büyük şirketlerin kararları özel ellerdedir, ancak onların bu kararları bile, aşağı yukarı devletin fikirlerine karşılık gelmektedir.”

Büyük Sıfırlama Projesi

Almanya’nın iş dünyasında (örneğin otomotiv endüstrisinde), tekrarlanan tartışmalara dikkat çeken Prof. Dr. Ayad Al-Ani, diyor ki: “Bu tartışmaların ulusal bir stratejiyle sonuçlanmadıkları aşikârdır. Her halükârda, şayet böyle bir strateji varsa bile, henüz ekonomik veya sosyo-politik eyleme giden bir yol bulamayacaktır.

Dijital öğrenme, tele-sağlık, teknoloji stratejileri, aynı zamanda çevre koruma ve sosyal eşitsizlik nedenlerinden dolayı, küresel olarak organize olmuş şirketlerin (özellikle Amerikan şirketlerinin), çeşitli nedenlerle demokratik devletin artık etkili olmadığı veya şirketlere öncelik verildiği alanlarda kendilerini giderek daha fazla konumlandırmaları şaşırtıcı olmasa gerek.

Küresel Batılı teknoloji şirketleri çerçevesinde yukarıda belirtilen konular açısından çözümler geliştirmek için yapılan girişimler, son olarak Dünya Ekonomik Forumu’nun Büyük Sıfırlama Stratejisi’nde[efn_note]Time dergisinin kasım ayı kapağının konusu “The Great Reses”, yani “Büyük Sıfırlama”ydı. Ve bu kavram, “Petro-Dolar” sisteminin dünyayı esir aldığı, sistemin artık böyle yürümediği, yeni bir başlangıca ihtiyaç duyulduğu anlamına geliyordu. Kavramın içini dolduran şeyler, Dünya Ekonomi Forumu, daha genel adıyla Davos Zirvesi’nde görüşüldü. ABD’de sistemsel dönüşümünü başlama tarihi 6 Ocak 2021 olarak görülüyor. Senato’nun işgal edildiği gün yani…[/efn_note] açıkça görülmüştür. Yıldızı parlayan ekonomist Nouriel Roubini ile geçtiğimiz günlerde yapılmış olan bir röportaj, Amerikan devletinin ‘kendi’ şirketleri aracılığıyla ne kadar güçlü olduğunu göstermiştir. Onun görüşleri, büyük Amerikan şirketlerinin parçalanmasına karşı çıkmaktadır, çünkü onun görüşüne göre Amerikan şirketleri ‘ulusal güvenlik endüstrisi kompleksinin bir parçası olacaktır’ ve araçsallaştırılan Çin dijital şirketlerine karşı rekabet etmek zorunda kalacaklardır.”

Verinin demokrasi ile uzlaşması

Prof. Dr. Ayad Al-Ani tüm bu tartışmalara rağmen, henüz emekleme aşamasında olunduğunu söylüyor: “Sadece ekonominin dijitalleşmesinde devletin öncü bir kurum olarak rol olması mühim değil. Dijital koşullar altında demokrasiyi geliştirme stratejisi hâlâ belirsizliğini korumakta. Özel ve devlet aktörlerinin topladığı büyük miktarda verinin demokrasi fikri ile nasıl uzlaştırılabileceğine dair oluşan bir tez hâlâ bulunmamakta.

ABD’de, son zamanlarda Jo Biden tarafından yapılan ‘tekno-demokrasi’ çağrısının ardından, belki daha da fazlası Donald Trump’ın ‘gerçeğe aykırı’ politikasının izlenimi altında, artık verilerle demokrasiyi karşıt olarak görmeme eğilimi başladı. Aslında bu, demokrasinin elinde yeterli veri olmamasından kaynaklı… Zira birçok ‘kör nokta’ bulunmakta… Aynı zamanda verinin de demokrasiye ihtiyacı var; aksi halde bu durum tam anlamıyla ‘algoritmik bir kâbus’a dönüşebilir.”

Amazon ve Alibaba’da çok veri toplanmakta

Bu tartışma gerçekten çok hassas olduğunu belirten Prof. Dr. Ayad Al-Ani, “her zaman için veri miktarının zayıflatılması, sonuç olarak seçimleri etkileme ve hatta gereksiz hale getirme tehlikesini ortaya çıkarmaktadır” diyor. Ona göre Hiroki Azuma[efn_note]Hiroki Azuma, edebiyata ve bireysel özgürlük fikrine odaklanan Japonya’nın en etkili genç kültür eleştirmenlerinden biri…[/efn_note] gibi düşünürler bu olup bitenleri çoktan öngörerek, tüketici davranışlarımızın, internetteki isteklerimizin, projelerimizin, ilgi alanlarımızın ve aramalarımızın toplu verileri değerlendirip, Jean-Jacques Rousseau’nun ‘Volonté Générale’[efn_note]Rousseau’nun kullandığı gibi “genel irade” ifadesi, Fransız Devrimi sırasında 1789’da yazılan İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi’nin Altıncı Maddesi’nde (Fransızca: Déclaration des droits de l’Homme et du citoyen) yer almaktadır: “Kanun, genel iradenin ifadesidir. Tüm vatandaşlar, oluşumuna kişisel olarak veya temsilcileri aracılığıyla katkıda bulunma hakkına sahiptir. İster korusun, ister cezalandırsa da herkes için aynı olmalıdır. Tüm vatandaşlar, onun gözünde eşit olmak, kapasitelerine göre ve erdemlerinden ve yeteneklerinden başka bir ayrım yapmadan, tüm kamu onurlarına, pozisyonlarına ve istihdamlarına eşit derecede kabul edilebilir.”[/efn_note] dediği ‘genel irade’yi tanımlamaya çalıştılar bile: “Bu durum, istatistiksel yöntemler kullanılarak hesaplanabilen tercihlerimizin ‘katkısız’ ifadesidir. Azuma siyasi söylemi bastırmak yerine bu genel iradeyle onu çerçeveleyerek desteklemek istiyor. Bunun için müzakerelere, tartışmalara ve uzlaşmalara de kesinlikle ihtiyaç duymuyor.

Verilerin ‘doğru’ işlenmesi önemli; veriler üzerindeki egemenlik ekonominin ve toplumun yönetimini kolaylaştıracaktır. İlk mülahazalar bunu göstermiştir. Bu noktada ilginç olan şudur ki; Sloterdijk’in korkularının bir değişikliğinde, özel girişimciliğin, bazı gözlemcilerin bakış açısından, tekno planlı bir ekonomi veya hatta ‘dijital sosyalizm’ olarak tanımlanabilecek bir durum yaratabilecek olmasıdır. Amazon veya Alibaba gibi platformlarda, tüketici davranışımız hakkında büyük miktarda veri toplanmaktadır ve bu veriler Azuma’nın da belirttiği gibi sosyal tercihlerin ifadesini temsil etmektedir. Bu veriler daha sonra sözlü olarak ekstra güçlü ifade edilerek, ekonomik faaliyetlerin bir tahminin yapılmasını mümkün kılmıştır. Nihayetinde, platformlar zaten tüketici davranışımızın öngörülebilirliğini teşvik etmektedir. Böylece girişimcilik riskini en aza indiren, ancak aynı zamanda konsantrasyonu teşvik eden veya rekabeti bozan yeni, sağlam planlama seçenekleri ortaya çıkmaktadır.”

Siyasi söylem ve dijital kimlik

Prof. Dr. Ayad Al-Ani’ye göre tüm bunlar, platformlarla başa çıkabilmek için bir hükümet stratejisinin geliştirilmesi gerektiğini göstermekte: “Devletlerin kendi platformları olmalı (siyasi söylem veya dijital kimliklerin yönetimi için mesela) ve gücün kötüye kullanılmasını, yoğunlaşmasını önlemek adına özel platformları düzenleyebilmeli.

Bu noktada dikkat çekici olan şey ise, Almanya’da en azından devletin mi yoksa kamusal görevlerin bir tür platform olarak organize edilmesi gerektiği mi konusunda başlatılmış olan geçici tartışmadır. Bu bağlamda, kısa süre önce kamuoyuna açıklanması planlanan ‘ARD 2030’[efn_note]ARD, Almanya Radyo ve Televizyon Kurumları Kamusal İşbirliği örgütü… Siyasiler ARD 2030 stratejisi ile kamu hizmeti yayıncılığında reform yapmak istiyorlar.[/efn_note] stratejisi, insanların dikkatini çekmeyi başarmıştır. Kamu hizmeti veren yayıncılığı, diğer sağlayıcılar tarafından da oluşturulabilen (bilim, eğitim, sanat konularında) ‘güvenilir ve değerli gazetecilik içeriğine’ sahip ‘açık kaynak’ bir platform olarak görülmüş. Ve böylesine ‘açık’ bir yayın, yalnızca yayın yapmakla kalmayıp aynı zamanda siyasi diyaloglar için fırsatlar ve çerçeveler açan bir platform olarak düşünülmüş.

Devletin bir dijital modernizasyon ajansı olarak rolü, kendi içinde yeterince talep görmüş olsa gerek. Ancak dijitalleşme aynı zamanda, daha az politik müzakere ve rekabetle geçinme eğiliminde olan yeni bir ekonomik ve sosyal sistem için teorik bir olasılık yaratmıştır. Bu noktada tercihler müzakere edilmemiştir, ancak giderek daha fazla hesaplamalar yapılarak, yeni planlamalar türetilmiştir. Dijital bir demokrasinin gerçekleşebilmesi için, özel platformların düzenlenmeli, veriler vatandaşların menfaatleri gözetilerek koruma altına alınmalı ya da kamu malı ilan edilerek bireysel hakları korunmalıdır. Tüm bunlara ilave olarak, işlevselliklerini ve verilerini ortak fayda için kullanmak üzere devleti veya ilgili kamu görevlerini bütünleştirici (ve katılımcı) platform olarak tanımlanan bir strateji de ortaya çıkmalıdır.”

Bu yazı ilk kez 20 Mayıs 2021’de yayımlanmıştır.

 

Fikir Turu
Fikir Turuhttps://fikirturu.com/
Fikir Turu, yalnızca Türkiye’deki düşünce hayatını değil, dünyanın da ne düşündüğünü, tartıştığını okurlarına aktarmaya çalışıyor. Bu amaçla, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Çince yazılmış önemli makalelerin belli başlı bölümlerini çevirerek, editoryal katkılarla okuruna sunmaya çalışıyor. Her makalenin orijinal metnine ve değerli çevirmen arkadaşlarımızın bilgilerine makalenin alt kısmındaki notlardan ulaşabilirsiniz.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

0
Would love your thoughts, please comment.x