Türkiye’de artan mülteci karşıtlığı: Sorular, sorunlar ve umutlar

Türkiye’de sığınmacı karşıtlığının artmasının nedenleri ne? Saha çalışmaları neler söylüyor? Altındağ'daki olaylar neden sürpriz değildi? Belediyelere düşen görevler neler? Bu sorunla soğukkanlı baş edebilmek için atılması gereken ilk üç adım hangisi? Prof. Dr. Birgül Demirtaş yazdı.

Ankara’nın Altındağ ilçesinde 10 ve 11 Ağustos’ta yaşanan acı olaylar, Türkiye’nin 10 yılı aşkın süredir mülteci sorununda yaşadığı zorlukları ve meydan okumaları bir kez daha gündeme getirdi.1 Türkiye, Suriye’de iç savaşın 2011’de başlamasının ardından ortaya çıkan mülteci akınıyla birlikte birkaç yıl içinde dünyanın en fazla mülteci barındıran ülkesi haline geldi.

İlk yıllarda savaş bitince mültecilerin geri dönecekleri düşüncesi hâkimdi. Suriye’deki iç savaşın farklı şekillerde hala devam etmesi, zaman geçtikçe mültecilerin geri dönme ihtimallerinin giderek daha da zayıfladığının anlaşılmasına yol açtı.

Altındağ olayları neden sürpriz değildi?

Aslında Altındağ özelinde yaşanan olaylar ilk değil. 2018’de yerel yönetimler ve mülteciler konulu çalışmam kapsamında yaptığım alan araştırması, sorunların artmakta olduğunu göstermişti. Yaptığım mülakatlar sırasında Altındağ’da Suriyelilere ekmek götüren yardım kamyonlarının yerli halk tarafından taşlanarak, mültecilere yardım edilmesinin engellenmeye çalışıldığı ifade edilmişti.2 Dolayısıyla Altındağ’da Suriyelilere yönelik tepkinin önceki yıllarda da bazı işaretleri mevcuttu. Altındağ’ın bazı bölgelerindeki gettolaşma ve yoksulluk, potansiyel sorunların bir işaretiydi.

Ankara Büyükşehir Belediyesi 2013’ten beri Suriyeli mültecilere yardım yapıyor. Saha çalışmam sırasında mülakat yaptığım bir belediye yetkilisi, yapılan yardımları şu şekilde özetlemişti: “Suriyelileri normal vatandaşımız gibi görüyoruz. Onlar da diğer Ankaralılar gibi gençlik evleri, gençlik merkezleri ve Belediyenin her türlü hizmetinden faydalanıyorlar. MEB okullarında eğitim gören Suriyeli çocuklara kırtasiye, bot, kaban yardımı yapılıyor.”3

Yine bir mülakatta, mülteciler konusunda çalışan bir belediye yetkilisinin ifade ettiği gibi mültecilerin “artık çoğunluğu bir şekilde çalışıyor.” En az 1 milyona ulaştığı tahmin edilen kayıtdışı çalışan Suriyeli mültecilerin çoğunluğunun gayriinsani koşullarda çalışmak zorunda kalması, aynı zamanda, işsizlik sorununu daha çok hisseden yerel halkın bu konudaki algılamaları sorunun ne kadar çetrefilli olduğunu gösteriyor.

Bu bağlamda, halka en yakın yönetim birimi olarak belediyelere de önemli sorumluluklar düşüyor. Mülteci sayısının yüksek olduğu tüm kentlerde belediyelerin, bu konuyla ilgili ayrı bir birim kurmaları, sorunların teşhisini ve çözümünü kolaylaştıracaktır. Ankara genelinde mülteci sayısının 100 bini aştığı dikkate alınarak, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ve de mültecilerin en yoğun yaşadığı ilçelerden Altındağ Belediyesi’nin de mültecilerle doğrudan ilgilenecek bir birim kurmaları önem taşıyor.4

Mülteci karşıtı söylem neden güçleniyor?

Öte yandan, Türk siyasetindeki mültecilere yönelik söylem de son aylarda giderek daha çok sertleşti. Buna neden olan iki temel etkenden bahsedilebilir.

İlk olarak, bazı siyasetçiler tamamen mülteci karşıtlığı üzerine siyaset yapmaya başladılar. Ana akım partilerin muğlak ve zikzaklı mülteci söylemlerini “fırsat” olarak gören bazı siyasetçiler, Türkiye’nin giderek ağırlaşan ekonomik, siyasi, toplumsal ve de her geçen gün kendini artık daha fazla hissettiren çevre sorunları için yaratıcı çözümler üretmek yerine; sadece mülteci karşıtlığı, güvenlikleştirme ve düşman yaratma söylemini kullanmaya başladılar.

Hem uluslararası tarih hem de Türkiye tarihi, “ötekileştirilen” gruplara yönelik nefret söyleminin acı sonuçlarının neler olabileceğinin örnekleriyle dolu olduğu halde, siyasetçiler oy kaygısıyla bu söylemlere Türkiye’de de dünyanın farklı ülkelerinde de başvurabiliyor. Dolayısıyla, bu bağlamda, Türkiye ne ilk ne de son örnek.

Mülteci karşıtlığının son zamanlarda artmasının ikinci önemli nedeni, Taliban’ın her geçen gün hakimiyeti altındaki toprakları daha da arttırmasıyla birlikte Afganistan’dan Türkiye’ye yönelik göçün artması.5 Sınırı geçen ve Türkiye topraklarına ulaşan Afganların fotoğraflarının basında yer almasının Türk kamuoyunda tedirginliğe yol açtığı anlaşılıyor. Sosyal medyada paylaşılmaya başlanan “Sesiz işgale dur de. Ülkemde mülteci istemiyorum. Türkiye Cumhuriyeti devleti mülteci kampı değildir” ifadelerinin yazılı olduğu çerçeve, kamuoyunun artan tedirginliğinin örneklerinden sadece biri. Mültecilere yönelik tepkinin, artık futbol stadyumlarına kadar ulaşması ise, tedirginlik verici.

Akademik çalışmalar neye işaret ediyor?

Aslında, kamuoyundaki mülteci karşıtlığının yıllar içinde arttığını akademik araştırmalar da gösteriyor. Örneğin, Prof. Dr. Murat Erdoğan’ın yıllardır düzenli olarak gerçekleştirdiği kamuoyu yoklamaları Türk halkının, Suriyeli mültecilere yönelik memnuniyetsizliğinin giderek arttığını ortaya koyuyor. Prof. Erdoğan’ın 2014 yılında gerçekleştirdiği kamuoyu yoklamasında Suriyelilerin yük olduğunu belirtenlerin oranı % 20 iken, 2017’de bu rakam % 43’e kadar yükseldi.6

Prof. Murat Erdoğan, Türk toplumundaki mültecilere yönelik artan olumsuz görüşleri “toplumsal güvenlikleştirme” (securitisation from society) olarak adlandırıyor. Prof. Erdoğan’ın koordinatörlüğünde 2019’da 26 kentte 2 bin 247 katılımcıyla yapılan, % 95 güvenilirlik oranına sahip kamuoyu araştırması, Türk halkının % 73’ünün devletin mültecilere yönelik politikalarını “yanlış” ya da “çok yanlış” olarak nitelendirdiğini ortaya koyuyor. Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nden oluşan Cumhur İttifakı’nın seçmenlerinin % 53,6’sının da mültecilere yönelik politikaları yanlış/çok yanlış olarak nitelendirmesi önemli.7 Cumhur İttifakı seçmenleri arasında şu ana kadar uygulanan politikaları yanlış olarak nitelendirenlerin sayısı, Türkiye ortalamasından düşük olsa da yine de söz konusu seçmenin yarıdan fazlasının olumsuz yaklaşması not edilmesi gereken bir olgu.

Öte yandan, araştırma şirketi Konda’nın 2016’da 27 şehirde gerçekleştirdiği kamuoyu yoklaması ise Türk halkının % 69’unun Suriyelilerle kültürel olarak benzemediklerini düşündüğünü ortaya koyuyor.8 Benzer şekilde, Kadir Has Üniversitesi’nin 2016’da gerçekleştirdiği kamuoyu yoklamasına göre de, Türk halkının % 58’i Suriyeli mültecilerin varlığından memnun olmadığını belirtirken, bu rakam 2019’da % 60’a yükseldi. 2019 kamuoyu yoklamasında ankete katılanlara mültecilerden neden memnun olmadıkları sorulduğunda % 52’si suç işleme eğiliminde olduklarını, % 46’sı insanları rahatsız ettiklerini öne sürmüştü. % 43 işsizliğin artmasına yol açtıklarını ifade ederken, % 37 ulusal kimliğe zarar verdiklerini belirtmişti.9 Kadir Has Üniversitesi’nin 2020’de yaptığı anketler de halkın % 55’inin Suriyeli mültecilerin varlığından memnun olmadığını ortaya koyuyor.10

Hoşgörüden hoşgörüsüzlüğe evrimin sebepleri

Türk kamuoyunda yıllar içerisinde gözlemlenen hoşgörüden hoşgörüsüzlüğe doğru evrimin, iç siyasette de yansımaları oldu. Mültecilerin geldiği ilk yıllarda hem iktidar hem de muhalefet partileri, Suriyeli mültecilere kucak açmışlarsa da, birkaç yıl sonra tutumları değişmeye başladı.11

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen partilerin büyük çoğunluğu farklı tonlamalarla da olsa mültecilerin kısmen ya da tamamen geri gönderilmelerini ya da geri dönmelerinin teşvik edilmesini savunuyor. Bazı muhalefet liderlerinin mülteci karşıtlığını temel söylem haline getirmeleri, tüm dünyada olduğu gibi, anaakım partilerin bu konudaki tutumlarını muhtemelen daha da sertleştirecek.

Altındağ’daki olayların ardından Ekşi Sözlük’te açılan “Ankara Altındağ’da Halkın Sakinleşmemesi” başlığı altında ve Twitter’da son yaşananların ardından “Suriyeliler Suriye’ye” etiketi altında yazılanlar, kamuoyunun algıladığı endişelerin belli noktalarda odaklandığını gösteriyor. Bu noktalardan ilki güvenlikle ilgili. Bazı kişiler, mülteciler nedeniyle fiziksel güvenlik tehditleri algıladığını iddia ederken, bazı kişiler kayıt dışı çalışan mülteciler yüzünden ekonomik güvenlik sorunları algıladıklarını belirtiyor. İkinci olarak, sınır güvenliği en çok dile getirilen konular arasında. Sınırdan geçişlerin artması ve kontrolün elden kaçtığı yönündeki algılama sıklıkla vurgulanan konulardan biri. Üçüncü olarak, Suriye’ye bayram ziyaretlerinin yapılabilmesi, ama buna rağmen mültecilerin kendi ülkelerine kalıcı dönüş yapmamaları konusu kamuoyunun gündeminde.

Ne yapmalı?

Yaşanan bu hassas dönem nasıl aşılabilir? Türkiye’nin mülteci meselesinde, hem savaştan kaçan insanları mağdur etmeden, hem de kendi vatandaşlarının kabul oranlarını arttıracak politikalar neler olabilir?

Öncelikle, karar alıcıların mülteci konusundaki mevcut ve gelecek planlarının ne olduğunu kamuoyuyla paylaşmaları ve tartışmaya açmaları önemli. Türkiye’nin etrafında devlet otoritesinin çok az ya da sınırlı olduğu, istikrarsızlık sarmalında bulunan ülkeler bulunuyor. Türkiye’nin ya da herhangi bir ülkenin, çevre ülkelerdeki göç etmek isteyen herkesi kabul edebilmesi ne fiziki ne de sosyal açıdan mümkün. Devletlerin hem uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerinin bir gereği olarak mültecilere maksimum oranda yardım etmeleri, ama bunu yaparken kendi ülkelerinin hem her türlü kapasitesini dikkate almaları ve de uluslararası toplumu yük paylaşımına zorlamaları önemli.

Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülke toplam 1 milyon Suriyeli sığınmacı kabul etmişken, Türkiye’nin tek başına AB ülkelerinin 3,5 katı mülteci kabul etmesi dikkat çekici. Bu eşitsiz ve adaletsiz durumun, AB’den gelen fon çekleri diplomasisiyle kalıcı olarak sürdürülebilmesinin çok zor olduğunu, yaşanan acı olaylar gösteriyor.

İkinci olarak, eğer bu kadar kısa bir zamanda bu kadar büyük bir göç dalgası gerçekleşmişse ve nüfusun yüzde 5’i artık mültecilerden oluşuyorsa, o zaman entegrasyon politikalarının sadece Suriyeli mültecilere yönelik olarak yapılması yeterli olmaz. Bir arada yaşama süreci, kendi başına bırakılamayacak kadar hassastır. Türk halkının da mültecilerle barış içinde yaşamaya alışabilmesi için yeni politikalar izlenmesi gerekir. Bir yandan eğitim müfredatı yeniden gözden geçirilmeli, öte yandan medya organlarındaki programlarda değişiklikler yapılması gündeme gelmelidir. Türk halkının da mültecilerle bir arada yaşamayı kabullenebilmesi için entegrasyonun yerel halk boyutunda da gerçekleşmesinin önemi açıktır.

Üçüncü olarak, Altındağ’da yaşanan acı olaylar ve ardından kamuoyunda ortaya atılan görüşler, karar alıcıların mültecilere yönelik inanç odaklı ve duygusal söylemlerinin halkta ancak sınırlı karşılığı olduğunu ortaya koyuyor. Uluslararası hukuku temel alan ama aynı zamanda dünyadaki diğer aktörleri yük paylaşımına zorlayan, insani ama aynı zamanda mantık çerçevesinde yeni bir göç politikası için düşünmeye başlamanın vakti çoktan geldi.

Son yaşananlar, gelecekle ilgili hepimiz için alarm zili. Yaşananların tekrarlanmaması için Türkiye’nin mülteci politikasını yeniden ele alması elzem. Karar alıcılar hem mültecilerin hem de Türk kamuoyunun ihtiyaçlarını ve endişelerini dikkate alarak, bilimsel çalışmalar temeline dayanacak kapsamlı bir entegrasyon politikası üzerinde çalışmalı.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 18 Ağustos 2021’de yayımlanmıştır.

  1. Türkiye, Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafi kısıtlama koyarak sadece Avrupa’dan gelen kişilere mülteci statüsü vereceğini belirtmiştir. Buna rağmen, mevcut yazıda literatürdeki genel kullanıma uygun olarak ve Türkiye’ye Suriye’deki savaştan kaçarak sığınan insanların durumu düşünüldüğünde “mülteci” kavramı kullanılmıştır. Türkiye’de Suriyeli sığınmacıların hukuki statüsü, geçici koruma altındaki kişilerdir.
  2. Ankara Büyükşehir Belediyesi, Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı’nda bir yetkiiyle yapılan mülakat, 12 Şubat 2018.
  3. Ankara Büyükşehir Belediyesi, Sosyal Yardımlar Planlama ve Koordinasyon Şube Müdürlüğü’nde bir yetkiliyle yapılan mülakat, 16 Şubat 2018.
  4. Bu bağlamda, Keçiören Belediyesi’nin Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Uluslararası Göç Örgütü işbirliğiyle kurduğu Göçmen Hizmetleri Merkezi, iyi bir örnek olarak verilebilir.
  5. Taliban güçleri, 15 Ağustos 2021’da Afganistan’ın başkenti Kabil’e ulaşarak yönetimi devralmak için mevcut hükümetle müzakerelere başladıklarını duyurdu.
  6. M. Murat Erdoğan, Türkiye’deki Suriyeliler: Toplumsal Kabul ve Uyum Araştırması, 2014, Hacettepe Üniversitesi, Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi; M. Murat Erdoğan, Syrians Barometer 2017. https://mmuraterdogan.files.wordpress.com/2016/06/syrians-barometer-executive-summary.pdf
  7. M. Murat Erdoğan, “Securitization from Society” and “Social Acceptance”: Political-Party Based Approaches in Turkey to Syrian Refugees, Uluslararası İlişkiler, Cilt 17, No 68, 2020, s. 73-92.
  8. Konda Barometresi, “Suriyeli Sığınmacılara Bakış”, 2016, https://konda.com.tr/wp-content/uploads/2017/11/1602_Barometre62_SURIYELI_SIGINMACILAR.pdf
  9. Türkiye Eğilimleri, 2019. Kadir Has University, 15 Ocak 2020. https://www.khas.edu.tr/sites/khas.edu.tr/files/inline-files/TE2019_TUR_BASIN_15.01.20%20WEB%20versiyon%20powerpoint_0.pdf
  10. Türkiye Eğilimleri, 2021. Kadir Has Üniversitesi. 7 Ocak 2021. https://www.khas.edu.tr/tr/haberler/turkiye-egilimleri-2020-sonuclari-aciklandi
  11. Türkiye’de siyasi partilerin mülteci politikalarının incelendiği bir çalışma için bkz. Birgül Demirtaş, “Türkiye’de Siyasi Partiler ve Suriyeli Mülteciler: Zorlu 10 Yılın Analizi”, Berk Esen-Başar Baysal (der.), Uluslararası İlişkilerde Güvenliğe Eleştirel Bakış, baskıda.

Birgül Demirtaş
Birgül Demirtaş
Prof. Dr. Birgül Demirtaş - Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi’nde, yüksek lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi’nde, doktora eğitimini Berlin Hür Üniversitesi’nde tamamladı. Doktora eğitimi sonrası Başkent Üniversitesi’nde ve TOBB ETÜ’de görev yaptı. Haziran-Eylül 2021 tarihleri arasında Tübingen Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2004-2018 arası Uluslararası İlişkiler dergisinin yardımcı editörlüğünü, 2019-2021 arasında da yönetici editörlüğünü yaptı. Ayrıca 2014-2018 yılları arasında Perceptions dergisinin yardımcı editörlüğünü yaptı. Çalışmaları Türk dış politikası, Balkanlar, Alman dış politikası, AB dış politikası, göç ve siyaset, kent diplomasisi ile toplumsal cinsiyet üzerinde yoğunlaşıyor. Southeast European and Black Sea Studies, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, Middle Eastern Policy, Iran and the Caucasus, WeltTrends, Femina Politica, Internationale Politik, Alternatif Politika, Milletlerarası Münasebetler Türk Yıllığı ve Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi’nde makaleleri yayınlandı. Türk-Alman Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

Türkiye’de artan mülteci karşıtlığı: Sorular, sorunlar ve umutlar

Türkiye’de sığınmacı karşıtlığının artmasının nedenleri ne? Saha çalışmaları neler söylüyor? Altındağ'daki olaylar neden sürpriz değildi? Belediyelere düşen görevler neler? Bu sorunla soğukkanlı baş edebilmek için atılması gereken ilk üç adım hangisi? Prof. Dr. Birgül Demirtaş yazdı.

Ankara’nın Altındağ ilçesinde 10 ve 11 Ağustos’ta yaşanan acı olaylar, Türkiye’nin 10 yılı aşkın süredir mülteci sorununda yaşadığı zorlukları ve meydan okumaları bir kez daha gündeme getirdi.1 Türkiye, Suriye’de iç savaşın 2011’de başlamasının ardından ortaya çıkan mülteci akınıyla birlikte birkaç yıl içinde dünyanın en fazla mülteci barındıran ülkesi haline geldi.

İlk yıllarda savaş bitince mültecilerin geri dönecekleri düşüncesi hâkimdi. Suriye’deki iç savaşın farklı şekillerde hala devam etmesi, zaman geçtikçe mültecilerin geri dönme ihtimallerinin giderek daha da zayıfladığının anlaşılmasına yol açtı.

Altındağ olayları neden sürpriz değildi?

Aslında Altındağ özelinde yaşanan olaylar ilk değil. 2018’de yerel yönetimler ve mülteciler konulu çalışmam kapsamında yaptığım alan araştırması, sorunların artmakta olduğunu göstermişti. Yaptığım mülakatlar sırasında Altındağ’da Suriyelilere ekmek götüren yardım kamyonlarının yerli halk tarafından taşlanarak, mültecilere yardım edilmesinin engellenmeye çalışıldığı ifade edilmişti.2 Dolayısıyla Altındağ’da Suriyelilere yönelik tepkinin önceki yıllarda da bazı işaretleri mevcuttu. Altındağ’ın bazı bölgelerindeki gettolaşma ve yoksulluk, potansiyel sorunların bir işaretiydi.

Ankara Büyükşehir Belediyesi 2013’ten beri Suriyeli mültecilere yardım yapıyor. Saha çalışmam sırasında mülakat yaptığım bir belediye yetkilisi, yapılan yardımları şu şekilde özetlemişti: “Suriyelileri normal vatandaşımız gibi görüyoruz. Onlar da diğer Ankaralılar gibi gençlik evleri, gençlik merkezleri ve Belediyenin her türlü hizmetinden faydalanıyorlar. MEB okullarında eğitim gören Suriyeli çocuklara kırtasiye, bot, kaban yardımı yapılıyor.”3

Yine bir mülakatta, mülteciler konusunda çalışan bir belediye yetkilisinin ifade ettiği gibi mültecilerin “artık çoğunluğu bir şekilde çalışıyor.” En az 1 milyona ulaştığı tahmin edilen kayıtdışı çalışan Suriyeli mültecilerin çoğunluğunun gayriinsani koşullarda çalışmak zorunda kalması, aynı zamanda, işsizlik sorununu daha çok hisseden yerel halkın bu konudaki algılamaları sorunun ne kadar çetrefilli olduğunu gösteriyor.

Bu bağlamda, halka en yakın yönetim birimi olarak belediyelere de önemli sorumluluklar düşüyor. Mülteci sayısının yüksek olduğu tüm kentlerde belediyelerin, bu konuyla ilgili ayrı bir birim kurmaları, sorunların teşhisini ve çözümünü kolaylaştıracaktır. Ankara genelinde mülteci sayısının 100 bini aştığı dikkate alınarak, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ve de mültecilerin en yoğun yaşadığı ilçelerden Altındağ Belediyesi’nin de mültecilerle doğrudan ilgilenecek bir birim kurmaları önem taşıyor.4

Mülteci karşıtı söylem neden güçleniyor?

Öte yandan, Türk siyasetindeki mültecilere yönelik söylem de son aylarda giderek daha çok sertleşti. Buna neden olan iki temel etkenden bahsedilebilir.

İlk olarak, bazı siyasetçiler tamamen mülteci karşıtlığı üzerine siyaset yapmaya başladılar. Ana akım partilerin muğlak ve zikzaklı mülteci söylemlerini “fırsat” olarak gören bazı siyasetçiler, Türkiye’nin giderek ağırlaşan ekonomik, siyasi, toplumsal ve de her geçen gün kendini artık daha fazla hissettiren çevre sorunları için yaratıcı çözümler üretmek yerine; sadece mülteci karşıtlığı, güvenlikleştirme ve düşman yaratma söylemini kullanmaya başladılar.

Hem uluslararası tarih hem de Türkiye tarihi, “ötekileştirilen” gruplara yönelik nefret söyleminin acı sonuçlarının neler olabileceğinin örnekleriyle dolu olduğu halde, siyasetçiler oy kaygısıyla bu söylemlere Türkiye’de de dünyanın farklı ülkelerinde de başvurabiliyor. Dolayısıyla, bu bağlamda, Türkiye ne ilk ne de son örnek.

Mülteci karşıtlığının son zamanlarda artmasının ikinci önemli nedeni, Taliban’ın her geçen gün hakimiyeti altındaki toprakları daha da arttırmasıyla birlikte Afganistan’dan Türkiye’ye yönelik göçün artması.5 Sınırı geçen ve Türkiye topraklarına ulaşan Afganların fotoğraflarının basında yer almasının Türk kamuoyunda tedirginliğe yol açtığı anlaşılıyor. Sosyal medyada paylaşılmaya başlanan “Sesiz işgale dur de. Ülkemde mülteci istemiyorum. Türkiye Cumhuriyeti devleti mülteci kampı değildir” ifadelerinin yazılı olduğu çerçeve, kamuoyunun artan tedirginliğinin örneklerinden sadece biri. Mültecilere yönelik tepkinin, artık futbol stadyumlarına kadar ulaşması ise, tedirginlik verici.

Akademik çalışmalar neye işaret ediyor?

Aslında, kamuoyundaki mülteci karşıtlığının yıllar içinde arttığını akademik araştırmalar da gösteriyor. Örneğin, Prof. Dr. Murat Erdoğan’ın yıllardır düzenli olarak gerçekleştirdiği kamuoyu yoklamaları Türk halkının, Suriyeli mültecilere yönelik memnuniyetsizliğinin giderek arttığını ortaya koyuyor. Prof. Erdoğan’ın 2014 yılında gerçekleştirdiği kamuoyu yoklamasında Suriyelilerin yük olduğunu belirtenlerin oranı % 20 iken, 2017’de bu rakam % 43’e kadar yükseldi.6

Prof. Murat Erdoğan, Türk toplumundaki mültecilere yönelik artan olumsuz görüşleri “toplumsal güvenlikleştirme” (securitisation from society) olarak adlandırıyor. Prof. Erdoğan’ın koordinatörlüğünde 2019’da 26 kentte 2 bin 247 katılımcıyla yapılan, % 95 güvenilirlik oranına sahip kamuoyu araştırması, Türk halkının % 73’ünün devletin mültecilere yönelik politikalarını “yanlış” ya da “çok yanlış” olarak nitelendirdiğini ortaya koyuyor. Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nden oluşan Cumhur İttifakı’nın seçmenlerinin % 53,6’sının da mültecilere yönelik politikaları yanlış/çok yanlış olarak nitelendirmesi önemli.7 Cumhur İttifakı seçmenleri arasında şu ana kadar uygulanan politikaları yanlış olarak nitelendirenlerin sayısı, Türkiye ortalamasından düşük olsa da yine de söz konusu seçmenin yarıdan fazlasının olumsuz yaklaşması not edilmesi gereken bir olgu.

Öte yandan, araştırma şirketi Konda’nın 2016’da 27 şehirde gerçekleştirdiği kamuoyu yoklaması ise Türk halkının % 69’unun Suriyelilerle kültürel olarak benzemediklerini düşündüğünü ortaya koyuyor.8 Benzer şekilde, Kadir Has Üniversitesi’nin 2016’da gerçekleştirdiği kamuoyu yoklamasına göre de, Türk halkının % 58’i Suriyeli mültecilerin varlığından memnun olmadığını belirtirken, bu rakam 2019’da % 60’a yükseldi. 2019 kamuoyu yoklamasında ankete katılanlara mültecilerden neden memnun olmadıkları sorulduğunda % 52’si suç işleme eğiliminde olduklarını, % 46’sı insanları rahatsız ettiklerini öne sürmüştü. % 43 işsizliğin artmasına yol açtıklarını ifade ederken, % 37 ulusal kimliğe zarar verdiklerini belirtmişti.9 Kadir Has Üniversitesi’nin 2020’de yaptığı anketler de halkın % 55’inin Suriyeli mültecilerin varlığından memnun olmadığını ortaya koyuyor.10

Hoşgörüden hoşgörüsüzlüğe evrimin sebepleri

Türk kamuoyunda yıllar içerisinde gözlemlenen hoşgörüden hoşgörüsüzlüğe doğru evrimin, iç siyasette de yansımaları oldu. Mültecilerin geldiği ilk yıllarda hem iktidar hem de muhalefet partileri, Suriyeli mültecilere kucak açmışlarsa da, birkaç yıl sonra tutumları değişmeye başladı.11

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen partilerin büyük çoğunluğu farklı tonlamalarla da olsa mültecilerin kısmen ya da tamamen geri gönderilmelerini ya da geri dönmelerinin teşvik edilmesini savunuyor. Bazı muhalefet liderlerinin mülteci karşıtlığını temel söylem haline getirmeleri, tüm dünyada olduğu gibi, anaakım partilerin bu konudaki tutumlarını muhtemelen daha da sertleştirecek.

Altındağ’daki olayların ardından Ekşi Sözlük’te açılan “Ankara Altındağ’da Halkın Sakinleşmemesi” başlığı altında ve Twitter’da son yaşananların ardından “Suriyeliler Suriye’ye” etiketi altında yazılanlar, kamuoyunun algıladığı endişelerin belli noktalarda odaklandığını gösteriyor. Bu noktalardan ilki güvenlikle ilgili. Bazı kişiler, mülteciler nedeniyle fiziksel güvenlik tehditleri algıladığını iddia ederken, bazı kişiler kayıt dışı çalışan mülteciler yüzünden ekonomik güvenlik sorunları algıladıklarını belirtiyor. İkinci olarak, sınır güvenliği en çok dile getirilen konular arasında. Sınırdan geçişlerin artması ve kontrolün elden kaçtığı yönündeki algılama sıklıkla vurgulanan konulardan biri. Üçüncü olarak, Suriye’ye bayram ziyaretlerinin yapılabilmesi, ama buna rağmen mültecilerin kendi ülkelerine kalıcı dönüş yapmamaları konusu kamuoyunun gündeminde.

Ne yapmalı?

Yaşanan bu hassas dönem nasıl aşılabilir? Türkiye’nin mülteci meselesinde, hem savaştan kaçan insanları mağdur etmeden, hem de kendi vatandaşlarının kabul oranlarını arttıracak politikalar neler olabilir?

Öncelikle, karar alıcıların mülteci konusundaki mevcut ve gelecek planlarının ne olduğunu kamuoyuyla paylaşmaları ve tartışmaya açmaları önemli. Türkiye’nin etrafında devlet otoritesinin çok az ya da sınırlı olduğu, istikrarsızlık sarmalında bulunan ülkeler bulunuyor. Türkiye’nin ya da herhangi bir ülkenin, çevre ülkelerdeki göç etmek isteyen herkesi kabul edebilmesi ne fiziki ne de sosyal açıdan mümkün. Devletlerin hem uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerinin bir gereği olarak mültecilere maksimum oranda yardım etmeleri, ama bunu yaparken kendi ülkelerinin hem her türlü kapasitesini dikkate almaları ve de uluslararası toplumu yük paylaşımına zorlamaları önemli.

Avrupa Birliği (AB) üyesi 27 ülke toplam 1 milyon Suriyeli sığınmacı kabul etmişken, Türkiye’nin tek başına AB ülkelerinin 3,5 katı mülteci kabul etmesi dikkat çekici. Bu eşitsiz ve adaletsiz durumun, AB’den gelen fon çekleri diplomasisiyle kalıcı olarak sürdürülebilmesinin çok zor olduğunu, yaşanan acı olaylar gösteriyor.

İkinci olarak, eğer bu kadar kısa bir zamanda bu kadar büyük bir göç dalgası gerçekleşmişse ve nüfusun yüzde 5’i artık mültecilerden oluşuyorsa, o zaman entegrasyon politikalarının sadece Suriyeli mültecilere yönelik olarak yapılması yeterli olmaz. Bir arada yaşama süreci, kendi başına bırakılamayacak kadar hassastır. Türk halkının da mültecilerle barış içinde yaşamaya alışabilmesi için yeni politikalar izlenmesi gerekir. Bir yandan eğitim müfredatı yeniden gözden geçirilmeli, öte yandan medya organlarındaki programlarda değişiklikler yapılması gündeme gelmelidir. Türk halkının da mültecilerle bir arada yaşamayı kabullenebilmesi için entegrasyonun yerel halk boyutunda da gerçekleşmesinin önemi açıktır.

Üçüncü olarak, Altındağ’da yaşanan acı olaylar ve ardından kamuoyunda ortaya atılan görüşler, karar alıcıların mültecilere yönelik inanç odaklı ve duygusal söylemlerinin halkta ancak sınırlı karşılığı olduğunu ortaya koyuyor. Uluslararası hukuku temel alan ama aynı zamanda dünyadaki diğer aktörleri yük paylaşımına zorlayan, insani ama aynı zamanda mantık çerçevesinde yeni bir göç politikası için düşünmeye başlamanın vakti çoktan geldi.

Son yaşananlar, gelecekle ilgili hepimiz için alarm zili. Yaşananların tekrarlanmaması için Türkiye’nin mülteci politikasını yeniden ele alması elzem. Karar alıcılar hem mültecilerin hem de Türk kamuoyunun ihtiyaçlarını ve endişelerini dikkate alarak, bilimsel çalışmalar temeline dayanacak kapsamlı bir entegrasyon politikası üzerinde çalışmalı.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı ilk kez 18 Ağustos 2021’de yayımlanmıştır.

  1. Türkiye, Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafi kısıtlama koyarak sadece Avrupa’dan gelen kişilere mülteci statüsü vereceğini belirtmiştir. Buna rağmen, mevcut yazıda literatürdeki genel kullanıma uygun olarak ve Türkiye’ye Suriye’deki savaştan kaçarak sığınan insanların durumu düşünüldüğünde “mülteci” kavramı kullanılmıştır. Türkiye’de Suriyeli sığınmacıların hukuki statüsü, geçici koruma altındaki kişilerdir.
  2. Ankara Büyükşehir Belediyesi, Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı’nda bir yetkiiyle yapılan mülakat, 12 Şubat 2018.
  3. Ankara Büyükşehir Belediyesi, Sosyal Yardımlar Planlama ve Koordinasyon Şube Müdürlüğü’nde bir yetkiliyle yapılan mülakat, 16 Şubat 2018.
  4. Bu bağlamda, Keçiören Belediyesi’nin Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Uluslararası Göç Örgütü işbirliğiyle kurduğu Göçmen Hizmetleri Merkezi, iyi bir örnek olarak verilebilir.
  5. Taliban güçleri, 15 Ağustos 2021’da Afganistan’ın başkenti Kabil’e ulaşarak yönetimi devralmak için mevcut hükümetle müzakerelere başladıklarını duyurdu.
  6. M. Murat Erdoğan, Türkiye’deki Suriyeliler: Toplumsal Kabul ve Uyum Araştırması, 2014, Hacettepe Üniversitesi, Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi; M. Murat Erdoğan, Syrians Barometer 2017. https://mmuraterdogan.files.wordpress.com/2016/06/syrians-barometer-executive-summary.pdf
  7. M. Murat Erdoğan, “Securitization from Society” and “Social Acceptance”: Political-Party Based Approaches in Turkey to Syrian Refugees, Uluslararası İlişkiler, Cilt 17, No 68, 2020, s. 73-92.
  8. Konda Barometresi, “Suriyeli Sığınmacılara Bakış”, 2016, https://konda.com.tr/wp-content/uploads/2017/11/1602_Barometre62_SURIYELI_SIGINMACILAR.pdf
  9. Türkiye Eğilimleri, 2019. Kadir Has University, 15 Ocak 2020. https://www.khas.edu.tr/sites/khas.edu.tr/files/inline-files/TE2019_TUR_BASIN_15.01.20%20WEB%20versiyon%20powerpoint_0.pdf
  10. Türkiye Eğilimleri, 2021. Kadir Has Üniversitesi. 7 Ocak 2021. https://www.khas.edu.tr/tr/haberler/turkiye-egilimleri-2020-sonuclari-aciklandi
  11. Türkiye’de siyasi partilerin mülteci politikalarının incelendiği bir çalışma için bkz. Birgül Demirtaş, “Türkiye’de Siyasi Partiler ve Suriyeli Mülteciler: Zorlu 10 Yılın Analizi”, Berk Esen-Başar Baysal (der.), Uluslararası İlişkilerde Güvenliğe Eleştirel Bakış, baskıda.

Birgül Demirtaş
Birgül Demirtaş
Prof. Dr. Birgül Demirtaş - Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi’nde, yüksek lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi’nde, doktora eğitimini Berlin Hür Üniversitesi’nde tamamladı. Doktora eğitimi sonrası Başkent Üniversitesi’nde ve TOBB ETÜ’de görev yaptı. Haziran-Eylül 2021 tarihleri arasında Tübingen Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2004-2018 arası Uluslararası İlişkiler dergisinin yardımcı editörlüğünü, 2019-2021 arasında da yönetici editörlüğünü yaptı. Ayrıca 2014-2018 yılları arasında Perceptions dergisinin yardımcı editörlüğünü yaptı. Çalışmaları Türk dış politikası, Balkanlar, Alman dış politikası, AB dış politikası, göç ve siyaset, kent diplomasisi ile toplumsal cinsiyet üzerinde yoğunlaşıyor. Southeast European and Black Sea Studies, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, Middle Eastern Policy, Iran and the Caucasus, WeltTrends, Femina Politica, Internationale Politik, Alternatif Politika, Milletlerarası Münasebetler Türk Yıllığı ve Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi’nde makaleleri yayınlandı. Türk-Alman Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapıyor.

YORUMLAR

Subscribe
Bildir
guest

1 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Son Eklenenler

1
0
Would love your thoughts, please comment.x